JİNEOLOJİ ÜZERİNE (1.BÖLÜM)
Kadın biliminin tanımı(kadına dayalı, kadın eksenli bir aydınlanma, değişim gücü ve çalışması olarak Jineoloji) Kavrama ilişkin: Jineoloji oldukça orijinal bir adlandırma. Kadın ve yaşam anlamına gelen jin ile bilim anlamına gelen loji. Jin (kürtçe)-zen(farsça, çince)-gyn (latince) ortak bir kökenden gelmekte, woman, femin, wiss gibi kelimelerden daha kapsayıcı bir anlamı taşımaktadır. Bu kelimeye benzer biçimde jinekoloji de başlangıçta kadın bilimi anlamına gelse de giderek kadın hastalıkları anlamını taşımıştır. İlginç bir şekilde kelime latince gyn ile loji’nin birleşmesinden geliyor olsa da Türkçeye tercümesi kadınların fizyolojik sağlığı, işlevleri ve hastalıklarıyla ilgilenen bilim. Zaten içeriği de bu kapsamdadır. Jinosentrik (kadın merkezli), jeneoloji ise soybilim olarak kullanılan söylemlerdir. jinarşi-kadınlar tarafından yönetim, jinokrasi-kadınların yönetimi, jinelatori-kadınlara tapma, jinosid kadın soykırımı, jinofobi-kadınlardan nefret ya da korku, jinomorfik- dişil gerçeklik duygusu yaratmaya çalışan bir dil kadın eksenli dil, "Kadın oluşumu"nu sağlayan sihirli madde, 'jinerji' ya da kadınların enerjisidir. Jineoloji Önderliğin ortaya koyduğu, hem etimolojik hem de içerik olarak orijinal bir anlama sahiptir. Kadın bilimi ihtiyacı: Bir kadın bilimine neden ihtiyaç olduğu en fazla sorulan soru oysa önderlik jineolojiyi tanımlarken neden bir kadın bilimi olmadığı sorusu ile başlıyor. Önderlik bunun egemen erkeklikten kaynaklandığını da ifade ediyor. Matematiğin 3500 alt dalını, insan vücudunun her organının hatta onunda detaylarını inceleyen bilim dallarını oluşturacak kadar parçalanan, her şeyi bir bilim dalı ve araştırma konusu olarak inceleyen bilim neden kadınları incelememiştir asıl sorulması gereken soru budur. Kadın bilimi tartışılırken önce kadın nedir sorusunu sormak önemlidir. Yani Freud’un onca cinsiyetçi kadın düşmanı söylemlerine rağmen ölürken sorduğu soru? Biz kadını Kürtçenin güzel söylemi olan jin-jiyan yani yaşamla özdeş görüyoruz. Toplumun özü olarak görüyoruz. Toplumsallığı yaratan kültürün sahibi. Form kazanmamış akışkan enerji. Yaratıcı enerji olarak tanımlıyoruz. Önderliğin KJB’ye yazdığı mektuptaki ifadesiyle toplumun özü ve tortusu. Savunmalarında “Kadın doğası karanlıkta kaldıkça, tüm toplum doğası aydınlanmamış olarak kalacaktır. Toplumsal doğanın gerçek ve kapsamlı aydınlanması, ancak kadın doğasının kapsamlı ve gerçekçi aydınlanmasıyla mümkündür”. Öyleyse jineoloji öncelikle kadının kendini tanımlaması olacaktır. Şimdiye kadar kimse kadını tanımlamadı mı? Mitoloji, din, sanat, bilimin yaptığı milyonlarca tanım var. Feministlerin geliştirdiği tanımlar var. Ama biz bunlarda çarpık, yanlış, eksik yanları olduğunu düşünüyoruz. Mitoloji, din, sanat ve bilimlerin kadın gerçekliğini inkar, imha, çarpıtma, yok saymaya dayalı. Feministlerin tanımlarında ise toplumdan kopuk sadece bir cins gerçekliğine sıkıştırma yada bütünlüklü ele almak yerine belirli boyutlarını öne çıkaran yönler ağır basmaktadır. Kadının kendi hakikatini araştırma, tanımlama ve kavramsallaştırması hala yerine getirilmemiş bir görevdir. Önderlik “kadının kölelik tarihi yazılmamıştır özgürlük tarihi ise yazılmayı bekliyor”dedi. Kadın bilimi bu yönüyle feminist çalışmaları toparlayan ve eril bilimci ideolojiyi sorgulayarak öncelikli sosyal bilimler ancak doğa bilimlerini de kapsayacak biçimde yeni bir bilimi ifade ediyor. Önderlik neden kadın çalışmalarını bir ideoloji, örgüt yada başka bir kavramla yürütmek yerine bilimi önümüze koydu üzerinde tartışmamız ve yanıtlamamız gereken bir soru? Yada geçmiş deneyimimiz bunun neresinde oturacak ondan farkı ne olacak hala tüm boyutları ile tartışmamızı gerektiren konulardır. Önderlik çözümlemelerinde kadının mücadeleye, savaşa katılımını, kadın ordusu, kadın partisini geliştirme temelinde yürüttüğü çalışmaları bir laboratuvar çalışması olarak tanımlamıştır ve ürünlerinin daha sonra açığa çıkacağını vurgulamıştır. İşte önderliğin temellerini attığı ve yürüttüğü o çalışmalar ve bu gün kadın hareketi olarak eksik, yanlış ve yetersizliklerimize rağmen açığa çıkardığımız gelişmelerin ürünü olarak gelişecek jineoloji. Bizim kadın özgürlük deneyimimiz kendisini bilimsel bir ifadeye kavuşturması olacak aynı zamanda. Zaten biz buna dayanarak jineolojiyi geliştirme iddiasını dile getiriyoruz. Farkımız kendi deneyimimiz. Biz deneyimimizden bilgi üretiyoruz. Bu bilgiye dayalı bilim yapacağız. Kadın bilimi konusundaki diğer yaklaşımlar: Bir kadın bilimi ortaya çıkarma anlamında olmasa da bilimin cinsiyetçi karakterini sorgulama ve kadın değerleri ile bilim yapılması konusunda kimi feministlerce yürütülmüş tartışmalar vardır. Feminist bilim tarihçileri, bilimin tarihsel kuruluşundaki toplumsal cinsiyet bağlamını farklı boyutlarıyla açığa çıkaran çalışmalar yapmışlardır. Genevieve Lloyd, erkek akıl kitabı ile batı felsefesinde erkek ve kadını irdelemiştir. Susan Bordo tarafından kartezyen düşüncenin 'kadınsı olandan kaçış” ile özdeşleştirilmesi üzerine değerlendirmeler yapmıştır. Merchant’a göre de, kadın ile tabiat modern tabiat biliminin ortaya çıkışından çok önceleri özdeşleştirilmiştir. Ancak, mekanik tabiat biliminin ortaya çıkışından önce tabiat organik bir biçimde anlaşıldığından, bu, kadına saygın bir konum sağladığı için her zaman olumsuz olmamıştır. Ruether 'bugün çevreyi ve insan türünü yok etme noktasına gelmiş olan insan uygarlığının aşil topuğunun, dişinin bastırılması yoluyla gerçekleşen bu yanlış erkeklik gelişiminde olduğu' sonucuna varır. Evelyn Fox Keller 'Bilimin varoluşu hangi ölçüde erkek tasavvuruyla bağlıdır? Ve eğer böyle olmasaydı, bu bilim için ne anlama gelirdi?' Fox Keller, bilimin basitçe “eril bir proje” olduğu ve reddedilmesi gerektiği fikrine karşı çıkar. Aynı şekilde “dişil bilim” kavramını da yanlış bulur. Bunların yerine: “bilimin eril bir proje olmaktan çıkartılıp insani bir proje olarak yine bilimin içindekilerce düzeltilmesi ve duygusal emek ile düşünsel emek arasındaki, bilimin erkeklere tahsis edilmiş bir alan olarak görülmesindeki iş bölümümün reddedilmesi” görüşünü savunur. Keller, çağdaş bilim kadını Barbara McClintock'un tutumunu Francis Bacon'un önerdiği doğanın sömürüsü ile karşılaştırır. McClintock 'bırakın materyal sizinle konuşsun' ya da 'bundan sonra ne yapacağınızı size onun söylemesine izin verin' derken, kadınsı bir tarzı ortaya koyar. McClintock bilim/kadınının materyale 'bir yanıt dayatması' gerektiğine inanmaz; daha çok o materyale yanıt vermeli ve empatik bir saygı göstermelidir. Keller, bir kadın tarzının 'egemen olma itkisi tarafından daha az sınırlandırılmış bir bilime işaret ettiğini öne sürer- Keller'in pozitif olarak gördüğü bir yön. 1979'da Adrienne Rich bunu anlatmak için temel bir soru soruyordu: Bir kadın kendi-bilincine ve kendi- kararlarına sahip bir insan olabilmek için hangi bilgilere gereksinme duyar Kadınların Akademik Alandaki Çalışmalarına İlişkin Egemen bilim tarihinde yer alan kadın sayısı az olmasına rağmen yazılmayan bilim kadınlarının tarihi de mevcuttur. Günümüzdeyse çeşitli akademik alanlarda kadınlar yer almakta ancak bu alanda hâkimiyetleri engellenmektedir. “Erkekleşen bilim kadınları” ve “marjinal gösterilen bilim kadınları” diye ikili, karşıt ve çatışan bir kadın akademisyen alanı söz konusudur. Feminist muhalefet, 1970’lerin sonlarından itibaren akademiye de yansıdı ve edebiyat araştırmalarından sosyal tarihe ve sosyal politikaya dek birçok disiplini etkiledi; aynı zamanda çok sayıda kadın merkezli inisiyatifin ve projenin (özellikle yayın, öğretim etkinlikleri, konferanslar, forumlar vb.) hayata geçirilmesine yol açtı. Önemli bir diğer sonucu ise, “Kadın Çalışmaları” adı verilen yeni bir disiplinlerarası araştırma alanının ortaya çıkmasıydı. İsveç, Almanya, Türkiye ve diğer yerlerdeki üniversitelerde kadının statüsü, tarihi üzerine araştırmalar yapan Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalları var. Önce Kadın Araştırma Merkezleri sonra Feminist Araştırma Merkezleri sonra da, Toplumsal Cinsiyet Araştırma Merkezleri çıktı. Bu araştırma mekanlarında 'aile ve kadın', 'hukuk ve kadın', 'siyaset ve kadın', 'devlet ve kadın', 'işgücü ve kadın' gibi konular işleniyor. Feministler toplumsal cinsiyet merkezlerinin kadın meselesinden uzaklaşmaya neden olması nedeniyle buna pek olumlu bakmıyorlar. Batı’da, Avrupa ve Amerika’da bir savaş alanıdır. Masculinity dersi dışında, yani erkeklik çalışmaları dışındaki “gender” derslerinin hiçbirini erkekler veremez. Türkiye’de ise erkekler veriyor. Quer teori akademik alanı işgal etmiş durumda, şimdi hiçbir akademik tartışmayı eşcinsellik olmadan yürütemiyorsunuz. Hangi konu olursa olsun karşınıza bu çıkıyor. Feministler de bunu tartışıyor hatta bu konuda bir çatışma ve dayatma da var. Biz de bu konuda bir netlik sahibi olmadığımız için kimi zaman kullanılan bir pozisyonda da kalabiliyoruz. Aslında bu konuda kendimiz daha ileri görebiliriz çünkü bizde de toplumsal cinsiyetçilik dersini erkekler veremezler. Türkiye de Akademideki kurumsallaşma 90 sonrasında ortaya çıktı. İlk Kadın Araştırma Merkezi İstanbul Üniversitesi’nde 1989’da kuruldu. Ankara, Hacettepe, Gazi, İstanbul, Marmara, Çukurova, Ege, Gaziantep, Mersin, Yüzüncü Yıl, Anadolu, ODTÜ, Çankaya ve Atılım Üniversiteleri olmak üzere toplam 14 üniversitede kadın sorunları ile ilgili araştırma ve uygulama amaçlı merkezler kurulmuş ve bugüne kadar çeşitli çalışmalar yürütmüşlerdir. Ayrıca, İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi bünyesinde Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ayrımcılığın Önlenmesi Çalışma Grubu mevcuttur. Ayrıca İstanbul ve birkaç ilde daha kadın eserleri kütüphaneleri oluşturulmuştur. JİNEOLOJİ TANIMI: Yaşam-kadın, doğa-kadın, toplumsal-doğa- kadın özdeşliğine dayalı olarak kadını, yarattığı kültürü, bu kültürün tarihsel topluma yansımasını, hem kadın tanımının hem de onun etrafında oluşan tüm kurum, yapı ve kavramların yaşadığı dönüşümün nedenleri, kaynakları ve sonuçlarını araştırır. Bunları yeniden tanımlama ve kadın doğasına dayalı olarak dönüştürmeyi hedefler. Bunun için teori, örgüt, eylem, kurum yaratmaktan sorumlu görür kendisini. Yani kadının yazılmayan kölelik tarihini açığa çıkarmak kadar özgürlük tarihini yazmayı hedefler. Bu bilimin verilerini kadın hareketlerine sunarak ortak mücadele dinamikleri yaratır. Neden kadın doğasını açıklığa kavuşturmalıdır? Önderlik: Kadın