APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (48.BÖLÜM)
PKK’DE CANLANDIRILAN ÖZGÜRLÜK TARİHİ VE AYAĞA KALDIRILAN İNSANDIR
Tarihe Verilen Şeref Sözü Gelişim ve Başarı Sözüdür;
Benim için yaşam; kocaman belirsizliklere karşı hem aydınlatma hem de adım adım örgütlendirme, büyük dikkat ve tedbirle biraz daha kazandırmaktan ibarettir. Benim için böyle olan sizin için on kat daha böyledir. Hiç kimse yürüyüşün yanılgılarına kendini kaptırıp, partinin verdiği cesareti arkasına alıp, yine partinin imkan ve fırsatlarını önüne katıp “ben yaşıyorum, son derece süratlendim” diye kendini aldatmasın. Onun tarzı ve temposu, onun sorumluluk düzeyi çok önemlidir. İşler senin çocukça hayallerine göre değil de, tarihin gereklerine göre midir, özellikle düşmanın dayatmalarını karşılıyor mu? Yine genel belirlemeyi, genel kuralı, genel parti ve ordu ilkesini karşılıyor mu? Sen buna göre hız kazanmış mısın? Her şeyin buna göre ayarlanmış mıdır? Eğer böyleyse o zaman kendi yiğitliğinden ve durumların iyiliğinden bahsedebilirsin. Bunlar çok önemlidir. Çünkü müthiş şekilsiz ve başa bela kılınmışsınız. Özellikle özel savaşın tahrik ettiği kişiliği, bu süreçte bütün yönleriyle ortaya koymaya çalıştım. Çok yanılgılı ve gereksiz konuşmuş olduğumu sanmıyorum. Şahsınızda okuduğum oldukça yanıltılmış bir kişiliktir. Düşman, adeta “Sen bu insanlarla bir şey yapamazsın, bu insanlar benim yaratmalarımdır, bunlara kendim için her türlü hizmete koşturulacak kadar kölelik kazandırmışım” diyor. Ve bu müthiş öfkelendiricidir, tahrik edicidir. Ama ben, buna rağmen bütün sabır gücümü kullanarak ve özgürlük anlayışımdan da taviz vermeyerek sizin karşınızda durmaya çalıştım.
Gerçek bir komutan, özellikle kendisini yanıltmayan bir önder olsaydı, sizi ezim ezim ezerdi ve üzerinizden bir silindir gibi geçerdi. O zaman belki de çok azınız ayakta kalabilirdi, belki de cayır cayır yanardı. Yoksa tarihin çok başarılı komutanları böylesine çürük bir ordu yaklaşımını affetmezler. Sınıf temeli ne olursa olsun ve hangi ulus içinden çıkarsa çıksın, bu kadar çürümüşlerle ordu yürütülemeyeceğini söylerler ve belki de bu işten vazgeçerlerdi. Biz, ne silindir gibi ezmeye çalıştık, ne de sizden vazgeçtik. Kendimizi, belki de hiçbir komutana, öndere yakıştırılmayan böyle bıktırıcı bir tarzın içinde gördük. Ve bu tarzla günlük olarak yine de ısrar ettik, affedilmez yanlara rağmen yine de götürelim dedik. Bunu şunun için belirtiyorum; en ufak can sıkıntınızı bile etrafınıza nasıl patlattığınızı biliyorum. En küçük bir çalışma biriminin başına bile nasıl kurulduğunuzu, canını çıkarırcasına kendinizi nasıl dayattığınızı biliyorum. Fakat bu hiçbir zaman mertlik, komutanlık, militanlık değildir. Kendinize bakın, asker, komutan yürüyüşüne ne kadar sahipsiniz? Bunu göstermeye çalıştık. Eğer anlamazsanız, o zaman kesinlikle ordudan dem vuramazsınız. Komutan da olsanız, babasını asan paşadan bir farkınız kalmaz. En iyisinden öyle olursunuz. Bu halinizle ancak çingene paşası olmak kaderinizdir. Bizim bütün zorlamamız bir çingene paşası olunmaması içindir.
Etrafınıza baktığınızda kendinizi nasıl dayattığınızı görürsünüz. Günlük olarak savaş birliklerinden aldığım haberler, duyduğum sözler; “kendini şöyle dayatmış, şöyle çukurda tutmuş, şöyle yem etmiş, şöyle moralle oynamış, şöyle kaçırtmış, şöyle ruh olmaktan uzak, şöyle eğitmiş olmaktan uzak, şöyle gurur verici bir birlik olmaktan uzak” oluyor. O zaman bu komutan kimdir ve neyi temsil ediyor? Bunun şerefi ne kadardır? Ve bakın, acaba siz en çok hangisini yaşıyorsunuz? Ne kadar umut, moral, ne kadar perspektif, tüzük ve yönetmeliksiniz, ne kadar taktik ustasınız? Hiç bu soruları kendinize sordunuz mu? Bunları sormayacaksınız, fakat en sıradan, en vazgeçilmez günlük yaşam görevinizi bile “Önderliğe inanıyoruz, partiye bağlıyız, savaşıyoruz” adı altında başkasına havale edeceksiniz. Bunun ciddiyetle bağdaşır hiçbir yanı var mıdır? Direnme dediğiniz de, içine en çok girdiğiniz intiharvari tutumdan başka bir şey değildir. Yürümeye çalıştığınızda fark ettiğiniz ilk şey dizlerinizin kırık olduğudur. Peki, ne zaman sağlam ve uyanmış olarak birimin başında olacaksınız? Komutan dediğin biraz hazırlıklı olmalı, yanındakini yoldaş olarak görüp geliştirmeli. İçinizde kendine böyle komutan dedirten birkaç kişilik var mı? Kendini askıntı yapmayan, hazır kazanılmış güç üzerine kendisini bir ağırlık biçiminde dayatmayan bir önder var mı? Bu konuda kendinizi ölçüp, “ben böyle birisi olmayacağım” diyecek gücünüz var mı? Bunlar sizin için yakıcı sorulardır. Bunlara cevap vermeden hiçbir zaman karşımıza sağlıklı çıkamazsınız. O zaman da bir yük ve esef verici olmaktan kurtulamazsınız. Sizi dövmeyeceğim, silindir gibi de ezmeyeceğim. Bunu kendime yakıştırmayacağım, ama sizin için de asla iyidir demeyeceğim, bu konuda kendimi yanıltmayacağım. Fakat doğru yolu da sürekli göstereceğim. Doğrunun bu olduğundan eminim ve bunda ısrar edeceğim. Bu tutumu size biraz gösterdik, mutlaka anlamış olmalısınız.
Çok derin yanılgılarla ordu gibi çok şerefli bir çalışmayı sabote ettiğinizi, ne kadar iyi niyetli olursanız olun, bu iyi niyetin daha kötü sonuçlara yol açtığını bilerek, bu ayı biraz da ordulaşmada ilerletme ayı haline getirmek istedik. Bir on yıl artık bizi ordulaştırmalı; 15 Ağustos‟un onuncu yıldönümü de iyi bir ordulaşma günü olmalıdır dedik. Acaba bütün bunların ne anlama geldiğini fark ettiniz mi? Bu yılları kaybetmemek için kendimi çoktan hazırladım ve bir şeyler kazandığımız açık. Yine, bu ayı kaybetmemek için kendimi çoktan hazırladım, iyi karşılamak için kendimi bu işe çoktan yatırdım. Ama bu sizin de kazandığınız anlamına gelmez. Daha da ötesi, acaba kazanabilmek için bir şeyler aldınız mı? Bunu bile becerseydiniz, size büyük takdirlerle yaklaşım gösterecektik. Fakat şimdi, acaba bir şeyler öğrendiler mi diye endişeliyiz. Kaybetmemek ve kazandırmak için verdiklerimizi acaba can alıcı yerinden yakalayabildiniz mi? Bunun cevabı bile olumlu olsaydı, o zaman size bin defa “bravo” diyecektim. Ama halen endişelerimiz var ve bunlar önemli endişelerdir. Düşman günlük olarak imhayı dayatmışken, sizin gibi ağırdan almak, sizin gibi fethetmeyen bir tarzın havası içinde olmak kabul edilemez. Böyle bir durumu kendine yakıştıranlardan her zaman kuşku duyarım. Bu konuda iyi niyet benim için hiç önemli değildir. Çabası varmış, hatta kendisini ölümüne veriyormuş. Bu da önemli değildir. Benim için gerekli olan fethedici tarzdır. Benim için önemli olan kazandıran tarzdır. Halkımız yüzyıllardan beri egemenlere çalışmıştır, düşmanın en iyi askeri olmuştur, çok vurmuştur, vuruşmuştur. Tüm bunların hepsi kocaman bir kötülükten başka bir anlam ifade etmez. Bu yanılgılar sizde de var. Benim için zarardır. İşte şimdiye kadar bunu anlatmaya çalıştım.
Acaba bundan sonra doğru bir ordulaşmaya başlangıç yapabilecek misiniz? İyi bir disiplin, nizam kişiliği haline gelebilecek misiniz? Gerektiğinde düşman nizamını yerle bir etmek için, gerektiğinde çok köhnemişi yerle bir etmek için çok gerekli olan bir disiplin gücünüz söz konusu olabilecek mi? Bunu açıklığa kavuşturmaya çalıştım. Bütün bunlar son derece yakıcı, kader belirleyen çalışmalardır. İsterdim ki, bunları dağlarımızın doruklarında sergileyelim. Binlercenizi bu temelde görevlendirdik, ama maalesef sözünün adamı olan ya var, ya yok. Verdiği sözü daha savaş alanına girerken unutan gafiller haddinden fazla. Öyleleri acaba rahata mı eriştiler, acaba sandıkları gibi zorluğa gelmeyip yaşamı kolay yöntemlerle mi kazandılar? Hayır, en kötü kaybedenler onlar oldu. Yine ben ağırlığımı koyuyorum ve sözümün gereklerini az çok yerine getiriyorum. O dağların doruklarında bütün yönleriyle fethedici olunabilirdi, düşmanın üzerine en amansız taktiklerle gidilebilirdi ve herkes de fethedici olabilirdi. Ama kendilerini ortaya kazık gibi bağlayanlar, bir dağ keçisi kadar bile yol almayı bilmeyenler kimlerdir? En ilkel davranışlarla özgür kişiliğe leke sürenler kimlerdir? Kendini çok ilkel bırakanlar, gerici anlamda ilkelleştirenler kimlerdir? Bunları anlamalısınız. Bu temelde acaba neyle oynadınız, kendinizi ne hale getirdiniz? Bu özgürlük silahlarına, bu örgütlülük olanaklarına, bu başarı imkanlarına acaba layık olunabilir mi? Şimdiye kadar yaşananı sürdürmek kader miydi? Sorunları çözüme, eğitme, örgütleme, bir tarzı yakalama, ondan sonra da yıkıl ve çok ucuz kaybet! Sizi bu mu hoşnut ediyor? “Rahatımızı bozmadık, zora gelmedik, biraz yaşadık, biraz duman, bilmem biraz ne” bu mu sizi tatmin ediyor? O lafazanlığınız, bayıldığınız ahbap çavuşluğunuz, sekterizminiz ve intiharvari yöneliminiz; bunlar mı sizi yaşatıyor? Eğer öyleyse bu duruma şaşarım. Ben sizin gibi savaş ortamına ve olanaklarına sahip değilim. Kimse bana askeri yaşamı da emretmedi.
Ama buna rağmen ordu teorisini de, ordu imkanlarını da amansızca sergiledik. Sizin ordulaşmaya ilişkin hiç mi göreviniz yoktu, hiç mi eliniz bir yere ulaşamazdı? Bir çalışmaya biçim veremez misiniz? Kamplar mı, dağlar mı dar geliyor, silahlar mı az geliyor? Çok iyi biliyorsunuz ki hiç birisi değil. O cüce kişiliğiniz, tarihle oynayan kişiliğiniz, köylü kurnazı kişiliğiniz, o demagog bile olamayacak kadar karışık kafalı kişiliğiniz bunları engelledi. Bu tarih sizi asla affetmeyecektir. Tarihin affediciliğinin hangi temelde olduğunu size göstermeye çalıştım. İnsanın tarihe şeref sözü olmalı, ülkenin dağlarının doruklarında bir şeref sözü olmalıdır. Bunlar gelişim ve başarı sözleridir. Yoksa “nizamdan kurtuldum, beni kimse görmez, bastırırım”, yine tarihte çokça denildiği gibi “despotizmi konuştururum” dönemi değildir ve senin bu imkanın da yoktur. Ama bunu denediniz ve buna kapılıp gittiniz; şahsınızda ilkelliğe, düşmeye geçit verdiniz, ama gerillaya yanaşmadınız, ordu gerçeğine derinden inanmadınız. Yani dağların ilkelleştirici etkisini esas aldınız. Halbuki dağların bir de özgürleştirici, yüceltici, göklere ulaştırıcı etkisi vardır. Bunu hiç duymak bile istemediniz. Tarihin burada büyük hissi duygusu vardı, bu hissi duyguya ulaşmak bile istemediniz. Daha ilkel güdülerle yaklaşım gösterdiniz. Kimler yanıldı, kimler kaybetti! Bu on yılı bu anlamda nasıl tasarladınız, nasıl yaşadınız? Bu çerçevede kendi durumunuzu değerlendirin. İyi bir hazırlık, kendini yıllara iyi veriş kötü mü olurdu? Dağların özgürlük türküsünü söyleyerek yaşamak mümkünken, sizin yaptığınız onun son derece yaratıcılığı sürükleyen tarzına kendini kapatarak yaşamak oldu.
En büyük sevgileri yoldaşlarına göstererek yaşamak imkansız mıydı? Bu köhnemiş, artık rezaletten başka, iğrençlikten başka, lanetli olmaktan başka sonuç vermeyen o ağa tutkunuz, yine o jandarma tutkunuz size çok mu şeref kazandırdı? Oldukça iddiasız, “başaramam, edemem, yaşayamam” havanız çok mu şeref kazandırdı? Çok mu rahata ulaştırdı? Yaşam imkansız mıydı? Başınızdakileri, o vadileri, o kayalıkları zorlasaydınız, yer bulamaz mıydınız? Bir kuş kadar, bir keçi kadar kendinize bir yuva yapamaz mıydınız? Ve halen gözünüz bilmem nerede, böyle yaşayacağınızı sanıyorsunuz, bu doğru mudur? Sömürgeciliğin bitmiş tükenmiş denizlerinde yol almaya çalışmak, onun yaşam hastalıklarını kendine yakıştırmak çok gerekli miydi? Partimizin çizgisindeki yaşamın kazandırıcı özellikleri gerçekten az mıydı? Bunlar size yetmedi mi? Daha da önemlisi bunları görebildiniz mi? Bunlar üzerinde düşündünüz mü, onunla çalışma yaptınız mı, onun olgun kişiliğini, düşünebilen ve yapabilen kişiliğini sergilediniz mi? Eğer olmadıysa, o zaman bana bir söz söyleyebildiniz mi? “Olmuyor yoldaş, çizginin gerekleri üzerinde çok düşündük, imkan ve olanakları çok değerlendirdik, olmadı ve yanlıştır” deseydiniz. Öncelikle beni ezip geçseydiniz, beni de bu işkenceden çoktan kurtarmış olurdunuz. Ama bunu da yapmadınız. Çizginin sıradan bir uygulanmasının bile ne denli zafere yol açtığını, bizzat kendiniz doğru bir adım attığınızda nasıl gelişmeye yol açtığınızı gördünüz. Bunun böyle olduğu binlerce defa size söylendi, ama buna rağmen başarılı bir adıma ilgi göstermediniz. Bunun nedenini anlamakta halen güçlük çekiyorum. Çözümleme denilen “sanat” bu kişilik yüzünden geliştirildi. Bu yıllarda çok öfkelendik. Zafer meyvesini elini sallasa tutabilecek, alabilecekken, onu bile alamama, çürütme, hazırı bile yiyememe öfkelendirmesin de ne yapsın! En kötüsü de, hiç de hak etmediğimiz halde bu yenilgili, çürümüş halinizle benim gibi başarı için inanılmaz çabaların sahibi bir kişiliği de yenilgiye uğratacaktınız. Bu en büyük günahlarınızdan birisidir. Ne mutlu bana ki, sizin bu düşürme oyunlarınıza alet olmadım. Yine son derece düşürücü, çürütücü her türlü tavrınız, tutumunuz karşısında ayakta kalmam, kendimi esenlikte tutmam bana büyük mutluluk verdi.
Çünkü içinde hemen hemen her türlü anlayış var; köylü kurnazlığının, aydın ukalalığının, yoldaşlığın, “edemem, yapamam” demenin bin bir biçimi olan tavırlar var. Yoldaş gibi yaşasaydık, mutlulukları bu temelde paylaşsaydık kötü mü olurdu? Başarı tarzımızı andımız yapsaydık, bununla yatıp, bununla kalksaydık, bununla büyük tutkuları paylaşsaydık, bununla duygulansaydık gerçekten neler başarılamazdı ki... Bunu hiç denediniz mi? Bu temelde eleştiri oldu mu? Bu temelde bir düzeltme hareketine kendinizi ne kadar verdiniz? Düzeltme hareketini yapın diye çok söyledik. Bundan sonra da bir başlangıç yaparsanız yine kabulümüzdür. Ama sözünüze layık olmamanız sizi onure etti mi, etmedi mi, onu da gösterdik. Ortadayız, biz yine sözümüzün eriyiz, yine ülkemiz için çalışıyoruz, yine insanlığın gururu olmaya büyük özen gösteriyoruz. Ve bunu da dosta düşmana gösterdik. Kendimizi bütün yönleriyle açıklığa kavuşturduk. Böyle yapmakla kayıp mı ettik? Böyle kendini dayatmakla kaybeden kimdir? Düşmana bakın, halkımıza bakın bütün zorluklarına rağmen gülen kimdir, kahrolan kimdir, halen bunları görmeyecek misiniz? Dolayısıyla en başta emir komuta sürecine girenler, partinin yüce yetki ve görev anlayışıyla hareket edenler, bu kadar şehidi olan, bu kadar büyük çaba ve özverisi olan bir hareketin anısına hiç olmazsa bağlı olmayı bilmelidirler. Hiç olmazsa bu sefer fırsatı ve imkanı kendi canlarından daha iyi değerlendirmelidirler. Böylesine tarihi anlamlı günlerin hakkı başka türlü verilemez, söz söylenemez, gerekleri yapılamaz. Yaşadığım müddetçe başarısızlığa geçit vermeyeceğimi belirtebilirim. Ama siz, biraz başarılı yaşama sözünü verebilir misiniz? İnandığım ve çaba sergilediğim çizgi uğruna ölsem de başarılı sonuçlar verebileceğimi söyleyebilirim.
Acaba siz yaşamınızın bu anlamda bir sonucunun olabileceğini söyleyebilir misiniz? Mutlaka söylemelisiniz, söylemek için ne gerekiyorsa onu sergilemelisiniz. Bu bir şeref sözüdür, bu bir tarih sözüdür, bu bir can sözüdür ve her şeyden önce gelir. Hiçbir lafazanlık, hiçbir bireysel alışkanlık, özellik böylesi değerli bir sözün verilmesini ve gereklerinin yerine getirilmesini engellememelidir. Bu düşkünlüğü kendi kişiliğinizde asla yaşatmamalı, ona geçit vermemelisiniz. Samimiyetinize, dürüstlüğünüze oldukça inanarak, başta şehitler olmak üzere halkımıza da can bağınızı bilerek, yücelme konusunda da tutkulu olduğunuza emin olarak, düşmana karşı da mutlaka bir şeyler yapmak istediğinizi göz önüne getirerek başarabileceğinize inanıyoruz. Bütün bu samimi dileklerimizin, umutlarımızın başarıya ulaşması için özellikle bu onuncu yılımızın tarihi derslerini ve bu Ağustos zafer ayının çözümlemelerini sonuna kadar özümseyin. Gerekirse on defa, yüz defa çözümlemelerin içini dolaşarak, gezinerek kendinizi görün. Değerlendirmelerimiz tıpkı bir ayna gibidir, kendinizi en ince ayrıntılarına kadar görebilirsiniz. Çirkinlikleriniz kadar, olası umut veren yaşam belirtilerinizi de yakalayın. Böylece oldukça doğruları esas alan bir tarzla kendinize, bütün çalışma sahalarınıza ve özellikle birlik, örgüt faaliyetlerinize, her türlü militanlık, komutanlık görevlerinize yönelirken görev ayrımı yapmayın. Hemen her sahada emredici, gerekli ve yerinde bir çabanın sahibi olarak gözünüzü başarıdan ayırmayan bir tempoyu eksik etmeyerek bundan sonrasına yüklenin. Bu, size kaybettiren yılları tekrar kazandırabilir veya kazanamadığınız yaşamı kazandırabilir, muhtaç olduğunuz başarıları getirebilir. Biz buna büyük özen göstereceğiz.
Bu temelde bundan sonrasının da büyük bir özenle hazırlanması kadar, bizzat yürütülmesine de kendimizi vereceğiz. Biz de layık olmaya çalışıyoruz. Layık olmak karşılıklı olur, söz bu temelde karşılıklı olur, gerekleri kesinse bir o kadar da büyük bir dikkat ve duyarlılıkla yerine getiriliyorsa sonuçta başarı gelir. Ve artık başarı bizimle olsun, başarının ortak gelişmesinde kesin bir yerimiz olsun. Bu söz sizin olsun, bu söz artık her savaşçımızın, her partili yoldaşımızın sözü olsun. Bu sözlere ihtiyacımız var. Bunun için zorlama yok. Hepinizin sonuna kadar partinin olanaklarına, savaş silahlarına kavuşma imkanı var. Bu, kesinlikle ucuz bir silah değil, ucuz bir yaşam değil. Biz cömertçe sunuyoruz, ama onların amansız kullanılması da sizin şeref sözünüzün bir gereğidir. Sizi bu biçimde tanımaya, bundan sonrasına büyük yüklenmeye ve mutlaka kazanmaya çağırıyoruz.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (48.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER