APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (9.BÖLÜM)
ZAFER KİŞİLİĞİNİN AMANSIZ TAKİPÇİSİYİZ: İliklerine kadar düşmanın sürüklediği, kendine göre her türlü şekle soktuğu yaşanılamaz, kabul edilemez toplumsal, ulusal veya ondan uzaklaşmış özellikler toplamını ifade eden kişiliklerinizi doğru yola koymak devrimci bir tavırdır. O halde bizim çabalarımızla bu öz ve ona dayalı şekillenmenizin kolay yıkılacağı anlaşılıyor. Fakat verilen sözler ve alınan kararların gereklerine ulaşma çok zayıf kalıyor. Biz ağzınızı açtık, sizleri az çok hareketlendirecek bir ortama çektik, fakat en kötüsü de bunu doğru kullanmayışınızdır. Tabii ki işin amansızlığını, iğne ucu kadar bir açıklık bırakmadan yürüme üslubunu esas almadıkça, böylesine hareketli bir ortam da en sorumsuz davranışlara, başı boşluğa giden bir sonucu doğurur. Bu da eski dönemden daha kötü bir karmaşa dönemini ortaya çıkarır. Bunun tehlikeleri de az değildir. Bizde iç eğitim ve vicdana karşı sorumluluk zayıf. Günümüzde çok kapsamlı bir biçimde geliştirilen emperyalist sömürgeci ayartma ve baştan çıkarma çok etkilidir. Özellikle insanın atomuna dek çözülmesi söz konusu. Tabii bizimkilerin durumu bundan daha beter. Sorun buradan kaynaklanıyor. Bir molekül bile olamayacak durumdasınız, nasıl yeni bir maddi şekil alacaksınız? Molekül olma kuvvetini bile oluşturamazsanız ulusal şekillenmeye, toplumsal yapılanmaya ne kadar katılabilirsiniz? Durumunuz biraz böyle, düşman sizi atomunuza dek parçalamış. Devrim sizi moleküle, molekülden yeni bir maddi toplumsal şekillenişe dönüştürmek istiyor. Devrim bunun adıdır. Burası bir laboratuar gibidir. Yeni oluşumlara imkan hazırlıyor. Çok reaksiyoner olmanız, yani bileşime girme yerine çok tepkisel olmanız gelişmeniz önünde engel teşkil ediyor. Bileşime girmeniz zayıf. Yeni sentezlere ulaşmayı bu tepkiselliğiniz yüzünden zorluyorsunuz. En tuhaf olanı da bu kişilikte ısrar etmenizdir. Yani herhangi olumlu bir bileşime giremiyorsunuz. Bu durumun mutlaka aşılması gerekiyor. Bunun için de her türlü çabanın sergilenmesi bir zorunluluktur. Bu böyle değerlendirileceğine tepkisellik sergileniyor. Bu da bozgunculuk, örgütlenmeme, bileşime girmeme anlamına geliyor. Düşmanın sert yönelimi ile yıllardan beri toplumu parçalayışı sizleri bu duruma getiriyor. Derdiniz büyük, fakat üzerinde düşünmeye bile üşeniyorsunuz. İlkel toplumlar, tanrılar icat ederlerdi, onlardan medet umarlardı, bağırıp çağırıp kıyameti koparırlardı, sesi nereye ulaştıysa. Yarattığınız durum biraz böyle. Ya tanrılaştırır ya bağırır ya da birilerini imdada çağırırsınız. Bu, açıkça bir ilkelliği ifade ediyor. Hatalar yığını halinde kalmak, beceriksiz kalmak kolaydır. Yaşadığınız gerçeğin derin anlamı da budur. Eskiden "ne sap çıkar, ne saman" derlerdi. Çoğunuzun yaşadığı gerçek bu. Dert büyük, fakat çoğu anlamak bile istemiyor. Çocukluk, ağlamak sızlamak dururken olgunluk rolüne ne gerek var! Bu alıştırılmış bir durumdur. Ölmekten başka elinizden ne gelir. Ben kendimden başlayarak en sağlıksız bir öğeden yararlı bir öğe nasıl yapılır sorusuna cevap vermek istedim. Bununla belli bir yararlılık arz edebileceğimiz ortaya çıkmıştır. Düşmanın müthiş dayatmalarına rağmen yararlı olabileceğimiz anlaşılmıştır. Herkes kendini yararlı kılmakla mükelleftir. Yıllarca uğraşacaksınız ve mutlaka kendinizi yararlı bir öğe haline getireceksiniz. Bunu bilmeniz gerekir. Bu sizin vicdan borcunuz, insanlık borcunuz, vatan borcunuzdur. Bunun dışındakiler sahte yaşam biçimleridir. Hiç kimsenin bile kabul etmeyeceği bir sömürgecilik durumunu yaşıyoruz. Biz hariç tarihte, günümüzde bu kadar baskı ve sömürü düzeni altında olan insanlar görülmemiştir. Yiğitlik bu işin içinden çıkabilmektir; yoksa ağlayıp sızlayıp, daha da bozulup bozmak değildir. PKK adına eline ucuzca yetki, silah alıp işi soytarılığa kadar götürenler var. Adam oluşumumuzun hiç farkında bile değil. Bin bir emekle, çabayla, sabırla onur adına, insanlık adına bir değere ulaşmışız. Fakat bu tiplerin belası düşmanın belasından daha az tehlikeli değildir. Düşmanın yarattığı belayı ben anlayışla karşılarım, ama bizim adımıza oluşan bu belalara ne diyeyim! Bunlar daha lanetli, iğrenç ve utanmazdırlar. Bu yapıyı, bu insanları bir türlü kendi kaderi üzerinde derin düşünmeye ve akıllı olmaya, kendini kurtarabilecek çaba sahibi kılmaya yetemiyoruz veya bu çabalarımız kendilerinden kaynaklanan nedenlerle etkisizleştiriliyor. Sonuçta daha da dağılıp toz duman oluyorlar. Bunu önlemeye çalışıyoruz. Kendini yerden yere atmakla, sigara tüttürmekle bunun altından çıkılmaz. Gerekirse bir alim gibi düşüneceksin, bir mümin gibi kendini adayacaksın, en zor emek sürecini yaşayanlar kadar çaba sahibi olacaksın. Bu durumdan kurtulmanın başka çaresi yok. Gerçek bu olduğu halde ısrarla bundan kaçmaya çalışıyorlar. Bu yöntemlerle hiçbir yere varılamaz. Sizleri böyle çözümlemeye çalışıyoruz. Kendimi bile bu konuda çözümlemeye çalışıyorum. Anlık halledilmesi gereken bu çözümleri zamana yayarsak bu da bir hata olur. Ve bizim çabalarımız boşa gidebilir. Bu dönemde bu endişenin rolü büyüktür ve bir şeylerin çözümlenmesi gerekiyor. Bu sizin için de geçerlidir. Bu gücü göstermelisiniz. Acaba içinizde bu gücü gösterebilecek yiğit kaç kişi var? Sizin kadar savaşa hevesli olsaydım, şimdi her yeri alt üst etmiş olurdum. Savaşçılık en yaman sanattır. Siz en basit sanatın değerini bile bilemezken savaş sanatını ne kadar bileceksiniz, uygulayacaksınız? Bırakın başkalarına yaptırmayı, kendinizi bu sanatın gereklerine göre ne kadar işlemiş ve yenilir, yutulur bir lokma haline getirmişsiniz? Bizim toplum dilencilik durumuna alıştırılmış. Devlete karşı dilenci gibidir, ağaya karşı dilenci gibidir, şimdi de partiye karşı dilenci gibi durmaya çalışıyor ve bu parti içinde de var. Tabii ki bu yaklaşım yanlıştır. Dilencilik, çaresizlerin benimsediği bir meslektir. Gençsiniz, bunları belki dilenci olmayacağınıza dair kendinize verilmiş sözleriniz olabilir diye söylüyorum. Belki şerefli, onurlu olmakta iddianızı sürdürebilirsiniz. Unutmayın ki, benim en büyük savaşçılığım bu dilenciler grubundan kurtulmaktır, başkalarına yalvarıp yakarmamaktır. Bizim toplumumuz bu konuda çok acınası bir durumdadır. Herkesten, her şeyden nefret ettim, attım, uzaklaştım. Böyle yalvarıp yakarmak kişinin kendisine karşı saygısızlığıdır. O açıdan da kesinlikle kimseden bir şey istemiyorum. Birilerinden bir şey isteyebilmek için kişinin güçlü olması, karşılığında verecek bir şeylerinin olması gerekir. Fakat o güçte, o zenginlikte bir kişilik yok. Bütün bunlar yakıcı sorunlardır, fakat kavrayışta bunu yakalama durumu bir hayli eksik, anlayışına bile ulaşamıyorsunuz. Yeniden yapılandırılmanız bütün çabalarıma rağmen yetersiz kalıyor. Bazıları senin başına her şeyi getirdiğinde, senin yapacağın hiç olmazsa başına geleni derin düşünüp anlamaktır. Ve mümkünse buna karşı koyabilmek, yapabilecek bir şey varsa elini kolunu sallayarak "bu kadar da olmaz" deyip bir şeyler yapabilmektir. Bu tavrı da gösteremiyorsunuz. Öfkeleriniz var, tepkileriniz var, neye karşı ve neden kaynaklandığını anlamaktan bile uzaksınız. Düşman sizi dar bir yere kapatmış, siz de kovanına çomak sokulmuş arılar gibi kaynıyorsunuz. Neden kendinizi görmüyorsunuz? Neden sağlıklı bir birlik düzenleyemiyorsunuz? Vietnamlılara bakın, bir zamanların Çinlilerine bakın, nasıl bir dönemde bir devrimi yapmak için nasıl kafa kafaya verdiler. Hiç birisinde bizim gibi kafa karışıklığı, anlamama durumu var mıydı? Bir araya gelemeyecek kadar parçalanmıştınız. Hiç olmazsa biz birlik, uyum, güvenlik imkanı verdik. Belki bu daha da birleştirilebilir, ama şu sonuca gitmek gerekir: Eğer oldum, oluştum, yapılandım deniliyorsa gidilen yerde eskiyi hortlatmak, düzene gelmemek, bileşime gelmemek, uyuma gelmemek, sağlam vuruş tarzına gelmemek affedilemez. Madem kararlaştırıldı, düzenlendi, o halde bununla oynama! Güçlen, yönel, yürü, yürüt. Aslında ordulaşma buydu. Ama en ileri düzeyde bunu yürütmek isteyenler başka şeylerle uğraşıyor, tersini uyguluyorlar. Tarihi örnekler verdiğimizde, bildiğiniz gibi kölelerde bile çok değerli önderler ortaya çıkıyor. Spartaküs'ten başlayalım, en son köle önderlere kadar, ne yaman yetişmişler. Siz bir kölenin kendini yetiştirme tarzından bile nasibinizi almıyorsunuz. Bir köle kendisini nasıl yetiştirir, nasıl önder yapar? Bu gücü gösterebilecek kaç kişi var? Ben, bütün çabamla; düzen ne derse desin, nasıl yüklenirse yüklensin, ne düşünürse düşünsün, ezilen insan adına, sınıf, ulus adına bir tutum takınmanın gerekli olduğuna inananlardanım. Tabii bu yalnız lafla, inatla olmaz. Ne mutlu o kişiye ki, hiç olmazsa bir savunma durumunu tutturabilmiş. Bir anlamda vuruşumuz da böyleydi. Tabii çok zorlu bir vuruştu. İşin ucunda düzen karşısında toz olup gitmek de vardı. Bu düzeni zorladığımızı basın yazıyor; bizim için "Büyük tehdit" diyorlar. Emperyalizmin ve tüm gerici güçlerin desteklemesine rağmen bizim yutulmamamızı bir de eleştiriyorlar, "Neden yutulmadınız" diyorlar ve öfkeleniyorlar. Bizim yaptığımız, basit bir insan savunuculuğu. Tabii sizler de buna hazırsınız, ama bunun için büyük çabanın gerekliliğini görmüyorsunuz. Basit nedenler, genel değerlendirmeler üzerinde çalışıyorsunuz. Biz kendimizi bir komutan gibi dayatıp, "emir demiri keser" misali sizi yontmak istemiyoruz. Fakat hiç olmazsa saygı duyulacak bir çaba olarak incelemeyi bilin, ders çıkarın. Madem "ilgiliyiz" diyorsunuz, hiç olmazsa inceleme düzeyinde karşılık verin. Galiba bizi fazla anlamıyor ve incelemiyorsunuz. İnceleme kabiliyetinizin fazla gelişmeyişi kötü bir durumdur. Ben, içinizde bırakalım beni takip edecek bir kişi, emir komutaya gelecek tek bir kişi bile göremiyorum. Bu imkansız mıdır? Emir komuta düzenine geçmeniz çok mu zor? İyi bir zekayla olayı incelemek de mi çok zor? PKK okulundaki öğrencilik de biraz tuhaf geçiyor. Acaba biz mi değişik bir okul ve öğretmen türü olduk? Şüphesiz Ortaçağ öğretmenleri, okulları gibi değiliz; Türk okulları, öğretmenleri gibi de değiliz. Ama yine de okul değeri var. Tabii okul deyip geçmemek gerekir. Okul kesin öğrenmek içindir, öğretmek içindir. Sizinki bir ziyaretçiyi andırıyor. Biz öyle değiliz. Ben halen çok iyi öğrenmeye çalışıyorum. Öğrenci olursanız, hatta bir de mezun olursanız ne mutlu size denir, ama bunu başarabilecek misiniz? Bugün bu sahadaki faaliyetlerimizin 14. yılına giriyoruz. Hava çok sıcak, neredeyse kaynıyor. Ülkeden ilk çıktığımız gün de böyle kaynar gibiydi. Çıkacağımız günlerde umut bile ölümcül tehlike altındaydı. Yine de Urfa'nın o sıcağında son bir umutla bir yerlere ulaşacak mıyız, yaşayabilecek miyiz diye yola çıktık. Zaten hazırlık diye bir şey yoktu. Yüzmeyi bilmeyenlerin bir göle atlaması gibi, eğer fazla derin değilse belki geçilebilirdi. Sıradanlığı aşan böyle bir durum vardı. Yaşam bizim için her zaman böyle gidiyor. Tabii böyle durumlarda olanların yapacağı ilk işlerden birisi de ölçmek, biçmek, el yordamıyla da olsa bazı çabalara girişmektir. O günlerimiz çok duyarlıydı. Yalancının sözüne bile büyük önem vererek yaşamaya çalışıyorduk. Bizi kandırmaya çalışanlara bile en ufacık bir rahatsızlık vermeden, sen yalancısın demeden bizden rahatsız olmasın diye sabrettik. Büyük bir adım için ne gerekiyorsa o yapılıyordu. Şimdi sizlere bakıyorum, altın gibi bir ortamı da size versek, alt üst etmekten başka bir yaklaşım sahibi olabilir misiniz? Ölçme, biçme, deneme, sınama yok, değer biçme yok. Ne yapılır, ne yapılmaz farkında bile değilsiniz. Öyleleri ne komutan olur, ne asker olur, ne sap olur, ne saman, haydan gelir huya gider. Bu tutumumuzdan halen en ufacık bir sapmaya dahi fırsat vermedik, hem de bütün serbestliğimize rağmen, fakat siz düşünmekten bile acizsiniz. Komutası altına binlerce kişilik güç verdiklerimize bakıyorum, adam bol bol sigara tüttürüyor. Güya bu komutandır. Zaman zaman hesaplıyorlar, üç takım bir bölük eder, bu bölük komutanlığıdır, bölük komutanlığı da yüzbaşıya denktir. Üç bölük bir taburdur, bu da yarbaylığa denk düşüyor. Daha da genelleştirirsek, filan bölgede birkaç taburluk gücümüz var, bu da generalliğe kadar gider. İki keçi güdemeyecek adam şimdi böyle düşünüyor. Yandık ki ne yandık! Barzani bile bu kadar ileri gitmiyor. Haddimizi bilelim! Bizimkilerin önünü almasak, uyarı yapmasak nereye toslayacakları belli değil. Nitekim bunun örnekleri de ortaya çıktı. Buraya işsiz, güçsüz, ipsiz, sapsız adamın biri gelmişti, aldık eğittik. Daha sonra ülkeye gitti ve korkunçlaştı. Partinin değerlerine vurdu, halka vurdu, canavar oldu çıktı. Bu, Kürt kişiliğinden beklenebilir. Yediriyorsun, içiriyorsun ikinci gün başına getirmedik şey bırakmıyor. Değer veriyorsun, saygı duyuyorsun, sevgi duyuyorsun ikinci gün deli oluyor. "Ben senden şu kadar büyüğüm" diyor. Biraz yöneliyorsun düşmana dayanıyor, sonra da gidiyor. Yani son derece hastalıklı durumlar söz konusu. Bütün bunlar bizim sorunlarımızdır. Varız, yiğitçe varız diyorsanız, çözüm gücü olmayı bilmeniz gerekir. Ağlayıp sızlamakla, şikayet etmekle bu işler olmaz. Sizin durumunuz biraz hava atmaya benziyor. Kendinize nasıl ve hangi cesaretle yaşamayı yediriyorsunuz? Yaşam karşısında bu kadar zayıfsanız, yaşamınızın onur ve özgürlüğü yoksa, onu özgürleştirmek yerine, düşmana hizmet etmekten bile alıkoyamıyorsanız, nedir bu haliniz? Neden iyi bir tartışmacı, neden iyi bir toparlayıcı olamıyorsunuz, özellikle emir komuta düzenine neden gelemiyorsunuz? Bütün bunlar bu anlatımda gizlidir. Bozmak kolay, moralle oynamak kolay, bunu herkes yapar. Fakat bize tersi gerek. Yani bize düzen, moral, doğru yolda yürüme çabası gerekiyor. Bunu sağlayacaksınız, doğrusu da budur. Ağlamaya, sızlamaya, kendini başka kılıflara büründürmeye, yetkisini kötü kullanmaya, alçakgönüllülüğü elden bırakmaya ne gerek var. Tarihte baskıcı, zulümcü tipler hep bu yüzden, böyle anlamsızlıklara veya haklı olmayan durumlara bürünerek ortaya çıkarlar. Adaletsizler, zalimler, işkenceciler, sömürücüler böyle ortaya çıkarlar. Saflarımızda da düzene gelmeyen, uyuma gelmeyen, işleyişe gelmeyen tipler serbest kalırsa, fırsatını bulursa böyle olurlar. Her hareketin böyle bir adaletsizlikle, zulümle, sömürüyle, baskıyla ilişkisi vardır. Hiç kimse benim hareketim nötrdür, ne yararlıdır, ne zararlıdır demesin. Her hareketin, herdavranışın böyle ikili bir anlamı. Ya birine denk gelir ya da diğerine; arayı yaşamak küçük burjuvazinin tarzıdır. Zalimi de oynarım, mazlumu da; eşitliliği de oynarım, eşitsizliği de; emekten de yanayım, sömürüden de yanayım demek tipik bir küçük burjuva tarzıdır ve sizde oldukça yaygındır. Bu da tam bir baş belası durumu ifade eder ve kendinizi bu durumlardan kurtaramıyorsunuz. HALKLAR ÖNDERİ(9.BÖLÜM) |
YORUM GÖNDER