KUANTUM FİZİĞİNİN SİYASET BİLİMİNE UYARLANMASI 2.BÖLÜM
II. BÖLÜM: NEWTON FİZİĞİ
Isaac Newton ünlü eseri Principia’nın (ilkeleri) yayımladığı 1687 yılı, fizik tarihinin önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir. İnsanlık tarihi ilk defa bu eserle ayrıntılı bir kozmoloji (evrenbilim) görüşüne kavuştu. “Isaac Newton kozmolojik görüşüne Kopernik’in Kepler’in Descartes’in, Galileo’nun çalışmalarından faydalanarak oluşturdu” 3 . Newton bunları yaparken, faydalandığı bu kişilerde fizik bilimdeki görüşlerinde önemli ve ayrıntılı düzeltmeler yaptı. Kopernik-Kepler-Galileo süreci ile Aristotales fiziğinin otoritesi sarsılmış; ancak Newton çalışmasıyla tamamen yıkıldığı söylenilebilir. Newton gözlemi, deneyi ve matematiği birleştiren bilimsel yöntemler geliştirdi. Gezegenlerin yörüngelerinden nasıl kaldığı, dünyanın altındakilerinin neden düşmediği gibi sorular ancak Newton’un “evrensel çekim yasasıyla ortaya konuldu” 4 . Newtonla beraber tüm evrende dünyamızdaki fiziksel yasaların aynı olduğu kabul ediliyordu. Aristotales ve onun etkisindeki düşünürlerin evrende farklı yasalarla tabi bölümler olduğunu ileri sürmelerinin yanlış olduğu iyice anlaşıldı. Newton da Galileo gibi evrendeki oluşumların, parçacıkların hareketlerine indirgenebileceğini öngördü. Hız ve kütle gibi matematiksel olarak ifade edilen değerlerle dış dünyanın gerçekliğinin tanımlanabileceğini düşünüyordu. Newton fiziğindeki başarılar insan aklına güveni arttırmış ve bunun “aydınlanmanın” oluşmasına önemli katkılarda bulunmuştur.
Newtoncu bilimin başarısıyla beraber fizik bilimi zirve noktasına gelmiştir ve fizik; biyolojiden kimyaya, felsefeden tarihe, tarihten sosyolojiye kadar hemen hemen bütün bilimler için model olarak gösterilmeye başlanmıştır. “ Newton ve ondan etkilenen bilim insanları evrenin büyük bir makine gibi görüldüğü determinist-mekanik evren anlayışı yaygınlık kazandı” 5 . “Newton’a göre evrendeki fenomenlerin maddenin en küçük parçacıklarına indirgenerek açıklanılabileceğini öne sürüyordu. Newton matematiksel formülü teorilerin, evrendeki gerçekliğin aktarılabileceğini gören bilim anlayışına sahiptir” 6 . Newtoncu bilim anlayışı ve yöntemi temel unsuru olan determinizme de indirgenebileceğini kabul etmiştir.
