SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (65.BÖLÜM)
Tarihte bu çöl gerillasının bir benzeri de Moğolistan ve Türkmenistan çöllerinden kaynaklanacak ve tarihin en güçlü yayılma hamlelerine yol açacaktır. Aryenlerin Zagros-Toros dağ sistemlerine ve Germenlerle Slavların kuzeyin orman ve steplerine dayalı olarak uygarlık merkezlerine karşı savunma ve saldırı yöntemleri de, benzer koşullara ve aynı mantığa dayanacaktır. Arabistan yarımadasında daha önceleri M.Ö 3000’lerden beri Nil ve Dicle-Fırat vadilerinde gelişen uygarlık merkezleri arasında da benzer koşulların oluştuğu bilinmektedir. Kuzeyin çok üretken neolitik köyleriyle, Nil, Fırat ve Dicle’nin şehir merkezleri arasında erkenden ortaya çıkan ticaret koşulları Semitik kabileleri dönüştürmüş, bir saldırı ve savunma gücü haline getirmiştir. Sık sık talan yapmakta, güç getirdiklerinde kalıcı yerleşimlere geçmekte, güç getirmediklerinde de çölün derinliklerine kaçıp kendilerini savunmaktadırlar. İbrahim’in atalığı bu geleneği en üst düzeye çıkarmış, şahsiyet kazandırmış, giderek bir öz uygarlık gücü haline getirmiştir. Henüz kılıç ve at gücüne sahip olmadıkları dönemde, bu etki ancak devenin gücüyle işlevsel olmuştur.
M.Ö 1000’lerden itibaren demirden silahın devreye girmesiyle etkinlik artacak, ilk İbrani krallığı kurulacaktır. Mısır’la Babil’in ve daha sonra Asur, Pers ve Roma’nın bu yeni uygarlık merkezlerine saldırmaları, bazen çok acımasız ezmeleri ve yerinden sökmeleri nedensiz değildir. Çünkü bu merkezleri en çok zorlayan, bu çöl kaynaklı kabilelerin saldırıları ve alternatif oluşturma yetenekleridir. Nitekim bu kabile gelenekleri Sümer, Mısır ve hatta en son İsa yoluyla, görkemli Roma’nın da çözülüşünü ve sonunu getirmekte en temel rolü oynamışlardır. Hz. Muhammed dönemi, bu geleneğin yeni koşullar altında bir volkan gibi patlayan ve halen etkileri süren yeni bir uygarlığı, feodalizmin görkemli yükselişini hazırlayan doruk sürecini oluşturmaktadır.
2- Hz. Muhammed’in kişiliği, özce dile getirilen dönem koşullarının etkisi altında oldukça çelişkili bir gelişim göstermektedir. Üç büyük imparatorluğun yayılan kültürleri, Arap kabile kültürlerinin çok ilerisindedir. Aralarında kıyaslanmaz uçurumlar bulunmaktadır. Kabe’deki Pantheon’da (tanrılar topluluğu) biriken kabile totemleri cansızdırlar ve hiçbir güç ilham edecek özellikleri kalmamıştır. Her ne kadar Lat, Menat, Uzza gibi bazıları en büyükleri olarak saygı görmekte ve belli başlı güçlü kabileleri temsil etmekteyseler de, bunlar yeni bir uygarlığa ilham vermekten uzaktırlar; tersine giderek on lar yüzünden yeni fikirler ve mistik tarikatlar yasaklanmaktadır. Üstyapıda kabile tutuculuğunu esas alan zihniyet ve kurumlar egemen dir. Herkes ancak kabilesiyle övünmektedir. Kadınlar hor görülmekte, kız çocukları ölüme terk edilmektedir. Mekke-Şam arası ticaret yolculukları, Hz. Muhammed’in fikri olgunlaşmasında temel bir öneme sahiptir. Hıristiyan Nestori rahiplerini çok dinlediği, onlarla tartıştığı bilinmektedir. Hatice’nin kendisine güveni, sevgisi ve evliliği, kadınlar hakkında olumlu düşüncelere ulaşmasında belirleyici öneme sahiptir. Hatice olmadan Muhammed’in peygamberleşmesi mümkün görünmemektedir.
Bu yönüyle Hatice, üstü örtülü de olsa Meryem’in çok üstünde bir etkiye sahip ve tanrıça kadın kültürünü temsil etmek durumundadır. İslam tarihinin Hatice’nin rolünü layıkıyla vermemesi, erkek egemen toplumsal yapının hakimiyetinden ötürüdür. Muhammed’i Mekke toplumunda ilk destekleyenin Hatice olduğu açıktır. Yaşça da Muhammed’den büyük ve ticaret kervanına sahip olacak kadar zengin ve güçlüdür. Bu durumun kadını hor gören ve kız çocuklarını diri diri ölüme terk edecek kadar erkek egemenlikli Mekke toplumunda Hatice’nin ciddi bir çelişki teşkil edeceği açıktır. Kendi başına bu azgın toplumla baş edemeyeceğine göre, Muhammed’le ilişkileri ve evliliği çok anlamlı olmaktadır. Sevginin de ötesinde, Mekke resmi toplumuna karşı bir ideolojik ve politik çekirdeğin ilk nüvesi gibidir. Ölünceye kadar Muhammed’in başka kadınla evlenmemesi, saygının ötesinde Hatice’nin maddi ve manevi gücüyle bağlantılıdır. Muhammed’in peygamberliğini ilk onaylayan olması, oluşumdaki payını açıkça or taya koymaktadır. Hz. Muhammed’e daha sonra ilk inanacak olanlar, amcasının oğlu ve çocuk yaştaki Hz. Ali ile kölesi durumundaki Zeyd’dir. Bu tablo, grubun devrimci niteliğini açıkça göstermektedir. Ali’nin şahsında kabile bağlarını devrimci tarzda parçalarken, Zeyd’in şahsında da köleliği bağışlamakta ve devrimle ortadan kaldırmaktadır. Aslında bu ilk üçlüde üç devrim, ilkel de olsa gerçekleştirilmektedir. Hatice ilişkisi ile kadın devrimi, Ali’yle kabile devrimi ve Zeyd ile köleliğe karşı devrim yapılmaktadır.
Ortak bir komün yaşamı oluşturdukları için de, yaşamlarına devrimci bir tarz hakim olmaktadır. Grubun bu temelde büyümesi, ideolojik manifestoyu kaçınılmaz kılacaktır. Muhammed’in peygamber olmadan önce uzun süre Hira dağına çekilmesi, ideolojik yoğunlaşma sürecidir. Tüm peygamberlik gerçekleşmelerinde buna benzer süreçler yaşanmaktadır. Musa’nın Sina dağlarında bu süreci yaşadığı, Ahdi-Atik ’de uzun uzun anlatılmaktadır. Hz. Muhammed’e 40 yaşlarında peygamberliğin inmesi, aslında yeni devrimci yoğunlaşmanın ilanı ve açık mücadele sürecine geçişi temsil etmektedir. Bir nevi meşrulaşma ve Mekke’de egemen olmanın açık bildirimidir. İdeolojik yoğunlaşmadan politikleşmeye adım atmaktadır. Bu dönem vahiyleri daha çok inanç ve ahlaki temellerle ilgilidir. Devrimin bir nevi teorisi yapılmakta, ilkeleri belirlenmektedir. Tehlikenin giderek büyümesi, Mekke’nin resmi toplumunu harekete geçirdiğinde, öldürülme an meselesidir.
Ticaretle daha çok zenginleşen Taif’i kabul etmeyerek, Muhammed Medine’yi tek seçenek olarak görüp, 52 yaşında, M.S 622’de hicret eder. Tarih, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmemesi halinde, Hıristiyanlığın basit bir mistik topluluk olmaktan öteye gidemeyeceğini belirtmektedir. Hz. Muhammed’in Medine hicreti için de aynı şey söylenebilir. Hicrete zorlanma olmasaydı, şiddetli bir taassup gösterilmeseydi, bir gnostik topluluk olarak kalabilirdi. Ama koşullar ve etki-tepki yasası bir harekete geçti mi, en basit grupların bile en büyük tarihsel hamlelere yol açtığı çokça bilinen gerçeklerdendir. Medine dönemi, askerileşme ve politikleşme dönemidir. Ayetler daha çok yeni politik sistemin nasıl oluşturulacağıyla ilgilidir. Medine’de yeni bir toplumsal anlaşma ve kent devleti oluşmaktadır. Ama dönem Sümer ve Mısır uygarlığının doğuş süreci değildir. Gelişkin bir ticaret ve yanı başlarında çeşitli imparatorluk merkezleri vardır. Hızla devletleşme ve diğer devletlerin aleyhine büyüme kaçınılmazdır. Bu bir varlık ve yokluk meselesidir.
Çöl kabilelerinin çevredeki uygarlık merkezlerine iştahlanmaları ve görece yoksul durumları, Hz. Muhammed’in ideolojik çıkışını ve Medine ittifakını olağanüstü çekici kılmakta; bir kez daha tarihin “yürü ya kulum, önün açıktır” hükmünün geçerlilik kazanmasına yol açmaktadır. Hz. Muhammed’in vefatına doğru, devlet sistemi de oluşturulmuş durumdadır. Bu kadar kısa bir sürede tarihi o kadar etkileyen ve halen bu etkisini sürdüren oluşumun ideolojik, politik, askeri ve toplumsal özelliklerini yakından görmek büyük önem taşımaktadır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER