GÜNEŞİ YÜREĞİNE ALMAK
Dört mevsimi kucaklayan yüksek ve asi dağların yamaçlarında aramıştı gözlerini. Yüksek dağların ve ormanlarıyla tam bir doğa harikasıydı, doğduğu yer. Kıyas dağı bir yerden kaldırır başını, hemen karşısında kale bütün ihtişamıyla bulutları selamlar ve Xaskel nazıyla kucaklar bembeyaz sesleri. Çocukların seslerine karışır, kuzu sesleri ve pirinç tarlaları süsler dağların eteklerini. Zap suyu ayırır Xaskel ve kaleyi. Xaskel ve kalenin serin sularını yudumlar Feqiye Teyran, Ehmede Xane ve Eliye Heriryi. Dağlarına kulak veriler, sularından alırlar isyanlarını, böylece işlenmemiş, haykırışlar kalemle buluşur. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan halk kendini her parçası olarak görürler. Pirincin sularıyla büyütürken kışın buğdayını, karlarla korur. İnsanlar dağları, dağlar da insanlarını korur. Suyundan beslenenler dağları, insanları sınır tanımadan severler. Çünkü olduğun kadar, vermenin telaşını da alırsın, bedenine. Baharla birlikte, dağlar güzel elbiselerini giyer, çağırır insanlarını. Yüreğine heyecan dolan, insanların soluğu zozanların da alırlar. Yeşillikleriyle serin sularıyla karşılar seni. Kuzuların sesleri çocuk ve kuşların sesiyle yamaçların nağmeleriyle saran bir ezgiye dönüşür. Geceleri yıldızların parlaklığı dolar yüreklerine ve ateşlerin başında yükselir dengbejlerin sesleri. Güzel ormanları ve bir o kadar da güzel olan zozanlarının içinde yaşamak bir masal gibiydi. Ama geceleri dengbejlerin seslerini böler olmuştu, kurşun sesleri.
Doğayla koyun koyuna yaşayan insanlara dağları yasaklanıyordu. Bu yasakların silahlı askerlere dönüştüğü zamanlar, artık masaldan uyandırıyordu çocuklar. Berwar arkadaş Pinyaniş aşiretindendi, dört erkek, iki kız kardeşi vardı. Yaşadığı yerden, dağlarından insanları sevmeyi ekmişti hücrelerine. Ama aynı zamanda dağların asiliğini de almıştı, ruhunun taşkın sularına. Nasıl ki içmeden geçtiğin sular güceniyorsa, selam vermeden insanların yanından geçmezdin. Yaşamı öğrenmeli ve öğretmeliydin. Öğretmek büyük öğrenmeyi gerektiriyordu. Bunu çok iyi biliyordu. Xaskel ve Kale dağlarına, bir daha bir daha baktı, Qiyasa baktı nasılda bulutlara yakın kaldırmışlardı başlarını. Berilerin türkülerini dinlerken seslerinin nasıl dağları sardığını gördü. Benim bilgi sesimde sarmalı dedi içinden, bu dağları sonra yüksek sesle evet benim bilgimin sesi sarmalı bu dağları, bu insanları dedi. Büyük bir heyecan ve coşkuyla dikildi, önce ailenin karşısına. O zamana kadar okumak için dışarıya kızları gitmemişti o nedenle aşireti bu istemini kabul etmedi. Bu kararı duyan Berwar Arkadaşa büyük bir hüzün sarmıştı. Kendi içinde kaynıyordu durmadan, dağ yaşamının öğretisiydi, öğrenmeli ve öğretmeliydi, yaşamın güzelliğini. Dağların asi rüzgarları gelip çarpıyordu, dolu dolu gözlerine. Dağların asi rüzgarına ve çocukların bölünmek istemeyen masallarını kuşandı. Yine, öğrenme aşkını aldı yüreğine ve okumak istiyorum dedi. Ağabey yaşamın büyük mücadelesiyle ondan önce tanımıştı. Ona eğer okula gidersen sonra PKK‘li olacaksın dedi. Berwar Arkadaş dört mevsimin baharına kuşandı ve kabul eti. Çünkü bölünen gecelerin nedenini o da merak ediyordu. Okuyarak bilgi kuşanarak öğrenecek ve çaresini bulacaktı, amansız bölünen uykularını.
Okul okumak için Amed yolculuğu başlamıştı. Aşiretin sınırlarını aşacak hedefine ulaşmak için, amacına doğru ilerliyordu. Yani uçurumun kenarından kanatlanarak uçmuştu bilmenin yollarını. İçi içine sığmayan bir kişiliği ile.
Sistemleri sarsan sorular yankılanıyordu bedeninden, öğrendikçe kendi yöresinin tarihin asilliğine, daha bir anlam veriyordu. Diyarbakır Dicle üniversitesinde muhasebe bölümünü okuyordu. Ki sistemlerin halkına saldıran çıplak yüzünü daha iyi görüyordu. Orada Dengbejlerin dışında isyanın türküleriyle de tanıştı. Yanında büyüdüğü asi dağların türkülerine benziyordu. Yöre de ilk okuyan kızlarda biri olmakla kaldırmıştı başını ama bunun gerçek yaşam mücadelesi için yeterli olmadığını her geçen gün daha iyi görüyordu. Okul okumaya gelmişti ama yaşamın öğretisi duruyordu karşısında ki alınmayı bekliyordu. Durduramadı yüreğindeki asi rüzgarları okuldaki ilk senesinde eylemlere katıldı. Halkının sistem karşısında çektiği acıları ve yaşadıkları haksızlığı daha da iyi çözebiliyordu. Çocukların masalları neden bir kurşun sesiyle kabusa dönüştüğünü, ta yüreğinin derinliklerinde his ederek, daha iyi anlamıştı. Yaşam bilgisine aşıktı ve böyle yarım bırakmazdı aşkını ve yaşam sevgisini. O nedenle eylemlere daha radikal bir kararla katılmaya başlamıştı. Yoldaşlarına kaygısızca bağlıydı ve değer veriyordu. Okul sıralarına yarıda bırakmasına, baskın gelmişti. Ama kendi özgürlük tutkuları öğrenme aşkıyla bütünleşmişti. Bu tutkuları onu tarihi kökleriyle daha da, yakın kılıyordu. Sorgusuz vurulan insanların düşleri takılıyordu isyan bayrağına. Önderliğin yaşam bilgisi ve dağların asi rüzgarları düşlerinde, bir çağrıya dönüştürüyordu.
Yaşam aşkını kucaklamak için, dakikalar saniyelerin ardına veriyor gibiydi. Güneş nasıl her kesi kaygısız kucaklaşıyorsa yaşam bilgisi de, herkesindi ve herkes onu kucaklama hakkına sahipti. Anaların amansız ağıtları böler olmuştu uykularını. Okuldaki eylemler artık yetmiyordu düşlerinin sınırsızlığına. Okul yıllarında katıldığı eylemler yetmiyordu, öğrenme ve yaşama aşkına. Büyümeli ve büyütmeliydi düşlerini, yaşadığı zamanlara kendisi için, halkı için anlam arayışına girmişti. Ülkesine sevgisi öyle büyüyordu ki anlamsız ve zamansız tek bir kelebeğin bir pulu dökülsün istemiyordu. Yaşadığı tutuklamalar onu yıldırmamış daha çok güçlendirmişti. Katıldığı eylemler de atığı çığlıkların kendisine yeterli gelmediğini anlaması da uzun sürmemişti. Ailesi onun eylemlere katıldığını duyunca başta beli bir rahatsızlık duyulsa da, fakat onun vermiş olduğu karara saygı ile karşılanmıştı. Sözleri ile gözdağı vermiş olsalar da, o arayışlarını büyütme tutkusuna kaptırmıştı kendini. Kale, Qiyase ve Xaskel dağlarına bir daha bir daha baktı. Arayışları, özlemleri onu dağlara götürüyordu. Halk mücadelesiyle tanışalı, o kadar da uzun bir zaman olmamıştı. Ama halkının özlemleri özgürlüğe hasreti çağlardan akıyordu gününe ve Berwar Arkadaş, sadece bunu sözlerde değil, yüreğinde duyumsuyordu. Bilgelerin yudumladığı suların kalemlerin seslerindeki akışı hatırladı. Yemyeşil pirinç tarlalarından bembeyaz sisler yükseliyordu dağların zirvelerine doğru. Daha sonra yamaçlara inen güneş ışınlarıyla, yeşil çimlerin üstündeki çiğ damlalarına daldı. Her damla güneşle bütünleştiğinde bir pırlantaya dönüşüyordu. Gerçekten de her damla toprak için paha biçilmez bir elmastı, onun kucakladığı topraklar. Halkı ve halkının özlemlerini, çocukların düşlerini düşündü. Halkı için ne olabilirdi, ne yapabilirdi, tutkularına, nasıl kanaat getirebilirdi…….? Sorularının ardını getiremiyor.
Sistemin ördüğü ağları, gördükçe her köşe başı insanları bekleyen ölümleri daha iyi görüyordu. Bu ağların insanları nasıl tutsak kıldığını gördükçe de öfkesi büyüyordu ve sözcükleri, eylemleri yetmiyordu, isyanına, öfkesine. Arayışları büyüdükçe, dağ tutkusu da büyüyordu. Tutkusunun, arayışının büyüklüğünü kuşanmak için dağlara çevirdi yüzünü. Bir kadın olarak hem aşiretin sınırlarına yıkmıştı, hem de halkı için bir özgürlük savaşçısı olacaktı. Bu ilklerin bedeninde yaratığı depremler onu bir grup öğrenciyle Zagros dağlarına getirdi. Arkadaşlarıyla birlikte dağları adımlayabilmek de ayrı bir moral ve değerdi. Zağros dağları büyüdüğü dağların, büyümüş haline benziyordu.
O güzel ve büyülü dağları adımladıktan sonra, dağların çekici gizemini de tanıdı. Halkını, önderliğini bunun yanında, özgürlük savaşçısının ne olduğunu duyumsuyordu yüreğinde. Önderliği tanıdıkça, bilgiye öğrenime susuzluğu daha da büyüyordu. Bilgi güzel bir ırmaktı, içtikçe suyundan içmek istiyordu. Bedeni yaşından daha büyük bir susuzluk çekiyordu. Çünkü susuzluğu, halkının özgürlük hasretinden geliyordu. Dolunaylı gecelerde dağları adımladığı her an, suyu kaynağından içebilmenin ayrıcalığını yaşadı. Halkı için, gidip bu kaynağını görmeyi, umudu PKK mücadelesinde yıldızları topladıkça yüreğine, bilgi kaynağına yakın görüyordu kendini. Ateşin güzelliğiyle giyiniyordu ve soğuk gecelerde ısıtıyordu yüreğini. Yoldaşlarıyla her gün yeni bir ateş yakıyordu, özgürlüğe doğru. Sonra bilginin güzelliğiyle yıkadı düşlerini. Dağlarda yürümek, özgürlük savaşçısı olmak kolay değildi. 05.06.1993 te katılmıştı, fiziki olarak zorlanmasına rağmen tutkusuyla adımlıyordu, geçit vermeyen dağları. Savaşa katılma istemi, yatağına sığmayan bir ırmak gibiydi. Her eylem öncesi yatağından taşardı. Bazı fiziki zorlanmasına rağmen, gözle görülür rahatsızlıklar yaşanmasına rağmen, bedenini aşan savaşlara katılmak istiyordu. Düşlerini büyütmenin büyük savaşlarla gerçekleşeceğini biliyordu. Zamanın akışını akan bir suyla birleştiriyordu, aynı su bir daha asla, ayni yerden akmayacaktı ve hep, yepyeni sular akacağını biliyordu. O da Zagrosun asi akan sularına kapılmak istiyordu. Özellikle Önderliğin telefon görüşmelerinde onu sorduğunu öğrenince çığlıkları, Zagrosun vadilerinde sınır tanımayan bir rüzgar gibi yankılanmıştı.
