HAKİKAT PENCERESİNDEN KADRO-4.BÖLÜM
Zamanın hakikati;
Kendi gücümüzü açığa çıkarmamamızla bağlantılı olarak kendimizi değiştirme dönüştürme hızımız da çok ağır aksak oluyor. Yani zamanımız insan potansiyeline uygun işlemiyor. Kendini tekrar adeta yaşam tarzımız olmuş durumda. Peki, bu ne kadar gerçek, bu aşılamaz mı?
Bilim, Newton’ın aksine zamanın mutlak olmadığını, evrenin her köşesinde zamanın farklı işlediğini söylüyor. Dahası herkesin, her şeyin zamanının da farklı olduğunu söylüyor. Einstein’ın özel ve genel görelilik yasaları en çok da zamanın göreliliğine açıklık getiriyor. Newton’ın evrendeki her şeyin boyutları olarak dile getirdiği en, boy ve derinlik nasıl ki her şeyde farklıdır, her şeyin zamanı da farklıdır. Yani nasıl ki her oluşun bir eni, bir boyu, bir derinliği varsa ve bunlar o şeyin özgünlüğünü oluşturuyorsa; Einstein bu boyutlara dördüncüsünü, yani zamanı ekleyerek, her şeyin zamanının da farklı olduğunu söyledi. Peki, bu ne demek? Nasıl herkesin zamanı farklı olabilir? Kolumuzdaki saatler herkeste zamanın aynı olduğunu göstermiyor mu? Herkesin saati aynı ise, o halde herkesin zamanı nasıl farklı olabilir? Dahası zaman nedir?
Zaman oluşumun hızıdır. Oluş ise harekettir. Daha doğrusu her hareket yeni bir oluştur. Hareket de Newton’ın dediği gibi ‘eylemsizlik prensibi’ çerçevesinde değil de her an olduğundan her an oluş anıdır. İşte zaman bu oluşun hızıyla bağlantılı bir husustur. Herkesin ve her şeyin oluş hızı aynı olmadığından herkesin ve her şeyin zamanı da aynı olmamaktadır.
Zaman her şeyde ve herkeste farklı olmaktadır. Çünkü her şeyde ve herkeste oluşumun hızı aynı değildir. Yani her şeyin ve herkesin hızı farklı olduğundan zaman da herkeste ve her şeyde farklı olmaktadır. Bu yönüyle zaman görelidir. Örneğin, bir insan ile bir kaplumbağanın kendilerini oluşturma hızları aynı mıdır? Ya da bir işi bir saatte yapan bir insanla aynı işi bir günde ancak yapabilen insanın zamanı aynı olabilir mi? Bir insanın yüz metrelik bir mesafeyi bir dakikada kat ettiğini varsayarsak, bu mesafeyi bir kaplumbağa kaba bir hesapla bir saatte ancak kat edebilir. Bu şu demektir, aynı mesafeyi bir canlı bir dakikada, bir diğer canlı da bir saatte ancak alabiliyor. Yine bu şu demektir; birinin bir dakikası diğerinin bir saatine denktir. Demek ki her ikisinde zaman aynı değil, farklı işlemiştir. Aynı şeyi insanlar arasında da denemek mümkündür. Aynı işi bir kişi bir saatte yaparken, bir diğeri belki de bir günde ancak yapabiliyor. Bu da şu demektir, birinin bir saati, diğerinin bir gününe denktir. Buradan şu çıkmaktadır; demek ki herkeste işleyen zaman aynı değildir. Bu, her ikisinin hızının farklı olmasından kaynağını alır.
Yirmi milyar yıllık evrimsel oluşun ana karnındaki dokuz aylık süreçte tekrarlanıyor oluşu da yine aynı şeyi anlatır bize. Yani annenin dokuz ayda gerçekleştirdiğini, evren yirmi milyar yılda yapabilmiştir. Örneğin anne karnında geçen birkaç hafta evrensel akışta birkaç milyon yıla denk gelebilir. Bu da anne şahsında temsil edilen mikro kozmosun hızıyla makro kozmosun hızının aynı olmadığı, dolayısıyla zamanlarının da farklı olduğu anlamına gelir.
Bilim şimdilerde bunu şöyle açıklıyor: hızı fazla olanın zamanı ağır işler; hızı ağır olanın zamanı çabuk işler. Hızın fazlaysa, süratliysen zamanın az gider, sana bolca zaman kalır; hızın ağırsa, tempon düşükse zamanın hızlı akar, sana bir şey kalmaz.
Saat aynı zaman farklı ;
Yaşamımızı kolaylaştırmak için aynı saati kullanıyor olabiliriz, ama bu hepimizin zamanının aynı olduğu anlamına gelmez. Zira kolumuzdaki saat, bizim zamanımızı değil, dünyanın zaman döngülerinden birini göstermektedir. Dünya kendi ekseninde 1670km/s hız yaparak 24 saatte kendisini gerçekleştiriyor, yani kendisini yeniden oluşturuyor. Sonuçta gece ve gündüzden müteşekkil bir oluş ortaya çıkıyor. Biz de karışıklık çıkmasın, birbirimizi anlayalım ve yaşamımız kolaylaşsın diye bu, özünde dünyanın oluş hızını ortaya koyan saati kullanıyoruz. Dolayısıyla kolumuzdaki zaman bize ait değildir; dünyanın zamanını gösterir o. Peki, o halde bizim zamanımız nedir? Zamanımızı nasıl ölçebiliriz?
Her bireyin hızı neyse, zamanı da odur. Herkeste de oluşumun hızı farklı olduğundan, herkesin zamanı da farklıdır. Zamanın göreliliğinin insanda kendisini gösterme biçimi, her insanın kendini oluşturma hızındaki farklılıktadır.
Kendimizden örnekler vererek, buna biraz daha açıklık getirelim: Örneğin; kimilerimiz çok kısa zamanda çok büyük atılımlar gerçekleştirirken, kimilerimiz de yıllarca aynı şeyi tekrarlayıp dururuz. Örneğin Zilan yoldaş, devrimci geçmişi çok kısa olan bir arkadaştır. Ancak kendisini oluşturma hızından dolayı, kendisini çok kısa zamanda çok büyük yaratmıştır. Ve gelinen aşamada bir yıllık bir gerilla pratiğine karşın bizim açımızdan ölçü koymuş bir tanrıçadır. Hepimiz Zilanlaşmayı esas alır, onun gibi olmaya çalışırız. Bunun karşıtı olarak da çoğumuzda kendisini -potansiyelimiz olmasına karşın- en kısa zamanda yapmak yerine, kendimizi yapmamak veya çok ağırdan yapmak gibi bir tarz var. Bu da bizi haddinden fazla dogmatik kılıyor. Dogmatizmi eğer var olana çakılıp kalmak, var olanı değiştirmemek, olanı muhafaza etmekle yetinmek, ona razı olmak olarak ele alırsak, kendimizi değiştirmememiz bizi değişim-dönüşümü dilimizden düşürmememize rağmen tastamam bir dogmatik yapar. Yıllarca aynı özeleştiriyi verenlerimiz hiç de az değildir. Yine yıllarca aynı eleştiriyi yapmamıza neden olanlar da az değildir. Uzun bir zaman sonra karşılaşıldığında ‘ya hiç değişmemişsin’ diyenlerimiz olmuştur. Bunlar günlük yaşamımızda hep karşılaştığımız hususlar oluyor. Bu şunu kanıtlıyor, demek ki kendimizi oluşturma hızımız ağırdır, performansımız yetersizdir. Bu da beraberinde zamanımızın erkenden bitmesine, yani çabuk gitmesine neden olmaktadır.
Zamanımız nasıl çabuk gidiyor? Örneğin, insanın biyolojik ömrünü altmış yıl olarak ele alalım. Bu altmış yıllık ömre toplumdan birinin sığdırdıklarıyla, bir egemenin sığdırdıkları; bizim sığdırdığımızla, Önderliğimizin sığdırdığı şeyler aynı mıdır? Açık ki aynı değildir. Belki kaba anlamda geçen yıl aynıdır, ama yıllara sığdırılanlar aynı değildir. ‘Anlam zamanı’ tam da bu noktada önem kazanıyor. Yani içinde bulunulan zamanın tüm zamanlar olduğunu anlayabilmek ve bunu hissedebilmek. An’da tüm geçmişi yaşayabilmek ve geleceği de an’da yaratabilmek. Dahası ne olduğunu ve nereye gittiğini anlamlandırabilmek ve kendini her şeyden büyük sorumlu gören biri olarak yaşayabilmek. Önderliğimiz boşuna “Anlamın ve hissin yaşattığı insan, en büyük insandır” demedi. Nereden geldiğini ve nasıl muhteşem bir oluş olduğunu anlayabilmek, kendinde tüm bir evrensel oluşumu hissedebilmek ve kendini tüm bir evren karşısında sorumlu görebilmek… Bunlar tam da ‘kendini bil!’ ilkesi çerçevesinde ve Önderliğimizin de içinde bulunduğu bilgelik geleneğinde yaşamın kendisi olmaktadır. Açık ki böylesi yaşayanlarla sıradan yaşamın peşinden sürüklenenlerin veya böylesi bir yaşamı yaratanların zamanı farklı olacaktır. Çünkü oluşum hızları aynı olmayacaktır.
XEBAT ANDOK
YORUM GÖNDER