1. KLASİK FİZİK PARADİGMASI:
Tarihsel bakımdan ilk büyük fiziksel teori Galileo’nun çok değerli öncül katkıları üzerine inşa edilmiş Newton teorisidir. Bu teori uzaktan anlık etki ile etkileşen kütleli noktasal parçacıklar teorisidir. Uzaktan etkiyle bilinen en eski klasik örnek yine Newton tarafından geliştirilmiş genel çekim yasasıdır. Dikkat edilmesi gereken en önemli husus: “ bu kanunların temelinde tüm kütleli nesnelerin matematiksel, noktasal parçacıklar olarak temsil edilmesi ve yapılan çok keskin bir soyutlama idealleştirme vardır” 7 . Örneğin, bu kanunlar astronomik olaylara uygulandığında güneş ve gezegenler bile matematiksel, noktasal parçacıklar gibi düşünülüyordu ve bunlar son derece başarılı sonuçlar veriyordu. “Matematiksel olarak her bir serbestlik derecesi için zaman cinsinden ikinci dereceden Lineer bir Diferansiyel denklemle ifade edilen Newton teorisinin konumuz bağlamında belirtmesi gereken önemli temel özellikleri nedensel (Causal) ve belirleyici (deterministlik) ilkelerinden oluşuyordu. Nedensel olmak, sistemin “durumu” belli bir anda biliniyorsa, izleyen her bir anda da tamamıyla biliniyor olmasıdır. Belirleyici olmak ise sistemin “durumu” hakkındaki bilginin sistem hakkındaki tüm fiziksel özellik ve olayları kesinlikle belirliyor olması anlamındadır” 8 . Dikkat edilirse felsefi bakımdan son derece önemli bu iki kavramda bir yeni kavram, “durum” karşımıza çıkıyor. Newton fiziğinde birbiriyle anlık kuvvetlerle (ve uzaktan etkiyle) etkileşen noktasal parçacıklar için durum verilen bir anda sistemi oluşturan tüm parçacıkların nerede oldukları ve nasıl hareket ettikleri kesin bilgisidir. Daha teknik bir dille ifade edersek; tüm parçacıkların konum ve momentumlarının bilgisidir. Böylece verilen bir anda bu dinamik parametreler ve bu parçacıkların hangi kuvvetin etkisi altında hareket ettikleri biliniyorsa o zaman fiziksel süreç tam olarak belirlenmiş demektir. Yani izleyen herhangi bir anda sistemin durumun kesin olarak bilinmesinin (öngörülmesini) yanında sistem hakkındaki sorulabilecek tüm fiziksel sorularının yanıtlarının da kesinlikle biliniyor olması(belirlenmiş olması) demektir.
2. NEWTONDA KLASİK FİZİK VE EVREN:
Evreni, maddeyi, hayatı, insanları, algılayış bir paradigmayı ortaya çıkarır. Her dönemin kendine has bir algılayışı dolayısıyla paradigması vardır. Yazılı tarih öncesi topluluklarının evreni algılayışı somuttu. İnandıkları tüm değerler ve ilkel tanrılar doğanın bir parçasıydı. Doğada ayrı soyut bir düşünme yoktu. İkinci paradigmasal dönem yarı somut yarı soyut düşüncenin geliştiği mitolojiye dayalı dönemdir ki bu dönem köleci sistemlere ve buna karşı özgür halklaştırma sürecini geliştiren topluluklara tekabül eder. Bir sonraki paradigma, soyut düşünme sürecidir ve dine dayalı feodal yapılara denk düşer. Daha sonraki paradigma süreci ise, günümüzü çok yakında ilgilendiren ve hala çağımızı etkileyen pozitif bilimlere dayalı düşünce biçimidir. Bu somut gözlemlerden soyutlamalara ve yasalara ulaşma sürecidir. Aynı zamanda tanrı sözünün yerini bilimin yasalarının aldığı bir düşünce biçimidir. Bu sistemin Galileo Kopernik gibi bilimsel ön hazırlayıcıları ve Descartes gibi felsefe boyutuyla tamamlayıcıları olsa da, asıl Newton’la özdeşleşen bir karakteri vardır. Newton fiziği, mekanik bir işleyişe sahiptir. Bu da evreni makine modeline göre yorumlamayı içeriyor. Sonraki yıllarda Descartes, canlılarda makinelerin işleyişinin birbirine benzer olduğunu söyleyerek Newton fiziğine felsefi bir temel sağladı. Newton’da evren, tanrının bir kez kurmasıyla işlemeye başlayan bir saat, dolayısıyla bir makinedir. Makine, birbirini tamamlayan parçaların birleşmesiyle oluşan ve işleyen bir bütündür. Bu da kaynağını pozitif bilimlerle ortaya çıkan yasalardan alır. Newton’un evren saati, bu değiştirilemez yasaların egemenliğinde çalışır. Evrenin kurulu saate benzemesi, mekanik anlayışın bizzat kendisidir. Bu saatte her şey ilk hareketteki Newton’dan bu ilk hareketi veren tanrıdır. Bu hareketin dışsal olduğunu bize gösterir ve ilk hareketten sonra saat yani evrenin kendisi yasalara tabi olarak işler.
