DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (7.BÖLÜM)
TARİKATLARDA KADINLAR
Önderlik Değerlendirmeleri:
İlginç olan, en azından Meryem’in de tanrı olması gerekirken, Kutsal Ruhun aleti olarak görülmesidir. Bu olgu tanrısallığın adamakıllı erkekleştiğini göstermektedir. Sümer ve Mısırlılarda tanrı ve tanrıçalar neredeyse yarı yarıyadır. Babil döneminde bile halen ana tanrıçanın sesi gürdür. Hz. İsa’yla ve Meryem’le gerçekleşen kadına düşen, artık gözü yaşlı, sakin bir kadın ve ana olmaktır. O hiçbir zaman tanrısallıktan dem vurmayacaktır. Evinde özellikle değer kazanan -tanrı oğul- erkek çocuklarına çok iyi bakacaktır. Evinin kadını olmak dışında herhangi bir toplumsal rolü yoktur. Kamusal alan tümüyle kadına kapalıdır. Hıristiyanlıktaki azizeler - kadın bakire- pratiği, aslında kadının büyük günahlarından kurtulmak için inzivaya çekilmiş halidir. Bunun sınırlı da olsa olumlu bir gelişmeye yol açtığı söylenebilir. Azizelik en azından cinsel kavramlardan ve ayıplanmalardan kurtuluşu ifade etmektedir. Evdeki cehennemi yaşama tercih edilmesinin maddi ve manevi nedenleri güçlüdür. Tarihsel bir pratik olduğundan kuşku yoktur. Bir nevi ilk yoksul kadınlar partisi de denilebilir. Tanrıça tapınak kültürünün çok silik de olsa kadın manastır kültürü biçiminde canlanmasını da ifade eder. Azizeler pratiğinin Avrupa uygarlık tarihindeki yeri önemlidir. Tek eşli evlilik büyük oranda azizeler pratiğinden de esinlenmiştir. Kadının çok zor koşullar altında da olsa, bakirelik gibi cinselliğini bir tehlike kaynağı da saysa, yine de kadının yükselmesine katkıda bulunduğu belirtilebilir. Olumsuz yönü ise, Avrupa uygarlığındaki Katolik evliliğe -hiç boşanmama- tepki olarak gelişen kadının cinsel bir meta olarak değerlendirilmesidir. Incil'de yer alan kadmsal imgelerin ve İsa'nın kişiliğinde ve eylemlerinde yansıyan, geleneksel ataerkil Yahudilik ile bağdaşmayan anlayışın da, bu dinin katı erkeksiliğine bir tepkiyi ifade ettiğini duşunebiliriz. Ustelik Ana Tanrıca kultlerinin yaklaşımı ve ritüellerinin niteliği henuz zihinlerde cok tazedir; nitekim, Meryem figurunun olağanustu onem kazanmasını bu etkilere bağlayan bircok araştırmacı vardır. Ayrıca, ozellikle Ortadoğu Hıristiyanlığı'n kadınlara karşı tutumunun Roma ve Bizans Hıristiyanlığı'ndan farklı olarak daha hoşgorulu olması ve kadınların etkin katılımına daha fazla izin vermesi, bu yorelerde Ana Tanrıca kultunun kok salmış olmasına bağlanmaktadır. Orneğin, başlangıcta, Suriye ve Mısır Hıristiyanlığı'nın tanrısal varlığın dişil ozelliğini de (Baba ve Ana Tann) vurguladığı gorulurken, daha sonra bu eğilim egemen imparatorluk Hıristiyanlığından bir sapma sayılmış ve sonunda Kilise tarafından yasaklanmıştır. Aynı şekilde kadınların Doğu Kilisesi'nde oynadıkları gorece etkin rol de sonraları kısıtlanmıştır. (Fatmagül Berktay-tek tanrılı dinler karşısında kadın) şifacılar kitabından: lsa, Yahudi geleneğinden en sevecen, en anaç imgeleri seçerek kişilik bakımından tarihteki herhangi bir erkek tanrı kadar çift eşeyli olan Hıristiyan bir tanrı yarattı. İlk yıllarda, dişi-erkek imgelemi belirgindi. Hatta ilk tarikatların bazılarında, tanrı teslis (baba- oğul-kutsal ruh) olarak görülmek yerine, ikili