SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (58.BÖLÜM)
Hıristiyanlığın feodal uygarlığın şekillenmesinde tarihi bir rol oynadığı kesindir. İnanç ve ahlaki alanda insanlığın kaderinde derin bir yol açmıştır. Köleci dünyanın aşılmasında çok büyük fedakarlıklara, direniş ve acılara katlanarak ortaçağı hazırlamışlardır. Saf bir ideolojik akım olarak harekete geçtikleri, uzun süre siyasetin ve şiddetin dilinden uzak durdukları bir gerçektir. Kolektif ve çileye dayalı manastır ve kilise yaşamları, tıpkı Sümer rahiplerinin köleciliği doğuran tapınak düzenlerinin rolünü oynamıştır. Bu yapılar, yeni toplumun şekillendiği, alternatif yaşam ve iktidarın hazırlandığı okullar olmuştur. Manastır ve kiliseler birer ibadet yeri olmaktan çok, yeni toplumun eğitim ve yönetim mekanlarıdır. Sümer modelinin devamıdır. Şüphesiz Roma’nın egemenlik ilişkilerinde yaşamalarından dolayı, süreç içinde ondan çok etkilenmişlerdir. Başlangıçtaki saflıklarını yitirmiş, giderek kendileri de Roma’ya benzemişlerdir. Etkilenme ve tepkilenme karşılıklıdır. Ortaya çıkan ürün bir sentezdir. Köleci uygarlığın Doğu karargahında İsa hareketine benzer bir gelişmeye Mezopotamyalı Mani kişiliğinde rastlanmaktadır.
Helenizm, Zerdüştlük ve Hıristiyanlık kültürlerini daha ileri bir sentezde birleştirmek istediği ve epey mesafe aldığı bilinmektedir. M.S 216’da Sasani Hanedanlığı’yla aynı zamanda doğan Mani’nin ideolojik hareketi gerici rahipler sınıfını aşabilseydi, belki de Sasani İmparatorluğu Roma’ya kadar yansıyabilecekti. Manicilik, tek tanrılı dini dogmalardan farklı olarak, biraz Avrupa Renaissance’ına benzeyen bir akımı oluşturabilirdi. Ortadoğu için erkenden bir Avrupa tarzı uygarlık adımına yol açabilirdi. Erken doğuş ve güçlü köleci devlet geleneği ve Yahudi kahinleri gibi gerici, resmi Zerdüşt rahipleri Kartirler buna geçit vermediler. Hareketin iktidar olma şansını yok ettiler ve çok acımasız uygulamalara tabi tuttular. İmparatorluktaki bu ideolojik tutuculuk, hem Bizans ve hem de yeni doğacak İslamiyet karşısında tutunma şansına sahip değildir.
Gerici ideolojik yapı, en güçlü bir imparatorluğu bile hareketsiz ve kendi kendine çürümeye bırakarak, birkaç saldırı darbesi altında can vermenin kaderine terk edebiliyor. Köleciliğin bağrında şekillenen ideolojik kimliklerin, sistem savaşlarının öncü kolları gibi rol oynadıkları görülmektedir. Sisteme zihinsel ve vicdani başkaldırı öncelik taşımakta ve kitleselleştikçe yeniyi yaratma şansı yükselmektedir. Birçok öncü savaştan sonra önündeki sistemi ya yıkmakta, ya dönüştürerek ele geçirmektedir. Fakat Hıristiyanlığın gücü tüm köleci tortuları temizleyemeden İslamiyet çıkışı gerçekleşecektir. Belki de kendi başına Hıristiyanlık yetmemektedir. Radikal dönüşüm daha köklü bir ideolojik ve pratik önderlik beklemektedir.
İslamiyet de tıpkı Hıristiyanlık gibi daha gecikmiş olarak, aynı tek tanrılı dinlerin izinde, özellikle Asuri kökenli Nestori rahipleriyle Yahudi kabilelerin etkisi altında, bedevi Arapların son büyük patlaması olarak şekillenerek Muhammed şahsında son peygamberini yaratmış ve tarihin güçlü kaldıraçlarından biri rolünü oynamıştır. İslami ideolojiyi çözümlemek, salt tarihi anlamı itibariyle değil, günümüz İslam toplumlarını çözümlemek açısından da büyük önem taşımaktadır. Halen İslam’ın ne tür bir kişilik yarattığı anlaşılamamaktadır. Daha çok askeri yönü ağır basan bir eylem dini olarak anlatılmakta, ideolojik ve sosyal kimliği ise karanlıkta kalmaktadır. Ne kadar tersi iddia edilse de, İslam halen bir muammadır.
Din olarak da, siyaset olarak da, iç yüzü çözümlenmiş olmaktan uzaktır. Karanlık ve aydınlık yüzü o kadar iç içe geçmiştir ki, gerçekten son peygamber ve tek tanrılı din olarak bir dini çağın sonu anlamına da gelmektedir. İddia edildiğinin aksine, dinsel niteliği ve tek tanrılığı en zayıf konumda bir ideolojik örtü olması yanında, siyasi ve askeri yanı daha hakim bir din biçiminde somutlaşmaktadır. İslamiyet, Sümer mitologyasının dönüşümünün üçüncü aşamasının ideolojisi olarak çok katmanlı özelliklere sahiptir. Hz. Muhammed’in tüm büyük yoğunlaşma çabalarına rağmen, bu mitologyayı ve onun yol açtığı iki büyük dini aşması, başka bir kimliğe bürünmesi sınırlı kalmıştır. Ama yine de küçümsenmemesi gereken bir dönüşümü başardığı inkar edilemez. Feodal çağın ideolojik öncülüğü olarak tek tanrılı din ve Allah kavramını daha yakından izlemek ve toplumsal anlamını çözümlemek, doğdukları dönem kadar önem taşımaktadır.
Ortadoğu aydınlanması ve yeniden doğuş için bu kavram betonlaşmasını sökmek ve malzemeyi doğru kullanmak gerekir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER