KARA GÜNÜN ÇOCUKLARINA!
Bu günde dünyaya gelen bütün dünya çocuklarına atfen yazılan bir yazıdır. Bir hikâye değil, yaşanmış bir tarihin özetidir. Sadece bu yazıda yarım kalacak olan şey duygu boyutu olacaktır. Herkes kendisince bir duygu katsın istiyorum. Çünkü bizde felsefenin adı ‘’hikâyenin adını değiştir seni anlatır’’ anlayışıdır. Yazının temel amacı da zaten budur. Her insanın duygu selinde birleşen bir okyanus yaratmaktır. Kürdistan’lı çocukların okyanusunda yüzmeye hazır mısınız?
Hem yıl hem de ay ve gün olarak yanlış günde dünyaya gelen bir kızın hikâyesi… Sonradan bu hikâye onun temel yaşam ve savaş gerekçesi olacaktır. 15 02 1988… Yıl olarak Halepçe katliamından bir ay önce dünyaya gelen bu kız 11 yaşına gelince aslında kendi tarihinin asıl yüzü ile de tanışıp yüzleşmek zorunda kalacaktır. Tarih öyle bir şeydir ki anlamının tadına vardıktan sonra hiçbir varlık kendi yerinde duramaz ve sessiz kalamaz… Ama tarihin gerçek anlamını bulan için bu böyledir. Yoksa tarihe inanıp da kendi kökünü unutan çok insan vardır.
Küçük kızın ilk çelişkisi bir Halepçe katliam kınaması yıldönümünde olacaktır. TV'de gördüğü manzara her insanda olduğu gibi onda da şok etkisi yaratmıştır. Çünkü TV de gördüğü bir çocuk cesedi olacaktır. Çocuk annesinden kopuk bir biçimde kapının eşiğinde göbeği açık bir biçimde şehit düşmüş, son kez annesini kucaklayamadan, belki de ne olduğunu bile bilmeden yığılmıştı oraya. Yürek burkan o manzara küçük kızı çok etkilemiş, annesine bir daha kopmayacağım senden sözünü defalarca verecektir. Artık hiçbir Kürdistan’lı çocuk kapının eşiğinde ve yapayalnız kapamayacak gözlerini, daha tanımadığı dünyaya…
Küçük kız yaşamına binlerce renk sığdırmak isteyecek sadece bazı kalıplar onu sınırlayamayacak… Bazı renk ve yaşam kalıplarında sınırlı kalmayacak. Onu aşacak bir özgürlük savaşçısı olarak ölümsüzleşmek ancak onun arayışlarına tek cevabı verecektir. Özgürlük arayışlarına cevabını uçmakta ve yüzmekte bulacaktır. Hislerini öyle bir güçlendirecektir ki, uçmak hayalden ziyade binlerce ufukta bulacaktır kendisini…Tarihin bütün dehlizlerinde yüzecek ve öğreneceği en önemli dersi ise kökünün yerini öğrenmek ve paylaşmak! Hakikat arayışı öyle bir ateştir ki öğrendiği gerçekleri hiçbir zaman içinde bir yerlerde tutamaz ya da görmezden gelemez. Kesinlikle paylaşmak ve uyandırmak yegâne hedef olur. Aslında varlığın içinde yoksullaştığını öğrenecek ve yetmeyecek, görmezden de gelemeyecek… Çünkü tekrardan yanmaya başlayan bir ateşin alevini söndürmek zor olacaktır. İki yol kalır, ya o ateşin bütün yanıklarına göğüs gerecek yâda yine üç maymun rolünü geri alarak süngüleyecek bütün hücrelerini… Bizde ateşe su dökülmez, kutsaldır. Fakat ihanetin tadına varan kurt, kemirir içteki bütün hücreleri… Fark edilmesi zor olur ve sonunda köklerinde geriye kalan ateşe su döker ve ilk yapacağı da kendi kökünü koparmak olacaktır. Gözler öyle bir mil ile millenmiştir ki, kendi farkına varamayacak kadar kördürler artık, gözüne soksan fark etmez…
Zamanla büyür, tarihinden koparılmak istenecek… Küçük kız da yavaş yavaş refleksler gelişir. Ama ona tarihi daha anlatılmamıştır. Kim olduğu ve nerden geldiği, nereye gideceği daha söylenmemiştir. Kendi seçimi ona bırakılacaktır ama öğrenmesine de çok izin verilmeyecek. Öğrenmek öyle bir ateş ki yakar. Yinede o küçük yüreğe sessiz durmak ihanetlerin en büyüğü ve yıkıcı olan olacak. Onun için öğretilmez tüm gerçekler…
Renk olarak en çok kırmızı ve maviyi sever küçük kız. Fırfırlı eteği vardır, dönerken bütün dünyayı sanki kendi eteğinin ucunda döndürüyormuş gibi hisseder. Bir gün yengesi o eteği yırtar. Etek kızın içinde kalır. Rengi sevdiği kırmızı olduğundandır belki. Birde annesinin el emeği göz nurudur ona kalan o etek. Annesi o eteği tamamlamak için aynı renk ip olmadığından kaynaklı 5 yıl o ipi arar… 5 yıllık emek ve annesinin bütün arayışları, gelecek ütopyaları gizlidir o etekte. Bir anne geleceğe kızının gözünden bakar, geçmiş ve gelecek odur, yapmak isteyip de yapamadığı her şeyi kızında gerçekleştirmek ister. Kız ise bu geçmiş ve gelecek kaygılarından bir haber içine girdiği bu Dünya’yı anlamaya ve yaşamaya çalışmaktadır. Her insan varlığı gibi oda bir anne ve babaya muhtaç bırakılmıştır. Onlarla büyümek zorundadır. Onlardan kopunca sanki dünya başına yıkılacak gibi bakar. Kendi dünyası henüz dar ve ütopiktir. Ütopik dünyasında mutlu olmaya çalışmaktadır. Mutluluk bir çocuk için bazen sadece bir şeker de gizlidir. Ya da bir küçük tebessümde… Saklıdır gamzelerinde binlerce gelecek umudu, gözlerinin derinliğinde ise karartamazsınız güneşimizi diyen iki çift göz bebeği. Hangi vicdansız çelikleşmiş kalp o göz bebeklerine karşı koyabilir…
11 yaşına gelince aslında erken büyümesi gerektiğinin farkına varır, bu defada daha tadını çıkaramadığı çocukluk yıllarının erken bitmesini isteyecektir. Çünkü ‘GÜNEŞİ’ karanlık güçler tarafından komplo ile haince tutsak alınmaya çalışılacak. Belki yıllar sonra karanlık güçler, pişman da olacaklar ama bunu bilemezler, şimdi pişman olsalar bile itirafı tarihsel bir hata olacaktır. YAPAMAZLAR…
15 Şubat 1999 tarihinde küçük kız en yeni elbiselerini giyinerek doğum günü hazırlıklarını yapmaktadır. Kutlama için ailesinden geri kalanlarını ve arkadaşlarını beklemektedir. Öğlen 12 saatinden sonra gördükleri bütün yaşamına bir biçim ve yol belirleyecektir. O büyük bir heyecanla babasının çarşıdan gelmesini beklerken babası ağlamış gözlerle gelmiş, kızından çok saklamaya çalışsa da becerememiştir. Kız fark eder sorar ama cevap alamaz. Babası ona git üzerindeki şu renkli elbiseleri çıkar der. Anlam veremez ama babası dediği için hemen çıkarır. Sonra tekrardan sebebini sormak için babasının yanına gider ama gördüğü manzara onu hayretler içinde bırakır ve zoruna gider. Çünkü baba ve anne gözlerini saklar bir biçimde ağlarlar. Gözyaşları kızın içine bir hançer saplar. Çünkü kız gözyaşlarının zayıflıklardan kaynaklı olduğunun bilincine varmıştır. Her ağladığında ilk sığınak anne ve babadır ama bu defa farklıdır. Anne baba bir otoritedir, güçtür. Onların ağlamaları için çok güçlü bir sebep olmalı ki bu haldeler. Kız için tek otoritesi olan anne ve baba artık ağlayandır, yani zayıf ve kaybedendir. Bu sarsar kızı ve arkasına bile bakmadan arkasına döner odadan hızla çıkar, gider. Sonra TV de bebek katili yakalandı gibi haberleri görünce yavaş yavaş anlayacaktır ama birileri ona açıklama yapmak zorundadır da… Meraklı gözlerle etrafına bakınarak bir şeylerin söylenmesini bekler. Tek söylenen; ‘Serokeme hate gırtın.’ Kırılma gözlerde çok derin bir yara bırakacaktı. Aslında görünen yara yeni değildi, kabuk tutmaya çalışan bir yaranın yeniden açılmasıydı. Pişmanlık, korku, endişe sanki o ara ne istenirse istensin gözlerdeki derinlikte sezilebiliyordu. Küçük kız ilk sorduğu ve artık peşinden gideceği bir soru ile girişti yaşama… Kimdi? neden böyle oldu? Vs…
Arayışlarını derinleştirerek girdi bu yola… Peşini bırakmayacaktı. İçindeki kurt gittikçe büyümüştü. Önünü alamayacağını biliyordu. Gireceği her tartışma da, girişeceği ilk tartışma konusu da; "neden böyle bir yakalanma? Dünyada ki bütün karanlık güçler neden peşinden gidiyor?" Anlam verememiştir. Anladığı tek şey vardı ki bütün dünyanın tepkisini toplamışsa peşinden gidilmeliydi. Artık sözler etkileyecektir. Amcakızı ona; "önderliğin bütün korumaları kadındır" sözünü söyleyecektir. Kadını zayıf gören, narin bir çiçek gibi gören sistem artık kadını kandıramayacak. Sistemin telaşlı halini gören kız doğru yolda olduğunu anlayacaktır. Kadın olarak ‘xwebun’ yolunda cesaretle yürümekten çekinmeyecektir. Önce yaşamla bağını çözmeye annesine bir gelecek olmaya girişecekti. Sonra bütün annelerin sessiz çığlıklarının eylem sesi olacaktır.
Küçük kız bir gece rüyasında bir çardak dolusu yılan görür bu yılanlar ufacık ama binleri aşan sayıdadırlar. Ertesi sabah büyük bir korku ile annesi ile paylaşır. Annesinin ilk sözü; "ne zaman PKK ye katılacaksın?" olur. Yılan rüyada düşmanı temsil edermiş, ama küçük kızın o kadar düşman edinecek kadar zamanı yoktu. Daha 12 yaşındaydı… Annesi bilgece bir biçimde kızının rüyasında onun kendine biçtiği bu yolun farkına varır.
Bin yıllar önce Edulê'de dile gelen çığlıklar küçük kızın şahsında yeniden kendi kahramanı için dile gelecektir. Önderlik Edulê'nın çığlığını, Derwêş'in attan düşüşü ve yaralanması, aslında bir tarihin ve toplumsallığın düşüşü ve yaralanışıydı. Yaralı Derwêş!in yavaş yavaş ölüşü Edulê'nin dilinde öyle bir söyleme dönüşmüştü ki, on bin yıllık bir tarihi ve en eski bir halk geleneğini rahatlıkla ifade etmeye yeterliydir. Perspektiflerini belki yıllar sonra okuyacak ama bir defa daha ne kadar tarihsel ve toplumsal bilinçten yoksul olduğunun farkına varacaktır. 1999 yılından sonra artık tek renk siyah olacaktır. Çığlıklarının rengini ve tepkisini bu biçimi ile dile getirecek ve yas tutacaktır. Kadına siyah yakışmıyor ama biçilen anlam farklıdır. Tarihin; güncel çığlıklarının ifadesi ve eylem gücü olarak, günümüz kadın saflığı ve tanrıçalığı olarak PAJK militanlarında ifadesini bulacaktır…
15 Şubat 1999
Buz tutan yürekler ve beyinler;
Siyaha bürünen jın u jiyan,
Binlerce Edule’nın
Ve
Derwiş’lerin,
Destansı direnişiyle
Yeniden kendilerini
Küllerinden yaratarak,
Güneşi göklere ulaştırmanın
Heyecanıyla mücadele edip
Bedenlerini ateşe verip
Güneş etrafındaki ateşten
Çembere çember kattılar…
DEVRİM BERİTAN
YORUM GÖNDER