Bilginin, güzelliğin kaynağına gidecekti. Öyle öğrenecekti ki belki de kendisi başka bir kaynak olacaktı. Mavi göklerde uçarken güneş ışınlarının altında asi rüzgarları hissedecekti, kanatlarında. Hücrelerinde ayaklanmış olan, çocuksu gözlerinde ve çığlıklarında akış buluyordu. Taburdaki arkadaşları onun bu öğrenme, yaşama ve yaşatma istemine şaşkınlıkla bakıyorlardı. Tüm zorluklarına ve zorlanmalarına rağmen, pes etmeyen kişiliği ile mücadeleci duruşu, kendiliğinden bir saygı uyandırıyordu. Depremde olan bedenindeki ve düşüncelerindeki bin bir soru ve öğrenme isteğiyle Önderlik sahasına geçti. Orada, kaynaktan yaşam bilgisini yudumladı. Gözleri güneşteyken içtiği özgürlük suyunun her damlası, onu yeniden canlandırıyordu. Canına can katıp yüzünü yine Zagrosların asi dağlarına çevirdi. Özgürlük sevdası yüreğinde, beyninde ve gözlerindeydi. Dağlarda karşılaştığı, her yoldaşına durmadan özgürlüğün kaynağını anlatıyordu. Bir patika başında, bir gece yolculuğunda, fiziki zorluklara aldırmadan anlatıyordu. Yaşam aşkına ve ülke sevdasına. Gözleri yıldızlarda başlardı anlatmaya, güneş dolardı yüreğine. Günleri gecelerle, geceleri günlere bağlardı. Eline aldığı silahlara, Zagrosun geçit vermeyen yolların, taşına, ağacına anlatı aşkını. Çağların karını güneşe vermiş bir dağ gibiydi. Durmadan akıyordu sular ve yataklarına sığmıyorlardı. Dili dursa, elleri durmazdı, elli dursa gözleri konuşurdu. Durup yoldaşlarının şaşkın bakışlarına bakar, biliyorum özgürlüğü ve aşkını anlatmaya gücüm yetmiyor. Ama kendimi durduramıyorum, zamanın keskinliğini, duyumsuyorum yüreğimde.
Özgürlük suyundan, kaynağından bir yudum içmişti. Zamanın getiri ve götürülerini daha iyi görüyordu. Zamanın hangi değerlere kılıç tutuğunu gördü. Onunla birlikte Rojbin Amanos arkadaş da, aynı kılıcın keskinliğine bakıyordu. Zamanın amansızlığın da yola koyuldular. Dağlarına, Önderliğine ve halkına yapılan saldırıların karşısında gerekirse kalkan. Gerektiğinde namluya sürülmüş bir kurşun olması gerektiğini biliyordu. Özgürlüğe susamış bir halkın, özgürlük kaynağının kurtulmak istediğini, duyumsadılar. Dağlardan ve Önderliğinden öğrenmişti birlikteliğin gücünü. Onun için Ş. Berwar ve Ş. Rojbin yoldaşlar el ele verip bu saldırılar karşısında mevzilenmeye ve savaşmaya yeltenerek, hedeflerine doğru ilerliyorlardı. Çünkü özgürlüğün sonsuzluğa akan suyundan içmişlerdi bir kez. Tarihin söylenmiş, ama can bulamamış, sözleri canlanıyordu. Halklarının özgürlüklerini engelleyen ve Önderliklerine saldıran düşmana karşı, özgürlük inancına kuşandılar. Bir yere kadar birlikte gitseler de, zamanı geldiğinde kendi amaç ve hedeflerini gerçekleştirmek için, yolara koyuldular. Şehit Berwar yoldaş kendi hedefine ilerlerken onu engellemek isteyenler oldu. Fakat o kararlıydı. Kendi hedefinde, güneş kadar netti, hiç durmaksızın yüreğini, sesini dinleyerek hedeflediği 24 -Aralık -1998 günü kendi bedenini bir ateş topuyla, Roma güneşinin gerçek bir yoldaşı olmak istedi. Şehit Rojbin, Ş. Şehristan ve Ş. Dilan yoldaşlarına ve daha nice adını saymadığım şehitler kervanına katıldı.
BERİTAN ÇELE, ŞEHİT NUDA BATMAN
pajk.org
YORUM GÖNDER