Newton’un birici ve ikinci yasası olarak bilinen şu yasalarda bunu ifade eder: Newton’a göre dışarıdan uygulanan bir kuvvetin etkisinde olmayan bir cisim durgun halde kalır ya da sabit bir hızla hareket eder; diğeri ise dışarıdan uygulanan bir kuvvetin cisim üzerindeki etkisidir ki bu hızı değiştirir; buna da ivme denir. Bu iki yasa aynı zamanda bu yasalar “eylemsizlik yasası” denilen yasaya da temel oluşturuyordu. Eylemsizlik yasası hareket halindeki bir cismin hareketini, bir doğru üzerinden sonsuza dek sürdürme eğilimi gösterir. Bu da düz doğrusal hareketin temeli olup bunları tamamlayan Newton’un üçüncü yasası ise her etkiye karşılık eşit ve zıt bir tepkinin olduğudur; bu da neden-sonuç ilişkisini ifade eder. Bu yasa, dışsal hareket sonucu bir doğru üzerinde işleyen diğer Newton yasalarıyla birleştiğinde şu karşımıza çıkıyor: evreni oluşturan parçacıkların onların kendi aralarındaki etkileşimler ve onlara uygulanacak kuvvetler gözlemlendiğinde parçacığın davranışını öngörme imkânı vardır. Bu öngörü, yasaların mutlaklığından ve evrenin saat-makine algılayışında doğuyor.
“ Newton’un bu düşünceli, şu temel sonuçları doğurdu:
1) Evren bir düzen içinde yasalara tabi olarak işler. Kaosa rastlantıya yer yoktur.
2) Olaylar arasında mutlak neden-sonuç ilişkisi vardır; etki tepki yasası bunu ifade ediyor.
3) Neden-sonuç ilişkisinin mutlaklığı, geleceğinde fütürizm (gelecek) bağlamında kesin öngörülebileceğinin kanıtı oluyor. Çünkü fütürizm, düz-doğrusal çizgide ilerlemenin sonucu ortaya çıkar. Newton’da bu temel bir tezdir.” 9 Kısacası bu üç tez felsefede determinizm, gerekircilik, belirlemecilik diye bilinen kavrama tekabül eder. Her olayın başka bir olayın gerekli ve kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ve bunun da önlenilemeyeceği, değiştirilemeyeceğini ifade eder. Çünkü her şey yasalarca belirlendiğinde gelecek de öngörülebilir. Newton fiziği denilen klasik, mekanik, esasta bu algılayışa ve paradigmaya dayanır.
3. KLASİK FİZİK VE SOSYAL OLGULARA YANSIMASI:
Sosyal teoriler ve bunların dayandığı paradigmalar, genelde kendi çağının bilimsel gelişmeleriyle iç içe geçerler. Daha doğrusu pozitif bilimler, sosyal teorilerin dokusunu oluştururlar fakat pozitif bilimlerin olduğu gibi sosyal olaylara uygulanması ciddi çıkmazların nedenidir. Çünkü sosyal olan, bizzat insanın iradesini, etkinliğini varsayar. Bunu göz ardı eden nesnel bir toplum gerçekliği yoktur. Toplumsal yapı kendi nesnelliği kadar insanın öznel faaliyetlerinin de sonucudur. Newton’cu fizik büyük gök cisimlerini inceleyerek hareket yasalarını ortaya koydu. Newton’un açtığı yolda pozitif bilimler büyük gelişme kaydetti. Bilimin o dönemden bugüne kadarki çabası nesnel olanı bulmaktır. Bu insanın dışında ve insana rağmen var olan gerçekliktir. Oysa insan doğanın bir parçasıydı. Doğayı etkilediği gibi kendi yaşamına da yön verebiliyordu. Kaldı ki bilimi yaratan da insanın kendisiydi. Ne yazık ki Newton anlayışına dayalı pozitif bilimler sosyal bilimlere de olduğu gibi uygulandı. Newtoncu paradigma doğrudan pozitif bilimlerin etkisini taşır, bizzat ona dayanır. Evren bilimin ortaya çıkardığı yasalara göre şaşmaz bir saat gibi işler. Mekaniklik bunu ifade ediyor. Yasaların zorunluluğu, nedenselliği tüm olguların belli nedenlere dayalı sonuçlarının bilineceğini varsayar. Mesela bir cismin baştaki konumu, hareketi, dolayısıyla hızı bilindiğinde, sonraki davranışının da mutlaka bilineceği düşünülüyordu. Böylesi mutlak bir neden-sonuç ilişkisi determinist bir anlayışa yol açtı. Determinizm ise zorunluluğa dayalı kesinlik ve mutlaklık kavramını pekiştirir. Bunun düşünceye yansıması mutlak doğruluk fikridir.
Pozitif bilimlerin temelinde de aynı düşünce vardır. Newton’un her şeyi kendine çeken merkezileşme kavramı da bu mutlaklık fikrini besler. Çünkü merkezileşme, tekçi bir yapıyı ortaya koyarak kendine benzeştirir. Tüm bunların sonucu tekçi bir mutlaklık fikridir. Bu da sosyal olgularda dogmatizmin temeli oldu. Dogmatizm değişimi yadsıyarak tutuculaşır. Çünkü mutlak doğru anlayışına sahiptir. Bu da olasılığa dayalı farklı alternatiflerin varlığını yok sayar. Alternatiflerin varlığı durumunda, bunların ya yok edilmesi ya da en azından marjinize edilmesi sağlanılmaya çalışılır. Çünkü dogmatizmde benmerkezci-tekçi anlayışın varlığı esastır. Katı devlet yapıları ve onun minyatürü olan katı merkezi yapılara sahip partilerin kendi ideoloji ve öğretilerinde dogmatik olmaları bu yaklaşımın sonucudur. Dogmatizmde iç içe geçen merkezileşmenin yarattığı en önemli sonuç ise katı hiyerarşik yapılanmadır. Mutlak doğruluk fikri bir öğreti ya da ideoloji olarak, en üstte dar bir çekirdekte belirlenir. Orada en alta doğru katı hiyerarşik silsile içerisinde tüm alana ve kapladığı her kese egemen kılınır. Newton’da olduğu gibi, enerji bir merkezden yayılır. Etkileşim değil, merkez esastır. Bunun toplumsal ve siyasal dildeki karşılığı devlet ve partilerdir. Özne ve belirleyen bunlardır; nesne ve belirlenen-yönlendirilen ise, kitlelerin kendileridir.
