KUANTUM FİZİĞİNİN SİYASET BİLİMİNE UYARLANMASI (1.BÖLÜM)
1. ARİSTOTALES FİZİĞİ:
Aristoteles'in fizik görüşü felsefin düşüncesiyle bütünlük içerisindedir. Fizik biliminde hareketi erksel (ulaşma isteği) bir araç olarak değerlendirir doğadaki hareketin nesnelerin kendi doğal yerine ulaşma çabası olarak açıklar. Aristoteles’e göre fizik bilimi nedensel açıklama yapmak zorunda olan insana özgü bir yetidir. Aristoteles nedensellik ilkesini materyalist bir görüşle değil, insanı bilmesi gereken bir durum olarak açıklar. Bu nesne bilgisi ancak nesnenin nedeni bilindiğinde bilginin nesnesi olur. Aristoteles’e göre insanın amacı bilmektir ve her bir nesne konusunda” ne-içini” kavranmadıkça o nesneyi bildiğimizi düşünemeyiz. Bu nedenle oluş yok oluş her türlü doğal değişim üzerine bu yapılmalıdır. Bu bizi nesnelerin ilkelerine götürür Aristoteles’e göre fiziksel oluşun dört öğesi vardır.
1) Oluşum kendisinde meydana geldiği şey yani maddedir
2) Oluşun şeyi biçimi veren yani form
3) Oluşan şeye biçimi veren yani etken
4) Oluşan şeyin niçin oluştuğu yani erek
Yukarıda açıkladığımız dört öğe Aristo'ya göre form, etken madde ve erektir. Aslında tek bir başlık altında birleşebilir bu nedenle gerçekte iki öğe kalmış olur madde ve form bu konuda Aristo şöyle der: “Olan şeylerin içinde üzerinde bazıları doğanın, bazıları sanatın, bazılarının ise rastlantı ürünüdürler. Olan her şey, bir şey vasıtasıyla ve bir şeyden hareketle bir şey olur. Bu “bir şey”den her kategori (yani töz, nicelik, nitelik veya yer kategorisi) bakımından olmayı kast ediyorum. Doğal meydana gelişler (generations), doğal olan şeylerin meydana gelmeleridir onların kendilerinden meydana geldikleri şeye madde adını veririz. …Ayrıca gerek sanat tarafından meydana getirilen bir şeyin maddesi vardır. …Nihayet meydana gelmenin kendisi vasıtasıyla ortaya çıktığı, gerçekleştiği şey de doğadır’’. 1
Ancak bu bir başka varlıkta bulunmakla birlikte form ve tür bakımından aynı olan doğadır. Aristoteles’e göre oluşan ister doğal ister yapay olsun her varlığın bir maddesi ve formu vardır. Çünkü bu iki ilke nedende varlığa gelişimin zorunlu başlangıcıdır. Bu iki öğe her oluştan önce varlar onlar olmadan hiçbir oluşum varlığı söz konusu değildir. Form ve madde bir biriyle çelişkili veya zıt değillerdir. Öyle olsaydı onların birleşmeleri olanaksız olurdu. Madde ve form birbirinden ayrılmayan kavramlardır. Aralarında uyuşmazlık şöyle dursun birbirini çeker ve tamamlarlar. İçte bu geçiş karışma devinimidir, gelişmedir, şekil değiştirmedir. Madde ile form arasındaki zıtlık çok azdır, çünkü her şey hem bir hem öteki olur. Örneğin tunç ve mermer işlenmemiş maddeye göre form, heykele göre ise maddedir. Tanrı ise saf formdur, maddesizdir başka değişle duyusal şeylerden ayrı bir varlıktır. Tanrı en yüksek varlık mutlak mükemmelliktir. Ondan daha üst düzeye geçişi sağlayan madde yoktur. Ezeli ve ebedi olarak fiili halinde olan varlık, eşyanın hem devindiricisi ve doğurucu nedeni, hem formu hem de amacıdır. (1 Aristoteles; Metafizik1, Çeviren Ahmet Arslan, İzmir 1985, ss. 80-81.)
2. ARİSTOTALES FİZİĞİ VE KOPERNİK, KEPLER GALİLEO İLE FİZİĞİN DEĞİŞİMİ:
Aristoteles’e göre hareket, her şeyin kendi doğal alanına yönelme eğilimiyle açıklanır; bu yüzden ateş yukarı doğru hareket eder ve cisimler düşer, değişimi, varlıklarda var olan potansiyelin ortaya çıkmasıyla açıklar. Aristoteles’te nedensellik gayeye göre açıklanır: Tohum ağaç olmak için gelişir, yağmur bitkiler büyüsün diye yağar. Aristoteles'in felsefe ve fizik anlayışı İslam dünyasında İslam teolojisiyle, Hıristiyan dünyada ise Hıristiyan teolojisiyle kaynaştı. Özellikle Hıristiyan dünyada Kilise'nin, bu felsefe ve fiziğin birçok yaklaşımını resmi görüş olarak ilan etmesi. Aristotelesçi birçok görüşü Hıristiyan teolojisinin bir bölümüne çevirdi. Ortaçağda, Aristoteles (İslam dünyasında Batlamyus olarak da bilinir) sistemi, kozmolojik görüş olarak genel kabul gördü. Buna göre, Dünya'nın merkezde olduğu bir sistemde gezegenler, Güneş ve Ay dairesel hareketlerle Dünya'nın etrafında dönmekteydiler. Ortaçağ'a egemen olan fizik anlayışı; modern fiziğin deney, gözlem ve hesaplamaya önem veren yöntemleri, bilimsel birikimin artması ve teleskop gibi yeni gözlem araçlarının icadı ile değişti. Hareket kanunları baştan düzenlendi, gayesel nedenler bilimin odak noktası olmaktan çıkarıldı ve Aristoteles sistemi Güneş merkezli sistemle yer değiştirdi. Fakat bu fizik anlayışındaki Galileo’cu, Newton’cu ve Einstein’cı anlayışla paralel olan bilgisel yaklaşımı tespit etmekte fayda vardır; çünkü bu yaklaşım, bilim alanında, ciddi bir şekilde, ilk olarak kuantum teorisiyle sorgulanmıştır. Bahsedilen tüm bu yaklaşımların 'realite' [gerçekçi] olması, ortak bilgisel özelliktir. Bu anlayışa göre insan zihni, dış dünyayı anlayacak kabiliyete sahiptir; bu yüzden fiziksel teorilerden, bu teorilerden bağımsız olan dünyadaki gerçekliği olduğu gibi tarif etmesini bekleyebiliriz. 2
Aslında Eski Yunan'da ve İslam dünyasında, Aristoteles; Dünya merkezli sistemine karşı Güneş merkezli sistemin, olguları açıklamakta daha başarılı olabileceğini ileri sürülmüştü. Fakat deneysel ve gözlemsel verilerin yetersiz ve bilimsel çalışmalarda deney ve gözlemlerin otoritesinin felsefi yaklaşımların altında olduğu bir devirde, Aristoteles felsefesinden güç alan ve olguları kısmen de olsa açıklayan güneş sistemi, otoritesini devam ettirebildi. Kopernik, 1514 yılında yazdığı ve yaşamının sonlarına doğru yayımlanan kitabında, Güneş merkezli sistemi, bu sistemle gök cisimlerinin hareketlerini daha iyi anlayacağımızı söyleyerek savundu Güneş merkezli sisteme geçişte, Kopernik'in kitabı bir dönüm noktası oldu. Kepler ise Brahe'nin gözlemlerinden de faydalanarak Kopernik'in modelinde düzeltmeler yaptı ve Güneş sisteminin matematiksel açıklamasını başarılı bir şekilde sundu. Kepler, Tanrı'nın lütfu sonucunda insanın, anlayabileceği yegane evren olan matematiksel bir evrende yaratıldığını söyledi. Kepler'in matematiği ve gözlemsel verileri kullanarak elde ettiği başarı, modern bilimin yönteminin başarısı olarak kabul edilir. Bu yönteminin Batı dünyasına taşınmasında, İslam düşünürlerinden önemli etkiler almış Roger Bacon gibi düşünürlerin payı büyüktür. O, etkisinde olduğu İslam düşünürlerine benzer şekilde, bu dünyadaki şeyleri bilirsek, dini daha iyi anlayacağımızı ve matematik ile gözlemin daha dindar olmanın araçları olduğunu savundu. Kepler de benzer anlayışı dile getirdi ve Kilise'nin tüm karşıt tavırlarına rağmen, Güneş merkezli sisteme inanmanın, dinsel inanca aykırı olduğunu hiç düşünmedi. Kopernik ve Kepler gibi Galileo da Güneş merkezli sistemi, kendi dindarlığıyla hiç çelişkili görmedi Ama Galileo'nun dindarlığı engizisyonda yargılanmasını engellemedi.
O, Aristoteles fiziğinin Kilise tarafından dinselleştirilmesini eleştirdi ve Aristoteles'in otoritesini, onu, hareket üzerine görüşleri gibi birçok hususta eleştirerek sarstı. Tanrı'nın gayelerini bilemeyeceğimizi söyleyerek, 'gayesel neden'in bilimin konusu olmasını eleştirdi ve bilimin 'fail neden'in araştırılmasına yönelmesi gerektiğini savundu. Kepler ve Galileo'nun matematikle, gözlem ve deneyi birleştiren metotlarının 'bilimsel devrim'de etkisi büyüktür. 20. yüzyıl fiziği de bu yönteminin ürünüdür, yani bu kitabın odak noktası olan kuantum teorisi de bu yöntemin meyvesidir. Galileo'ya göre değişim, potansiyelin gerçekleşmesi olarak değil; maddenin, uzay ve zamandaki, kütle ve hız olarak tarifiyle açıklanmalıydı. Bu yaklaşım, Demokritos'un, değişimi, atomların birleşmesi ve ayrılması ile tarifine benziyordu; nitekim Galileo Aristotelesçiliği eleştirirken Demokritos'tan olumlu bir şekilde söz etmiştir. Fakat Galileo'nun da atom seviyesindeki dünya hakkında bilimsel bir teori üretmesine olanak yoktu; atom seviyesi onun döneminde de ancak felsefi tartışma konusu olabilirdi. Galileo, gözlenen objelerin, 'kütle ve hızın matematiksel ifadesi' ile tarif edilmesi gibi, maddenin en küçük parçacıklarının da aynı şekilde tarif edilebileceğini zannediyordu. Oysa sağduyuya uygun bu beklentiyle, kuantum teorisinin ortaya konmasıyla karşılaşılan tablonun uyumlu olmadığını açıklar. Kopernik, Kepler, Galileo süreciyle kozmolojide(evren bilim) önemli değişiklikler oldu. Aristoteles'in ve Kilise'nin bilim üzerindeki otoritesi bu süreçle sarsıldı. 16. yüzyıldaki Protestan hareketinin sonucunda Kilise'nin gücünü yitirmesiyle bu gelişmeler birleşince, Kilise'nin kontrol ettiği paradigma(bakış açısı) etkinliğini yitirdi. Kilise'nin önemli ölçüde üzerlerinde kontrolünün bulunduğu bilim, felsefe ve siyaset gibi alanların yapısının kazanmasında bu gelişmelerin önemli bir payı vardır.
Bu süreçte, Hıristiyan dünyada, teolojik alandaki görüşler de daha çok çeşitlendi. Bu gelişmeleri, kuantum teorisinin dinle ilişkisini değerlendirirken göz önünde bulundurmak önemlidir. Çünkü bu teori, Hıristiyan kültürünün içinde doğmuştur ve bu teori üzerine yapılan bilimsel, felsefi ve teolojik tartışmaların en büyük kısmı da Hıristiyan dünya içinde gerçekleşmiştir. Sonuçta, Kopernik, Kepler, Galileo süreci ile hem kozmolojide(evren bilim) hem de siyaset, bilim, din gibi birçok alanı kontrol eden Kilise'nin otoritesinin sarsılmasıyla bilim-din ilişkisi alanında önemli değişimler yaşandı. Aristoteles'in fiziğinin sorgulanabileceği öğrenildi; bilimsel bilgi için yeni deneylerin, gözlemlerin yapılmasına ve bunların gerçekleştirilmesini sağlayacak araçların icat edilmesine çalışıldı. icat edilmesine çalışıldı. Matematiğin bilimsel teoriler oluşturmadaki rolü anlaşıldı. Ortaçağ'daki fizik anlayışından hem yöntembilim, hem fizikteki yeni görüşler açısından önemli ölçüde farklılaşırdı; diğer yandan Kopernik, Kepler, Galileo çizgisi de 'realist'(gerçekçi) bir bilim anlayışına sahip olma noktasında Ortaçağ ile benzeşiyordu. Galileo, matematikleştirilebilen kütle ve hızı 'birincil nitelikler' olarak gördü; renk ve tat gibi sübjektif olduğunu düşündüğü algıları ise 'ikincil nitelikler' olarak niteledi. 'Realist'(gerçekçi) bir anlayışla, matematiksel formüllerin, dış dünyadaki kütle ve hız gibi nitelikleri, gerçekte olduğu gibi tarif ettiğini düşündü. Kepler ve Galileo matematiksel formüllerinin ontolojik gerçekliği ifade ettiklerinden emindiler. Matematiği, Tanrı'nın evreni yazdığı dil olarak görüyorlardı; bu felsefi-teolojik görüşleri, matematiksel formülleriyle varlık arasında olduğunu düşündükleri uyumun nasıl olup da gerçekleştiğini açıklıyordu.
MÜRSEL YILDIZ
1.BÖLÜM
YORUM GÖNDER