TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (11.BÖLÜM)
Ö-UZAKDOĞU VE HİNDİSTANLI KADINLARIN ÖZ SAVUNMA ÖZGÜNLÜĞÜ;
Uzakdoğu nüfus yoğunluğu nedeniyle kapitalizmin ucuz emek ve ucuz iş gücü piyasasını oluşturduğu bir alandır. Çin devriminin devlet kapitalizmi ile sonuçlanmasıyla, Çin devleti serbest piyasa ekonomisine geçişleri ucuz emek piyasası üzerinden gerçekleştirmiştir. Küresel sektörler hammaddeyi dışardan getirerek parça üretimine dayalı iş sahalarını kurmakta ve üretilen mal dış pazarlara aktarılmaktadır. Çin devleti serbest piyasa ekonomisine ucuz emek üzerinden sermaye akışını sağlamak temelinde giriş yapmakta ve küresel sektörler bu ucuz emek sayesinde düşük maliyetli ama yüksek karlı sermaye gücüne ulaşmaktadır. Bu ucuz iş gücü piyasasının emek gücünü daha çok kadınlar oluşturmaktadır. Hafif sanayi ve tekstil sektörlerinin yoğun olduğu üretim sahalarında kadın emeği daha ucuz ve incelikli emek olduğundan tercih edilmektedir. Mal ve sermaye akışlarına göre küresel finans sektörü örgütlendirilmektedir. Yanı sıra Çin artan nüfus sorunu nedeniyle küresel güçlerin kendilerine dönük risk taşıdığını düşündüğü bir ülkedir. Sermaye akışları ve ilişkilerin kuruluşunda doğum oranlarının düşürülmesi bir uluslararası kriter olarak uygulanmaktadır. Demografik politikanın doğum oranlarının düşürülmesi temelinde uygulandığı bir ülke olması nedeniyle kadın bedeni üzerinde tam olarak biyoiktidar uygulanmaktadır. Tek çocuk yapma yasasıyla (bu yasa 2015’de değiştirildi) devlet sosyal güvenceleri artırırken, birden fazla çocuk yapanlara sosyal güvenceleri kısıtlama cezaları verilmektedir. Bu durum kürtajın artışına ve sağlıksız kürtaj şartlarının artırılmasına neden olmaktadır. En tehlikeli durum ise ataerkil değerler ve aile tipi nedeniyle ceninin cinsiyeti belli olduğunda kız ceninler aldırılmaktadır. Yüz milyonları bulan kız cenin ölümleriyle Çin, daha doğmadan uygulanan kadın soykırımının yaşandığı bir ülkedir. Eskiden Çin’ de kızların ayakları küçük kalsın diye dar kalıp içine sıkıştırılırdı, şimdi de Çinli kadınların rahimleri ataerkil kalıplarla daraltılmakta ve doğmadan katledilmektedirler. Kadın bedeninde kadın soykırımını gerçekleştirme uygulaması tüm çağların vahşetini geride bırakacak bir vahşi uygulamadır. Yaşama hakkının birinci kural olduğu güya insan hakları müjdecisi bir çağ hayal edilmişti.
Ancak kadın sorununun dünyaya doğmak hakkını kazanabilmek gibi dip noktaya vurduğu en karanlık çağı yaşamaktayız. Kadının kendi bedeni hakkında tek söz sahibi olması temelinde bir demografya politikasının kendisini en çok dayattığı coğrafyadır. Soykırım kıskacına alınan cenin kızların bu vahşi dünyaya karşı o kendini hiç savunamayan masumiyetinin öz savunmasını yapmak şu yeryüzünü soluyan kadınların en temel görevlerinden biridir. Hindistan aynı biçimde küresel sektörlerin hem parça üretimi hem hizmet sektörlerinin ucuz iş gücü ve ucuz kadın emek güçlerine ulaştığı bir ülkedir. Kadın, ucuz emek pazarının en acımasız şartlarda daha ucuza sömürüldüğü bir değersizleştirilmeye uğramaktadır. Yoksulluk, açlık, değersizlik ve bedenleri acımasız çalışma koşullarına mahkûm edilen Hindistan’ lı kadınların en ağır sorunları yalnızca bu değildir. Kastlaşmaya ve dinsel bölünmelere dayalı sosyal çatışmaların dorukta olduğu Hindistan, bu ataerkil sosyal yapıların gündelik kadına yönelik şiddet, tecavüz ve katliam olaylarıyla sarsılmaktadır. Çoğunluk dini grubu oluşturan Hindu dini mensubu erkekler, siyasi ihtilafları müslüman dini gruba ait kadınlara kitlesel tecavüz saldırılar düzenleyerek, kadınları kaçırarak ele almaktadırlar. Emniyet güçlerinin gözaltı işlemi bahanesiyle alıkoyduğu kadınlara tecavüz etmesi rutin suçlar haline gelmiştir. Kastlar arası ayrımcılık nedeniyle soy-aile ve miras hukuku kadın haklarını gözetmemektedir. Başlık parası adeta sosyal trajedyaların nedenidir; çocuk yaşta evlilik ve boşanma hukukunda yoğun etkide bulunan başlık parası, kadın cinayetlerinin en temel nedenlerinden biri olmaktadır. Şu an gündemi işgal eden tecavüz olayları veya kültürü Hindistan’lı kadınların en temel sorununu oluşturmaktadır. Bu sorunlar Hindistan kadın mücadelesinin toplumsal öz savunma seçeneklerini açığa çıkarmasına neden olmuştur. Çapı, yaygınlığı ve sistem sorunlarına takılmadan, örnek davranış modellerin gelişmesine ve ilham verme gücü olması nedeniyle önemle takip edilmesi gereken öz savunma tedbirleri olarak ele almak gerekmektedir. Hindistan bir İngiliz sömürgesi olarak uzun bir sömürgeciliğe karşı mücadele tarihine sahiptir. 1857 yılında İngiliz sömürgeciliğine karşı Hint tarihinin en büyük ve yaygın ayaklanması gerçekleşmiştir. Bu ayaklanma bölgelerinden biri Jhansi bölgesinin lideri 'Rana' adlı olan 'Rana Lakshmi Bai' idi. Rana Lakshmi başlattığı Jhansi ayaklanmasıyla tüm Hindistan eyaletlerinin ayaklanmaya geçmesine neden olur. Bu ayaklanma İngiliz sömürgeciliğini ülkelerinden atmak için yeterli bir sonuca gitmez ama sömürgecilik aldığı büyük darbe ile köklü reformlar yapmak zorunda kalır. Ayaklanmadan 50 yıl sonra Hindistan'da gelişen bağımsızlık hareketi için bu ayaklanmada büyük rol oynayan Jhansı Ranisi Lakshmibaı, bir milli kahraman olarak ele alınır.
P-JHANSİ KRALİÇESİ;
Halk arasında “Komutan Lakshmi” olarak bilinen Lakshmi Sehgal, Hint bağımsızlık hareketi devrimcilerinden biri olup, Hindistan Ulusal Ordusu’nda askerlik yapmış ve daha sonra Azad Hind hükümetinde Kadın Bakanlığı görevini yürütmüştür. 1940’lı yıllarda sömürge Hindistanı’nda İngiliz Yönetimi’ni devirmek için savaşan ve tamamı kadınlardan oluşan “Jhansi Kraliçesi” Alayının komutanıydı. Jhansi Kraliçesi Alayı, İkinci Dünya Savaşı’na katılan ordular içinde yalnızca kadınlardan oluşan az sayıdaki askeri birlikten biridir ve adını da Hint tarihindeki bir diğer ünlü kadın devrimci olan, 1857 Hint İsyanı’nın önde gelen ismi Rani Lakshmibai’den almıştır.
R- HAYDUTLAR KRALİÇESİ;
Phoolan Devi lakaplı Gorha Ka Puwa’ nın hayatı mitolojik bir efsane gibi, gerçek dışı bir yaşam gibi görülmek istense de ve sıra dışı bir karakter olarak değerlendirilse de, aslında O, en olağan bir kişilik ve direniş gerçekliğidir. Olması gerekendir O. Egemen akıl, insanın gerçekliğinin dışında bir yaratıma dönüşümünü olağanlaştırmak için, en insani olan gerçeği olağanüstüleştirir. Teslimiyet, bencillik, ikiyüzlülük, korkaklık, kabulleniş vb şeyler olağan insan davranışları olmuştur ama direniş, fedakârlık, paylaşım, cesaret, isyan hayret edilecek istisnalar olmuştur. Hindistan'da 'Haydutlar Kraliçesi' olarak adlandırılan Phoolan Devi’ ne böylesi ideolojik söylemle yaklaşılır; yani olağanüstü, gerçek dışı olduğuna dair bir hayranlık diliyle yüceltilerek esasında imkânsızlaştırılır. 11 yaşında zorla evlendirilen Gorha Ka Puwa hiçbir zaman kendisinden çok büyük kocasını ve tecavüz evliliğini kabullenmez. 14 yaşında isyan edip dağa çıkar. Kendi özgür dünyasını aramaya çalışırken bir köyün tecavüzüne uğrar. Bu olay onun için bir dönüm noktası olur. Silahlanır ve bütün köyden intikamını şiddetle alır. Tecavüzcü erkeklerin tamamını öldürmüştür. Bir adamı sever ve onunla birlikte yaşamaya başlar; ancak sevgilisi öldürülür. Bu olayda onun için bir dönemin bitişini ifade etmektedir. Phoolan Devi kendi çetesini kurar ve Robin Hoodvari bir yöntemle zenginlerden alıp yoksullara dağıtır. Bu sosyal eşkıya kadın, Hint yoksul tabakalarında efsaneleşir. Yakalandıktan sonra mahkemeye çıkarılmadan 11 yıl cezaya çaptırılan haydutlar kraliçesi çetesinin erkek üyeleriyle aynı koğuşta kalır. Uğradığı cinsel saldırıların bedeninde yarattığı hasarlar sonucu hastalanır ve rahimi ameliyatla alınır. O halk içinde ve kadınlar dünyasında bir kahramandır, unutulmaz. Cezaevinden çıkınca bir halk kahramanı olarak karşılanır. Bu zaman dilimi de onun için bir yeni dönemin başlangıcıdır.
Kadınların ve halkının sorunlarını bir yasa koyucu sıfatıyla ve mücadele biçimiyle dile getirmek için seçimlere katılır ve parlamentoya girer. Siyasi mücadeleyi başbakan olma hedefiyle büyüten haydutlar kraliçesi aldığı tehditleri umursamaz. Siyasileşme ile ehlileşme arasındaki farkın farkındadır. Sorunları cesurca, ataerkilliğe meydan okuyarak dile getirir ve katı kast sistem temsilcilerinin, radikal dinci örgütlerin öfkesini üstüne çeker. O zaten öyle bir ruhtur, asi, çatışan ve direngen. Başka bir şekilde davranması beklenemez. Öfkeli erkekler bu kadının ruhundan, önerdiği yaşamdan, kadın özgürlüğünden inanılmaz korkarlar ve bu dünyanın en asi kadınlarından biri olan Haydutlar Kraliçesini evinin önünde silahlı saldırıyla katlederler. Ölümüyle ayaklanan halk, hükümeti onu korumamakla suçlarlar ve sert protestolar arasında gömülür. Öldürüldüğünde 42 yaşında olan Haydutlar kraliçesi evliliğe isyanıyla uzandığı eşkıyalık hikâyesiyle, uğradığı toplu tecavüz saldırısına karşı aldığı intikamıyla, zenginlere karşı yoksulların yanında yer alışını eylemleştirmesiyle, cezaevi hayatından parlamentoya uzanan siyasi kimliğiyle baştan ayağa isyandır. O olması gerekendir derken, bir kadının uğrayacağı her haksızlık, zulüm ve zorlama karşısında alması gereken normal direnişi gösterdiğini belirtmek istiyoruz. Şiddete ve iradesizleşmeye tepkisizlik, haksızlığı kabulleniş ve boyun eğme anormaldir, insan doğasına aykırıdır. Phoolan Devi insanın büyüklüğünü yaşadığı için dev olmuştur. O kendini savunan, kendini savunurken tüm kadınları ve yoksulları savunan kadının dev insanlığıdır.
S-GULABİLER ÇETESİ;
Hintçede pembe anlamına gelen ‘gulabi’den, üyelerinin pembe renkli elbiseler giymesinden ismini alır Gulabi Çetesi. Hindistan’ın kuzeyinde Uttar Pradeş eyaletinde yaşayan kadınlardan oluşan grup, eşlerine şiddet uygulayan erkekleri ziyaret ediyor ve bu eylemlerine son vermezlerse onları bambu sopalarıyla dövüyorlar. Sağlık çalışanı ve çocuk gelin olan Sampat Pal Devi tarafından 2006 yılında kadınlara ve aile içi diğer şiddet türlerine karşı mücadele için kurulmuştur. Çocuklara okuma yazma kursu açan, çocuk yaşta evlilik ve başlık parasına karşı mücadele eden Gulabiler, 2008 yılında bölgenin elektrik kurumunu basar ve görevlileri rüşvet almak için kestikleri elektrikleri açmaya zorlarlar. Bu eylemden sonra kamuoyunda olumlu tepki toplayan Gulabilerin 20 bin üyesi (2008) ve Paris’te temsilcilikleri bulunmaktadır. 2011 yılında 21 grup üyesi, yerel seçimlere katılmış ve encümenliğe seçilmişlerdir. Yetkilerini, yolların onarımı, kanaLîzasyon yapımı, içme suyu sağlanması ve tarımın geliştirilmesi gibi projelerde kullanmaktadırlar. Önceleri kendilerini dinlemeyen yerel yöneticileri ikna etme konularında epey mesafe kat etmiş bulunmaktadırlar. Pembe sariler giyen, yolsuzluk yapan görevlileri ve eşlerine şiddet uygulayan erkekleri sopa ve baltalarla kovalayan bu kadınlar, erkeklerin yüreğine saldıkları korku ile yaygın bir sempati toplamaktadır. Siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarından ‘istismar’ edilme kaygısıyla uzak duran Gulabiler, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadeleyi öncelikli görevleri olarak görmektedirler. “Buralarda kimse bize yardım etmiyor. Devlet görevlileri ve polis yolsuzluğa batmış durumda ve yoksullara karşılar
Bu yüzden bazen adaleti kendi ellerimizle sağlamak zorunda kalıyoruz. Bazen de yanlış yapanları teşhir ediyoruz,” diyen Sampat Pal Devi, Hindistan’ ın en yoksul ve kastların yoğun olduğu bölgede dokunulmazların, ayrımcılığın, yoksulluğun erkek şovenizminin yol açtığı aile içi şiddet, cinsel saldırı suçlarına tavırlarını “Biz kelimenin gerçek anlamında bir çete değiliz aslında. Biz bir adalet çetesiyiz,” sözleriyle dikkat çekmektedir. Sampat’ ın isyanı babasının onu okula göndermemesi ile başlamış. Protesto için, mahallenin duvarlarına, yollarına yazılama yapmış, resim çizmiş ve sonunda okula gönderilmiş. Ancak dokuz yaşında evlendirilmiş, 12 yaşında kocasının yanına taşınmış ve 13 yaşında ilk çocuğunu doğurmuş. Sampat, “Beni öldürmeye, tutuklamaya, aşağılamaya ve susturmaya çalıştılar, ama işler kadınlar için düzelmedikçe pes etmeyeceğim.” diyerek mücadeledeki kararlılığını ortaya koyuyor. Sampat öğretilmiş bir mücadele ya da bilinen yollardan giden bir mücadelenin sahibi değildir. Tamamen kendi hayat şartlarında ve kendi buldukları mücadele biçimiyle kadın öz savunmasını geliştirdikleri için bir örnek olmaktadır. Öz savunmanında kendi şartlarına uygun çok çeşitli olmaya duyduğu ihtiyaç Gulabileri anlamlı kılmaktadır. Erkeklerin de katıldığı bu öz savunmaya dayalı mücadelelerini pembe renkli merkezi binalarında bir araya gelerek planlamaktadırlar. Devlet onlara ‘Maoist teröristler’ suçlamasıyla saldırmış ancak halk arasında oynadıkları hakem rolü, yolsuzluk ve şiddete dönük mücadelede kat ettikleri mesafenin olumlu etkileri nedeniyle kamuoyunda tepkiler yükselince bu saldırılar durmak zorunda kalmıştır. 2006 seçimlerine katılarak mücadele güçlerini meclise taşırmayı ve karar mekanizmalarına ulaşmayı amaçlayan Gulabilere ‘Sosyal Eşkıyalar’ dense de onlar, kadınların kollektif adalet eylemleri ve sosyal mücadeleleri ile zamanın öz savunma güçlerinden biri olmaktadırlar.
Ş-GERİLLA HİNDU KADINLAR;
Hindistan’ ın kırsal bölgelerinde mücadele veren Maoist hareketin yarısını kadınlar oluşturmaktadır. Kadınlar yoksulluk, ataerkil baskılar ve sosyal adaletsizliklere karşı mücadelenin en etkin katılımcıları olarak, 90 yıllarından itibaren Maoist harekette etkin olmaya başlarlar. Pek çok takım ve bölük komutanlarının kadın olduğu Halk Kurtuluş Gerilla Ordusunun merkez bölge komitesinin yarısından fazlası kadınlardan oluşmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin şiddeti, devlet zoruyla köylerin boşaltılması ve gördükleri zulüm, yoğun sömürü sistemi nedeniyle adeta bir kadın isyan hareketi olan bu gerilla hareketi, Hindu kadınların gelişecek dünya kadın öz savunmasında önemli bir yer tutacağını göstermektedir.
T-LATİN AMERİKA VE KADIN DEVRİMCİLİĞİ;
‘‘Ailenin sınırları olmaz’’ diyor Dagara halkından Soboufu Somc: ‘‘Bizim çocuklarımızın bir sürü anaları ve babaları vardır. Ne kadar isterlerse o kadar. Ve senin yürümene yardım eden ataların ruhları da.’’ ‘‘Ve günün birinde, ormanların içinde ve ırmakların kıyısında boş boş yürümekten sıkıldık. Ve orada kalmaya karar verdik. Kabileyi ve ortak bir yaşamı icat ettik. Ve işlenen tarlalarda, geniş kalçaları ve cömert memelerı olan bereket tanrıçalarına taptık. Ancak zaman ilerledikçe onların yerini savaşçı erkek tanrılar aldı. Bunun üzerine kralların, savaşçı komutanların ve üst düzey rahiplerın başarısını öven marşlar söyledik. Ve senin ve benim sözcüklerini keşfettik ve toprağın bir sahibi oldu ve kadın erkeğin malı oldu ve baba çocukların sahibi oldu. Açlığın hüküm sürdüğü o ilk zamanlarda güneş ışıkları arkasından girdiğinde toprağı eşelemekte olan ilk kadındı.’’ Bir zamanlar Amerikasını Aynalar kitabında bu sözlerle özetleyen Eduardo Galeano için de kötülüğün tarihi erkek sahipliğin çıkışıyla başlar. Egemen erkek sınıflaşma sürecidir Galeano’nun anlattığı dönem. Ancak Batı kapitalist dünyasının vahşetini, aklını ve tarihini öğrenmek için Amerika kıtasının son 500 yıllık fetih tarihini bilmek gerekmektedir. Kötülük tarihinin bir özetidir bu dönem; altın, gümüş ve bakırın İspanya ve oradan tüm kıta Avrupasına taşınması için Amerika halkları maden ocaklarında bir katliam gerçekleştirircesine çalıştırılır. Milyonlarca insan bu ağır çalışma koşullarında ölürken ve direnen kabileler acımasızca katledilirken Avrupa zenginlik ve servete gark olmaktaydı. Ardından mısır, kakao, kahve üretimi yeni zenginlik kaynakları olarak keşfedilir ve Amerika halkları bu geniş tarla ve çiftliklerde zorla çalıştırılır. İnka ve Maya uygarlıklarının sahibi bu halklar ilk kez beyaz adamın denizlerden gelip sahile indiğini gördüğünde denizlerin ardında olduğuna inandıkları ve beyaz tenli tarif ettikleri tanrılarından birinin geldiğini düşünmüş ve dostlukla bu beyaz adamlara elini uzatmıştı. Evet, gelen bir tanrıydı ama vahşetin tanrısıydı. Talan ve yağma için beyaz adam ateşli silahlar kullanmaya başladıktan sonra birçok şey için çok geçti artık. Altın ve gümüşü basit boncuk ve eşyalarla değiştirecek kadar servet kavramından uzak bu halklar için zaman direnişe geçme zamanıydı.
U -AMAYİ ‘HALKININ SEVGİLİ KADINI’;
Kızılderili Creek kabilesinin lideri Amayi başlangıçta halkının ve İngilizlerin birlikte yaşayabileceğine inanır ve bir İngiliz ile evlenir. İngilizler dostluk politikasıyla onlara yaklaşmış ve henüz Kızılderililere dönük katliam, göçertme politikaları devreye girmemiştir. Bir gün bir İngiliz’ in hükümetin toprakları kendisine verdiğini söylemesi ve halkını kırbaçlaması üzerine bu düşüncesi değişir. Kızılderililerin kaçmasına yardımcı olur ve ülkesine döner. Eşine durumu aktardığında aldığı cevap İngilizlerin buna hakkı olduğu ve erkeğin evin reisi olduğu geleneklerine uyması gerektiğidir. Amayi battaniyelerin yarısını alıp evi terk eder. Geleneklerinde boşanma anlamına gelen bu tavırdan sonra Creek halkına savaş çağrısı yapar. Savaş çağrısına cevap veren halkıyla İngiliz kuvvetlerine saldırırlar ve ağabeyleri Çeroki kabilelerinin savunmasını da yapar. ‘topraklarımızın bir parçası bile beyazların olmayacak’ diyen Amayi, İngilizler ve Amerikalılar arasında bölünen Çeroki ve Creek kabilelerini birliğini tüm ısrarlarına rağmen sağlayamaz. Techir edilerek sürgüne gönderilen kabilelerin anlaşma belgesine uymaması için başkaldırıyı örgütler. Halkı onu dinler ve anlaşmaya başkaldırır ama gecikmiş bir isyandır bu. Gözyaşı yolu denilen batıya doğru sürgün yollarında gözden kaybolurlar.
Ü-GABRIELA SİLANG;
İspanya sömürgeciliğine karşı Venezüella’da isyanlara öncülük eden Gabriella yıllarca süren bir direniş yürütür. Komutasında onbinlerce isyancı savaşçı bulunur ve birçok isyanın başlatıcısı olarak bilinir. 1763 yılında idam edilen kadın özgürlük savaşçısı olan Gabriela Silang kadın mücadele tarihinin etkili imgelerinden birini oluşturur. Günümüzde onun adı ile birçok kadın hareketi ve kadın kuruluşları bulunmaktadır. Onun hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz ama onun sömürgeciliğe karşı 350 yıl önce verdiği mücadelenin kapitalist sömürgeciliğe karşı ilk devrimci hareketlerden biri olduğunu biliyor ve kadının kapitalist gerçeğe karşı en güçlü ret duruşuna sahip olduğu sonucuna varıyoruz.
V-AND DAĞLARININ KADINLARI;
Yerel şeflerin yardımıyla İspanyolların toprağa el koymasına karşılık olarak 16. ve 17. yüzyıllarda Meksika ve Peru’daki kadınlar dağlara çıkarlar ve yabancı işgalcilere karşı direnmek için halkı toplayıp eski tanrılarının, kültürlerinin ve dinlerinin en sadık savunucuları olurlar. Daha sonra 19.yüzyılda Afrika ve Asya’da kadınlar, Avrupalı sömürgecilerin kadınları dağıtma ve tarım işlerini erkek işi olarak yeniden tanımlama girişimlerine karşı kadınlara ait geleneksel çiftçilik sistemlerini savunmuştur. Kadınların bu direnişleri toplumun sömürgeciliğe karşı direnişe geçmesinde önemli rol oynamıştır.
Petra HERRERA;
Meksika devrimi 1876-1910 arasında Meksika'yı yöneten Porfirio Díaz’ın diktatörlüğünü devirmek amacıyla başladığında “soldaderas” diye bilinen kadın askerler erkeklerle birlikte savaşa katılmıştır. En tanınmış “soldaderas”lardan biri olan Petra Herrera, cinsiyetini gizleyerek “Pedro Herrera” adıyla savaşmıştır. Pedro adıyla, (örneğin köprüleri havaya uçurarak) örnek bir liderlik göstermiş ve cinsiyetini ancak bir zaman sonra açıklayabilmiştir. 1914’te İkinci Torreón Savaşı’na komutasında bulunan 400 kadınla katılır ve bu savaştaki başarısıyla tanınmaya başlar. Ancak Pancho Villa bu zaferin bir kadına mal olmasından rahatsızlık duyar ve Herrera’yı hak ettiği generalliğe terfi ettirmez. Petra bu yaklaşıma bir tepki olarak Villa’nın ordusundan ayrılır ve yalnızca kadınlardan oluşan kendi birliğini kurar.
Blanca Canales;
Blanca Canales, Porto Riko ulusal Partisi’nin kadın kolları olan Özgürlüğün Kızları örgütünün kurulmasına katkı sağlayan Porto Rikolu bir yurtseverdir. Jayuya Ayaklanması olarak bilinen, tarihte Birleşik Devletlere karşı patlak veren bir isyanın önderliğini yapan birkaç kadından biriydi. 1948 yılında, “Tıkaç Yasası” adlı yasal düzenlemeye tepki gösterirler. 30 Ekim 1950’de, Blanca ve beraberindekiler, Blanca’nın evinde sakladığı silahları alarak Jayuya kentine girip polis merkezini ele geçirirler. Tıkaç Yasası’na karşılık postaneyi yakar, telefon hatlarını keser ve göndere Porto Riko bayrağı çekerler. Sonrasındaysa ABD Başkanı sıkıyönetim ilan ederek kente karadan ve havadan silahlı operasyon düzenler. Bir süre direnir ancak üç günlük direnişin sonucunda tutuklanarak ömür boyu hapse mahkûm edilir.
Celia Sanchez;
Küba devrimi deyince Fidel Castro ve Che Guevara hep akla gelir. Celia Sanchez ise devrim önderlerinden biri olmasına rağmen ismi pek anılmaz. ‘ünlü’ olmanın erkek olmakla özdeş olduğu bir zamanı yaşamanın adı unutulmaktır. Oysa Sanchez, Küba Devrimi’nin merkezindeki kadındır. Devrim kararlarını veren asıl kişinin o olduğu bile söylenir. 10 Mart 1952 darbesinden sonra Celia, Batista hükümetine karşı yürütülen direnişe katılmıştır. 26 Temmuz Hareketi’nin kuruculuğunu, devrim boyunca çatışma birliklerinin liderliğini yapmış, kaynak denetimini üzerine almış ve Batista’nın devrilmesi için Meksika’dan Küba’ya 82 savaşçının taşınmasını içeren Granma Çıkarmasını o örgütlemiştir. Ancak birçok devrim hareketinde olduğu gibi kadınların devrimden sonra unutulması ve geleneksel rollerine geri gönderilmesi sorununu Küba devriminde yer alan kadınlar da aşamamıştır. Kadın sorununu gündemine almayan her devrimin kadını devrim içinde araçsallaştırma sonuçlarından kaçınamayan kadınlar için bu durum, yüzyılın bir kadın kırılmasına yeniden tanıklık etmesine yol açmıştır. Nikaragua Sandinist gerilla hareketinde kadın gerillalar, Vietnam kadın gerillaları, Kolombiya kadın gerilla hareketi verebileceğimiz sayısız örneklerden bir kaçı olmaktadır. Sınıfsal ve ulusal kurtuluş hareketlerinin toplumsal direniş güçleri kadınların devrim hareketlerinde üstlendiği rol ile gelişmiş ve kurtuluş tarihinin özneleri olmuşlardır. Buraya kadar aktardığımız kadın direnişleri ve kadın öz savunma örnekleri belki de gerçeğin binde birini bile karşılamamaktadır. Ancak konumuz açısından bir fikir vermektedir. Birincisi kadınlar tarih içinde sürekli kendisi olmakta ısrar etmiş ve direnişe geçerek, öz savunma savaşını aralıksız yürütmüştür. Bu öz savunmaya dayalı direnişi yalnızca fiziksel olmamış, düşünsel-ahlaki siyasi-sosyal ve kültürel tüm boyutlarda kendisini ifade etmiştir. Ama egemen erkek sistemini aşma konusunda yeterli bir sonuç açığa çıkaramamıştır. Bu kapsamda edindiğimiz ikinci fikir, kadın öz savunma tarihinin salt bir direniş durumunu aşamamış olmasıdır. Salt direniş konusu olmaktan çıkamamak ve devrim ve isyanlardan sonra unutulmaya mahkûm edilmek kadın öz savunma tarihinin temel problemini oluşturmaktadır. Çünkü bu isyanlar kendiliğindenliği aşamamış ve devrimde kadın çelişkisini temel çelişki düzeyine çıkartamamışlardır. Kadın kurtuluş mücadeleleri ve feminist hareketlerin kadın mücadele anlayışını sistem içinde kadın haklarını kazanmak anlayışının dışında ele almamış olması, kadın direniş ve öz savunma tarihini ve ihtiyaçlarını göz önünde tutan bir yaklaşımın gelişmesine engel olmuştur.
DERLEME 11.BÖLÜM
YORUM GÖNDER