TÜRKİYE’NİN ÖZETİ: İSTANBUL-CUDİ
Müesses nizamın muhalefetinin dikkat çeken ama asla şaşırtıcı olmayan sessizliği de düşünüldüğünde, bu coğrafyaya barışı ve özgürlüğü getirecek olan, halklar ve ezilenler için gerçek alternatif Cudi’den yükselen ve doğayı, yaşamı ve özgürlükleri savunan sestir.
Geçtiğimiz Pazar günü İstanbul’da gerçekleştirilen LGBTİQ+ karşıtı miting, Türkiye’nin içinde bulunduğu politik iklimin bir özeti gibiydi.
Sokaklar kadınlara, gençlere, emekçilere ve her yasağım değişmez öznesi Kürtlere yasak iken; sadece eylemler değil aynı zamanda iktidarın hoşuna gitmeyen konserler de festivaller de bir bir yasaklanırken, bir grup İstanbul’un göbeğinde kinlerini, nefretlerini, düşmanlıklarını ve ayrımcılıklarını herhangi bir polis baskısı ve engellemesi olmadan özgürce haykırdı. Tıpkı Nazi Almanya’sındaki Yahudiler gibi onlar da sadece kimlikleri yüzünden ülkede yaşanan tüm sorunların adeta sorumlusu olarak iblisleştirilerek hedef haline getirildiler.
En küçük eylemleri bile “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”, “başkalarının hak ve özgürlükleri” gibi soyut ve temelsiz gerekçelerle yasaklayan, yasaklamadığı eylemlere de polisiyle, jandarmasıyla müdahale eden iktidar, gerçekten “halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden”, gerçekten “başkalarının özgürlüğünü” ortadan kaldırmayı savunan bu eylemi bırakın yasaklamayı, açıkça desteklemiştir.
RTÜK, toplumun bir kesimini sadece kimliğinden dolayı hedef haline getirerek nefret suçu işleyen bu eyleme ilişkin hazırlanan videoları “kamu spotu” olarak televizyonlarda yayınlatarak iktidar adına bu eyleme adeta katılım çağrısı yapmıştır.
Dedik ya Pazar günü Türkiye’nin özeti; iktidarın kolluk güçlerinin gözetiminde bir araya gelenler sadece cinsel yönelimleri nedeniyle insanlara nefret kusarken, onlara karşı açık “savaş” çağrısı yaparken, aynı iktidarın kolluk güçleri yaşam savunucularının doğa katliamına karşı yaşamı savunmak için başlattığı Cudi Yürüyüşü’ne gazla, tazyikli suyla müdahale ediyordu.
Faşizm de zaten tam da bu değil mi?
Bir yanda yaşamı, özgürlüğü savunmanın adeta suç haline getirilmesi, diğer tarafta nefretin, düşmanlığın yüceltilmesi. Bir yanda her türlü hak ve özgürlük baskı ve zorbalıkla ortadan kaldırılırken, diğer yanda nefretin, düşmanlığın, kinin kutsanması.
Ama geçerken belirtilelim ki, buradaki nefret ezilenlerin kendilerine ezenlere karşı duyduğu düşmanlık, nefret veya kin değildir.
Ezilenlerdeki ezenlere dönük nefret ve düşmanlığın özgürleştirici karakterinin tersine, bu düşmanlık ve nefret, iktidarların toplumun en geri kesimlerinin en geri dürtülerine hitap ederek kurguladıkları ve bu yolla kitleleri kendine yedeklemeyi amaçladıkları bir nefret ve düşmanlıktır. Hedef suni ve dayatılan düşmanlıklarla ezilenlerin içindeki ezenlere dönük gerçek öfkenin üstünü örtmek, onu saptırarak başka hedeflere yöneltmektir.
Bu anlamıyla Pazar günü bu coğrafyadaki kimlerin ölümü, baskıyı yüceltirken kimlerin yaşamı ve özgürlüğü savunduğu bir kez daha çok net bir şekilde görüldü.
Bir yanda beyazıyla yeşiliyle Türkiye’deki faşist cephenin bir araya geldiği İstanbul’daki mitingde ortaya çıkan resim. Diğer tarafta yaşamı savunanların cıvıl cıvıl ama bir o kadar da direngen duruşu.
Bu iki resmin ortası yoktur. Bir resim bu coğrafyanın karanlık ve çürümekte olan geçmişi, diğer resim ise bu coğrafyanın yeşermekte olan özgür geleceğidir. Herkes tercihini buna göre yapmak durumundadır.
Bu coğrafyaya demokrasi ve özgürlüklerin gelmesini gerçekten istiyorsanız, İstanbul’dakilerin karşısında Cudi’den yükselen sesin yanında olmak dışında bir tercihiniz olamaz. Oy kaygısı, “muhafazakar” seçmeni ürkütmeme, “zamanı değil” gibi gerekçelerle İstanbul’dan yükselen faşist seslere kulağını kapatarak, benzer kaygılarla Cudi’den yükselen yaşam çığlığını duymayarak iktidara karşı muhalefet yaptığını sanmak sadece kendini kandırma olacaktır.
Müesses nizamın muhalefetinin bu dikkat çeken ama asla şaşırtıcı olmayan sessizliği de düşünüldüğünde, bu coğrafyaya barışı ve özgürlüğü getirecek olan, halklar ve ezilenler için gerçek alternatif Cudi’den yükselen ve doğayı, yaşamı ve özgürlükleri savunan sestir. Çünkü o ses, temel aldıkları Demokratik Ekolojik Cinsiyet Özgürlükçü Paradigma ile yani radikal demokrasi düşüncesi ile ezilme durumları arasında her hangi bir hiyerarşik ilişki kurmadan, bu coğrafyada Kürt, kadın, emekçi, Alevi, LGBTİQ+ ve diğer ezilenlerin kesimlerin tüm sorunlarını aynı kararlılıkla ve ortak bir mücadele ile çözmeyi önüne hedef olarak koymaktadır. Kimseyi kimliğinden, yöneliminden, kültüründen, inancından dolayı ötekileştirmemektedir. Tüm bu kesimlerin ortak ve birleşik mücadelesini savunmaktadır.
Tüm barış ve demokrasi güçlerine düşen de bu sesin yanında yer almak, onun daha güçlü çıkmasını ve toplumun tüm kesimlerine ulaşmasını sağlamaktır.
CİHAN DENİZ
YORUM GÖNDER