KOMÜNAL KADIN EKONOMİ DERLEMELERİ – 2
Ekonomi Kavramı Evrenseldir: Cansız maddeden canlandırıcı madde elde etmek ve bunu tüketerek tekrar cansız maddeye dönüştürmek ekonomik faaliyetin özüdür. Toplumun da oluşum ve varlığını sürdürmede bu faaliyetten yoksun kalamayacağı açıktır. Fakat diğer bağlantılı gerçek, canlılık olmadan da –zihniyet, ruh olarak anlamlandırılır- ekonomi olmaz. Dolayısıyla yalnız bir unsura ağırlık vererek çözümlemek yanlış sonuçlara götürür. Zihniyet ve ekonomiyi iç içe –ara toplumsal gruplar, devlet ve ailedir, daha genel olarak siyasal ve sosyal olgulardır- çözümlemek en doğru yöntemdir. Yalnız başına ekonomi veya zihniyet analizleri fiili kıllarla tarif etme hatasına götürür. Zihniyet ne kadar üretkense, ekonomik etkisinin de o denli verimli olacağı açıktır. Hangi insan ben beşikte büyütülmedim diyebilir ki? Topluluklar zihinsellikleri içinde maddi ihtiyaç nesnelerini hep aramış ve geliştirmek istemişler; yemek, barınmak, çoğalmak ve korunmak temel kaygıları olmuştur. Önce bulduklarıyla yetinmek, mağaralarda barınmak, göl ve orman kenarlarında daha iyi korunmak, doğurgan anaya öncelik tanımak bu temel ihtiyaçlar nedeniyledir. Avcılık da giderek devreye girer. Hem korunmak hem de etle beslenmek bu kültürü geliştirir. Fakat toplumsallığın başından itibaren kadın toplayıcılığıyla erkek ağırlıklı avcılık arasında bir gerginliğin, farklı kültürel evrimlerin geliştiğini gözlemek mümkündür. İki tarafta da tek yanlı gelişme, birinde ‘aslan erkek’ diğerinde ‘sığır kadın’ kültürüne adım adım birikim sağlar. İlk farklı ekonomik anlayışlar böyle temellenir. Tarih, başlangıcında gizlidir. Başlangıcını çözemeyenlerin tarih bilgisi, tüm felaketlerin nedeni olan cehaletin de temelidir. Tarihi bilmeden kendinizi tanımlayamazsınız. Ama tarih unutulmuştur. İnsanlık için beşik durumu öyle kolay göz ardı edilecek bir husus değildir. Hangi insan ben beşikte büyütülmedim diyebilir ki? Eğer yok deniliyorsa, o zaman beşikliği anlaşılmadan ve hakkı verilmeden, insanlığın da değeri ve gerçeği anlaşılamaz. Bir ana binlerce yıl seni beşikte besleyip büyütecek, sonra da sen “Bu benim geçmişim değil” diyeceksin; “Ben kentlerde oluşan sınıflı toplumun bir değeriyim. Beni yalnız bu ilgilendirir” diyeceksin! Beşiklik dönemi, sadece bir ağlama ve mama isteme dönemi değildir. İlk dil ve düşüncenin, ilk yürüyüşün, doğanın ve toplumun tanınmaya başlandığı dönemdir. Tüm saflığıyla, ezmeden, sömürmeden, hırsızlık yapmadan ve sadece emeğe dayanarak yaşamın tanındığı ve böylesine oluştuğu bir dönemdir. Coğrafyamızda tarihin böyle başladığı, özünün bu olduğu kesindir. Tarımı, ekin ekmeği vb. kadın başlatmıştır. Örneğin bizim orada teşi vb. var. Bunlar hep kadın icadıdır. Kadın başlattı ama sonuç unutuldu gitti. Nedir kutsallık? Bu kelime, Sümerce ‘Kauta’dan gelmekte ve ‘gıda’ anlamını taşımaktadır. Gıda, tarımdan ve hayvancılıktan elde edilen, yararlı olan her şeydir. İnsanlığın sürdürülmesinde gıda en değerli şey, nesne olduğuna göre, kutsallığın ta kendisi olması son derece anlaşılır bir husustur. Bu gıdalarla yalnız yöre insanları değil, tüm insanlık beslendi. Halen besleniyor. Buğday, arpa, darı, mercimek, üzüm, incir ve daha sıralanıp giden gıda listemizden şimdi bile kim vazgeçebilir? Gıdanın temelinde ne var? Emek var, ana emeği var. Yaratıcısı, buluşçusu, yetiştiricisi odur. Kim bilir, ilk başaklarını derlediğinde nasıl sevinmiştir! Nasıl sevinmesin ki? İnsanlık yalnız onunla neslini sürdürmektedir. Bundan daha değerli iş, eylem olur mu? Savaşların, işkencelerin burada işi olur mu? O sadece üretme ile uğraşıyor, onu tanıyor; insanlığı onunla sürdürüyor. İnsanlığı da böyle anlıyor. Ananın insanlığı, kadının insanlığı bu anlama geliyor. Bu, kutsal insanlık anlamına da gelen bir insanlık anlayışıdır. Gıdanın elde edilmesinde kullanılan en önemli araçlar da kutsal sayılıyor. Çapa, saban, balta, öküz, boğa ve uzanıp giden listeye kutsallık atfediliyor. Hepsinin birer tanrısı bile var. Tüm gıdalar ve gıdaları elde etmeye yarayan toprağın, havanın, yağmurun, güneşin, rüzgarın, ağların, hayvanların kendileri ya tanrılaştırılıyor ya da bir tanrıyla temsil ediliyor. İnsanlık, bu gıdaları yetiştirmenin yol ve yöntemleriyle büyütülüyor, geliştiriliyor ve sürdürülüyor. Dünün hayvana benzeyen avcısı ve toplayıcısından, üreten insanına geçiş yapmak kolay değil… Çok açık; temelinde insan emeği olan, en vazgeçilmez ihtiyaçları gideren kutsal gıdalara kimlik olan, öyle anlam kazanan kutsal tanrılardır. Bu tanrıların anası da, ana tanrıçadır. İlkel komünal ana düzeninde ekonomi kültürünün temeli atılmaktadır. Neolitik tarih Zağroslarda, Kürdistan dağlarında doğdu. Neolitiğin doğduğu bu topraklar aslında tarım, köy ve kadın devrimidir. Bu topraklar halen bu devrimden besleniyor. Özellikle dokumayı, tarımı, bitkiyi ve köyleşmeyi kadın geliştirmiştir. Fakat korkulan tehlike daha sonra başa gelecektir. Evcil ana düzeninde emek, üretim ve herkesi yaşatmak için gerekeni verme kuralı esastır. On bin yıllık kadın egemenliği; tahılı bulan, öğüten, evi kuran, meyve ağaçlarını yetiştiren, evcilleştirme kadın emeğinin sonucudur. Ataerkil ahlak, birikimi meşrulaştırıp mülkiyetin yolunu açarken, komünal toplum ahlakı birikimi ayıplamakta, buna kötülüğün kaynağı gözüyle bakmakta ve dağıtılmasını teşvik etmektedir. ‘Cömertlik’ kavramının kökeni bu olguda yatmaktadır. Özel mülkiyete karşı kollektif mülkiyeti korumaya çalışmaktadır. Toplumdaki uyum giderek bozulmakta, gerginlik artmaktadır. Bu çelişkinin çözümünü ya eski değerlere geri dönmek, ya da içte dışta gücünü tırmandırmakta görmektedir. Baskı ve sömürüye dayalı şiddet ve savaşın toplumsal temeli böyle oluşmaktadır. Toplum henüz kullanım değerinden başka bir değer tanımaz iken, karşılıklı değişimi ahlaki olarak uzun süre doğru bulmadı. Armağan ekonomisi dediğimiz bir sisteme bağlı kaldı. Ürettiği veya elde ettiği çok değerli addedilen bir nesneyi değer verdiklerine armağan ediyordu. Armağan kültürü yücelticiliği ifade eder. Yüceltilene armağan sunulur. Değerli olanın böylece değeri kanıtlanmış, onurlandırılmış oluyordu. Geriye kalan nesneler günlük yaşam için harcanırdı. Birikime de iyi gözle bakılmazdı. İnsan toplulukları milyonlarca yıl böyle yaşayabildiler. Mal değişimi olmadan, mal veya para karşılığında değişime, ahlakı, vicdanı bir türlü razı olmuyordu. Çünkü ürettiği değerin pahası, karşılığı olabileceğini düşünmüyordu. Düşünülmesini ahlaken uygun bulmuyordu. Belki de sağduyusu veya ahlaki bilinciyle bunu hileli bir yol sayıyordu DERLEME |
YORUM GÖNDER