4. NEWTONCU FİZİĞİN TARİHE BAKIŞ AÇISI:
Newton’cu fiziğin sosyal olgulardaki en önemli yansıması da tarihe bakış konusudur. Newton’da da enerji, düz bir çizgide kesintisiz olarak sonsuza kadar yayılıyordu. Bu düz bir doğrultu da ilerlemeci ve evrimci bir tarih anlayışına yol açtı. Determinizme dayalı nedensel zorunluluk, tarihin düz bir çizgide ilerlemesini belirimcilikle izah etti. Newton’ da yer konum ve zamanın bilinmesi durumunda, gidilecek yerin de bilinileceği esastır. Tepkinin etkiyi izlemesi yasası bunu ifade ediyor. Tıpkı bunun gibi toplumların tarihinde de geçmişin bilinmesi durumunda geleceğin belirlemeci tarzda bilineceği-öngörüleceği kabul görür. Çünkü bu bakışta tarih, zorunluluğunun yasalarına bağlıdır. Aynı nedenlerin aynı sonuçları yaratacağı düşünülür. Klasik anlamda ilkel, köleci, feodal ve kapitalist (Marksizmde buna sosyalizm de dâhildir ki kimi yerlerde hayat buldu) bu zorunluluğun doğal sonucudur. Oysa gerçeklik tümüyle böyle değildir. Herhangi bir toplumsal aşamada yok olan topluluklar olduğu gibi bilgi toplumunun egemen olduğu bir yerin kuytu bir köşesinde ilkel doğal topluluklar hala varlığını koruyor. Tarihe ilişkin bu bakış tarihte ne olmuşsa öyle olması gerektiği için hayat bulduğu sonucuna ulaşır. Bu durum yasalara ve zorunluluklarla izahatta kavuşturulduğundan tarihin yeni yorumlarına ve sorgulanmasına izin vermez. Böylece tarihte güce savaşlara yıkımlara dayalı ortaya çıkan devletler imparatorluluklar ve kendiliğinden meşruluk kazanmış olur. Halbuki tarihin her döneminde sonuçları etkileyecek farklı koşullar ve gelişmeler olmuştur. Bunlar kendi içinde yeni alternatifleri ve farklı olasılıkları içerirler. Determinizm zorunluluk yasasında olasılıklara ve alternatiflere yer yoktur. Bu yüzden hepimiz sonuçları ortaya çıkan ve yazılmış tek bir tarih öğreniyoruz. Üstelik daima ileriye doğru gittiğine inandığımız bir tarih… Maddi araçlar ve imkânlar açısından her toplum kendinden bir öncekine göre belki daha ilerdedir. Ancak kültür ahlaki değerler için hep ileriye doğru gittiğimizi söylemek ne kadar doğru olur? İnsan sosyal bir varlık iken bugün teknolojisiyle temelleri zayıflayan sosyalite hangisine tekabül eder ?. . İleriye gidiş mi geriye dönüş mü? Bunlara benzer sorular ilerlemeci çizginin çok da sağlam temeller sahip olmadığını gösteriyor Determinizme dayalı zorunluluğun insan olgusu ve onun iradesini göz ardı eden temel bir özelliği vardır. Her şey nesnel gerçeklik ve yasalarla izahı insana unutturdu. Newton’da da uzayın zamanda bağımsız olması gibi tarihte insandan bağımsızmış gibi ele alındı. Mücadele eden insanın kendisi olmasına karşılık garip bir şekilde tarihe yön veren şey yasaların kendisi olarak görüldü. Böylece tarih bir insanın eseri olarak değil insan tarihin bir eseri oluyordu. Nesnel olması dereken yasalar özneye; insan ise nesnenin kendisine dönüşür.
5. NEWTON ÖKLİD TEORİSİ VE EİNSTEİN’İN UZAY-ZAMAN ALGILAYIŞI:
Newton fiziği, küçük parçacık dünyasıyla değil, esasta büyük göksel cisimler onların hareketi ve çekim kuvvetiyle ilgilidir. Newtonda kütleyle ilgili iki temel kavram vardır. Bunlar çekim kuvveti ve eylemsizlik yasasıdır. Çekim kuvvetine göre tüm cisimler birbirini çeker ve bu kuvvet, cisimlerin birbirlerine görece kütleleriyle doğru, aradaki mesafenin karesiyle ters orantılıdır. Eylemsizlik yasasına göreyse bir cismin hareketini değiştirmek için gerekli olan kuvvet, o cismin kütlesine bağlıdır. Ağır bir cisim hafif olana göre daha fazla eylemsizlik taşıdığından, onu harekete geçirmek veya yavaşlatmak daha güçtür. Oysa serbest düşmede bütün cisimler aynı ivmeyle düşer. Newtonda bu farkı yer çekim yasasıyla açıklamaya çalıştı. Yerçekiminin büyüklüğü karşısında tüm cisimlerin sabit bir ivmeyle düşeceğini savundu. Burada uzay ve zaman birbirinden ayrıştırılıyordu. 10 Uzay-zaman arasındaki ayırım konusunda Einstein’ın iki teorisi devreye girer:
özel görelilik ve genel görelilik.
Özel görelilik;
- Doğa yasalarının, düzgün hareket eden tüm sistemler için geçerli oldu.
- Işığın hızının tüm sistemler için değişmez ve sabit olduğudur. Bu da en büyük hız olmasıdır. Bu yüzden çok küçük bir kütleden bile çok büyük bir enerji elde etme olanağı var demektir. Bu [E=m. c 2 ] formülünde madde ve enerjinin eşdeğerliği ilkesini ortaya çıkarır. Özel görelilik ise birbirine göre ya sabit hızla hareket eden ya da hiç hareket etmeyen yani sıfır ivmeli nesne veya sistemleri inceler. Genel görelilik ise birbirine göre hızlanan veya yavaşlayan(yani ivmeli hareket eden) sistemleri inceler. Bu nedenle özel görelilik genel göreliliğin özel bir hali sayılır. Genel görelilik, uzaysal boyut olan çekim alanıyla zamansal boyut olan ivmenin birbirinden ayrı ele alınamayacağını söyler. Bu ikisi “çekim alanı” kavramında birleştirilir. 11 Böylece Newton’da cisimleri uzaktan etkileyen bir kuvvet ya da sonsuz hızla yayılan bir etki olan yer çekimi, genel görelilikte uzayın bizzat yapısal özelliği haline gelir. Bu durum evreni kapalı bir sistem olarak ele almaya yol açar. Kapalı sistem olma özelliği kütle çekiminin uzay-zamanı evrenin etrafında bükeceği kadar madde bulundurmasından ileri gelir. 12 Evren bu yönüyle sonsuz değil sonlu ama genişlemesi nedeniyle de sınırsızdır. Newton’da da evren sonsuzdur. Bir yıldızın yaydığı ışık boşlukta etkileşebildiği bir madde olmamak ve geri dönmemek üzere düz doğrusal bir çizgide kesintiye uğramadan yayılır. Sonlu miktarda madde içeren böyle bir evren giderek enerjisini tüketip söner.
Ayrıca Newton’a göre evrenin yoğun bir merkezi vardır. Bu merkezden uzaklaştıkça yoğunluk azalıp boşluğa dönüşür. Bu yer küre için tüm cisimleri kürenin merkezine doğru çekilmesi anlamına gelir. Oysa genel görelilikte evrenin kapalı sonlu ve sınırsız yapısı enerjinin kaybolmasına yol açmaz. Enerji, evrenin başka bir yerinde yeniden yoğunlaşır. Einstein, çekim alanını uzayın geometrik yapısına bağladı. Bu da “en az eylem ilkesi” denilen yasanın uygulanabilirliğini ortaya koydu. Buna göre bir nesne bir yerden başka yere giderken en kolay ve kısa yolu seçer. Bu yol, çekim alanı tezine göre doğrusal olmayabilir. Genel göreliliğin bir tezi de bu doğrusal olmayan yoldur. Örneğin: ışık en kısa yolu izler. Kütlelerin yarattığı çekim alanları kavisli olduğundan, ışınların da kavisli olması beklenir. Yörüngeler içinde de böyledir. İki nokta arasındaki en kısa yol “jeodezik” denen uzay-zaman eğrisidir. Böyle bir alanda üçgenin iç açılarının toplamı 180dir. Böylece evrende boyutsuz bir madde kavramından doğru, düzlem, çember, üçgen vb. kesin matematiksel sonuçlar çıkaran üç boyutlu Öklid geometrisi de darbe almış oldu. Kusursuz üç boyutlu şekiller, ancak boş uzayda söz konusu olur. Oysa uzay boş değildir. Uzay maddeden ayrı ele alınamaz. Bu da Newton’un uzay kavramının yadsımasıdır. Genel görelilikte uzayın üç boyutlu zamanla birleşerek dört boyutlu zaman haline gelir.
MÜRSEL YILDIZ 2.BÖLÜM
YORUM GÖNDER