ÖNDERLİK GERÇEĞİ-9.BÖLÜM
… Önderlik gerçeği ve peygamberlik kültürü arasında kurmaya çalışıyorum. Önderliğinde bu yönde bazı değerlendirmeleri var. (Alıntı biçiminde arkadaşlara okumak isterim.) “PKK’nin Urfa çıkışına gelmiş bulunuyoruz. PKK’nin temeli başkent Ankara’da atılmış gibi görünür. Halbuki çağdaş ulusalcılık ve sosyalizmden bol bol bahsedilir. Benzerleri gibi olmaya çalışılır. Nihayet kan da dökülür. PKK konusunda kapsamlı değerlendirmelerim olmuştur. Son değerlendirmeleri İmralı duruşmalarında yapmaya çalıştım. Tekrarlamamın fazla anlamı yoktur, ama ilgimi çeken boyutu olan Urfa’nın tarihsel ve somut gerçekliği ile ne tür bir ilişkisi vardır biçiminde bir soruyu, kendime sıkça sormaktan geri duramıyorum. PKK’nin kurucusu olarak Urfa’nın en uç noktasında kuzeyinde, Fırat’a yakın Ömerli Köyünden olmak nasıl bir etkiye yol açmış olabilir? Geçerli olan köy kültürü mü Urfa kültürü mü yoksa daha evrensel olan değerler midir? İddia edildiği gibi PKK çağdaş bir hareket olmayı başardı mı? Geriye dönüp baktığımda kendi pratiğime esas damgasını vuran gerçekliğin, peygamberliğin yenilenmiş, güncelleşmiş biçimi olduğu daha ağırlık kazanıyor. PKK’nin 20. yüzyılla fazla ilgisi yoktur. Şeklen sözcük düzeyinde laf olsun diye yüzyılla ilişki kurulmuş gibi olmaktadır. Kişi olarak 20. yüzyılın ruhuna, kişiliğine, tabi eğer böyle bir şey varsa hiç ulaşmadığımı, anlayıp özümsemediğimi söylemeliyim.
Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni, Avrupa’yı, Sovyetler Birliğini o dönem için anlamlandıracak bir konumdan haylice uzak bulunmaktadır. Uygar gibi gözükülmektedir. Elbiseleri biraz giyilmiştir, ama ruhundan, bilincinden habersiz ve uzak olunduğu açıktır. Daha da ilginci aşılan feodal dünyayı anlamış, özümsemiş olmaktan uzağım. O kültüründe hiçbir özelliği anlam bulmuş değildir. Kurulan yeni dünya ile özde hiçbir ilişki gelişmiyor. Aşılan feodal çağdan da hiçbir şey anlamış değilim. Yani ne feodalizmden ne kapitalizmden hiçbir şey anlamış değilim. Tek başına kalmış bir çocuktum. İşin garip tarafı aile, köy ve okul içinde durum aynıydı. Öğrenilen ana, baba isimleri, kardeş, kadın, erkek, öğretmen, akraba kavramları daha çok sözcük düzeyinde tekrarlanıyordu. Şu ortaya çıkıyor: Bu dünyadan galiba hiçbir şey anlamayacağım. Öğretmek istediklerini anlama yeteneğini pek göstermeyeceğim. Fakat görünürde benzerleri gibi olmaya çalışacağım. En iyi neyse ona saygı duyuluyor, ama yine özden yoksunluk esastır. (Yani onların özüyle buluşma olmuyor.) PKK’de benzerleri gibi kurulsun, iş yapsın diye gereken çabayla kuruluyor, geliştiriliyor.
PKK, Urfa somutunda belki de derinliğine bilincinde ve farkında olmadan bunu denemeye kalmıştır. (Yani kutsallıkla buluşma) Niyetinin özgürlük ve aydınlıktan yana olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir. İlk eylemliliğinin cumhuriyet kurumlarına değil, feodal gericilik odaklarına karşı yapılması bunu doğrulamaktadır. Bu yönüyle PKK’nin çağdaş bir İbrahimi Hareketi olduğu söylenebilir mi? Niyet olarak çarpıcı benzerlikler göstermiştir. Lanetli ortamı ve Nemrutçulara doğru yönelmesi sadece ulusalcılık ve demokratlık adına değil, insanlık içinde ilerici bir adımdır.
Bu noktada PKK Hareketini vurguluyoruz, ama esasta yine de peygamberlik gerçeği üzerinde biraz daha durup, peygamberliği daha yakından tanıyacaktık. Peygamberlik dönemin devletleşen yönetici kurumları olarak Nemrutlara karşı direnen klanların ve kabilelerin liderlikleri oluyor. Onların Önderliklerini ifade ediyor. Daha çok kent kökenli oluyorlar, kent içerisinde daha çok orta sınıfı temsil ediyorlar veya onların içinden çıkıyorlar. Kırsal alanla bağlantıları var. Onun komünal değerlerini esas alıyorlar, onlara dayanıyorlar, kırlarla bağları da var. Dolayısıyla tavır aldıkları şey esas olarak lanetin gerçekliği, onun cisimleşmesi olarak adlandırdığımız devletçi toplumdur; onun kölelik sistemidir. Tavır alış ona karşıdır. Onun emek değerlerini gasp etmesine karşıdır, hırsızlığa karşıdır, baskı ve sömürüye karşıdır. Bu yönüyle, bunlara karşı tavır alırken eskinin değerlerine dönüş biçiminde istemlerde var. Onlarla buluşmada var. Bu yönüyle çok derinlikli, çok kapsamlı bir özgürlükçü karakterleri olmasa bile kısmi bir özgürlükçü yanları var. Önemli olan bunların esasta sınıflaşmaya karşı tepki duymalarıdır. Peygamberlikler sınıflaşmaya karşı tepki hareketi olarak doğuyor. Devletleşme ve köleleşme aynı zamanda sınıflaşmadır. Sınıfların oluşması iki temel sınıf olarak üst toplum olarak devletin, alt toplum olarak köleliğin oluşmasıdır. Bununla peygamberler toplumun bu tarzda bölünmesine ve dolayısıyla sınıflara ayrılmasına, sınıflaşmaya karşı tavır alarak ortaya çıkıyorlar. Sınıfsız, ayrışmamış kabile topluluklarının, kılan topluluklarının temsilcilikleri oluyorlar. Önderlik bunları açıyor. Burada niyet esas itibari ile şu veya bu biçimde çözümlemek değil tabi eskinin şeylerine dönüş şu anlamda olmuyor. Eskinin ana tanrıça kültünün, çok tanrılılığının yerini tek tanrılılığa bırakan bir düşünme süreci, bir zihniyet dönemi başlıyor. Tek tanrıya doğru ilerleme olumlu bir adım olarak değerlendiriliyor.
Önderlik bunu olumlu bir adım olarak değerlendiriyor. Soyut tek tanrılı düşüncesinden giriş ve özelliklede insandan tanrı olamayacağı düşüncesinin ortaya çıkışı, insanlık tarihinde çok büyük anlam ifade ediyor. Nemrut kendini tanrı ilan ediyor. Tanrı krallar dönemidir. Böylece İbrahim’in hareket olarak ortaya çıkış koşulları İ.Ö 1800’lü yıllara denk geliyor. Bu açıdan da tek tanrılı din sisteminin temellerini atan peygamber olma özelliğini ifade ediyor. İbrahim bir gelenek başlatıyor ve o gelenek üzerinden Urfa’da bir birini takip eden peygamberler doğuyor. Urfalı olan tek peygamber İbrahim değildir. İbrahim’in yanı sıra başka peygamberlerde vardır. Urfa zemininde, Urfa bir peygamberler kenti olarak adlandırılıyor ve bu açıdan da Ortadoğu çapında kutsal olan üç temel kentten ilki oluyor. Peygamberlik hareketinin esas çıkış noktası Urfa’dır, Kudüs değildir. İkincisi Kudüs’tür, üçüncüsü Mekke’dir. Bu açıdan da bu direniş kültürünün gelişkinliğine ve yaygınlığına denk düşüyor. Aynı anlama gelmek üzere neolitik değerlere bağlılığı ifade ediyor. Urfa yayılmalarda bir sınır oluyor. Mesela güneyden yola çıkan akımların kapsama almak istedikleri son alandır. Doğudan ve batıdan gelen şeyler için yine öyledir. Bir tür çatışma zeminidir. Karşılıklı gelişen ve yükselen uygarlıkların birbirine egemen olmak için mücadelede kazanmak istedikleri, ele geçirmek istedikleri yegane noktalardan biridir. Esas itibari ile bir kolonidir. Koloni olarak onu kuran muhtemelen Asurlular oluyor. Ur kelimesinin anlamı tepe demektir. Önderliğin deyişiyle tepelik yerleşik yeri, tepe üzerine kurulmuş yer anlamına geliyor. Urfa bütün ur kelimesi geçen şehirler içerisinde bu güne kadar varlığını devam ettiren yegane şehir oluyor.
Mesela Uruk ve Ur vb. şeyler yoktur veya kalıntı olarak var. Urfa, Ur olarak adını sürdüren yegane şehir olma özelliğini taşıyor. Bu değişik yönlerden gelen akımlarla birlikte, bu akımların çoğunlukla burada kesişmeleri ve karşılaşmaları Urfa’yı bir mozaik durumuna getiriyor. Urfa bir kültürler mozaiğidir. Nüfusuna baktığınız zaman çok değişik dinsel ve etnik toplulukları görebilirsiniz. Ağırlıklı olarak etnik topluluklar, Araplar, Ermeniler, Asurlular, Kürtler, Türkler ve başka topluluklara rastlayabilmeniz normaldir. Kutsal kent olarak Urfa uzun süre Hıristiyanların Haçlı Seferleri sırasında egemen olmak istenen yerlerden biridir. Bir dönem Hıristiyanlar orada bir beylik kuruyorlar. Bunların yanında Urfa’nın bir başka özelliği daha var. Dünya da belli tarihsel dönemlerde bilim kentleri, kültür kentleri var. Urfa dünyanın kültür merkezidir. M.S 3. yüzyıllarda dünyanın kültür merkezi olan bir yer olma özelliğini taşır. Örneğin Rönesans’ın gelişiminde Haçlı Seferlerinin büyük etkisi var. Haçlılar, Ortadoğu’yu ele geçirmek istiyorlar. Belki Ortadoğu’yu ele geçiremiyorlar, ama bir şeyi ele geçiriyorlar. Bir şeyi keşfediyorlar. Eski Yunan klasiklerini keşfediyorlar. Yunan felsefesini, onun düşünce sistemini, eski filozları keşfediyorlar. Bu tarzda onlarla Avrupa’ya gidiyorlar. Ortadoğu, Yunan düşüncesini çok çok önceden tanıyor. M.Ö 3. yüzyılda Nesturi rahipler var, yani Masturiler. Masturiler Keldanilerden geliyorlar. Rahipler bütün Yunan klasiklerini aramiceye çeviriyorlar. Oradan Arapçaya çevriliyor ve tüm bölge çapında belli kesimler okuyabiliyor. Aristo, Eflatun, Sokrat bilmiyor ve diğer bütün Yunan felsefesi ve düşünce sistemi Ortadoğu’da yayılıyor ve bu yayılma Ortadoğu’da düşüncede büyük bir atılım yapmayı beraberinde getirebiliyor. Bunun merkezi de Urfa, eserler orada çevriliyor. Esas itibarı ile orası bir kültür merkezi bir düşünce, bilim merkezi olarak işlev görüyor.
Böyle kökler var yani Önderliklerin dayandığı kökler var. Bir şey vardır gen gibidir değerli bir kuşakta kendini ortaya koyar. Bazen de değerli bir kişilikte kendisini ortaya koyar. Bunlar tarihsel kişiliğin şekillenmesinin arka planını ortaya koyar. O açıdan Önderliğin de böyle dayandığı tarihsel bir zemin var. Önderlikteki derinlik, yoğunluk, kapsamlılık, çeşitlilik, büyüklük gerçekten de kaynağını buradan alıyor. Mesela bu kültür mozaiğinin çok etkisi var. Mesela bir Halfeti’yi değerlendirin, Halfeti’nin kendi özelikleri de öyledir. Bir kültür mozaiğini ifade eder. Araplar, Haramiler, Süryaniler de var, hatta Amara adının Aramilerden kaynaklanan bir şey olduğu söylenebilinir. Önderlik diyordu ki: Ömerli köyünün kendisinde de var böyle harabeler.” Mesela kilise harabeleri var. Yani orası da eski bir yerleşim yeri ve daha çok Hıristiyanlığın etkin olduğu bir yerdir. İbrahim’in hareket merkezidir ve aynı zamanda Hıristiyanlığın da merkezidir. O zamanlar efsane biçiminde de anlatılır. Urfa’da bir Arami krallığı va,r adı Abgar devleti olarak biliniyor. Fakat Abgar esasta krallarının adıdır. Nemrut krallığı gibi Nemrut nasıl kral adıysa, Abgar da kral adıdır. İsa düşüncesini Kudüs’te yayarken Abgar krallığı kendisini Urfa’ya davet eder. Abgar kralı yazışır mektup gönderir ve İsa’da yazar. Yani İsa’nın da krala gönderdiği bir mektup var. Davetini muhtemelen kabul eder ama daha sonra yakalanır ve çarmıha gerilir. Daha sonra Hıristiyanlık müthiş bir gelişme gösterir ve Urfa Hıristiyanlığın bir merkezi haline gelir. Bu yeni bir zihniyeti ifade ediyor. O zihniyeti ilk kabul eden yerlerden bir oluyor Urfa. Bu ilk kabullenişi neye bağlamak gerekiyor genelde onun kültürüne, tarihsel gelişimine çelişkilerin derinliğine bağlamak gerekiyor. Urfa öyle bir yer ki bir yandan etkisini derin sürdüren bir kutsallık kültürü var, ama bir taraftan da özünden önemli ölçüde boşalmış bir kültür ve yaşayış biçimi var.
Önderlik savunmalarında dile getiriyor ve diyor ki: “Belki de ilk müdahale edilmesi gereken bir kültürdür.” Bu özünden uzaklaşmış, kendine yabancılaşmış, gericileşmiş o dinsel kültürdür. Öyle bir kültür ki gerçekten de en çirkin bir erkek egemen zihniyeti durumuna gelmiş. Örneğin linç kültürü yine kadına yönelik katliamlar ve bunun gibi binlercesi. Ama bir erkeği diyelim ki kadına yöneltilen yaklaşımına karşı özellikle kadına karşı böyle ama erkek ne yaparsa erkektir, hakkıdır. Bu biçimdeki anlayışlar bu zeminde vardır. Bir yanıyla eskinin kutsallık kültürünün etkisinden söz edilse de bu kutsallığının önemli ölçüde zıddına dönüşmesi ve içinin boşaltılarak kabuğunun kalması söz konusu ki, mücadele edilmesi gerekiyor. Ama gerçek anlamda lanetin kültürü var. Eskiden kölelik dönemlerinin Nemrutların daha sonraki feodal dönemin mirleri, beyleri, emirleri olmuşlar. Günümüzde bunlar yarı feodal, yarı burjuva özelikleri taşıyan kapitalistler durumuna geliyorlar. O açıdan da lanet en kötü biçimde de kendisini Urfa da Urfa’nın merkezinde hükmünü icra ediyor. Buna karşı ciddi bir mücadelenin geliştirilmesi gerekiyor.
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER