YOLUMUZ UZUN YÜKÜMLÜLÜKLERİMİZ AĞIRDI
Yağmurların durmak bilmediği bir bahar mevsimini karşılıyorduk. Uzun bir zamandan sonra böylesi bir yağmurun yağması bizleri çocuklar gibi şenlendirmişti. Naylondan yapılmış, küçük, şirin mangamızın her tarafından yağmur damlaları sızıyor, toprakla buluşuyordu.
Böylesi günlerde sabahı karşılamak bana hep çok güzel ve anlamlı gelmiştir. Güzel, çünkü toprağın kokusu hiçbir mevsimde böylesi güzel bir hal alamaz. Anlamlı çünkü yağmur damlası toprakla her buluştuğunda toprak ananın kutsallığı ile donattığı yaşamın bereketi daha da artar. Her yağmur damlasında soluduğum hava daha bir farklı nefes verir bana.
İşte bir mayıs sabahını daha böylesi bir güzellikle karşılıyordum. İçinde uyuduğum tulumdan çıkıp kapıya doğru attığım her adımda dışarıdaki ses, renk ve ahenk beni kendisine daha fazla çekiyordu. Arkadaşlar bıraksaydılar ayağımdaki ayakkabıları da çıkarır, dışarı çıkar yüzümü göğe dönerek, yüreğimi yağmurun serinliğine, rüzgarın esintisine bırakırdım. Ama güzel yoldaşlarım bir türlü buna izin vermiyordu. Özellikle kızdığı zaman kızaran Roza yoldaşımız, ben ne zaman kapıya biraz daha yaklaşsam; "heval gir içeri ıslanacaksın şimdi. Yapma, biraz sonra göreve gideceğiz" diyerek beni durduruyordu. Ben de ona; anladık heval Roza, sen beni değil görevi düşünüyorsun diyor ve kaçamak bakışlarla ona gülümsüyordum. Günün görevlisi olan Sarya arkadaşımız kahvaltıyı hazırlayana kadar bizler de kendimizi sobanın etrafında ısıtmaya çalışıyorduk. Bazılarımız ise yıkamaktan usandıkları birkaç parça eşyayı kurutmak için sobanın etrafında dönüp duruyorlardı. O sabah kahvaltı için sabırsızlanıyordum, çünkü kahvaltı menümüze zor bela mirtoxeyi eklemiştim. Geceden başlayan ısrarım sonuç vermiş ve günün kazananı olmuştum. Peynir ve zeytinde anlamsız bir ısrarı olan lojistikçimizi ikna etmek oldukça zor bir işti. Ama mirtoxe için yorulmaya değer diyordum. Yağmuru seyre dalışımı ve kendimi unuttuğumu fark eden yoldaşlar; "heval yeter artık, bırak bu romantizmi de kahvaltı yapalım" diyerek bana sesleniyorlardı. Ben ise; ya heval, romantik olmamak mümkün mü? Bir yandan yağmur, bir yandan toprak kokusu, bir yandan oda sıcaklığını yürek sıcaklığına dönüştüren bir soba ve bir yandan da mirtoxenin o eşsiz kokusu. Eee şimdi gel de romantik olma!
Roza yoldaşın özenle hazırladığı kahvaltı sofrasına oturup kahvaltı yaptıktan sonra, göreve gitmek için hazırlandık. O günkü görevimiz Şehit Delîla alanındaydı. Burada bulunan kış kampımızdan erzak çekecek, kampı temizleyerek düzenleyecektik. Bu alana Şehit Delîla denmesinin nedeni ise Delîla yoldaş ve 2007 Bakur grubundaki yoldaşların, yolculuk öncesi bir dönem bu alanda kalmasıydı. Bu alana her gittiğimde nedenini bilmediğim bir huzur içimi kaplıyordu. Sanki hala orada bir grup yoldaşımız var ve efsunlu sessiyle heval Delîla bizlere ezgilerini sunuyordu. İşte bu yüzden de o alana olan her göreve çok gönüllü bir şekilde gidiyordum. Bu seferki görev için de akşamdan kendimi hazırlamıştım ve çok heyecanlıydım. Tüm hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra üç arkadaş yola koyulduk. Yağmur dinmişti ama yerler hala sırılsıklamdı. Hele o yeşil uzun otlar, insanı yağmurdan daha fazla ıslatıyordu. Kamptan çok az uzaklaşmış, gürül gürül akan suya yaklaşmıştık ki, Serhildan arkadaşın; "heval Dîcle arkadaşlar seni çağırıyor. Geri gel göreve ben gideceğim" demesiyle durakaldık. Bu durumu duyunca ben de kendi kendime; bu da nereden çıktı şimdi, ne güzel göreve gidecek, bu güzel havanın keyfini çıkaracak ve şehit Delîla'nın mekanını bir kere daha görecek, huzuru bulacaktım diyerek söylenmeye başladım. O kadar üzülmüştüm ki, kampa dönene kadar, umarım arkadaşların bu görev değişimi için geçerli bir sebepleri vardır diyordum.
Kampa geri döndüğümde takım komutanımız Medya arkadaşın yüzünde muzip bir gülümseme vardı. Ben bu gülümsemeyi görünce; heval hem görevimi elimden alıyorsun hem de gülüyorsun, niye böyle yapıyorsun? diye söylenmeye başladım. Medya arkadaş bunun üzerine; "al bu notu oku bakalım da ondan sonra kızarsın" dediğinde bir şeyler olduğunu anladım. Elime uzattığı kağıdı aldım ve okumaya başladım. Okuduğum zaman öyle bir heyecanlanmıştım ki, neredeyse kalbim yerinden çıkacaktı. Çünkü arkadaşlar Şehit Kendal Tepesi'ne bir eylem düzenleyecekti ve benim de bu grupta yer almamı belirtmişlerdi. Notu okumamla koşmaya başlamam bir oldu. Arkadaşlar; "hey, nereye koşuyorsun böyle?" diye sordular. Ben de nereye olacak, hazırlanmaya diye cevap verdim. Oysaki bir durup soluklanmam, Medya arkadaş ile tartışıp konuşmam gerekiyordu. Ben ise her şeyi unutmuş hemen silahıma, rahtıma koşmuştum. Eee ne yapalım, her şeyin ilkinde heyecan bir başka oluyordu. Arkadaşlar bu heyecanımı görmüş olacaklardık ki, kendi aralarında konuşup konuşup gülüyorlardı. Bunun üzerine Medya arkadaş gülerek yanıma geldi ve; "dur heval, bir sakinleş. Ne yapacaksın, nasıl hazırlanacaksın, bunları bir konuşalım, tartışalım" diyince yavaş yavaş sakinleştim. Medya arkadaş ile tartışmamız bittikten hazırlanmak üzere ayağa kalktım. Eylem şehit Kendal tepesine yapılacaktı. Savunma grubunda kadın arkadaşlar vardı ama esas grupta yalnızca ben yer alacaktım. Bu durum bana daha çok sorumluluk yüklemişti. Çünkü hem eyleme dönük sorumluluklarımı yerine getirmeliydim hem de bir kadın olarak rolümü oynamalıydım. Biliyordum ki biz kadınlar nerede ve ne zaman olursa olsun, ister savaşta ister yaşamdaki eylemsellikte olsun hep iki kat çaba sarf etmeliyiz. Bu kendini kanıtlamanın çabası değil elbette, bu kendinle birlikte tüm kadınları da temsil etmenin çabasıdır. Ben de yaşamımda hep bunu esas aldım, şimdi de bir eyleme gidecektik ve burada da böyle hareket etmem gerektiğini hissediyordum.
Birkaç saat sonra ben ve dört erkek arkadaş, bölük komutanımız olan Dara arkadaşın bize verdiği randevu yerine gitmek için yola koyulduk. Randevu yerine ulaştığımızda Dara arkadaş ve iki arkadaş daha bizleri bekliyordu. Bizimle merhabalaşıp biraz sohbet ettikten sonra getirdiğimiz cephanenin ve erzakın tekmilini aldı. Yaklaşık bir saate yakın randevu yerinde kaldık. Eylemi gerçekleştirmemiz için gelmesi gereken cephanelerin içinde ESP-9 silahı da vardı ve bu silahı getirmesi gereken grup geç kalmıştı. Bundan dolayı da eylem yerine doğru hareket edemiyorduk. Zaman ilerledikçe Dara arkadaşta yaşanan gerginliği görmemek imkansızdı. Eksik ve yetersizliklere karşı çok sabrı olmayan, yaptığı işte titiz ve temiz olan, dakik ve tempoya çok önem veren Dara arkadaşın daraldığını gördükçe bizler de daralmaya başlamıştık. Birkaç saat sonra karargahta bulunan arkadaşlar cihaz aracılığıyla bizlerle bağlantı kurdu. Cephanenin ancak gece geç saatlerde bizlere ulaşabileceğini söylediler, yani bu eylemin bir gün ertelenmesi anlamına geliyordu ve bizler lojistik hazırlığımızı buna göre yapmamıştık.
Belki benim ilk eylemim olduğu için ben böylesi durumlara alışık değildim ve eylem ertelenir korkusu ile tedirgindim ama bu durum Dara arkadaş için geçerli değildi. Her durum ve koşulda bir alternatifi olan Dara arkadaş bizlere bir teklifte bulundu. Hepimizi yanına toplayıp; "arkadaşlar cephane biraz geç gelecek, bu yüzden de bu eylemi bir gün daha ertelemek zorundayız. Noktaya dönmek bizlere çok fazla zaman kaybettirecek. Erzakımız ise yalnızca bugüne yetecek kadardı. Bu durumda hem erzak bulabileceğimiz hem de eylem yerine yakın olacağımız bir noktaya gitmeliyiz. Sanırım bunun içinde en uygun nokta Şehit Delîla kampıdır" dedi. Bunun üzerine eski kampımıza doğru yol aldık. Orada sakladığımız un, şeker, yağ, dem gibi kaba erzakımız vardı. Elimizde çok ama çok az miktarda ekmek vardı. Bunun üzerine ben ve Ferhat arkadaş yağlı ekmek yapmak için kolları sıvadık. Gecenin geç saatlerine kadar yıkık dökük sobanın üzerinde yağlı ekmek yaptık. İçinde ekmek kızarttığımız tabak küçük olduğu için ancak birer birer kızartabiliyorduk. Bir de şikeftin kapısı çok uzak olduğu için içeriyi bir duman sarmıştı ki sormayın. Yan mangada olan arkadaşlar konuşmaya, sohbete dalmışken ben ve Ferhat arkadaş sanki bir cenk alanındaymışız gibi ekmek kızartıyorduk. Tam kızartma işlemi bitti kurtulduk derken, Koçer arkadaş yanımıza gelip, "heval siz şimdi mirtoxeyi de güzel yapıyorsunuzdur. Tatlı mirtoxe de olsaydı ne iyi olurdu" diyerek bizi kandırmaya çalıştı ve başarılı oldu. Bu sefer de tatlı mirtoxe için kolları sıvadık. İşlerimizi bitirip dinlenmek için mangadan ayrılacağımız esnada nöbetçi olan arkadaş; "heval beklediğimiz cephane malzemeleri gelmiş, gidip sağlama almamız gerek" diyerek bizlere seslendi. Bunun üzerine Ferhat arkadaş; "heval, anlaşılan bu gece bize uyku, dinlenmek yok. Bakalım eylem zamanına kadar daha hangi başka görevleri yerine getireceğiz" diyerek bizlerle şaklaşıyordu.
Gelen cephaneleri sağlam bir yere aldıktan sonra dinlenmek için arazide kendimize yer yaptık. Tam uykuya dalacaktım ki, bir baktım bir gök gürlemesi, öyle yorulmuştum ki, yağmurda yağsa bir yere kıpırdamayacağım dedim kendi kendime. Zaten birkaç dakika sonra hafiften bir sızıntıyı hissettim yüzümde. Bu yağmur damlası öylesine güzel bir duygu yarattı ki yüreğimde anlatamam. Sanki birilerinin selamıydı, gökyüzünden akıp gelen ve yüreğimi mesken edinen. Sanki birilerinin "serkeftin heval" sözüydü damlaların içinden sıyrılıp gelen. Bu duyguyla açtım gözlerimi ve etrafıma bakındım, gökyüzündeki şiddetli ses bu yağmurdan korkmam gerektiğini fısıldıyordu kulağıma ve ben de öyle yaptım. Yanımda getirdiğim yağmurluğu üzerime atarak, gecenin seyrine daldım. Öylesine derin uyumuştum ki, sanki gök hiç gürlemiyor, yağmur yağmıyordu. Nöbetçi olan arkadaşın, "roj baş heval" sözleri ile kendimi yeniden ayakta buldum. Saate baktım, gökyüzüne baktım ve kendi kendime, bu zifiri karanlığın nesi roj? İnsan; 'şev baş heval der' dedim. Daha sonra kendi kendimle olan diyalogumu bir kenara bırakarak cephanenin bulunduğu yere doğru yürüdüm. Burada görev paylaşımı yapılacak, kimin ne taşıyacağı belirlenecekti. İki tane katırımız vardı ama onları ancak bir yere kadar götürebilirdik. Sonrası tabana kuvvetti. Görevlendirme yapılırken Dara arkadaş; "heval yanlış anlama ama biz sana cephane vermesek de lojistik malzemelerini versek olmaz mı?" diye sorunca ben hemen neden ben cephane taşımıyorum diye refleks gösterdim. Bunun üzerine açıklama yapma gereği duyan Dara arkadaş; "bak sana yanlış anlama dedim ama sen hemen yanlış anladın. Eminim ki sen bizden daha da iyi taşırsın bu cephaneyi ama ben lojistik malzemeleri için bir tek sana güveniyorum. İnan bu arkadaşlar eylem yerine varmadan erzakımızı bitirir" dediğinde hepimizi bir gülme tuttu. Meselenin aslını anlayınca bu görevlendirmeyi kabul ettim ve yola koyulduk.
Genel patikadan uzaklaşıp Dola Bisivinga denilen yere doğru ilerledikçe, ben daha bir heyecanlanıyordum. Arkadaşlar bu vadiye aynı zamanda; "Reya Kaçakçiyan" diyorlardı. Çünkü geçimini Kuzey ve Güney hattında kaçakçılık yaparak sağlayan insanlar bu yolu çok yoğun bir şekilde kullanıyordu. Daha on üç, on dört yaşında çocuklardan tutalım, altmışındaki birçok insan bu yolda yaşamını riske atarak kaçakçılık yapıyordu. Devletin baskısı, zulmü ve yaptırımları karşısında halk kendisine başka bir yaşam alanı bulamamış ve bu yolla yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyordu. Bu vadiyi de tamamladığımızda artık yavaş yavaş Şehit Renas tepesinin yamaçlarına doğru ilerlemiştik. Arazinin düşmana görüntü vermeyen bir kesiminde yeniden toplanıp eylem düzenlemesini ve planlamasını gözden geçirdik. Daha önceden planlanıp hazırlanan mevzilere doğru ilerleyip yerimizi aldık. Ben, BKC silahını kullanıyordum. Hemen yanımızdaki mevzide bir dokça bulunmaktaydı. ESP-9 silahını kullanacak olan Koçer arkadaşın keyfine diyecek yoktu. Ne de olsa onun atışı ile eylemimiz başlayacaktı. Hepimiz mevzilerdeki yerimizi almış ve nefeslerimizi tutmuştuk. Son perspektiflerini veren Dara arkadaş ise bir o yana bir bu yana koşup duruyor, kan-ter içinde kalıyordu. Onun bu heyecanlı, telaşlı halini gördükçe hem moral alıyor hem de büyük bir saygı duyuyordum. Dara arkadaş, dürbünle son bir kez düşman mevzisine göz gezdirdikten sonra Koçer arkadaşa başlaması için işaret verdi ve ESP-9 silahının o muazzam sesiyle hepimiz harekete geçtik. Bizim başlamamızla düşmanın harekete geçmesi hemen hemen bir oldu. Yaklaşık on dakikalık bir zaman dilimi içinde yaşanan bu eylem süresi benim için inanılmaz bir heyecan anlamına geliyordu. Duygularım adeta birbirine karışmıştı. Mevzilerde bulunan arkadaşlar Dara arkadaşın koordinesiyle kendilerini daha önceden belirlenen geri çekilme alanına doğru vermeye başladılar. Tabii bu süre sandığımızdan daha fazla zaman aldı. Çünkü düşman hiç ara vermeden top ve havan atışı yapıyordu. Bu süre içinde çok hızlı ve atik olmamız gerekiyordu. Yamacın çok dik ve kayalık olması işimizi zorlaştırıyordu ama en çok B. Arkadaşın işi zorlaşıyordu. Çünkü hem çok fazla kiloluydu hem de dokça silahını kullandığı için malzemeleri ağırdı. Bunu fark eden Dara arkadaş hemen onun yardımına koştu ama o da bu malzemeleri taşımakta zorlanıyordu. Bir önceki eylemde kolundan yaralandığı için bir kolunu tam olarak kullanamıyordu. Yansıtmamaya çalışsa da yüz ifadesi onu ele veriyordu. Bu durumu görünce reddedilme riskini göze alarak yanlarına doğru gittim ve malzemelerimizi değiştirme teklifinde bulundum. Ama beklediğimin aksine teklifimi kabul etti. Dara arkadaşın bu kadar sakin bir biçimde malzemeleri değiştirmeyi kabul etmesi beni önce şaşırttı ama daha sonra bunu neden yaptığını anladım. O eylemde tek kadın arkadaş bendim. Eğer bu istemimi kabul etmeseydi kendime güven noktasında bir kırılmaya yaşayacağımı düşünmüştü. Zaten geri çekilme alanımız çok uzak değildi. Bunu bildiği için de bu şekilde davranmıştı.
Belirlenen geri çekilme noktasına geldiğimizde herkesin heyecanı gözlerinden okunuyordu. Gelen her arkadaş eyleme dair yeni yorumlar yapıyor, tahminler yürütüyordu. Bu arada hepimiz Ferhat arkadaşın gelmesini bekliyorduk. Çünkü belli bir yere kadar malzemelerimizi taşıyan katırları getirmesi gerekiyordu. Kısa bir süre sonra kendisi geldi ama katırlarımız yoktu. Eylem an'ı ve eylem sonrası hiçbirimize bir şey olmamıştı ama emektar katırlarımız o kadar da şanslı değildi. Geri çekilme noktasına en geç gelen arkadaş, B. Arkadaş oldu. Yükünü hafifletmiş olmamıza rağmen geç gelmesinin nedeni kuralsızlığıydı. Çünkü belirlenen geri çekilme yolundan gelmemiş, farklı bir yoldan gelmiş ve kısa süreli bir yol kaybetme serüveninden sonra geri çekilme noktasına ulaşabilmişti. Tabii bunu Dara arkadaşa izah etmesi onun iki kat fazladan terlemesine neden olmuştu. Dara arkadaş bir süre sonra savunmada bulunan arkadaşlar ile bağlantı kurdu ve belirlenen randevu noktasına katır getirmelerini söyledi. Bu biraz zaman alacaktı. Bu yüzden de dinlenmek için arazide kendimize yer aramaya başladık. İşte tam da bu anda tek olmanın, bir görev esnasında yalnız olmanın ne kadar zor olduğunu anladım. Belki erkek arkadaşların hepsi bana karşı çok saygılıydı, destek ve moral oluyorlardı ama ben de o anda yaşadığım heyecan ve coşkuyu bir kadın arkadaşla paylaşmayı her şeyden daha çok istiyordum. Bu yüzden de bir an önce noktaya ulaşmak ve kadın yoldaşlarla yaşadığım her an'ı paylaşmak için sabırsızlanıyordum.
Arkadaşların gelişini bekleme süremiz uzadıkça hava daha da serinliyordu. Bir süre kefiyemi boylu boyunca açıp üstüme örttüm ve ısınmaya çalıştım. Ama bir türlü ısınamıyordum. Ateş yakmak istedim ama etraf kayalıktı ve tek bir parça yakacak odun parçası yoktu. Ne yapmam gerektiğini kara kara düşünürken; "heval, müsaade var mı?" sesiyle yerimden fırladım. Gelen Dara arkadaştı. Önce durumumu, bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. Sonra üşüdüğümü fark etmiş olacak ki; "heval, sen niye ateş yakmadın?" diye sordu. Ben de ateş yakacak bir şey olmadığını, bu yüzden de yakmadığımı söyledim. Bunu duyar duymaz gülmeye başladı. "Anlaşıldı, bu konuda da iş bana düştü" diyerek yanımdan uzaklaştı. Çok değil birkaç dakika sonra elinde bir teneke yeniden benim bulunduğum yere doğru geldi. Tenekeyi yere indirdi. Cebinden çıkarttığı çakmakla tenekenin içinde ateş yaktı. Ateşin yanmasıyla duyduğum koku adeta burnumun direğini sızlattı. Hemen Dara arkadaşın yanına giderek, merakla ne yaptığını anlamaya çalıştım. Ve anladım. Tenekenin içinde yaktığı şey tezekti. Yüzündeki muzip, çocuksu gülümseme ile; "umarım bu koku seni rahatsız etmez" dedi. Aslında bu yolla beni kızdırmak, sistemden aldığım bazı kötü alışkanlıklarıma dolaylı yoldan da olsa gönderme yapmak istiyordu. Daha ben cevap vermemiştim ki; "bak bir de bunun üzerinde kaynatılan suyun çayı çok güzel oluyor, biz yaptık istersen getireyim iç" dedi. Tabii ben de hemen savunma refleksi ile ona cevap vermeye başladım. Baktı ki ben ciddiyim; "tamam heval, bir şaka yapalım dedik. Sen de her şeyi ne kadar çabuk ciddiye alıyorsun" diyerek gülmeye devam etti. O, esnada cihazdan bizi çağırmaya başladılar. Dara arkadaş cihazı alıp biraz ileriye gidip muhabere yaptı. Gelmesi gecikince ben de ateşi söndürüp erkek arkadaşların olduğu yere doğru yol aldım. Arkadaşların bazıları eylemin sonucunun olumlu, bazıları ise olumsuz olduğu yorumunu geliştiriyordu. Tartışma her geçen dakika daha da hararetleniyordu. Ben ise sabırsızlıkla cihazdan gelecek haberi bekliyordum. Çünkü bağlantıyı kuran karargahtı ve büyük ihtimalle eyleme dair bilgi almışlardı. Dara arkadaşın gelmesi ile tartışmaların son bulması bir oldu. Hepimiz bir araya toplandık ve Dara arkadaşın konuşmasını beklemeye başladık. Karargahtaki arkadaşlar yerel kaynaklardan aldıkları bilgiyi Dara arkadaş ile paylaşmışlardı. Buna göre düşmanın altı kaybı vardı. Bunu duyduğumuz zaman bizler daha da bir sevindik. Biz hiç bir kayıp vermemiştik, buna karşılık düşmanın kaybı vardı. Bunu duymak bizler için çok büyük bir moral olmuştu.
Katırların gelmesi ile yola koyulduk. Dara arkadaş bizimle gelmedi. Karargaha gitmesi gerektiğini, döndüğünde eylemi daha kapsalı değerlendireceğimizi söyledi. Bizler ise zaman kaybetmeden yola koyulduk. Noktaya ulaştığımızda fırıncı arkadaşlar vardı. Onların yanında biraz durup dinlenmek istedik. Noktaya ulaşalı daha iki saat olmamıştı ki, takım komutanımız Medya arkadaş, beni, Koçer, Ferhat ve Çiya arkadaşı çağırdı. Elinde bulunan notun Dara arkadaşa ait olduğunu söyledi. Bu nota göre kendimizi birkaç saat içinde hazırlayıp notta belirtilen yerde hazır olmalıydık. Neden ve niçin olduğu ise belirtilmemişti. Biz ise, örgütsel işleyiş gereği hiçbir şey sormamış ve yorum yapmamıştık ama içten içe hepimiz tahmin edebiliyorduk. Bu yeni bir eylemin hazırlığıydı. Ayağımızın tozuyla yeni bir eyleme yol alacaktık. Aldığımız bu haber bize yeniden moral ve heyecan katmıştı. Özellikle de ben çok fazla heyecanlanmıştım. Çünkü birkaç gün içinde birçok ilki yaşamıştım. Sanırım bunu da en çok Dara arkadaşa borçluydum. Bana güvenerek ve özgürlük yolundaki yükümlülüklerimi hatırlatarak yaşamıma çok fazla şey katmıştı. Bu yüzden de tüm yorgunluğumu unutmuş ve hızlı bir şekilde hazırlıklarımı yapmaya koyulmuştum. Yola çıkmamız gerekiyordu. Ne de olsa yolumuz uzun, yükümlülüklerimiz ağırdı. Bir de hepimiz, şehit Erdal Andok arkadaşın dediği gibi şunu çok iyi biliyorduk: "yükümlülüklerimiz özgürlüğümüzün yoludur."
…
2011 yılında Haftanin'de gerçekleştirilen eylemde sekiz yoldaşımız (Haki, Şiyar, Dijwar, Canşer, Kahraman, Gever, Berxwedan, Zinar) sonsuzluğa yol aldılar. Her iki eylemde de yer alan Dara Norşîn arkadaş ise 2016 yılında Garzan alanında şehitler kervanına katıldı. Onların bizlere emanet ettiği yaşam hakikati bizlerin en büyük yükümlülüğüdür. Bizlerin en temel görevi ise bu yükümlülüklerimizi yerine getirmek ve özgürlüğü hakikate dönüştürmektir.
DÎCLE NEWAL
YORUM GÖNDER