bir varlık (ana-baba) olarak görülüyordu. “Hristiyanlığın başında, henüz Roma İmparatorluğu‟nun resmen bu dini kabul etmediği dönemde, birçok Hristiyan kilisesi (mezhep) ortaya çıktı. (…) kadınlar da rahip olabiliyordu. Onlara göre Havva, bilgi ağacının tadına bakan ilk insandı; yani kadınlara da bilgelik bahşedilmişti.” Bu bilgiler Ntv Tarih dergisinin 14. Sayısında (Mart, 2010)‟da yayımlanmıştır. Bu araştırma, William Tabbernee ve Peter Lampe tarafından yapılmıştır. Ayrıca şu sözlere yer verilmektedir: Kadın peygamberlerin yolundan giden bir Anadolu- Hristiyan inancı Montanizm, Uşak‟ta doğdu, üç kıtayı etkiledi, kilise tarafından yok edildi (s. 30-40)
Montanizm: 2.yy ortaya çıkan ve yaklaşık olarak 4.yüzyılın sonlarına kadar devam eden bir harekettir. Hareketin kurucusu Hıristiyan olmadan önce bir pagan rahip olan Montanus’tur. Montanus, aynı zamanda Kibele (Cybele) kültünün bir rahibidir. Frigya’nın bir köyünde ortaya çıkmıştır. Montanus ve onun iki kadın peygamberi Priscilla (Prisca) ve Maximilla İsa’nın geri geleceğini ve göksel Yeni Kudüs’ü Frigya’daki Pepuza kasabasında kuracağını iddia ettiler. Bu yeni yer Priscilla adlı kadın peygamberin köyü olsa bile burası geçmişi itibarıyla önemli Kibele merkezi, yani putperest bir beldedir.Onların ideali Kilise’yi dünyadan ayırmak ve bütün seküler bağları reddeden ve İkinci Gelişi (Parosuia) bekleyen bir gerçek azizler topluluğu oluşturmaktı. Anadolu’da Montanistlere karşı bir çok sinod toplandı ve hareketin yayılması durduruldu. Bununla birlikte Montanizm, heretik bir hareket olarak dördüncü yüzyıla kadar Roma ve Anadolu’da hatta altıncı yüzyıla kadar Kuzey Afrika, Kartaca’da devam etti. Salamisli Epiphanios'a göre, Montanusçu kadınlar, Galatyalılara Mektup 3:28'e dayanılarak, papaz ve hatta piskopos yapıldılar: 'Ne erkek ne de dişi vardır, çünkü Mesih İsa'da siz hepiniz birsiniz.' (dünya kadın tarihi 1)
Beginler: dindar kadınlar teşkilatı Beguine hareketi 1170-80'de Hollanda'da başlamış ve Fransa, Almanya ve Latin ülkelerine yayılmıştı. Hareketin Beghardlar denilen erkek kolu da olduğu ancak onbeşinci yüzyıl ortalarına kadar yayılmasının durduğu da belirtilmiştir. Begineler; manastır yemini etmeden kendilerini Tanrı'ya adayan kadınlardı. Beguine kelimesinin kökeni kesin olmamakla birlikte Flemenkçe dua etmek anlamına geldiği veya veya kızkardeşlik teşkilatı kuran ve yaklaşık 1187'lerde ölen Liège'li rahip Lambert le Bègue'in adından geldiği veya Katharların diğer bir adı olan ve Toulouse'in kuzeydoğusundaki Albiga şehrine atıfla söylenen Albigensian'dan geldiği iddia edilmiştir. Beguineler Vatikan tarafından kabul görmemişlerdi. Pope V.Clement onları Hristiyanlığa uymayan davranışlarda bulunmakla suçluyordu. Beguineler diye bilinen ve 13. yüzyılda Belçika, Fransa ve Almanya’da etkili olan bir tarikatın üyesi olan kadınlar evlenmeyi reddediyor ve kendilerini Hristiyanlık teolojisinin yorumlarını yapmaya ve yaymaya, yardım faaliyetlerine adayarak Avrupa’da öğretilerini yaymak üzere dolaşıyorlardı. Yerleşik Kilise öğretisine karşı çıktıklarından Kilise’nin tepkisini çektiler ve 13l0 tarihinde sapkın (heretic) olarak ilan edilerek işkenceye mahkum edildiler ve yakıldılar (Olsen, 1994: 52).
Marguerite Porete (ö. 1 Haziran 1310), Fransız mistik. 'Basit Ruhların Aynası'(Le Miroir des âmes simples - The Mirror of Simple Souls) adlı eserini dağıtmayı reddettiği için sapkınlıkla suçlanıp 1310'de kazıkta yakılmıştır. Porete'nin yaşamı ile ilgili kayıtlar onu sapkınlıkla suçlayıp kazıkta yakılmaya mahkûm edenlerce tutulduğundan büyük ihtimalle önyargı ve eksiklikler içerecektir. Beguine hareketiyle ilişkili olan Porete 1946 yılına kadar 'Mirror'adlı eserin yazarı olarak bilinmemekteydi. Mesela, Fontervault'un ilk başrahibesi Azize Petronilla, manastrrrnda cüzamlrları, fahişeleri ve doğum yapmak üzere olan kadınları barrndırryordu. Bu kurumun altıncı büyük başrahibesi Matilda'nın yönetimi altrnda 5.0O0'den çok insan vardı. Ünlü H6lor'se, Abelard ile gizli ve bahtsrz evliliğİnden sonra 20 yıl boyunca inziva yeri olan Paraclete'de şifacılık bilimlerini öğretti ve uyguladı. Alsas'taki Hohenburg'un başrahibesi Herrade, botanik ve botaniğin tıbbi yararlarr üzerine Keyif Bahçesi başlıklı bir özlü bilgiler kitabı yazdı, Whitby'dek\ azize Hilda'nın rune taşlarının sağaltıcı gücü üzerine bilgisi olduğu varsayrlrr. Bir gizemci olan Schönau'lu Elizabeth, Trier'de kadınlar için bir Benediktin manastırı kurdu. Polonya'nın koruyucu azizesi olan Silezyalı Hedwig de manastırlar kurdu ve hastalara kendi elleriyle baktı.
Bingenli Hildegard ( 1098-1179)
Bingenli Hildegard, 1098’de doğmuştur, hayatının 30 yılını bir kadın hücresinde geçirmiştir. Sonrasında ise rahibelik yemini etmiştir. Onun hakkında en ilginç detay, erkek manastırlarından bağımsız kendi manastırını kurmasıdır. Bu durum onun güçlü kişiliği hakkında ufak da olsa bir bilgi vermektedir. Bunun yanı sıra o dönemde bir rahibe için yasak olan vaaz gezilerini de gerçekleştirmiş olması ve ikinci bir manastır kurması dönemin devrim niteliğinde gelişmelerinden birisidir. Bingenli Hildegard’ın düşünce yapısına baktığımızda ise, insan- kozmos-tanrı arasında şekillendiğini görüyoruz. Dünya bir bütündür, kişi kendi benliğine bakmak yerine bu bütünü incelemelidir. Dünya Tanrı tarafından tutulan bir tekerlektir. İnsan bu tekerlek içerisinde dengede durmaktadır ve insanın asıl amacı kozmos ve tanrı arasında denge kurmaktır. Bunu “Scvias” isimli kitabında yazmıştır. Bu eserinin yanı sıra erdemli davranış üzerine kaleme aldığı, “Liber Vintae Meritorum” ve insan-kozmos arasında benzetmelere yer verdiği “Liber Divinorum Operum” adlı eserleri mevcuttur. Bingenli Hildegard’a göre insan ve dünya iç içedir. Din hayatın anlamıdır, ruh ve beden arasında ise birbirini tamamlayıcı bir bağ vardır. Ruh kadar beden de önemlidir, bu nedenle kişi yaşarken bedenine de özen göstermelidir.
İSLAM TARİHİNDE KADINLAR
Ayşe
Fatma
Hatice
Züleyha
Meryem
TASAVVUF GELENEĞİNDE KADINLAR
Sühreverdi, Cüneyd, İbni Arabi, Zennun, Mevlana gibi ünlü tasavvufçuların ortak özelliği her birinin bir kadın sufiden etkilenerek ya da kadın sufi yorumlarını esas alarak tasavvuf anlayış ve yaşamlarını tayin ettiklerini bizzat söylemiş olmalarıdır. Nişaburlu Fatma, Addeviyeli Rabia, Mekkeli Gülbahar, Kurtubalı Fatma, Ümmül fukara, Ümmü Muhammed Geylani önde gelen bu sufiye filozoflardır.
İlk dönemlerden itibaren zühd ve tasavvufa yönelenler arasında Basralı Râbia Hatun gibi kadın zâhideler ve sûfiyeler de bulunmaktadır. Kuşeyrî, Kelebâzî, Hücvirî gibi sûfi yazarların, tasavvufla iştigal eden kadınlardan hiç bahsetmemiş olmalarına karşın, çeşitli dönemlerde yazılmış bazı sûfi tabâkat kitaplarında bu konuya yer verildiğini görüyoruz. Nefâhatu’l-Üns’te Râbia, Lübâbe, Şu’vâne, Fatıma-i Nişaburiye, Meryem Basriye, Ümmü Muhammed ve Ümmü Ali gibi otuzu aşkın kadın zâhideden bahsedilmektedir. Sülemî ve İbn Cevzî sûfi kadınlar hakkında geniş bilgi vermektedir. Bazı sûfilere göre ricâlu’l-gayb arasında kadın dervişlerin olduğu da ileri sürülmektedir. Mevlânâ’nın kadınların düzenlediği semâ meclislerine gitmesi ve Mesnevî’de zaman zaman kadınları ön plana çıkarması, onun bu konudaki tavrını da yansıtmaktadır. Mevlevîlik’te kadın halifelerin bulunduğu bilinmektedir. Sultan Veled’in kızı Şeref Hâtun, bir çok mürideye sâhip bir Mevlevî halifesidir.
Bektâşilik’te de kadınlar âyin-i cem adı verilen tarikat törenine erkeklerle beraber iştirak ederler, muhabbet sofrasında beraber otururlar, beraber nefes okurlar ve semâ ederler. Tasavvufun kadını toplumsal hayatın içine çekme düşüncesi, medresenin baskısı ile sekteye uğramıştır. Bektâşilerin ve Alevîlerin dışında kadın dervişler, baskılar sebebiyle toplumdan ayrılmak zorunda kalmışlardır.
İlk tekke müdâvimleri ve kurucuları arasında olan kadınlar, ilk zamanlarda evlerinde tasavvufî sohbetler yapıp zikir meclisleri kuran hanımlar, daha sonra örgütlenip kendilerine ait tekke ve zaviyeler kurmuşlardır. Fatma binti Hüseyin, Hafsa binti Sîrîn, Fatma binti Abbas, Cevriye adında bir hanım ve Evhâdüddin Kirmânî’nin kızı Eymene Hatun kendilerine ait tekkeler de hemcinslerine sohbet eden, zikir yaptıran, tasavvufî fikirlerini yaymaya çalışan kadınlardandır. Kadınlar sadece kendileri için tekke kurmakla yetinmemişler, maddî imkânlara sahip olan sûfîyeler ve sûfiler için de tekkeler kurmuşlardır. Ebû İshak Kazerûnî’nin müridesi Fâris, bir hankâh yaptırıp dervişlerin hizmetine sunmuştur.18 İslâm âleminin çeşitli yerlerinde hanımlar tarafından inşa ettirilip vakfedilen pek çok tekke mevcuttur. Başlangıçta erkeklere ait olup, daha sonra şeyhin halifesi sıfatıyla hanımların yönetimine geçen ve kadınlar tekkesi hâline gelen ve son asırlara kadar faaliyette bulunanlar da vardır. Kadirî şeyhası olan Dara Şukuh’un kız kardeşi Cihan-Ara ve onun manevî terbiyecisi Miyan Mir’in kız kardeşi Bibi Cemal Hatun Kadirîliğin ileri gelenlerindendir ve Kadirî meşâyihi ile birlikte ziyaret edilmektedirler.20 Mısır’da bazı tekkeler kadın şeyhler tarafından yönetilir, vefat eden şeyha tekke yanına defnedilir, daha sonra kabri ziyaret edilirdi. Hurriş Tekkesi, Bint Taç Tekkesi, Nuri Tekkesi bunlardandır.21
Kordovalı Fatma
Kordovalı Fatma ünlü sufi Muhyiddin Arabi'nin hocalarından biri olan sufi şahsiyet. İspanya'nın Kordova bölgesinde yaşadı. Arabi, kendisi için içinde ölünceye kadar yaşayacağı bir kulübeyi bizzat inşa etmişti. Onun kendisine 'Ben senin manevi annen ve dünyevi annenin nuruyum.'dediğini ve Arabi'nin öz annesinin kendisini ziyaretinde Fatma'nın ona 'Ey nur, bu benim oğlum ve o senin baban o yüzden ona hoş davran onu üzme' dediğini aktarır.
İbn Arabi onu şu ifadelerle anlatır;
''Tanrı'nın Kordova'lı Fatime bint Ibn el-Musenna adında sevgili kullarından biri ve bir arife mürit olarak hizmet ettim. Doksanbeş yaşından fazlaydı ve ben de kendisine bir süre hizmet ettim...'Arabi'nin bir sorusuna şu şekilde karşılık vermişti; 'Bana dönen ve beni evliyaları arasına katan, beni kendi amaçları için kullanan rabbimden hoşnutum. İnsanlar arasından seçtiği ben kimim ki? O, beni sakınır zira ne zaman akılsızlık edip Ondan başka birşeyle ilgilenmeye kalkışırsam bana bazı sıkıntılar gönderir.''
Rabia
Rābiʿatü-l-ʿAdeviyyetü-l-Ḳaysiyye (d. 752 - ö. 801), Basralı ünlü kadın sufi. İlk dönem sufi şairleri arasından en önemli isimlerden biridir. İlahi aşk öğretisi kendisinden sonraki sufileri de önemli ölçüde etkilemiştir..
Hayatı;
Basra'lı ünlü kadın sufi Rabia, kesin olmamakla birlikte 752 tarihlerinde fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailesinin dördüncü kızı olduğu için kendisine Rabia ismi verildi. Anne ve babasını kaybeden Rabia, henüz çocukken köle olarak satıldı. Elini sakatlamak pahasına kaçmaya çalıştı ancak yeniden yakalandı. Efendisi, Rabia'nın halini görüp onu serbest bıraktı. Önemli sufilerden kendisine yapılan evlenme tekliflerini geri çevirip, 801'de ölünceye kadar bekar yaşadı. Hikayesi ve sözleri 13. yüzyıl sufilerinden Feriüddin Attar'ın, kimi evliyaların hayatları ve sözlerini derlediği ünlü eseri 'Tezkiret'ül Evliya'da yer almaktadır. Attar; kendisine, neden kitabına Rabia'yı aldığını soracak olanları, Peygamberin,'Allah sizin suretlerinize değil niyetlerinizle bakar.'sözünü delil göstererek yanıtlamaktadır. Rabiadan başka aynı dönemde 30’dan fazla kadın tasavvuf erinden bahsedilir. Rabia, tasavvufi başlangıç dönemindeki katı zühd hayatına, saf aşk kavramını soktuğu kabul edilse de bir istisna değildi. Smith, basra ve suriyede 8.yy sonlarında yaşamış rabianın çağdaşı olan kadın velilerin hayatı hakkında bilgiler toplamıştır.
Bacıyan-ı Rum:
Bacıyan- ı Rum4 adı ilk kez Aşıkpaşazade5 Tarihi‟nde geçmektedir. Kadınların 13. yüzyılda kurduğu, faaliyet gösterdiği bu teşkilattan ilk bahseden kişi ise, Bacı Teşkilatı‟nın bilinen ilk lideri Fatma Bacı‟nın babasının halifesinin oğludur. Eserinde, kadınlardan bahsederken “fakiregan” olarak bahsetmiştir. “Fakiregan”, hanım dervişler anlamına gelmektedir ve “Bacıyan” kelimesinin Farsçasıdır (Erdem, Yiğit, 2010: 30).
- Bacıyan-ı Rum‟un kesin varlığından ve özerk bir yapıya sahip olduğundan bahsederken, diğer yazarlar ya Ahiler‟in bir kolu olarak bahsetmiş ya da bazı batılı yazarların da gözlemlerine dayanarak böyle bir yapının varlığından şüphe etmişlerdir. Bu çalışmada ise esas olarak Aşıkpaşazade ve Fuad Köprülü‟nün görüşleri.
Fatma Aliye Hanım (1862-1924) Osmanlı’da 1893 yılında çıkmaya başlayan Hanımlara Mahsus Gazete’nin yazarlarındadır. 1896 yılında bir inceleme yazısı yazarken, İslam coğrafyasında 13. yüzyılda erkeklere eğitim veren yüze yakın kadın profesörün varlığını saptıyor. Ayrıca, Fatma Bint-i Abbas’ın şeyhi olduğu bir tekkede erkekler tarafından kötü muameleye maruz kalan kadınların barındırıldığını buluyor.
DERLEME 7.BÖLÜM
YORUM GÖNDER