doğası karanlıkta kaldıkça, tüm toplum doğası aydınlanmamış olarak kalacaktır. Toplumsal doğanın gerçek ve kapsamlı aydınlanması, ancak kadın doğasının kapsamlı ve gerçekçi aydınlanmasıyla mümkündür. Kadının sömürgeleşme tarihinden ekonomik, sosyal, siyasal ve zihinsel sömürgeleştirilmesine kadar konumunun açıklığa kavuşturulması, tarihin diğer tüm konularının ve güncel toplumun her yönüyle açıklığa kavuşmasında büyük katkıda bulunacaktır. Şüphesiz kadının statüsünün açıklığa kavuşması meselenin bir boyutudur. Daha önemli boyut kurtuluş sorunuyla ilgilidir. Diğer deyişle sorunun çözümü daha büyük önem taşımaktadır. Toplumun genel özgürlük düzeyinin kadının özgürlük düzeyiyle orantılı olduğu çokça söylenir. Doğru olan bu deyimin içinin nasıl doldurulacağı önemlidir. Kadının özgürlüğü, eşitliği sadece toplumsal özgürlük ve eşitliği belirlemiyor. Bunun için gerekli teori, program, örgüt ve eylem düzenekleri gerektiriyor. Kadını ‘kutsal ana, temel namus, vazgeçilmez, onsuz olunmaz eş’ statüsünden çıkarıp bir özne-nesne toplamı olarak araştırmaya almak gerekir. Kadın doğası dediğimiz şey nedir? Kadın doğası denildiğinde bahsettiğimiz şey kadının fizyolojik yapısı, doğurganlığı, psikolojisi değildir tek başına. Bunları da kapsar ama bahsedilen şey kuantumda değerlendirilen akışkan enerji halidir, insan topluluklarını, gruplarını toplumsallığa evrilten kültürdür. Önderlik son savunmasında bunu “Kadını öncelikle tanımlamak, toplumsal yaşam içindeki rolünü belirlemek doğru yaşam için esastır. Bu yargıyı biyolojik özellikleri ve toplumsal statüsü açısından belirtmiyoruz. Varlık olarak kadın kavramı önemlidir. Kadın tanımlandığı oranda erkeği tanımlamak olasılık dahiline girer. Erkekten yola çıkarak kadını ve yaşamı doğru olarak tanımlayamayız. Kadının doğal varlığı daha merkezi bir konumdadır. Biyolojik açıdan da bu böyledir. Yaşamın doğası kadınla daha çok bağlantılıdır” diyerek tanımlıyor. Bir kadın doğası tanımlanmasını gerekli kılan en önemli nedenlerden birisi önderliğin en son görüşme notunda pervin için dile getirdiği “Aşiret kadını olma, o kişiliği kültürü dönüştürün. Dönüştürüldüğünü de görüyorum. Arkeolojisi yapılacak kadınsın. Neolitikten alırsın, göbeklitepe’den buraya kadar çok yeni şeyler görürsün. İlk kadın şekillenmesini inceleyebilirsin. 9000 yılda 9 katmanlı kadın incelmesi ile kendi kişisel tarihini karşılaştırmalı olarak ele alabilirsin. Moderniteye geçiş böyle olur. Kapitalizmle yapamazsın. 20 yılda yeni bir kişilik oluşturdun.” Değerlendirmesi önemli bir perspektif. Yani kadın doğası üzerinde 9000 yıllık 9 katman var. bunları göz ardı ederek bir kadın tanımı yapmak kendini kandırmak olur. o katmanlardan soyunmak için kadın doğasını açığa çıkarmalıyız. Tarihe, neolitiğe giderek bunu yorumlamak kadar kendimizi de bu temelde çözümlemeliyiz. Önderlik bunu yaparak bizi bu düzeye getirdi ama biz bunu yeterince yapmıyoruz, yapamadık. Oysa özgün ortamlarımız ne kadar cinsiyetçi etkiler altında da olsa çok önemli veriler sunuyor. Ama incelmesi bilim yapılmamıştır. Savaş tarzımızdan, siyaset tarzımıza, örgüt tarzımızdan yöneticilik tarzımıza kadar açığa çıkan veriler eğitimlerde de tartıştığımız gibi aslında 9 katmanlı gerçeği çözememekten yada çok az çözümlemekten kaynaklı “kadın doğası yada kadın renginde” gelişmiyor. Bunun tıkanma ve zorlanmasını da yaşıyoruz. Bunun da farkındayız. İşte jineolojinin açığa çıkaracağı yada üzerinden bilim yapacağı veriler biraz buradan da açığa çıkabilir. Özgün örgütlenme, özgün yaşam alanları çok muazzam verilerin toplanacağı alanlar olabilir. Bu konudaki yaklaşımımızı doğru belirleyip, bunu ifadeye kavuşturabilirsek aslında en fazla da kadın doğasına ilişkin veriler burada toplanabilir. Yaşam biçimimiz, duygularımız, yaşam-ölüm, kendini dönüştürme deneyimimiz bizden çok uzak görünen bir sürü kelli-felli adamın kazı yaptığı neolitiğe ilişkin veriler kadar belki onlardan daha fazla veri sunacak potansiyele sahiptir. Bakın önderlik de bunu pervin için söylüyor. Arkeolojisi yapılacak kadınsın diyor. Aslında bunları en fazla da bizler kendi üzerimizde almalıyız. Kendi arkeolojimizi yapmalıyız. Bir kadın doğasının olup olmadığı konusunda feministlerin özellikle postmodernist akımların etkisi ile ortaklaşma sağlanmamıştır. Kültürel, eko feminist, anarko feminist çevreler bunu kabul etmekte ancak radikal feministler özellikle de son dönem açığa çıkan quer teorisyenler, kadın doğası, kadından ziyade toplumsal cinsiyetçiliği öne çıkararak bunu ret ederler. Kimileri bu reddi kadının erkeğin ötekisi olarak tanımlanması, kadının annelik ve doğa ile özdeşleştirilmesinin kadının mevcut statüsünün meşrulaştırılması anlamına geldiğini iddia ederler. Aslında bu eğilim oldukça tehlikelidir. Çünkü kadını öteki olarak tanımlamamak, cinsiyetçi kalıpları yıkmak adına çok şekilsiz, birinci doğa ile ikinci doğanın ahengini bozan eğilimlere kapı aralamaktadır. Oysa biz zaten erkeğe göre kadın tanımı yapmıyoruz yapamayız da, önderlik özne-nesne toplamı diyor. Bunu biraz tartışabiliriz de. Kadını özne-nesne toplamı olarak incelemek ne anlama gelir? Feministlerin bizi özcü buldukları ve bir kadın doğasının olmadığı her şeyin inşa edilebilirliği ve yıkıla bilirliğinden hareketle bu kimliklere yıkıcı yaklaşımlarını boşa çıkaracak bir çok argüman vardır. Sadece kelime kökenlerine bile bakıldığında kadının içinde yaşam, ölüm, yeniden yaşam anlamında üreme ve doğa ile özdeş kelimelerle tanımlandığını görürüz. Jin jiyan azadi bunun ifadesidir, amargi bunun ifadesidir, doğa-doğmak, zayin-xweza, vajina kelimesi de aynı anlama geliyor. Latince vajina kelimesinin kılıcın kılıfı olarak tanımlandığı söylense de bu çarpıtılmış bir anlamdır Kürtçede vajina-vejin yani yeniden doğuş anlamı daha doğru bir tanımlamadır. Sorancada afratan, afırandından geliyor. Ortaçağ Fransızcasında natüre (doğa) kelimesi dişi üreme organları anlamına geliyor. Burada Arapça, farsça kökenlere de bakılabilir. Yine neredeyse her dilde kadının adet kanaması ile ay özdeştir. Kürtçe de bir istisna var ancak bunun da araştırılırsa aslında daha farklı bir anlama geldiğinin bulunacağına inanıyorum. Latince, Arapça, Türkçe ve İngilizce tümünde adet kanaması ay dönümü demektir. Bu araştırmaları daha da genişletmek gerekir. Aslında bakmasını bilirsek etrafımızda o kadar çok veri var ki. Kürt kültürü bunun en önemli örneklerinden birini teşkil eder. Bu kelimeler de gösteriyor ki kadın doğa, yaşam, yaratıcılıkla özdeştir. Kadın doğası bunlarla anlam bulmalıdır. Kadının adeti öyle kirli, pis, eksik olması değil ay ile özdeş tutulması kutsallık atfedilmesi anlamına geliyor. Buna toplumsallığı da eklemeliyiz. Çünkü kadını sadece biyolojisi ve doğa ile tanımlayıp, kültür ve toplum yaratmayı erkeğe mal ediyorlar. Oysa bu da yanlışlanmıştır. Erkekler avcılık yaptıkları için iletişimleri ve dayanışmalarının toplumsallığı yarattığını söyleyen antropologlar var. Ama bunun yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Topluluğun yaşamı üzerinde bu kadar etkide olan kadın ve onun kuralları daha belirleyicidir. Kadın tanımı konusunda önderliğin “Kadın maddesindeki, formundaki enerjiyle erkek maddesindeki enerji farklıdır. Kadında taşınan enerji hem daha fazla hem de niteliği farklıdır. Bu farklılığı doğuran kadın formudur. Toplumsal doğada erkek enerjisi iktidar aygıtlarına dönüştüğünde maddi formlar, biçimler halini alır. Biçimler tüm evrende soğumuş enerji olarak tutucudur. Toplumda egemen erkek olmak, iktidar biçimciliği haline gelmektir. Taşıdığı enerji ağırlıklı olarak form kazanmıştır. Form haline dönüşmeyen enerji azdır ve çok az kişilikte yaşanır. Kadında ise ağırlıklı olarak enerji form haline, biçimselliğe gelmez. Enerjisi akışkan halini korur. Erkek formunda, kafesinde tutuklanmazsa yaşam enerjisi olarak akışkanlığını sürdürür”. Değerlendirmesini çözümlersek. Form kazanmak ile akışkan enerjiye sahip olmak arasındaki fark nedir? Bir forma girmiş enerji artık çok az dönüşüm yaratabilir. Kök hücre örneğinde olduğu gibi hücre özelleştiği, biçim kazandığı anda artık bir dönüşüm geçiremez. Oysa kök hücre istenilen yönde dönüşüm potansiyeline sahiptir. Yada bir ağaç. Onu kesip biçip bir masaya dönüştürdüğünüzde artık tüm potansiyelini yitirir. Bir ağaçtan bir sürü şey yapabilirsiniz ama bir masa yaptığınız ağacın odun olarak yakılmak yada doğrama tahtası yapılma dışında herhangi bir potansiyeli kalmamıştır. Önderlik de vurgulamıştır; kadınların adet kanaması dahi bu akışkan enerjinin ifadesidir. (1981) Azizah al-Hibri, ''kadınların birden ve güçlü bir biçimde ama ölmeden kanayabilmelerini erkekler bu fiziksel süreçleri kendilerinin paylaşmadıkları ölümsüzlük araçları olarak gördüler. 'Kadın yalnızca kanama dönemlerinden sonra sürekli yeniden iyileşmekle kalmıyor, daha da önemlisi, sürekli kendini yeniden üretiyordu- ölümsüzlüğün anahtarına kadın sahipti, erkek değil' . Bu nedenle erkekler kendileri 'hayatın sonsuz yeniden üretimi döngüsünden mahrum edilmiş ve dışlanmış oldukları için, kadınları asıl Öteki olarak gördüler -ama üstün bir 'Öteki'...'' Erkek doğası bir çok yönüyle bu form kazanmayı yaşamıştır. Hem de bu gün adına erkek egemenlikli, sınıflı, devletli uygarlık adını verdiğimiz kurumlaşmaların hepsinde baskın bir erkek karakteri egemen olmuştur. Erkeğe dayalı o kadar çok din, sanat, bilim, mitoloji, kurum var ki. Hatta bu abartılmış erkek kültürü ve kurumlaşması altında ezilme var. Aslında kendine yüklenen anlamların büyük bölümünü temsil edememek onu yalancı, talancı, katliamcı, sorumsuz ve alabildiğine iktidarcı kılmıştır. Tarihsel açıdan da baktığımızda erkek egemenliğinin dizginsizce herşeyi kendine mal etmesinden, bir uyum ve ahengle yaşamı yarattığı kadını alabildiğine köleleştirmesi toplumsal dengeyi alt-üst etmiştir. Neolitik öncesi dönemde ve bu gün göbeklitepede ortaya çıkan ve hala üzerinde tartışılan kültürde de belli oranda erkeğin rengini taşıyor. Avcılık kültürüne dayanıyor. Ama bir egemenlik kültürü değildir. Bu döneme dair tüm veriler ortaya çıkmamışsa da ikili bir kültürün oluştuğu, bir egemenliğin söz konusu olmadığı dikkati çekiyor. Neolitik toplum da tam da bu enerjinin en akışkan ve üretken haliyle yaşandığı 8 bin yıllık bir süreci ifade eder. Şimdi karşılaştıralım kadın doğasına dayalı yaşam ve kültürün yaratımları ile 5 bin yıllık kültürün yarattığı sonuçlar. Demek ki çubuğu tersten bükme misali artık erkeğe dayalı kültürün yarattığı kurum, bilim ve sanat topluma karşıt bir hale gelmiştir. Dizginlenmesi ve karşı ucu olan bir bilim, kültür ve kurumlarla hizaya çekilmesi gerekiyor. işte jineoloji bunun bilimsel –ki pozitivist anlamda değil- temelde dayanaklarını, teori ve kuramlarını geliştiren, buna göre örgüt ve kurumlar oluşturan yada mevcut örgüt ve kurumları bu yönde sevk eden eyleme geçiren bir rolün sahibi olacaktır. Kadının sömürgeleştirilme ve direniş tarihi; Aslında Önderliğin birinci, ikinci cinsel kırılmalar olarak tanımladığı bu süreç hala da tüm boyutları çözümlenmiş değildir. Sorun sadece tanımlanması değil Önderliği en son görüşme notunda ifade ettiği o dokuz katmanın nasıl oluşturulduğunu incelmemiz gerekiyor. Önderlik bunu “Kadının kölelik tarihi yazılmadı, özgürlük tarihi de yazılmayı bekliyor” diyerek dile getirdi. Tanınmaz hale gelen gerçeklik olarak kadının sömürgeleştirilmesi uzun, kanlı ve direnişlerle geçen bir süreci ifade eder. Kürt toplumunda yaşamın tükenişini en çok kadın olgusu etrafında gözlemlemek mümkündür. Yaşam ve kadın adını gerçekçi olarak birleştiren bir toplumsal kültürde (jin, jiyan, can, şen, cihan hep aynı kökten çıkar ki yaşam ve kadın gerçekliğini ifade eder) kadında yaşamın tüketilişi, toplumsal tüketilişin de temel göstergesidir. Tanrıça kültürüne yol açmış kadın etrafında uygarlığın temelini kurmuş bir kültürden geriye kalan kadınla yaşam konusunda kocaman bir körlük ve güdülere teslim olmuş düşkünlüktür. Tarih; Kadın tarihi kaynakları çok ve çeşitlidir. Bunlardan bazıları politik ve yasal tarihçisinin kullandığı ve resmi tarihe ait olanlar, kontratlar, adli olaylar vb. dir. Bazıları kültür tarihçisinin kullandığı; edebiyat, sanat alanına ait olan kaynaklardır. Diğer kaynaklar da sosyo- ekonomi tarihçisi tarafından kullanılan tarif kitapları, ev kadınları için kılavuz tarzında olan kaynaklardır. (partner) “Kadınların tarihi, baskı altına alınışlarının tarihi olduğu kadar, bu baskılara ve eve kapatılmalarına direnmiş olmalarının da tarihidir” (Michel, 1993:159). Tarih yeniden yazılabilir ve bu bakış açısından çocuk doğumunu, cinsellik, aile yapısı vb ni etkileyen büyük dönüm noktalarına göre kadın tarihi yeniden yazılmalı ve dönemlere ayrılmalıdır (Kelly, 1984: 3-4). Tarih konusu ele alınırken antropoloji ve arkeoloji de kadın bakış açısı ile ele alınmasına ihtiyaç olan alanlardır. Çünkü bunlara dayalı olarak ortaya çıkan tarihsel verilerde de çok fazla erkek söylemi ve damgası var. Arkeoloji zaten başlangıçta batılı Yahudi’lerin ağırlıkta olduğu günümüze kadar da bu ağırlıklarını korudukları bir alan. Bu nedenle “tanrılar kadınken” kitabının girişinde çok güzel bir örnek verilmişti. Örneğin kadın tanrıça geleneğinin gereği olan bir ayini “fahişelik” olarak tanımlayıp çevirebiliyorlar. Şimdi göbeklitepe hakkında yapılan yorumlarda da bu izleri görmek mümkün. Antropoloji’de de benzer bir yaklaşım var. zaten antropoloji bilim olarak da çok sakat bir mantıkla kurumlaşmış. Uygar Avrupa halklarını sosyal bilimler ve tarih incelerken, bir zamanlar uygarlık kurup şimdi geri kalan Osmanlı, İran, mısır, çin gibi uygarlıkları oryantalist araştırmalara dahil eden batı sosyal bilimi ilkel kabileleri de antropolojiye bırakmıştır. Bura da çok eril bir bakış açısı hakim. Örneğin; 1970-1980 yıllarına dek araştırmacıların çoğu cinsiyete dayalı bu işbölümünü hiyerarşi (üst — alt) ilişkileri çerçevesinde düşündüler. Onlara göre toplu bir eylem olan avcılık erkeklerin zekasını geliştirirken, bireysel olarak yapılan toplayıcılık kadınları bir tür alt-kültüre hapsetmekteydi. Fransa'da Edgar Morin ve Serge Moscovici, ABD'de Robin Fox ve Lionel Tiger, uygarlaştırıcı avcılığı göklere çıkardılar: 'İnsan yaşamının tümünü ilgilendiren bir olgu...(olan avcılık), insanın insanla ve çevreyle, erkeğin kadınla, yetişkinin gençle olan ilişkisini altüst edecekti.' Edgar Morin, avcıya, en uyanık hayvanlarla boy ölçüşmesini sağlayan dikkat, inatçılık, mücadelecilik, cesaret, kurnazlık gibi duyusal algıları yorumlama yeteneklerini ve göz boyama, aldatma, tuzak kurma36 gibi stratejik becerileri kazandırmakla savana avcılığının erkeğin duyularını ve zekasını bilediğini söylemekte haklıdır. Avlandıkları sırada erkeklere işbirliği yapmanın, alışveriş etmenin ve bölüşmenin kurallarını öğrettiği ölçüde avlanmanın güçlü bir toplumsallaşma faktörü olduğundan kuşku edilemez. Avcılar, aralarında dayanışma, dostluk ve belirli bir eşitlik duygusu geliştirmişlerdir. Çocuklara bakma sorumluluğu ve bireysel toplayıcılık yükü omuzlarında olduğu için ava katılamadıklarından, kadınların, 'toplumsal ve kültürel bakımdan ergin olmadıklarına hükmedilmiştir. 37 Daha yavaş, daha zayıf, daha uyumsuz ya da aylık döngülerinden dolayı uyum yetenekleri daha değişken olan, ayrıca cinsel nesne olarak grubun iç dengesini tehdit eder nitelikte görülen, üstüne üstlük, aralarında birleşmek için herhangi bir nedenleri de bulunmayan kadınların, daha güçlü, daha zeki, daha cesur erkeklere boyun eğmeye mahkum olmalarına şaşırmamak gerekirdi. Ne var ki, çoğunluğu kadın olan birçok antropolog ve primatolog, yeni bir usavurma yöntemi geliştirerek tarihöncesi kadınlarının düşünsel ve toplumsal bakımdan erkeklerden daha geri oldukları iddiasını çürüttü. Adrienne Zihlman kadınların toplayıcılığına bambaşka bir yorum getirmektedir. Ona göre toplayıcılık tehlikeli bir uğraştı ve erkeklerin fiziki gücüne sahip olmayan kadınların zekalarını geliştirmelerini ve büyük enerji harcamalarını gerektiriyordu. Besleyici bitkileri hızlı ve verimli şekilde toplayabilmek için, alet kullanmayı öğrenmeleri ve zehirli bitkilerin yarattığı tehlikeye karşı uyanık olmaları gerekiyordu. Kadınların ayrıca, çocuklarının gereksinimleri sürekli şekilde karşılamaya hazır olmaları, bunun için sürekli bir dikkat harcamaları gerekliydi: Çocukları korumak, beslemek, eğlendirmek, hayata hazırlamak onların işiydi.40 (D. Johanson'un dediği gibi küçüklerle uğraşabilmesi için insan dişisinin zeka düzeyinin çok yüksek olması gerekiyordu...) Söylenenlerin aksine, kadın cinsinin, insanlığın toplumsallaşması sürecine katkıları hiç de erkeklerinkinden az değildi. Katkıları farklıydı ama en az erkeklerinki kadar önemliydi. İnsanın toplumsallaşabilmesinin ilk kaynağı, annenin görece uzun bir süre çocuğa sağladığı bakımdır. Çocuklara toplum hayatının temel kurallarını, dili, sevgiyi öğretenler annelerdir. Dayanışma ve zeka yalnız erkeklere özgü değildir. Bu insani nitelikleri her iki cins, kendi yolundan geliştirmiştir. Edgar Morin'in 'elinde silah, dimdik duran erkek' ve 'çocuğun üzerine eğilmiş kadın'la ilgili şiirsel imgesi görecelidir. Paleolitik sanatı yalnızca zafer kazanmış avcıyı göstermez. Onun yanısıra, yaralı, dizleri üzerine çökmüş, yenilmiş erkeği de resmeder. Buna karşılık kadını boyun eğme ya da aşağılanma durumunda eğilmiş gösteren hiçbir resim yoktur. Kadın heykelcikleri, erkeğe göre aşağı bir statüyle bağdaşması mümkün olmayan, güç ve kendine güven izlenimi vermektedir. ZEYNEP KINACI AKADEMİSİ 1.BÖLÜM |
YORUM GÖNDER