APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (46.BÖLÜM)
İNSANLIK ADINA YAPILABİLECEK EN DEĞERLİ ÇALIŞMA ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜDÜR
Düşmanın etkilerini yaşamak, ona zemin olmak olacak iş mi? Bulduğunuz yerde, ideolojik bıçağı, örgüt bıçağını ve askeri bıçağı vuracaksınız. Yapılabilecek en doğru şey bu değil midir? Eğer bunu da yapamıyorsanız söyleyin, ben size yol bulayım. Ya da bundan daha kötü durumlara düşürülmüşseniz sizi bir kenara bırakayım. Bu ikisinden birisini kesin tercih etmeniz gerekir. Ama siz habire ikisini karıştırıyor ve bana sunuyorsunuz. Ben bunu on yaşımda bıraktım. En başta anamın sütünü ve ondan sonra da bana verilen her şeyi bıraktım. Siz ise düşmanın sofrasından getirdiğiniz şeyleri karıştırıp önümüze sunuyorsunuz. Ben bunları nasıl kabul edeceğim. Günü birlik yaşamı esas alarak yaşıyorsunuz. Örgütün dilini konuşmak, örgütün kuralını yaşama geçirmek yok. Birisi çete başı olarak çıkıyor, bir birliği ele geçiriyor ve kendine göre bir yaşam tarzını oturtuyor. Hiç kimse de “sen şurada yanlış yapıyorsun” demiyor. Ben bunu kabul edemem. Yaptıkları tek şey ise, sürekli olarak şikayettir. Size olağanüstü düzeyde çözüm gücü veriyoruz, ancak buna hiç anlam vermiyorsunuz. Örneğin, jandarma köye gelip bastırır, her türlü uygulamayı yapar, onlar da sadece feryat ederler. Bazen de bir çete başı bizde çıkıp her istediğini yapar, bizim birçok birlik komutanı, sözüm ona sahte yönetimler de her tarafta “böyle yaptı” diye bağırır.
Toplumdaki sıradan bir insanın böyle yapmasını anlıyoruz, ama siz özgürlük savaşçılarısınız ve elinizde her tür silah olduğu halde böyle yapmanızı anlayamıyoruz. Büyük bir inatla bana dayatmak istedikleri, “bu iş ancak böyle olur”dur. Siz bunu bana asla kabul ettiremezsiniz. Bunları sadece ahbap çavuşlarınızla tartışabilirsiniz, benimle değil. Bu konuyu bana dayatamayacağınız kadar sizden ilerideyim, hiçbir şeyinize alet olmam. Bu konuda bana karşı savaşırsanız da kaybeden yine siz olursunuz. Kendinizi yanıltmanıza hiç gerek yok. Zaten tarihteki bütün özgürlük yürüyüşleri de bu durumu lanetli olarak değerlendirir ve kahrederler. “İşlerimizi neden doğru ele almıyoruz” diye tartışın. Örneğin birçok alana bakıyorsunuz, doğru dürüst bir yoldaşlık ortamı yok. Peki, bunun nedenini neden sormuyorsunuz? Birbirine karşı bu kadar tepkili olunur mu? Bunların hepsi düşmandan kalmadır. Ayrıca savaş kuralları bu kadar tanınmaz hale mi getirilir? Neden bunları tartışıp bir düzene bağlayamıyorsunuz? Bu örgütün en emredici gücüyüm, bende bu konulara ilişkin bir çözümsüzlük, bastırma ve bu işler olamaz düşüncesi var mı? İlk günden bugüne kadar bizim olduğumuz her yerde anlayış ve irade egemen değil midir? Neden sizin bulunduğunuz ortamlarda böyle olmuyor? Bunun cevabını vereceksiniz. Hele bu savaşçılıklarınızı bana göre hiç yapmayın, ben bu savaşçılığa artık hiç ilgi bile duymuyorum. Canınızı boşuna heba ediyorsunuz ve kendinize çok yazık ediyorsunuz. Bu duruşunuzun altında provokasyonun ve tekrar düzene yaranma kurnazlarının bazı söylemleri var, siz onlara kulak kabartmışsınız. “Yaşamınız çalınmış” deniliyor, siz de sanki metelik kadar bir yaşam değeriniz varmış gibi “acaba öyle mi” diyorsunuz.
Tabii düşmanın iblisleri zaten her zaman insanlarla oynamışlardır. İblis, Adem‟in bile cennetteki yaşamını bozandır. Günümüzde de bunlardan çok var; İblisçe, yalanca her tür soruyu sorduruyorlar. İblisi bu kadar dinleyenlerden, hangi doğruyu yaşama geçirmeleri beklenilebilir? Hz. İsa‟nın o ilk gruplarında, insan bazen izlerine rastlıyor, o kurdukları manastır yaşamında bile yüzyıllarca süren büyük bir ruh birliği, kutsallık var. Bunlar buralarda nasıl yaşadılar diye şaşırmamak elde değil. Özgürlükler çağındayız, özgürlükler dağındayız, özgürlükler yürüyüşünde ve özgürlükler savaşımındayız. Ama sizde bu ruhtan eser yok. Bunlar İblisin amansız takipçiliği altında, hemen her şeye kulak kabartıp, her tür biçime bürünerek etkili olmaya çalışıyor, bir an bile ara vermeden bizimle savaşıyorlar. Bu konularda sizlere ne diyeceğimi artık bilemiyorum. Eğer benden ne istediğinizi bilseydim, en bulunmaz Hint kumaşı da, Şam şekeri de olsa bulup getirirdim. Ben her şeye hazırlıklı bir insanım. Bizim vitrinimizde her şey vardır. Hiç kimse sizi güzellikler anlamında yoksul bırakmak istemiyor. Ama siz istemesini de bilmiyorsunuz. Biz tüm bunların hazırlıklarını yaptık, olanaklarını biriktirdik. Kimse size imkansızı yaratın demiyor. İşleriniz parayla oluyorsa parayla, şeker şerbetle oluyorsa onunla, derin düşüncelerle veya yüksek arzularla, tutkularla oluyorsa bununla yürütebilirsiniz. Yani bunların hepsi artık bizim vitrinimizde var. Sizin özgürlükler dünyasına girişiniz, bazı barbar topluluklarının Roma‟ya girip o görkemli eserleri, binaları dağıtmasına benziyor. Bu durumunuz barbarların uygarlığa saldırısına benziyor. Kürt olayında salt barbarlık, yani ilkel komünal düzeylerdeki ölçüler değil, bir de derinleştirilmiş kölelik var. Onların birleştirilmesiyle zaten uygarlığa ulaşmaya imkan yoktur.
Çünkü uygarlık silahlıdır, bu tip kişilikleri yerle bir eder ve yanına bile yaklaştırmaz. Daha çok, bir fırsat olarak doğan özgürlükler dünyasının içine girdiğinizde alt-üst etmeyi yaşıyorsunuz, yaşatıyorsunuz. Derin bilinçsizlikten dolayı altın ile teneke, hatta zehir ile şerbet karıştırılıyor. Biz bütün süreçleri yeterince güçlü hazırlamıştık. Herkes için yaşam onurluydu, imkanlarla doluydu ve başarılıydı. Yürüyüşlerin hepsi şanlıydı, imkanlarla dolu ve zafer yüklüydü. Tüm bu hazırlıkların canına okunduğunuza çok yanıyorum. Bunun böyle harcanmasına büyük öfke duyuyorum. Tüm sorunlarınız çalışmalara hakkını vermemekten ve en çok da kendinize anlam vermemekten kaynaklanıyor. Bir dost gelmişti, üç saatlik bir tartışmamız oldu. Söylendiğine göre dünyanın en zenginlerinden birisiymiş. Merhaba ile allahaısmarladık arasında kendini benimle kardeş ilan etti. Sonuna kadar benimle olmaktan bahsetti ve “Ruhum böyle söylüyor” dedi. İsmini bile bilmiyorum, ama son söz olarak “Hep böyle kalacağım” diyebiliyor. Sanmıyorum ince bir politika yapsın, gerçeği söylüyordu. Etkilendi ve ruhunun derinliklerinde olup bitenleri dile getirdi. Ve belki de adımızı sürekli hayırla anacak, dost kalacaktır. Bu kesindir ve göreceğiz. Yani dünyanın en zengini de olsa bizimle bir görüşmenin sonucu budur. Sizler dünyanın en fakir insanları olarak böyle yaklaşırken, hiçbir biçimde bize ihtiyacı olmayan o zenginin bu derinden bağlanışı çok ilginçtir. Bana önerileri de oluyordu. Nasıl bu kadar hassas olabilir diye düşünüyorum. “Bu yaşam böyle sürmeli, bu yaşam şöyle egemen olmalı, bu yaşamın uğruna şunları yapacağız” diyerek yüce duyarlılıkların hepsini dile getirdi.
Düşünüyorum da, en yoksul, bize en fazla ihtiyacı olan ve en kapsamlı dersleri verdiğimiz siz militanlar neden çalışmalarımıza bu kadar duyarsız kalıyor? O dostumuz, “Keşke benim de bir evim olsaydı, keşke...” derken ruhu bağlandı gitti. Maddiyatın hiçbir değer ifade etmediğini gösterdiğimde, kendisinin bize muhtaç olacağını bilerek ve bizim ideolojik üstünlüğümüzü, yaşam üstünlüğümüz görerek kendisinin derinden bir ihtiyaç halinde olduğunun farkına vararak gitti. Sizler de düşünün, maneviyatınızla ve maddiyatınızla nelere, ne kadar muhtaçsınız? Sizlere her şeyimizi veriyoruz. Bunun değerini takdir edememek, büyük nankörlükten öteye lanetliliğin derinliklerinde ve hercümercinde sürüklenip gitmektir. Biz bunu bozmak, buna son vermek istiyoruz. Lanetliliği yüzyıllardan beri bu denli yaşamanın insanı ne hale getireceğini size gösterdik. Düşmanın dayatmaları altında, zorluklar ve imkansızlıklar altında bu tür şeyler yaşamanız anlaşılırdır, ama şimdi özgürlük imkanı burnumuzun dibinde. Bu, artık lanetliliğin sona erdirilmesini şart kılar. Sıradan bir dostun duyarlılığını bile gösterememek lanetliliktir. Bazıları zebaniler gibi, bazıları (*deccal) gibi kendini bu kutsal gerçeklere öyle dayatıyor, ama siz kendinizi bile savunamıyorsunuz. Biz üzerinizdeki Azrail‟i bile kaldırdık. Yaşamınızın üzerindeki Azrail'in eli kaldırılmıştır. Haydi biraz canlanın! Bu zebanilerin, bu zorbalığın, zorbalıktan da öte yaklaşım sahiplerinin neden bu kadar etkisi altında kalıyorsunuz? Üzerinizdeki devlet elini, ağanın elini, zorbanın elini kaldırdık. Siz, o kadar korkak yetiştirilmişsiniz ki, hep “bana ne yapacaklar” kaygısı içinde dilsiz ve çaresiz kalmışsınız. Korkutulan bazı çocuklar veya kadınlar vardır, siz hep onlar gibi telaştasınız. Ben bu konuda da yoldaşlığımı yaptım ve üzerinizdeki baskıları kaldırdım, size korkmayın diyorum.
(*Deccal:Dinsel inançlara göre dinden saptırmak için kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacağına inanılan yalancı yalvaç. İş karıştırıcı.)
Tabii buna verdiğiniz yanıtın diğer bir biçimi de gözü kör savaşçılıktır. Bu da korkunun tersyüz edilmiş biçimidir. O kör cesaretinizin, o kör saldırının benimle hiçbir ilgisi yoktur. Korkuya karşı benim tarzım bu değildir. O daha kötü bir saptırmadır, onu da yapmayacaksınız. Sizden ne öyle kör savaşçılık isteyen var, ne de bu kadar korku. İkisine de gerek yok. Bize gerekli olan akıllı, planlı, savaşımında ve yaşamında parti tarzını büyük bir mutlulukla benimsemiş ve bunun imkanını yakalamış bir yürüyüş kolu, yaşam tarzıdır. Artık bunu cesaretle kucaklayın. Korkmayın diyorum, bakın ben varım. Kabus gibi bir şey üzerinize geldi mi bana haber verin, elimizin tersiyle atarız. Daha başka ne istiyorsunuz? Bu, şikayet ettiğiniz her şeyin aşılmasının her tür biçimi bizde cevap bulur demektir. Neredeyse hepiniz cin çarpmışa dönmüşsünüz. Biz cini de buradan kovduk. Zorba var diyorsunuz, en büyük zorbayı ne hale getirdiğimizi gözlerinizle görüyorsunuz. Bizim ortamlarımızda kaba düşman da yok. O da dağların ötesine atılmıştır. Onun için bu kabuslu yaşamı bırakın, kendinize güvenin, yavaş yavaş canlanın ve bütün yeteneklerinizi biraz ayaklandırın diyorum. Tekrar söylüyorum korkmayın. Eskiden yaptıklarınız, yaşadıklarınız ayıptı, ama şimdi o ayıbı da biz ortadan kaldırdık. Islah olma süreci söz konusudur, ıslah oluyorsunuz. Artık geçmişinizden utanmayın. Çünkü tövbe ettiniz ve ıslah olmaya yüz tuttunuz, münafıklık yapmayın yeter. Yani oportünizmi istemiyoruz. Sizden eskiyi hortlatmamanızı ve düşman etkilerini yaşatmamanızı istiyoruz.
Bütün bunların bir anlamı vardır ve bütün bunları şunun için söylüyorum: Gelenler var, bir günde dertlerine ilk dermanı alabilirler; gidenler var, gittikleri her alana her tür ilaçla dolu gidiyorlar ve günlük olarak verecekleri ilaçlarla bütün sağlıksızlıklar sağlığına kavuşabilir. Kimine ideoloji, kimine örgüt, kimine dil, kimine eylem, yani herkese bir tane ilaç verir; ertesi gün bu sağlıksızlar sağlamlaşır ve dirilir. Ben eskiden bu kadar kesin konuşmaz, ısrar da etmezdim. Benim kesin ve ısrarlı olmamın, anlaşılır ve çok önemli nedenleri vardır. Halen belirttiklerimi anlamıyorsanız, tekrar çok net bir biçimde ne istediğinizi açık söyleyeceksiniz. “Ben şu noktalarda cevap istiyorum” diyeceksiniz. Çeşitli cevaplar vermek mümkündür. Ama kesinlikle ne istediğinizi bilerek ve aldığında da onunla oynamayarak cevap isteyeceksiniz. Sözün sahibi olamamanızı ve verilen cevaplarla yetinmemenizi anlamak mümkün değil. Ben doğru cevaplar verdiğime inanıyorum. Eğer bu cevaplarla tatmin olmuyorsanız, o zaman sizin ya ajan ya da iflah olmaz ve kaypak birisi olduğunuzu söyleyeceğim. Ya da teslim ve iflas bayrağı çekmişler ve bana da “sen de kendini bitir” demek istiyorlar diyeceğim. Bu da biraz ağırlık kazanıyor. Zaten sonuçta düşmanın son perspektiflerine verdiğiniz yanıt da “bu işler böyle olmaz, bu işler ancak buraya kadar olur” biçimdedir. Ben de hayır diyorum. Ben sıfırdan nasıl ve nereden başladığımı biliyorum. Siz bitmiş olabilirsiniz, ama ben daha bitmedim. Tam tersine ben, yaşama daha yeni başlamak istiyorum. Kırk yıldır benden esirgenmiş olan yaşamı çalışarak, şerefli ve onurlu bir başlangıca yetişebilecek duruma getirdiğime inanıyorum. Siz çalışmamış veya çalışıp kazanamamışsınız. Her adım attığınızda yenilmiş, darbe yemişsiniz. Bu sizin sorumluluğunuzdur, benim öyle bir durumum yok. Kendi yenilginizi, kendi yaşanmamışlığınızı veya yaşamı kaybetmişliğinizi bana dayatamazsınız.
Zaten çete başının geliştirmek istediği de buydu. “Haydi haydi böyle yaşayın” demesi ve yankı bulması da bu nedenleydi. En eski provokatör de, “yapının ezici bir çoğunluğu benim sunduğum yaşama bayılıyor” diyordu. Tabii bunun hiçbir savaşla ve onurla ilişkisi yoktur. Bu provokatör hesaplarını bunun üzerine kurmuştu. Yarattığımız değerleri benden çalmak için her türlü numaraya girişiyordu. O zaman bir ev bulmak, yiyecek bulmak ve güvenliklerini sağlamak için her şeyi yapıyordum. Oysa onlar bunları söyleyip bunları yapıyorlardı. Bütün bunları belirtirken, tamamen iflah olmazsınız demek istemiyorum. Sizde bu yön sınırlıdır. Siz daha çok çaresizsiniz, bu yönünüz daha ağır basıyor. Ayrıca bilinciniz fazla gelişmiş değil. Gençsiniz ve bu çaresizliği aşılabilirsiniz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER