SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (69.BÖLÜM)
b- İslamiyet, yoğunlaşmış ideolojik kimliği ile iç içe ve başlangıcından itibaren bir askeri-siyasi devrim olarak gelişmektedir . İdeolojik yapısıyla, adeta zincirinden boşalmış aç bir aslan gibi etrafına saldırmaktadır. Adeta çevre uygarlıklarından intikam alma hareketi gibi bir atılıma geçmektedir. İslam’ın çevreye saldırısı, Avrupa’da barbarlık aşamasındaki Gotlarla, Hunların Roma uygarlık merkezlerine saldırılarına benzemektedir. Bizans, Sasani ve Habeşistan İmparatorlukları, ağır ve hantal yapılarıyla en verimli ekonomik bölgelerin denetimini elde tutarken, çölün Arap kabilelerinin artan nüfusla daha da zorlaşan yaşamları arasındaki çelişki temel rol oynamaktadır. Uygarlık merkezleri kendilerine cennet hayali gibi bir çekicilik sunmaktadır. Ta Sümer ve Mısır’ın ilk dönemlerinden beri süregelen ticaret ve saldırılarıyla uygarlık nimetlerini iyi tanımaktadırlar. Çöl onlara cehennem azabını ilham ederken, uygarlık yaşamı cennet kavramına esin kaynağı olmaktadır.
İslami yükseliş onlara ilk defa cehennemden kurtulma ve cennete kavuşma hayalinin gerçekleşebileceğini inandırıcı kılmaktadır. Yeni ruhun, hayalin yaratılması, görülmemiş bir inanç ve bu uğurda sınırsız cesaret, fedakarlık ve eylemliliği beraberinde getirmektedir. Öyle bir hayal ki, şehit olurlarsa inanmış oldukları ahiret dünyasındaki cennete hemen gidecekler, gazi olurlarsa bu sefer yeryüzü cennetine sahip olacaklardır. Hz. Muhammed’in ustalığı burada yatmaktadır. Bu inanç düzeyini yarattıktan sonra, gerisi basit bir örgütlenme ve eylem planlamasıdır. Teknik olarak at ve kılıcın en bol döneminde bulunması ve çöl arazisinin gerilla tarzı saldırı ve savunma için ideal bir konum arz etmesi, İslami fetihlerin ardına kadar önünü açacaktır. Fetih yasaları, ahiret ve dünya için en kutsal ve maddi olarak da hiçbir şeyi olmayana en geniş imkanları tanıdığı için, askeri ordulaşmanın çığ gibi gelişmesi, volkan gibi patlaması, adeta tarihin bir alınyazısı gibi gelişecektir.
Tarihin en derli toplu bir devrim hareketiyle karşı karşıya kalındığı açıktır. İdeolojik ve askeri yapılanma, dünyayı fethetmeye tümüyle h azırdır. Karşılarındaki imparatorluklar devlet olarak köle-kul ilişkilerine dayalı olarak kurulup, en durgun dönemlerini yaşamaktadırlar. Siyasi olarak oynayabilecekleri ilerici bir rolleri bulunmamaktadır. Uzun bir evrim sürecinden sonra, etnik gruplardan kavimsel bir yapıya doğru gelişen halkların önünde birer engel konumuna çoktan gelmişlerdir. Köleliği aşan ekonomik ve sosyal koşullar, yeni zihniyet ve ruhsal şekillenmelerle bu önlerinde bent teşkil eden köhnemiş yapılardan kurtulmak istek ve umudundadırlar. Halkları dizginlemek artık eskisi kadar kolay değildir. İsa’nın ortaya çıkmasıyla, beklenen Mesih’in geldiği biçiminde karşılık bulması olayı bir kez daha tekrarlanmaktadir. Sadece çöl kabileleri için değil, tüm imparatorluk halkları için bir kurtuluş esini yaratmak zor olmamaktadır. Biraz adalet ve gerici öğeler dışında kültürlerine saygı, halkların İslamiyet’i benimsemesi için yeterli olacaktır. Ömer’in adil kişiliği, aslında bu tarihi gereksinimden ötürüdür. İdeolojik üstünlük, geri ideolojik kimliklerin kolay terk edilmesine yol açmakta, belki de fetih seferlerinin başarılı geçmesinde en temel rolü oynamaktadır. İslam’ın bir kılıç dini olarak değerlendirilmesinde doğru yanlar olmakla birlikte, arkasındaki ideolojik üstünlüğü hesaba katmadan tek başına kılıcın işe yaramayacağı açıktır. Kılıç ve at çok önceleri de vardı. Ama bir adım bile ilerletmiyordu.
Hıristiyanlık başlangıç yüzyıllarında ne kadar bir inanç, barış ve sosyal hareketlilik olarak gelişmişse, İslamiyet de daha çok üstten silahlı savaşçı ve siyasal bir hareket olarak gelişmiştir. İdeolojik, askeri ve siyasi yanlar iç içe yoğunlaşmış ve çok hızlı akan bir devrimci olgular zinciri olarak fethetmekte ve egemen olmaktadır. Hıristiyanlık ise sosyal alanda gelişmekle birlikte, sürekli olarak ezilmekte ve egemenliklere mahkum yaşamaktadır. İslam’ın askeri seferleri, düzenli orduya karşı gerilla savaşı niteliğindedir. Başarısızlık halinde geri çekilme ve hızla yeniden düzenlenerek tekrar saldırıya geçme zor olmamaktadır. Düzenli orduya her taraftan ve hızla saldırıp yıpratmak kolay olmaktadır. Tek bir çarpışmalık savaş türlerine girmeyip, uzatmalı bir stratejiyi uygulamaktadırlar. Az güçle kalabalık bir orduyu işlevsiz bırakma taktiklerini sürekli geliştirmişlerdir. Buna karşılık düzenli ordular çok masraflı olmakta, ağır ve hantal kalmakta, tek çarpışmalı savaş düzenlerine göre mevzilenmekte, fazla parçalanmaya elverişli olmamakta, bir bozguna uğradılar mı kolay kolay toparlanamayan özelliklere sahip olmakla daha başlangıçta İslam askeri sanatına karşı dezavantajlı bir konumda bulunmaktadırlar. Yine psikolojik üstünlük tamamen İslam ordularındadır.
Yeni doğan güçlerle eskiyi korumak isteyen güçlerin koşulları olgunlaşınca, yeniler adına büyük zaferlerin yaşandığı tarihi bir dönem yaşanmaktadır. Askeri zaferlerden sonra İslam’ın siyasi düzeni ardı sıra kurulmaktadır. Bir nevi Perslerden kalma eyalet valiliği sistemi, yeni ideolojik kimlik altında canlandırılmaktadır. İslamiyet yeni uygarlık alanları açmaktan çok, uygarlığa katılamamış çöl Araplarıyla diğer halklardan benzer konumda olanları, eski uygarlığın taze kanı halinde kullanarak, kendi ideolojik kimliği altında yenilemektedir. Bu yeniliğin en temel özelliği, kölelik sistemine dayalı devletin zihniyet ve kurumsal yapılarını feodal ilişki düzenine göre dönüştürmektir. Bu, dönemine göre çok ileri bir adımdır. Kökeni binlerce yıl öncesine giden köleci zihniyet ve ilişki biçimlerini yalnız tanrıya kulluk etmek gibi soyut bir varlığa bağlamak, büyük bir manevi rahatlık, insan onuruna daha uygun bir moral değere yol açmaktadır.
Tanrı kralların kulları olmayla karşılaştırılınca, Allah’ın sevgili kulları olmak, büyük bir şeref, güven ve moral üstünlük sağlamaktadır. Buradaki psikolojik üstünlüğün temelinde, alçaltan köleci zihniyet ve moral yapısının parçalanması ve onun yerine insana şeref, saygı ve adalet bahşeden yeni kimliğin konulması yatmaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER