APOCU MİLİTAN KİŞİLİK(38.BÖLÜM)
DEVRİM KENDİNİ YARATMA SANATIDIR
Kendimizi bugüne kadar taşlaşmış yapılardan, kişiliklerden, ilişkilerden tutalım gerçeğimizin her türlü sağ, sol, yüzeysel algılanışına ve onun pratikteki yansımalarına karşı korumaya çalıştık. Bu arada ister içimizde ister dışımızda olsun yetersiz insanın her türlü yetmezliğine göğüs germeye çalıştık ve sizin gibi yaramazlık, kader gibi şeylerle kendimizi aldatmamaya büyük özen gösterdik. Günler biraz daha yaratıcı, verimli geçsin diye bir adım daha ilerleyelim. Fakat gittikçe anlaşılıyor ki, kendimizi tanımlamamız bile çok zor. Bırakalım amaca göre ayarlanmış kişiliği, nerede, nasıl bela haline geleceği -aynı zamanda kendi başına da- belli olmayan yapılar söz konusu. Devrim, kendini yaratma sanatı olduğu halde bunun ne kadar kavranıldığını, gereklerinin ne kadar yerine getirildiğini halen tartışarak açığa çıkarmaya çalışıyoruz. Oldum olası tartışmaya, yeni şeyler yapmaya büyük özen göstermeme ve bunu bir partileşmeye dökmek için büyük bir çaba sergilememe rağmen, içinde her şey olan ve halen tanımlamakta güçlük çektiğimiz özellikleriniz karşısında zorlanıyoruz. Bu özelliklerinizle kendinizi bile ne kadar kurtarabileceğiniz tartışmalıdır. Allah‟ın fukaraları veya çok yaramazları gibi duruyorsunuz. Sonuç almakta iddialı kim var diye sorsak gerçekten olumlu cevap verecek bir kişi bile yok. Çünkü çok çürük, çok hazırlıksız, çok kandırmacı, çok bahane bulucu, çok savsaklayıcı kişilikler mevcut.
Yaşamın neresindesiniz, nasılındasınız? Çoğunun önüne hazır bir değer bırakılsa büyük bir kısmınız ona hırsız gibi yaklaşır, büyük bir kısmınız ağzına alacağını burnuna sokar, gözüne sokar. Yine önemli bir kısmınız altınla tenekeyi karıştırarak, tenekeyi tercih eder. İşte cahil kişinin durumu böyledir. Yine de bizim devrimci değerleri biraz yansıttığımız doğru, fakat sizinki ise çok çeşitli biçimlerde ona yetişemeyen, ona katılamayan, bilinçli, bilinçsizce ona karşıt duran veya kendini hiç yormayan, eğitmeyen yaklaşımların sahipleri gibi göstermektir. Yaşama, yaşamı özgürleştirmeye güç getiremiyorsunuz. Ve bunu biz biraz geliştirdiğimizde de habire boğmaya ve çok kötü sonuçlandırmaya çalışıyorsunuz. Böyle bir gerçeklik söz konusu. Aslında yaşamın önünü biraz açtığıma inanıyorum. Fakat bunun önünde durma, onu boşa çıkarmanın yoğun çabaları söz konusu. Savaşta olsun, her alanda, her türlü ilişki ve yaşamda olsun bu durum yaygınca yaşanıyor. Zafer imkanı burnunun dibinde, bir bakıyorsun ki o imkanı düşmana kaptırmış. Bir bakıyorsun kurma imkanı var, fakat onu yerle bir etmiş. Kişilikler zafere göre ayarlanmamış, gözünün önündeki fırsatları göremeyen kişilikler. Fırsatı yakaladı mı burnuyla deviren kişilikler. Güdüsel şeylerden tutalım insandaki her türlü temel zaaflara kadar sınıfsal olumsuzlukların ağır etkisi söz konusu. Devrim bütün bu süreçlere karşı savaşmayı gerektiriyor, biz de onu yapmaya çalışıyoruz. Kendimizi bu kadar çözmemize ve hazır tutmamıza rağmen, halen de yeni ne bulabilirim diye günlük olarak arayış ve çaba içindeyim. Siz hiç bunun ihtiyacını bile duymadınız; çok fakir, çok yoksul, bir hiç durumunda olduğunuz halde bir arama gereği duyma ve bunun bir fırsatını, imkanını yakaladığınızda onun hakkını verme yerine, çok kabiliyetsiz bir biçimde elden kaçırma veya onu hiç değerlendirmeme durumunu yaşıyorsunuz.
PKK‟nin mücadeleciliğini önünüze seriyoruz, siz ise hep kenarından, köşesinden çekiştirip duruyorsunuz. İçinizde öyle yüksek bir savaşçı kabiliyetini ortaya koyup “böyle olmalıyım” diyen biri yok. İyi niyetiniz var, onurunuz sizi kolay ölüme götürebilir; fakat zafer imkanı yakalandığı halde bunun yüksek tutkusu ve bunun için bütün gücünü ortaya koyma durumu söz konusu olmuyor. Sorunumuz; alanlarda çığır açacak komutayı sağlamaktır. Ama siz nerede komutanlık nerede? Bu fukara halinizle elinizden ne gelir? Yetiştirelim diyoruz, fakat yetiştirilmeye gelmiyorsunuz. İyi bir öğrenci olsaydınız çok şey alabilirdiniz. Ülkeye ulaşsınlar, kesinlikle bu sefer kolay düşmesinler diye oldukça yükleniyoruz. Kendilerini ne kadar yetkinleştirip gittikleri sorulmaya değerdir. Büyük bir ihtimalle çoğu kendini yitirmiştir. Tabii devrimci yaşam büyük bir ustalık işidir, sizin sandığınız gibi değildir. Önderlik gerçeğimiz de hiç sandığınız gibi değildir. Kendini kurtarmaya çalışırken çok farklıdır, çok yönlü bir yaşam kavgası içindedir. Artık günler kendi kendimizi ne kadar ilerlettiğimizi böyle gösteriyor. Günlük çalışmalarımız, kendimizi aldatmayan sorumluluk anlayışımız, yenilmeyecek bir biçimin ve tarzın sahibi olmamız kendimize göre bir direnmedir. Hiç olmazsa bu konuda kendimizi aldatmamaya kararlıyız. Siz ise yenilmeme, bu konuda kendini aldatmama düşüncesi şurada kalsın, bunun eğilimini bile göstermiyor, onun ihtiyacını dahi hissetmiyorsunuz. Adamın elinden tüm alanı gidiyor, fakat o ise bunun değerlendirmesini yapma gücünü bile gösteremiyor. İçimizde böylesi bir sürü utanmaz kişilik var. Aslında savaşı kaybetmiş, fakat bunun nedenlerini kendine dahi sormuyor, kendisiyle onun arasında bağ kuramıyor ve “başkaları kaybetti” diyor. Nedeni kendisi de olmayabilir, ama nedenlerini ortaya koyup “ben bu işe çare olabilir miydim” diye kendine sormuyor. Kürt kişiliği bu konuda çok tehlikelidir.
Hiçbir zaman yenilgilerin nedenlerini araştırmaz, çare olmayı düşünmez. O, hep şeytanidir. Keşke kendi işlerini kurtarma anlamında şeytan olsaydı, o da yok. Yaptığı tilkilik, daha çok hırsızlama tilkiliği. Kendini kurtaran tip olsaydı insan bir şey demezdi. Sürekli kullandığı ağız, neden, niçin kaybettiğidir. Utanmadan mısralar sıralar, ama hiçbir zaman yüksek kazanmayı planlayamaz. Aslında bizim bütün yaptığımız da, bu sahte kişiliğe meydan okumaktır. Bunu iyi yapıyoruz ve bu kişiliğe karşı yenilmiyoruz. Elimizden geldiğince başarı kişiliğini de keskinleştirmeye çalışıyoruz. Serbest bıraksan kim bilir hangi biçimde ve nasıl yürür. Bir bela olmaktan öteye gitmez. İşte bunun önüne geçmeye çalışıyoruz. Ulusal düzeyi yaratmak, ulusal düzeyde kişilikleri konuşturmak öyle basit bir konu değildir. Kişiliklerinizi bu noktaya getirebilmek için gerçekten büyük bir çaba gösterildi. O çabayı biraz sergilemek bizim tek umut kaynağımız ve tesellimiz oluyor. Elimizden başka ne gelir ki. Hiç olmazsa ihanetin, inkarın çocukları olmayasınız diye, bu zeminde belki bir şeyler çıkabilir diye sizi biraz tuttuk. Temel değerler konusunda güçsüzsünüz, temel değerleri savunmada, onları kurtarmada, onları geliştirmede iddia düzeyiniz bile yok. Bırakalım bunun ustalığını, onun örgütlülüğünü esas alın. Zaten sizin elinizden başka ne gelebilir ki? Sizi fazla zorlamamak da gerekir. Ne görmüşsünüz ki, sizden ne istensin. Hep inkar, ihanet içinde büyüyenlerden fazla bir şey beklenemez. Büyük fukaralar, büyük şaşkınlar olduğunuz halde yine de sizi bu işlerle uğraştırmak en doğrusu oluyor. Yoksa kolay harcanan ve düşmana taraf kişiler oluyorsunuz. Bunu önlemek bile güzel bir şeydir ve insana mutluluk verir. Böyle ölüm bile tercih edilebilir. Benim de sizden bir farkım yoktu. Fakat bütün yaptığım, düşmana karşı kendimi yenilir bir lokma halinde tutmamak ve kendi yolunu az çok aydınlatarak çözebilmekti, o gücü gösterebilmekti. Hiç olmazsa böyle bir uğraşın sahibiydik. Ama sizde bu yok. PKK‟ye gelinmiş, ama “rol nedir, ne yapılmalı” sorusu hiç sorulmuyor.
Size şunun gerçeğini mutlaka kavratmak gerekir; siz bir kavganın adamı olacaksınız. Kavga etmeden, kavga etmeyi bilmeden, savaşmayı bilmeden kesinlikle adam yerine konulmayacağınızı da söyleyeyim. Yani hak hukuk, yaşam, şu, bu hepsi yalan. PKK içinde sağlıklı bir kavga adamı olmayı bilmezseniz yediğiniz her lokmanın bile hesabını sorarım. Ya kavgacı olacaksınız, ya yaşamayacaksınız. Bu böyledir, ister öğrenin, ister öğrenmeyin. Döne dolana bin bir neden, gerekçe göstererek bu kavganın adamı olmanız gerektiğini belirtiyorum. Kendinizi sürekli kandırarak bu dünyada kim size nerede ne verir? İşlerinizi öğrenmeyin, bilmeyin, bakalım yaşayabilecek misiniz? Aslında PKK diyalektiğini iyi anlamanız gerekiyor, ama ona da giriş yapamıyorsunuz. PKK yaşamını çok sıradan ele alıyorsunuz. Onun karşısında sarsılmıyor, etkilenmiyorsunuz ve bizim iyi niyetimizi bile anlamıyorsunuz. Bazı arkadaşlarla birlikte tarihi kalıntıları gezdik. İnsan orada o müthiş iradeyi görüyor ve kendisine bakıp bin defa utanıyor. Köleci dönem ve feodal dönem diye tabir ettiğimiz alt çağlardaki insanların büyüklüğünü gördük. Korkunç iradeyi, o çabayı gördük ve hayretle dona kaldık. Bizim naylon çadırlı savunma ve yaşam anlayışımızla onların müthiş kale savunma anlayışını karşılaştırınca bir hiç durumunda olduğumuzu gördük. Onların mezarlarına, ölülerine gösterdikleri ilgiyi, onlar adına yaptıkları anıtları gördük ve kendi yaşamımızdan utandık. Üç bin, beş bin yıl önce ölüleri için yaptıkları mezarları gördük, bir de naylon çadırdaki yaşamımızla karşılaştırdık. Kerpiçle, ufak tefek taş döküntüleriyle yaptığımız ve ona bile halen sahip olamadığımız evlerimizi gördük, onların karşısında bin defa sıkıldık, utandık.
Bu söylediklerim birer gerçek. O büyük irade, o büyük insan kim olursa olsun, ister köle sahipleri, ister beyler, paşalar, padişahlar olsun, onlara saygı duymamak mümkün değil. Köleyi öyle çalıştırıyor, köylüsünü, serfini öyle çalıştırıyor ki, ona da bir büyüklük olarak bakıyorum. Taşı öyle bir işlemişler, mezarı öyle bir oymuşlar ki, hiç birimizin öyle bir mekanı yoktur. Öyle bir sanat, güzellik anlayışları var ki, hiç birimizin öyle bir yaşamın kenarından geçme durumu yoktur. Bilmediğiniz şeyler değil, siz de çok şey gördünüz, ama anlamsız anlamsız baktığınız için sonuç çıkaramadınız. Sizde büyük bakan gözler, saygı duyan ruh yok. Hepsi düzenin tortuları. Bitmiş, tükenmiş, fosilleşmiş yaşam kalıntılarının son türleri. Halbuki yaşamı boşa geçirmemeliydik. Onlar öyle küçük bir alanda öyle büyüklük yaratmışlar ki, bir site devleti ya da bir kent devletini nasıl yaratmışlar diye düşünüyorum. Çölde bir kent yaratmışlar ve halen gördüklerimizin derin etkisi altındayız. Böyle birçok kent var. Akdeniz kıyıları bunlarla doludur. Bizim ülkemiz de böyle kent ve uygarlık kalıntılarıyla doludur. Nemrut heykelini, yüzyıl uğraşsak biz o tepeye çıkaramayız. Palmira kentindeki bir mezarı yapmak için yüz yıl boyunca böyle bir iradeyi kim temsil eder, bizden öyle bir iradenin çıkacağını sanmıyorum. Bizde bir taşı elli yılda oraya taşıma iradesi, düzeni, sistemi yok. Onların kendi ölüsü için gösterdiği büyüklüğü, biz bir ulus olarak kendimize bir anıt yapmak için gösteremeyiz. Burada güçlü olan kimdir? Yani ölülerimizi çukurlara doldurulmaktan bile kurtaramıyorsunuz. Gerillanın zayıflıkları cenazelerinin çukurlara doldurulmasına götürür. O da bir düzey meselesidir. Gerillayı düşünüyorum da, yani onların bir çölde yarattıkları savunmayla bizim o görkemli dağlarda -ki, her birisi doğal bir kale gibidir- kendimizi bitirişimizin çelişkisini görüyor ve buna büyük öfke duyuyorum.
Gelen haberlerde uykuda beş kayıp verildiği belirtiliyor. Düşünün yani, uykuya bile dalarken iki kaya altını seçemiyorlar. Düşman karşısında hiç savunma gereği duymayan kişi ölüdür, ölüsünüz. Gidin o tarihi kalıntılardaki kale savunma sistemine bakın. Aslında sizi bir de bu yönüyle eğitmek gerekiyor. Siz nasıl insansınız, hem de özgürlük savaşçıları oluyorsunuz. Özgürlük savaşçılarının savunma sistemleri nasıl olur? Tabii siz bu soruları kendinize sorma gereği bile duymuyorsunuz, size nasıl sordurmalıyız? Zaten onun için bu yaşamı bin defa yerin dibine batırmak gerekir diyorum. Bu konuda haklıyım. Doğdum doğalı, kendimi tanıdığımdan beri bu yaşamdan nefret ettim. Böyle kişilik mi olur, böyle yaşam mı olur! Onu yerin dibine gömmek gerekir. Bizim eylem zafere ulaşmasa da bu halinizle hepinizi yerin dibine gömmek bile bir zafer olur. İnsanlık namına bu yüzkaralığı ortadan kaldırmak gerekir. Bu yaşamı dehşetle karşılıyorum. Siz ise bu yaşamı kendinize öyle yakıştırıyorsunuz ki, zaten onun için gelişemiyorsunuz. Eyleminizde, mücadele tarzınızda esef edilecek noktalar çok fazla, bir de kendinizi beğeniyorsunuz. Kültürünüz, en yaman gerilla alanında bir naylon çadırda yatma kültürüdür, ondan daha fazlasını düşünemediniz. Yıllarca üzerinizde durmasaydık hepiniz orada çoktan ölmüştünüz. Ortada binlerce örnek var. O beğenmediğiniz İlkçağın, Ortaçağın insanına bakıyorsun, savunma için tedbir almış, buna hayranlık duymamak mümkün mü? Ve ben ona insanlık diyorum, şimdikine değil. Artık faşizm mi, emperyalizm mi sizi böyle yapmış, üzerinde oldukça durmak gerekiyor. Nasıl anlatmalıyız? Beyinleri olan ve düşünebilen insanlarsınız. Hiç olmazsa anlattıklarımızdan bir şeyler alın. Şimdi sözde teknoloji de gelişmiş, ama yine de her şeyi bozuyoruz. Teknoloji uygarlığın gelişimini ister ilerletsin ister ilerletmesin, o dönemde de bir teknoloji var ve o eşsiz eserleri yaratmışlar. Şimdi biz teknolojiyle kendimiz için ne yapıyoruz? Naylon da bir teknik eserdir. Naylonla gerilla kendini nasıl korur? Kleşnikov da bir tekniktir. İnsan ona dayanarak kendini nasıl sırt üstü yere atar? Bu çelişkiyi anlayabilmeliyiz. Eskinin köleleri, nasıl yaşıyorlar veya nasıl yaşatıyorlar? Bizimkiler köleliği mi yaşıyorlar, özgürlüğü mü? İlkçağlarda kölelik nasıl bir disiplin altında veya köleler nasıl kullanılıyorlar? Neler yaratıyorlar? Ama bizim bu köleler hiçbir şey yaratamıyorlar. Kölelerimizin sahipleri de mi yok veya sahipleri biraz görünmez mi? Bu kölelerle ne yapıyorlar? Kimin köleleridir? Sahipleri yok, sahipleri olsaydı teslim etseydik de onlardan kurtulsaydık.
Gizli sahipli köleler veya özgür olduğunu sanan köleler olarak kendimizi doğru tanımlamalıyız. İnsan yapımızı tamamladığımız zaman mutlaka bir esere koşturmalıyız. Gerekirse köle gibi çalıştırmalıyız, ama mutlaka bir eser yaratmalıyız. Eğer özgürlük savaşçılarıysa, o zaman öyle savaştırarak bir eser yaratmalıyız. Ama karma karışık, neye ve kime hizmet ettiği belli olmayan bir yığın ise bu da içine düşülecek en kötü bir durumdur. Eğer böyleyse o zaman biz de çok kötü bir durumdayız demektir. Ne yaptığımızı anlamalı ve bunlara ne yapmamız gerektiğini kararlaştırmalıyız. Yani bunları köle gibi mi çalıştıracağız, devrimci gibi mi savaştıracağız, bunu anlayabilmeliyiz. Ortada bir karışıklık var. Boş durmuyoruz, fakat yine de durumlarınız çok tehlikeli. Galiba büyük ölçüde sahipsizliği yaşıyorlar veya kölelik özü üstünde özgürlük görüntüsünü; “özgürlük savaşçılığını yaşıyoruz” adı altında sahipsiz, başı boş bir kölenin kaçışını yaşıyorlar. Belki de bunların hepsi kaçak bir köle, ama nereden, kimden kaçıyorlar ve nereye, nasıl ulaşmak istiyorlar veya özgürlüğe nasıl ulaşmak istiyorlar? Onu da fazla bilmiyorlar. Kendi karışıklığımızı çok yönlü değerlendirmeliyiz. Düşünen beyinlere soruyorum, biraz başınızı iki elinizin arasına alın ve düşünün. Bunlar kaçan köleler olabilir mi? Büyük ihtimalle büyük bir kısmı yüzyılların köleleri veya birçok sahibi olan köleler gibidir. Kürt olayı biraz da böyledir. Özgürlük komutası altında olmak o kadar kolay değildir. Aslında düşünmesini bilmeliyiz. Onu da yapamıyorsunuz. Böyle bir çizgiye göre düşünce gücünüz ve duruş yönünüz zayıf. Bunu yürütmeye, komuta etmeye geldi mi zayıflık daha da artıyor. Amaçlarda yoğunlaşmayı sağlayan düşüncedir. Düşünce olmadan insan eylemi gelişmez.
Devrimsel tarzda düşüncesiz yol almak mümkün değildir. Devrimde kendiliğindenlik uçurumdan yuvarlanıp lime lime olmaktır. Birtakım niyetleri belli ediyorsunuz, iddialarda bulunuyorsunuz. Tarihi harabeleri de gördünüz. Örneğin o kaleleri savunanlar hangi komutanlardı? Ne kadar Ortaçağ da desek, onlar büyük komutanlar. Beş bin yıl öncesini de gördünüz, yine onlar da çok saygı değer bir konumdaymışlar. Benim yüreğim daha çok onlardadır, bu yeni insanlarda değil. Onları daha çok düşünüyor ve onlara daha çok saygı duyuyorum. Yeniler ise hep öfkelendiriyor. Bir kale komutanını düşünün, adam nasıl tedbir almış. Bir mezarın sahibini düşünün, nasıl biridir diye ben de düşünüyorum. Yaşamın başında olan komutanlarımıza bakıyoruz, kimdir, neyin komutanıdır? İnsan soyuyla ne alakası var? Böyle özgür olacağınıza keşke sizi dört dörtlük çalıştıran bir efendiniz, ağanız ya da patronunuz olsaydı. Oysa biz, sizi emek ordusu içinde çalıştırmaya zorlanıyoruz. Halbuki özgürlük ordusunun savaşçılarının yapacakları köle ordusunun savaşçılarından çok daha fazladır. Özgürlük ordusunun eserleri çok daha çarpıcı olabilirdi, olmalıydı. Bunu size nasıl anlatalım? Belki de sizde yaşama istemi yok. Yaşama bağlılık az, emniyet, güvenlik ve kazanma durumu yok. Bütün bunlar sizde sıfır. O kalenin komutanı savunma anlayışını bu kadar milim milim hesaplarken bizimkilerin çırılçıplak bir silahı ellerine alarak “ben savaşmaya geldim” demeleri korkunç bir çelişkidir, bunu değiştirmeye çalışıyoruz. Fakat içinizden böyle kişilikler çıkmıyor. Çoğunu serbest bıraksam yarısı düzenin ajanı olur. O dönemde her şey çok keskin, düşmanla kaledekiler çok keskinler. Yetki, kural, görev her şey çok net. Şimdi ise bizde çok büyük bir kuralsızlık var. Kim düşmana çalışıyor, kim özgürlük ordusuna çalışıyor belli değil, ama büyük bir kısmı “sorumluyum” diyor.
Oysa en yakınımda veya PKK ortamında bile neredeyse yapılmayan sahtekarlık, düşkünlük yok gibi. En değme düşman ajanının bile yapamayacağı durumlar yaşanıyor. Onun başaramayacağı kadar işi karıştırmalar var. Şüphesiz bu hepinizi de ilgilendirir. Biz de bu insanlara tam hükmedemiyoruz. Her birisinin bir sahibi var veya her birisinin bir ağalığı var. Bunları kontrol altına almaya çalışıyoruz. Bunların davranışları üzerinde bin defa çalışmalısınız, çizgiye göre bin defe düşünüp ayarlama yapmalısınız ki, ancak bir kale komutanı kadar, bir kale burcunun savunma sorumlusu kadar olabilesiniz. Bizim hangi büyük dağımızda böyle bir komutan var? Böyle komutanlık yapma yerine sorumluluklarla oynama var. Sonuçta her şey gelip ona dayanıyor.
HALKLAR ÖNDERİ(38.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER