SÖZ VE ANLAM ÜZERİNE(2.BÖLÜM)
Doğru ve iyi düşünmek sözü bilmek, hatırlamak ve büyütmektir...
Ocak etrafında oluşan toplumsallık için kutsal olur. Ocak ev ve aile yada ilgili toplumsallıkla özdeşleşir. Ocakta ateşin hiç sönmemesine dikkat edilir. Ocağı tüten yer canlıdır, yaşamı yansıtır. Ocaktaki ateş gür ise orada yaşamın gür olduğuna inanılır. Dumanı tüten baca orada yaşamın, yaşayan insanların olduğunu gösterir. Ateş ve ısı yaşamın göstergesidir. Yaşayan beden sıcaktır. Soğuyan beden cesede dönüşür. Vücut ateşi düşen bir insan hayatını kaybetmeye başlar, ölüm soğuğuna doğru yol almaya başlar. Yaşamın kaynağı ve göstergesi demek ki ateş ve ısı olmaktadır.
Mabetlerde yakılan ateş kutsalın sembolüdür. Orası ilahi bir ocaktır. Atarlar dini ocaklardır, Zerdüşt mabetleri olan ateşgahlardır. Kutsala, Söze, tanrıya bağlılığın ifadesi olarak ateş sürekli olarak yanık tutulur. Ocaktaki ateş sürekli beslenir, sönmesine izin verilmez. Ateşi beslemekten sorumlu din görevlileri vardır. Ateş tanrı sözüdür, tanrı sözünün insanları ısıtması ve aydınlatmasıdır. Ateşten mahrum kalmak, tanrıdan, tanrı sözünden mahrum kalmak anlamına gelmektedir. Ateşin yokluğu sözün yokluğudur.
Bugün bile en büyük beddua ve lanetler ateş ve ocakla ilgili olarak söylenmektedir. ‘ocağın sönsün’, ‘ocağın batsın’ denir. Bununla, ‘evin yıkılsın, viran olsun’ ‘toplumsallığın, ailen dağılsın, yaşam ateşin sönsün’ demek istenmektedir. Yada ‘ocağına incir ağacı dikilsin’ denir. İncir ağacının kökleri güçlüdür. Kök saldığı yeri harabeye çevirir. Ocağa incir dikilmesi, o ocağın yıkılıp dağılması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla o ocağın etrafında bir araya gelen ailenin, toplumsallığın dağılması, yok olması lanetinde bulunulmuş olmaktadır.
Ocak sahibi aileler, sülaleler vardır. Bunlar genellikle Hz. Muhammedin soyuna dayanırlar. Seyit, pir aileleridirler. İslam’a göre Hz Muhammed, Allah ve kurandan sonra gelen en büyük kutsaldır. Onun soyundan gelenlerin de bu kutsallığı taşıdığına inanılır. Kan bağına dayansa ve çarpıtılmış olsa da bir geleneği ifade etmesi açısından anlamlı ve dikkat çekicidir.
Medlerde Mag-Magiler din görevlileri oldukları kadar aynı zamanda toplumun entelektüel, aydın kesimini de oluşturan öncüleri konumundadırlar. Kürt halkının beynini, zihnini temsil etmektedirler. SOZ’ün taşıyıcıları ve üreticileridirler. Zedeştin, Avesta’nın sözünü, aydınlık bilincini topluma taşırlar. Ellerindeki meşalelerle topluma öncülük ederler, yol gösterirler. Geçmişin kökleri ile geleceği birleştiren temel halka konumundadırlar. Maglar olmadan o toplumun ayakta kalması, yolunu bulması mümkün değildir. Magilersiz toplumun yolunu, önünü göremeyeceği, yoldan çıkacağı kaçınılmazdır. Beyin olmadan bedenin doğru yolda yürümemesi, gidememesi gibi.
Bu nedenle olacak Persler iktidarı Medlerden aldıktan sonra en başta magilere yönelmişlerdir. Medleri kendi denetimlerine almak ve köleleştirmek için onları kendi içinde asimile etmek için beyinleri durumundaki magilere saldırmışlardır. Magileri katledip ortadan kaldırmayana kadar Persler iktidarlarını güvencede görmemişlerdir. Magiler de hayatta oldukları sürece Pers egemenliğini kabul etmemiş, Medleri uyanık tutmaya ve örgütlemeye çalışmışlardır. Magilerin öncülüğünde büyük bir ayaklanma başlatan Medler bir çıkış yapmak istemişlerse de başarılı olamamışlardır. Daryüs komutasındaki Persler tarafından yenilgiye uğratılmışlardır. Persler Medlere büyük bir katliam dayatmışlardır. Özellikle de magileri yok etmeyi hedeflemişlerdir. Magilerin çoğu katledilirken, geriye kalanlar da ülkelerini terk etmek zorunda bırakılmışlardır.
Magiler kutsal sözün taşıyıcı ve temsilcileri olarak Med toplumunun tüten ocağı, yanan ateşiydiler. Ne zaman ki bu ocak dağıtıldı, yani Magiler imha edilip tasfiye edildi, o zaman Medler de Pers egemenliğine kesin olarak alındılar. Beyin, zihin ortadan kaldırılınca bedeni kontrol etmek kolay olmuştur.
Yapılan araştırmalara göre mag-magi-megi sözünün Hurice aslının “méjunas, méjinas” olduğudur. Kısaca buna ‘méji’ de diyebiliriz. “Méji” beyin demektir.’ Méjinas’ da beyni bilen, beyni tanıyan anlamına gelmektedir. Yani bilinçli, aydın, bilgili-bilge insanlar için kullanılır. Megilerin Medler için tam da böyle bir misyona sahip olduğunu, böyle bir anlama geldiğini belirtmiştik. Peki méjinas yada kısaca méji sözü nasıl megi oldu?
Méji Araplarda meci’ye dönüştürülmüştür. Arapçada “j” harfi olmadığı için “j” yerine “c” kullanılmıştır. Böylece “méji” “meci” olmuştur. Mecusi kavramı da buradan türetilmiştir. Mecusi kavramını Araplar ateşe tapanlar, ateşperestler için, o anlama gelmek üzere kullanılmıştır. Ateşin kutsal olduğu yerde ateşperestlik, kutsala inanan ve kutsala tapmak dinin gereğidir. Söz ateş ise ateşe tapmak, söze inanmak, söze tapmak demektir. “Méji-nasi”, “méji-si” nden dönüşerek Mecusi olur ve kelime olarak, beyine bağlı olanlar, söze bağlı olanlar anlamından türetilmiştir.
“Meci” Araplar tarafından kullanılan bir tabirken Avrupalılar bunu Araplardan “megi” olarak çevirmişlerdir. Latincede “c” sesi, “g” olarak yazılır. Dolasıyla kelime bir sefer daha dönüşüme uğrayarak megi olmuştur. Biz de son haliyle Avrupalılardan aldığımız için megi olarak kullanmaktayız. Oysa Kürtçe (Hurice) orijinal hali olan “Méji” veya “Méji-nas”ın ne kadar anlamlı olduğu ortadadır.
Bir kelimenin, bir kavramın etimolojik kökeninin onun anlamını en doğru ve en açık bir biçimde verdiği bu örnekte de rahatlıkla görülebilmektedir. Orijinal kökü o kelimenin anlamına direkt işaret etmektedir. Bir çok kelime zaman içinde o kök anlamından uzaklaşabilmekte veya anlam kaybına uğramaktadır. Ya da diller arası geçişlerle birlikte kök anlamından bu örnekte olduğu gibi tümden kopmakta bir harf yığınına dönüşebilmektedir.
Méjiler kutsal sözün taşıyıcı ve temsilcileri olarak Med toplumunun tüten ocağı, yanan ateşiydiler. Ne zaman ki bu ocak dağıtıldı, yani Méjiler imha edilip tasfiye edildi, Medler de Pers egemenliğine alındı. Beyin, zihin ortadan kaldırılınca bedeni kontrol etmek kolay olmuştur.
Méjiler sözün taşıyıcıları olarak toplum tarafından kutsallık düzeyinde saygı ve değer görmüşlerdir. Zaten Zerdeşt de méjilerin içinden çıkmış bir peygamberdir.
Zerdeşt söze anlam vermek için on yıl boyunca dağın doruğunda inzivaya çekilmiştir. O seçilmiş kişidir. SÖZ’ün taşıyıcısı ve temsilcisi olacaktır. Zerdeşt kutsal sözü beynine ve yüreğine nakış nakış işler. SÖZÜ BİLMEK ve ANLAMAK ister. Söz ile BİR’leşir, sözün kendisi olur.
Zerdeşt Ahura Mazda’ya “Söyle bana sen kimsin?” diye sorar. Tanrısını, sözünü bilmek ister. Çünkü o sözü, tanrısını bildiği kadar insana, topluma götürecektir. Sözü iyi bilecek ki, onu doğru ve yeterli aktarabilsin.
Zerdeşt, tanrısını bile sorgulayabilecek kadar aydınlık bir zihne sahiptir. Özgür iradenin sembolü olur. İnsanları iyi, ahlaklı ve özgür iradeli kılmak ister. Egemenlerin tanrılarından korkmamalarını kendi iradelerine güvenmelerini sağlar.
Tüm egemenler ve onların yalancı tanrıları insanı hiçleştirir ve kendi dışkılarıyla eş tutarlar. İradesiz, kendine güvensiz kılarlar. Yüreklerine korku tohumları ekerler. Başını kaldıramaz, gözünü açamaz hale getirirler. İnsanı kendilerine kul, köle yaparlar.
Zerdeşt tüm bu zalim tanrılara meydan okur. İnsanları Ahura Mazda’nın ışığıyla aydınlatır. İnsanları ahlaklı ve özgür iradeli kılmaya çalışır. Zalim ve yalancı tanrılara boyun eğmemeye, bunlara başkaldırmaya çağırır. Her söyleneni, her yazılanı gözü kapalı kabul etmemeleri konusunda uyarır. Hürmüz’ün kutsal sözüne dayanarak, kendi iradeleriyle sorgulamalarını ister. İnsanlar, söze ne kadar doğru anlam verirlerse bu güç ve iradeyi o kadar çok gösterebileceklerdir.
Zerdeşt, evrende ve insanda, yaşamın her yerinde iyi ve kötünün, doğru ve yalanın, aydınlık ve karanlığın var olduğunu ve birbiriyle savaş halinde bulunduğunu söyler. Doğru söz ile yalan sözün, aydınlık tanrı ile karanlık tarının, Ahura Mazda ve Ehrimen şahsında birbiriyle sürekli bir savaş ve mücadele içinde olduğunu söyler. İyi, doğru ve aydınlık olan Hürmüz’ün safında yer almanın ahlaklı ve özgür iradeli olmanın koşulu olduğunu söyler.
Bu kavganın en çetini İnsanın kendisine karşı verdiği kavgadır. Kutsal söze yalan bulaşmış, aydınlık yanımıza karanlık karışmıştır. Ahlakımız nefsimiz tarafından kuşatılmıştır. Kanatlanan özgür irademiz bedeni zaaflarımız tarafından aşağı çekilmektedir. Ahura Mazda’nın aydınlık tarafında yer almak için ve ahlaklı, temiz bir insan olmak için kendimizle, kendimizdeki kirli ve karanlık yanlarımızla güçlü ve sürekli bir mücadele vermemiz gerekmektedir.
Zerdeşt tanrısına “sen kimsin?” diye sorarken aynı zamanda “ben kimim?” diye kendini sorgulamaktadır. Kendini tanımak, bilmek istemektedir. Kendindeki iyi, doğru, güzel ve aydınlık yanlarla ile kötü, çirkin, yalan ve karanlık yanlarını keşfetmek istemiştir. Zerdeşt kendisini tanımak ve keşfetmekle sınırlı kalmamış, Hürmüz’e layık olmak için Ehrimen’e karşı büyük bir savaş vermiştir. Kendini Ahura Mazda’nın ateşinde pişirmiş, arındırmış, kirli ve karanlık yanlarını yakıp kül etmiştir. Karanlığı aydınlığa boğmuş, onu ortadan kaldırmıştır.
Zerdeşt “Kendini BİL”en bir peygamberdir. Peygamber-peyamber, mesaj getiren, mesajcı demektir. Kutsal sözü onun mesajını getirmiştir. Zerdeşt kendini BİL’dikçe Hürmüz’ü de, Ehrimen’i de bilmiştir. Evreni insanda, insanı kendinde çözmüştür. İnsan evren olmuş, söz olmuştur. Hürmüz de, Ehrimen de insandadır. ‘ne ararsan kendinde ara’ deyişi gibi. İnsan baştan sona zihindir, sözdür. Zerdeşt bunu iyi bilmiş, iyi okumuş ve dile getirmiştir. Sözü kendinde bilmiş, kendinde çözmüştür.
Zerdeşt söze büyük hürmet göstermiştir. ‘doğru düşün, güzel söyle, iyi yap’ demiştir. Yada ‘ iyi düşün, iyi söyle, iyi yap’ demiştir. Fikir, zikir ve eylem birlikteliğini, tutarlı olmayı özlü bir şekilde böyle ifade etmiştir. Fikri, zikri, pratiği bir olanlar temiz ve aydınlık içinde olanlar olarak Ahura Mazda tarafındadır.
Doğru ve iyi düşünmek sözü bilmek, hatırlamak ve büyütmektir. Söz ateşine bir odun da senin atmandır. Ateşe attığın her bir odun seni daha fazla aydınlatacaktır. Sözün doğrultusunda yürümeni, haraket etmeni sağlayacaktır. Ahura Mazda safında yer aldığını hatırlatacaktır. Seni karanlığa karşı uyanık ve bilinçli tutacaktır. Ehrimen’in sana yanlış bir adım attırmasına engel olacaktır. İyi düşünmek söz üzerine yoğunlaşmaktır. Sözün ateşinde yanmak, bilincini, zihnini açık tutmaktır.
İyi konuşmak ve güzel söylemek de söze saygı kadar, onu doğru ifade etmektir. Söz açık, sade ve anlaşılır bir dille ifade edilir. Çekici ve bir nehir gibi akıcı olur. Düşüncenin, sözün aydınlığını, duruluğunu yansıtır. Kalbe ve beyne hitap eder. Etkileyicidir. Söz ağızdan güzel ve doğru bir şekilde çıktı mı, kalpleri ve beyinleri fetheder, aydınlatır.
Bir de söz sende olduğu sürece senin kontrolün altındadır. Ama dişlerinin arasından çıktı mı sen onun kontrolü altına girersin. Ehrimen’in söyleteceği söz zehir gibidir. Kılıçtan keskin, kurşundan daha öldürücüdür. Değdiği yeri parçalar, dağıtır. Hangi kalbe ulaşırsa o kalbi kırar, zehirler. Kırılan bir kalp kolay kolay onarılamaz. Onarılsa da eski haline gelemez. Düşünmeden konuşmak, Ehrimen’in denetimine girmek demektir.
Sözü iyi düşünmek ve güzel dile getirmek kadar, ona uygun hareket etmek de olmazsa olmazdır. Yaşam tarzı ve pratik de sözün ölçülerine göre olmalıdır. Sözü başka, pratiği başka olmak kabul edilemez. Buna dinde münafıklık, devrimci literatürde oportünizm denir.
Tekrar ateş ve ocak konusuna dönecek olursak, bizde bunun karşılığı PKK Ocağıdır. PKK Ocağı da kutsaldır. PKK Ocağı, Önderlik sözünün ateşten anlamına varıldığı yerdir. Bu ateşte arınılır, bu ateşte pişilir. Bu ateşte ısınılır, bu ateşte aydınlanılır. Sözün derinliklerine bu Ocak’ta dalınılır, sözün bilincine burada varılır. Sözle yeniden buluşma, söz ile BİRleşmeye burada varılır. Burada yeniden sözleşilir, toplumsal sözleşmeye bağlılık andı edilir.
ORHAN KENDAL
YORUM GÖNDER