SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA I CİLT (74.BÖLÜM)
2- İslam Devrimi’nden sonraki kurumlaşma ve yayılma, Emevi Hanedanlığı ’nın iktidarı ele geçirmesiyle gelişmiştir. Emevi Hanedanlığı’nın yükselişi ve egemenliğe ulaşması bir karşı-devrimle mümkün olmuştur. Hz. Muhammed’in kısmen Kureyş aşiretinin Haşimi koluna dayanmasına karşılık, Osman ve Muaviye, Emevi koluna dayanmaktadır. Mekke’nin yönetimi daha çok bu kolun elindedir. Hz. Muhammed dar anlamda iktidarı bu kabile topluluğunun elinden almakta ve yeni bir devrimle devlet kuruluşuna dönüştürmektedir. Bu eylem devrimcidir. Büyük bir ilerleme ufkuna sahip olduğu gibi, kabileciliği aşan yeni siyasi ve askeri kurumlaşmalara gitmekte, tüm bunları yeni bir ideolojik kimliğe, ayet ve sünnetlere dayanarak geliştirmektedir. Emeviye kolu, devrim tam başarıya gittikten sonra Müslümanlığa geçti. Bu geçiş gönülsüz ve çıkar temeline dayanmaktaydı. Bunlar içten Müslümanlara kinliydiler. Hz. Muhammed’in ölümüyle hazırlıklarını hızlandırdılar. Muaviye’nin Şam Valiliği, karşı-devrimin merkez kanadı olarak çalıştı. Muaviye iktidar sanatında daha tecrübeliydi; Şam’da Bizans’ın tüm iktidar entrikalarını öğrenmişti. Yanında İran iktidar geleneğinin güçlü temsilcilerinden Bermekioğullarını bulunduruyordu.
Ehlibeyt, Ali’nin şahsında temsil ediliyordu. Dürüst, hakkaniyete yakın ve devrimin özde olduğu gibi sürdürülmesinden yanaydı. Fakat iktidar sanatında tecrübesiz ve dürüstlüğün gereği olarak çok saftı. İlkeli olmakla birlikte, ciddi bir devlet kurumlaşmasına yatkın değildi. İslam Devrimi’nin militanı olarak çok başarılı iken, erkin, gücün kurumlaşıp devletleşmesinde, Muaviye’ye göre yetersizdi. Ayrıca kutsal dine kendisi gibi samimiyetle sarıldıklarına inanıyordu. Burada yanıldığı anlaşılacaktı.Belki de tarihte gerçekleştirilen en büyük karşı-devrimlerden biri, Emevi Hanedanlığı adına yapılanıdır. İslamiyet’e karşı hiç dürüst olmamış, içten kinle bilenmiş, ama başarılarına en çok çıkarları temelinde el koymuş olan bu hanedanın önde gelenleri, Halife Osman ile ileri bir adım atıp, Ali’nin katledilmesi ve Hüseyin’in de Kerbela’da vahşice şehit edilmesiyle, iktidarı tam anlamıyla ele geçirmiş oldular. Yaklaşık M.S 640’tan 681 yılına kadar süren bu acımasız komplocu karşı-devrimin acısını bin dört yüz yıldır tüm İslam ümmeti çekmektedir. Yapılan, gerçekten kabileciliği ve hanedanlığı yeniden ve İslam Devrimi’nin güçlü etkilerinden de yararlanarak diriltmek ve tekrar kurmak biçiminde olmuştur. Bu adım tüm İslam tarihi boyunca sanıldığından çok daha fazla gericiliği beslemiş, eski toplumun baskıcı ve sömürücü karakterine büyük güç katmıştır. Geriye kalan biçimsel İslamcılıktır ve aslında İslamiyet’in özüne ihanettir.
12 İmamlarla, daha sonra Şiilerle ve birçok Batıni hareketle bu öz aranıp korunmak istenmiştir. Ama tüm bu büyük çabalarla yürütülen hareketlerin başarılı olduğunu söylemek zordur. Dolayısıyla İslam tarihine karşı-devrim tarihi demek, önemli gerçekleri dile getirdiği oranda, devrimci İslam’la karşı-devrimci İslam’ı ayrıştırıp doğruları ortaya koyduğunda büyük anlam taşır. Düz ve tek çizgide bir İslam tarihi, ihaneti ve karşı-devrim tarihini gizlediğinden, İslam olduğunu sanan tüm toplumlar için büyük bir körlük oluşturmaktadır. Bu karşıdevrim olgusu bütün sonuçlarıyla doğru çözümlenmedikçe, sağlıklı bir İslam tarihi anlatmak ve günümüzde İslam adına anlamlı tartışmalar yürütmek mümkün olamaz. İslam toplumlarında ve aydınlarında yüzyıllardan beri süren kısırlığın en temel nedenlerinden biri budur. Kerbela sadece felaketli bir an değildir, süregelen lanetli bir tarihtir; İslam adına en büyük felaketin tarih boyunca yaşatılmasıdır. Halen İran’da, Cezayir’de ve birçok İslam ülkelerinde olup bitenler, bu lanetli gerçeklikle yakından bağlantılı olup, karşı-devrimin bir anlık etkiyle atlatılamayacağını kanıtlamaktadır. Daha da önemlisi, bitmeyen ve ihanete uğrayan bir devrimin yeni çağdaş yorumunun ve nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğinin canlı bir sorun olarak yaşandığını göstermektedir. Birçok devrimin buna benzer süreçleri yaşadığı bilinmektedir. En çağdaş Fransız ve Rus Devrimleriyle karşı-devrimlerinin etkileri halen sürüp gitmektedir.
Ama İslam Devrimi’nin büyüklüğü, evrensel liği ve tarihi göz önüne getirildiğinde, bu tartışmanın özgün ve güncele yanıt olması gereğinin çok büyük önem taşıdığı açıktır. İslam toplumlarının bu tarihle çok yakından bağlantılı olan çok acılı, bunalımlı, geri bıraktırılmış, sorunlu yapısının başarılı bir çözümlemesini ve doğrultulmuş pratiğini zorunlu kılmaktadır. Bu eleştiriyle birlikte, İslamiyet’in kurumlaşma ve yayılması Emeviler döneminde büyük hız kazanır. Muaviye ve ardıllarının realistliği de bu gelişmelerde rol sahibidir. Atlas Okyanusu’ndan Hindistan’a kadar bir yayılma gerçekleştirilmiştir. Kuzeyde Kafkasya eteklerine dayanılmış, güneyde Afrika içlerine girilmiştir. Devletleşme, diğer bir deyişle siyasi kurumlaşma Bizans ve Sasani geleneğinden yararlanmaktadır. Bermekiler ve benzeri birçok bürokrat kökenli aile, yeni devlet organları oluşturulup başlarına geçirilmektedir. Daha çok toplumların üst tabakalarından kimseler, kendi toplumlarını merkezi devlete bağladıkları oranda yetkilendirilip güçlendirilmektedir. Bir nevi Pers imparatorluk modeli örnek alınmaktadır. Bu yönüyle köleci dönemin siyasal kurumlarıyla erkenden bir uzlaşmaya gidilmektedir. Her karşı-devrimin eski toplumun hakim kurumlarıyla yaptığı uzlaşmaların daha güçlü uygulanan bir benzeri söz konusudur. Emevi Hanedanlığı’nın yüz yıl süren egemenliği, İslam adına güçlü bir imparatorluk için yeterli olmuştur.
Ama fetih, işgal ve talan hareketlerinde o kadar gaddar davranılmış ve ileri gidilmiştir ki, karşı et kide bulunmaması düşünülemez. Her tarafta muhalif akımlar zaten hiçbir zaman eksik olmamıştır. 12 İmamlar Hareketi kadar, Hariciler ve birçok Batıni tarikatı bu dönemde temellerini atmışlardır. İlk başarılı direniş, uzun bir tarihsel geleneği temsil eden İran’ın Horasan bölgesinde gelişti. Helen işgaline karşı Partlar da bu bölgede başkaldırmışlar ve bu, beş yüz yıl süren Arsakiler Hanedanlığı’nın kurulmasıyla sonuçlanmıştı. Partlar, Aryen kökenli Persler ve Medlerden bazı farklılıkları olan bölgesel bir topluluktur. İsyancı geleneğe sahiptirler. Merkezleri Horasan’dır. Emeviler, hem Ehlibeyt (Peygamber ailesi) hem de işbirlikçiler dışında tüm halkların tepkisine yol açmışlardı. Hakim milliyet olarak birçok Arap kabileleri içinde özellikle yoksul kesimleri, Hariciler biçiminde çoktan isyan halindeydiler. Ali taraftarları, Aleviler ve Şiiler olarak sadece Araplarda değil, zorla İslamlaştırılmış tüm halklarda bir isyan eğilimi olarak varlık kazanmışlardı. İran, Sümer döneminden beri batısından gelen tüm saldırılara hep başarıyla karşı koyma geleneğine sahip olmuştu. Çürümüş Sasani İmparatorluğu’nun birkaç darbeyle parçalanması, bu geleneğin yeniden harekete geçmesine yol açtı. Tıpkı Persler sonrası Partya’daki başkaldırı gibi, yine Ebu Müslim önderlikli, Partya-Horasan merkezli bir direniş hareketi gelişti.
Başta Farslar, Kürtler ve Azeriler olmak üzere birçok topluluğun katılımıyla çığ gibi gelişen direniş, M.S 750’de Emevilerin devrilmesiyle başarıya ulaştı. Bu, İslamiyet için bir yenilenme imkanı olabilirdi. Devrimin anıları daha canlıydı. Ama bu fırsatı da Emevilerden farklı olmayan diğer bir hanedan olan Abbasiler doğru ve hakkaniyete uygun kullanamadılar. İsyanın lideri Ebu Müslim’i alçakça katlettiler. Ebu Müslim’in katledilmesi, İmam Ali’nin katledilmesi kadar olumsuz bir rol oynamıştır. Feodalizmin erkenden gericileşmesi, bu iki cinayetle yakından bağlantılıdır. Ali ve Ebu Müslim, İslam’ın adil, yoksulları gözeten, ilkelere bağlı, kavim taassubu bulunmayan eğiliminin militan temsilidir. Kurumlaşamamaları, dar tarikat sınırları içinde çoğunlukla gizli hareket etmeleri, sağlıklı olmayan birçok sonucu beraberinde getirmiştir. Devrimci eğilimlerin mezhepleşmelerinin, karşı-devrimin iktidarlaşması kadar gericileşmelere yol açtığına birçok örnekte tanıklık edilmektedir. Mezhepleşme, kaçınılmaz olarak yozlaşmayı beraberinde getirir. Zaten devrimci eğilimler başarılı olamadıklarında, bunun nedenleri mezhepleşmeye yol açar. Mezhepleşme, başarılı olamamış devrimlerin başarısızlık birikimi, devrimdeki hata ve yanlışlıkların kemikleşmesidir. Devrimci anıya bağlı olduklarını söyleseler de, bunu istismar konusu etmekten kurtulamazlar.
Tarihte karşı-devrim iktidarlarını besleyen temel bir kaynak da, devrimci muhalefetin bu gerici mezhepleşmesidir. Çağdaş koşullarda sosyalist ve ulusal demokratik devrimlerin karşı-devrim iktidarlar karşısında yaşadıkları mezhepleşme durumları, bu gerçekliğin tüm zamanlarda yaygın bir olgu olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin birçok devrimci eğiliminin başına gelenler de bu olgunun kapsamlılığına ilişkin diğer çarpıcı bir örnektir. Abbasiler devri İslam tarihinde olgunluk dönemini temsil eder. İslamiyet’in dini yorumunu felsefeyle güçlendirme bu dönemde büyük bir gelişme gösterir. Avrupa’dan çok önce, başta Eflatun ve Aristo olmak üzere Grek klasikleri Arapça’ya çevrilmiştir. Bilim ve felsefede bir canlanma, aydınlanma dönemi yaşanır. Üstünlük her alanda Doğu’dadır. M.S 800-1200 yılları, İslam’ın altın çağı gibidir. Merkezi devlet modeli, her beylik içinde adeta mayalanıp birçok yeni devlete yol açmak üzeredir. Dünya çapında da feodal uygarlığın merkezi olunduğu kesindir. İslamiyet etkisini İspanya içlerinden Çin’e, Sibirya’dan Afrika’nın derinliklerine kadar taşırmıştır. Ticaret için büyük bir güvenlik şebekesi ve altyapı kurumları, yollar, hanlar kurulmuştur. Ticaret tam bir patlamayı yaşamaktadır. Hıristiyanlığa karşı da her sahada bir üstünlük görülmektedir. İslamiyet’in Avrupa’yı fethi zorbela durdurulmuştur. Ama felsefe, bilim ve yönetim anlayışıyla etkilemedeki gücünden hiçbir şey yitirmiş değildir.
Avrupa için Doğu hayaller ülkesidir; hayal dünyalarını Doğu’daki uygarlık değerleri süslemektedir. Birçok kitap tercüme edilerek Latince ve diğer dillere kazandırılmaktadır. Doğu’da Hindistan’a girilmiştir. Hindistan uygarlığı İslamiyet ile yeni bir döneme geçmiştir. Yaygın bir İslamlaşma yaşanmaktadır. Bu eğilim ta Çin’e kadar sürmektedir. Orta Asya’da Türk boyları hızla İslamlaşmaktadır. Tarihi sarsacak Türk ve Moğol kabileleri İslamiyet’in açtığı zemin ve geliştirdiği kurumlaşmalar temelinde harekete geçmek üzeredir. İslamiyet bu dönemde ideolojiden politika ve askerliğe, ekonomiden bilim ve felsefeye kadar her alanda dünyanın en büyük uygarlık gücüdür. Hem coğrafya olarak genişliğine, hem de kurumlaşma ve zihniyet yapısı itibariyle derinliğine Ortadoğu’nun Sümerlerden beri süregelen uygarlıkta öncülük konumu son güçlü dönemini yaşamaktadır.
Yaklaşık M.Ö 10000’lerden başlayan tüm öncü çağların yaratıcı gücü olarak, bu rol adeta Bağdat saraylarında Binbir Gece Masalları ’ndaki rüyalar gibi bir yaşamla finali oynamaktadır. Tarihin doğuran, beşikte büyüten, bütün delikanlılık yaramazlıklarını aştıran ve olgunlaştıran uygarlık çizgisi, bu rüyalar dansından (Raks ve rakkase, bu dönemin harika dansı ve dansçısıdır) sonra baş aşağı inecek ve bir müddet sonra sona erecektir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER