APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (55.BÖLÜM)
PKK'DE YAŞAMIN SORUMLULUĞU VE DOĞRULARI ESASTIR
Kendinize saygılı olun, sizden başka bir şey istemiyoruz. Kendi doğrularınıza, kendi güzelliklerinize ve iyiliklerinize sahip çıkın. Çünkü bunlar sizde var. Buna da mı tepki duyacaksınız? Tabii olumluya sahip çıkın dediğimde, buna tepki duyuyorsunuz. Böyle bir çok kişi var. Bunlar size yakışmaz diyorum, ancak bu noktada bozgunculuk, tahrikçilik yapıyorlar. Bu Kürt‟le neden kimsenin uğraşmamış olduğu şimdi anlaşılıyor. Çünkü kimsenin uğraşması mümkün değil. Ben bu kadar derinleşiyorum, ancak daha da ilginç bir hale gelmekten kendimi alıkoyamıyorum. Diğer Kürtlere bakmak bile istemem. Onun için korkunç haini, işbirlikçisi böyle oluyor, onun için kendinizden çoktan vazgeçmişsiniz, onun için düşmanın bile istediğinden daha fazla düşmandan yana tavır alıyorsunuz. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir? Yahudiler de bir dönemler lanetli bir kavimdi, ama onlar o lanetleriyle savaşa savaşa bugün dünyayı yöneten bir güç haline geldiler. Biz ise lanetimiz sonucu kendimizle savaşa savaşa dünyanın en dibindeki yere gelip dayandık. En unutulmuş, en kimliksiz, en inkara uğramış, en çirkin bir hale getirildik. Aslında bu noktada her şey insana şunu söyletiyor: Bırak, vazgeç. Daha doğrusu düşman bunu söylettiriyor; “herkesin çoktan vazgeçtiğinden sen niye dem vuruyorsun?” Zaten sizin de söylem diliniz bu, “bırak, bizden vazgeç” diyorsunuz. Kesinlikle dil böyledir. Belki açıkça kelimelere dökmüyorsunuz, ama duruş şekliniz bunu söylüyor. Aslında bu işe başlarken de bir çok kişilikte bizzat bunun yansımasını görmüştüm. Bir-iki doğruyu söylediğimde hepsi yüzünü diğer tarafa çeviriyor, “bırak, biz çoktan bitmişiz” diyordu. Bir köylü de uzun kulaklı bir eşeği göstererek; “beyim, sen şu eşeği görüyor musun, bu ne kadar anlarsa ben de senden o kadar anlarım” diyordu. Bu olay halen hatırımdadır.
Sizi bıraksak da nereye gideceksiniz? Şimdi iş tehlikeli bir noktaya gelmiş. Gidecek yeriniz de yok. Ben biraz inatçıyım, bu işleri bu noktaya kadar getirdim ve bundan pişman da değilim. Tam da bu noktada TC‟nin medyası aklıma geliyor, “Apo zor durumda, kafası müthiş karışık” diyorlar. Aslında öyle değilim. Hem en sağlam kafa hem en sağlam yürek yapısına sahibim. Ancak kendi yetiştirdiği kişilikler konusunda bunu söylerken biraz haklılar. Kafa karıştıran kişilikler, provokatörler “bu adam sizi çaldı” diyorlardı. Bütün hikaye, çaldıklarımızı geri almaktı ve bunun çizgisini de oldukça uyguladılar. En son komutan Z‟nin de yaptığı bu değil miydi? Düzenden çalınan kişiliği tekrar gerilladan alıp düşmana peşkeş çekecekti. Yaptığı aynen öyledir. Diğerleri “ideolojiden, örgütten çalıp kendinizi yaşayın çocuklar” diyorlardı. Nasıl yaşıyorsunuz? Dağda da, Avrupa‟da da yaşadınız, ancak durumunuz ortada. Dünyanın en tortu işlerinde çalıştırılmakta birinci sıraya yerleşmiş kavimin lanetli insanlarısınız. Aslında burada kesinlikle rica minnet yok, ama sizin konumunuz yürekler acısı. Bir tanenizi buradan kovsam, buraya yaramazsın desem ne kadar yazık olur. Şimdi işin acı tarafı, halk da bu kişiliği kabul etmiyor, zaten düşman da vahşice öldürüyor. Bu ölülerinize acıyorum. Aslında benim çaresizliğim budur. Anamla bir hesaplaşmamda, böyle çocuk doğurmayın, bir çocuğa bu yapılır mı, ne anası, ne babası, sizden de, kendimden de iğreniyorum dedim ve zaten kendimde savaşımı bir de bu nedenle başlattım. Şimdi onun için, sizi doğuran bütün bu nedenlerden nefret ediyorum. Ben bunları söylediğimde, düşman, “Kürtlerden nefret ediyor” diyor. Kürtlerden nefret etmiyorum. Kürtler için en büyük çalışmayı ben yürütüyorum, ama böyle bir durumda olmanın da savunulur bir yanı yok. Bu durumda olmak, düşmana göre yaşamak demektir.
Düşman her türlü açlığı, her türlü insan dışılığı size dayatmış. Siz de şimdi bunu bize dayatıyorsunuz ve buna da “özgürlük” diyorsunuz. Özgürlük bu değildir. Ondan sonra da bu durumunuza “çaresizlik” adını koyuyorsunuz. Çaresizliği savunmanın hiçbir anlamı yoktur. Neredeyse “bırak birbirimizi kurt gibi yiyelim” diyorsunuz, buna da gerek yok. Örgüte gelememek budur. Biraz aklınızı çalıştırırsanız, ne demek istediğimizi anlarsınız. Laf anlamamak, düşmanın istediği gibi olmak, yani kaybetmek, verimli olmamak ve hiçbir şeye çare olamamaktır. Bu durumdan kurtuluşun yolu kurtuluş ideolojisidir, onun örgütüdür, eylemidir. Bundan kaçınılır mı? Sizin bu gerçekliğinizle uzlaşırsam, düşmanla uzlaşmış olurum. Şimdi bana bunu dayatıyorsunuz. Olmaz, bununla uzlaşmayacağım. Bu konuda müthiş bir direnişçi olduğumu kanıtlamaya hiç ihtiyacım yok, bunu bilmeniz gerekir. Nasıl ve nereden bakarsanız bakın, bu özelliklerin hiçbirisiyle uzlaşamam. Bu konuda ulaşılacak, ağlanılacak ve ilgilenilecek değer tanımıyorum. Ben yaşama hakkımı doğru kullanmak istiyorum. Bu anlamda anama bin şükür beni doğurdu, ama yaşam hakkımı kendi elimle özgürce kullanacağım. Ben doğanın kanunlarına karşı çıkacak değilim. Doğanın kanunlarına göre, biyolojik olarak üredim, ama özgür yaşama hakkımı bir insan gibi kullanacağım. Gerçek bu. Beni bu gerçekten milim kadar saptıramazsınız. Diğeri, düşmandan kalmadır. Ben dolaylı veya direkt, duygusal, düşünsel, eylemsel, pratiksel her tür düşman yaklaşıma karşı kendimi korkunç örgütlemiş birisiyim. Her alandaki düşman dayatmasına karşı korkunç hazırlıklıyım. Gerçek bu. Aslında sizin bu gerçekliğinizi Shakespeare‟e yazdırmak gerekirdi. Bir arkadaşımız beni değerlendirirken, “Gerçekliği korkunç tahrik ediyorsunuz. En büyük hayranınız Shakespeare olabilirdi” diyor. Çok iyi, keşke olsaydı. Sizin gerçekliğiniz karşısında tahrik olmak değil de, çıldırmak gerekir Size göre, “ben sizi izah edemem, sizi doğru yola getiremem”, iddianız bu. Ama gördüğünüz gibi size yenik düşmeye hiç niyetim yok. Tabii size yenik düşmeye niyetim yokken, sizi zorla savaştırmaya da niyetim yok.
Bizim tarzımızda zorla savaştırmak yoktur. Ama savaşır gibi, yaşar gibi gözükmeye de yer yok. Bu yaklaşımları benim onaylamama imkan yok. Sizin bu tutumlarınızı ancak düşman onaylar. Gidin, düşman sizi istediğiniz kadar onaylasın, sizi öldürsün. Burada zaten kendi vicdanımı da kurtarmak istiyorum, çünkü ben büyük vicdan sahibiyim. Öyle bir vicdan kanaati yerleştireceğim ki, bu ölüleriniz veya bu yaşam tarzlarınız beni iflas ettiremeyecek. Bu savaş biraz da odur. Yani savaşın vicdan sorununu, savaşın kalp sorununu da böyle çözüyorum. Tarzınızla beni büyük bir vicdansız yapmak istiyorsunuz. Her hataya karşı bir imha. Genellikle diktatörler veya diktatör de değil komutanların dili böyledir, ama öyle olmayacak. Biz peygamberlerin dilini esas alacağız. Ama bu demek değildir ki, ucuz kurtardınız. İnsan iseniz bunun savunusunu yapamazsınız. İçinizdeki düşmanın dolaylı veya direkt tarzını, yaşamını savunamazsınız. Başka yerde bunları savunabilirsiniz, ama benim yanımda olmaz. Benim yanımda neyin olmazı varsa, neyin oluru varsa, onları öğrenin. Yoksa yanıma gelmeyin. Ben, kendini düşmanla savaşmaya göre ayarlamış birisiyim. Çizgisi belli, vuruşu belli, tarzı belli, temposu belli birisiyim. Siz, bununla bütünleşmeye mi, yoksa bunu boşa çıkarmaya mi geldiniz? Ayrımı net yapın. En büyük savunma gerekçelerinizden birisi şu; “sen istediğin gibi söyle, biz aşınmışız, bize söz de, savaş da kar etmez.” Hayır, ben onun da çaresini buldum ve buna karşı duramazsınız.
Biz belki kaba anlamda savaş meydanlarında zafer kazanmıyoruz, ama bu savaş son tahlilde psikolojik savaştır. Düşmanın savaşı esasta psikolojik olarak yürütülüyor, ama bizim de psikolojik savaşımız korkunçtur. Düşman, kişiliklerinizi psikolojik savaşla tahrik edip bize dayatıyor, ancak bizim psikolojik savaş yöntemlerimiz daha da amansızdır. Bunları bilmeniz gerekir. Derdim sizi ne ürkütmek, ne de kaçırtmaktır, ayrıca derdim sizi bir kuzu gibi PKK‟yle bütünleştirmek de değildir. Ne de böyle “oluyor işte, idare ederiz, olur biter” diyerek de değil. Hayır, bunlarla olmaz. Bu yöntemleri size dayatmıyoruz diye benim aştırmak istediğim bu hususları geçiştirmeyin. Hata yaygınca “bu kişinin gücü bize ulaşmaz, bizi göremez. Bu kişi dağı ne anlar, bizim içimizdekini ne anlar” diyorsunuz, ama gerçek bu değildir. Siyasetin bir diğer tanımı da tüm insanları ya yanına alarak ya karşısında hedef yaparak yaşamayı bilmektir. Savaş çizgisi, bunun daha da amansız bir şiddete dayalı bir biçimde yürümesini sağlamaktır. Ve biz bunların hepsini birleştirmiş ve yürütüyoruz. Değil öyle kendinizi şurada burada saklamanız, kendinizi ya o safta ya bu safta kıran kırana bir savaş içinde bulacaksınız. İki arada bir derede de en kötü ölüm başınıza gelebilir. Yani orta yol yoktur. Orta yol, pisi pisine gitme yoludur. Umarım biraz aklınız başınıza geliyor, bu bireycilik ideolojisini ve gericilikleri bırakıyorsunuzdur. Bu konuda kendimi ikna etmem gerekiyor, umarım öylesiniz. Öyle değilseniz ben kendi derinliğimi fazla size göstermek istemiyorum, ancak gerekirse ne kadar hükmedebileceğimi de kanıtlayabilirim. Sorun bu da değil. Ortada güçsüzlük, çözümsüzlük diye bir şey yok. Bir birey çapında olunabilecek en azami düzeydeyim. Etkiliyim, yetkiliyim, sorumluyum, vicdanlıyım, öfkeliyim ve olanaklıyım da. Siz sadece, en azından başlarken verdiğiniz sözde tutarlı olun.
Direkt veya dolaylı ajanlık yapmak da hakkınızdır, ancak onu da kurallarına göre yapın. Yani ajanlıkları böyle birbirine karıştırmaya gerek yok. Veya düzenin ajanlığıyla, devrimin ajanlığını böyle birbirine karıştırmaya da gerek yok. Ayrımı biraz doğru yapın. Yine kurnazlığınız kadar düzenin ajanlığını da yapın, ama böyle gözümüzün içine batıra batıra kendiliğinden böyle bir ajan kişiliği bize dayatmayın. Bu şu demektir: Bu kadar örgütün doğrularına, savaş gerçekliğine gelememek, hatta tersini yapmak sadece ajanlık da değil, kontralığa giriyor. Ajanlık bir derecedir, kontralık da ondan sonra ikinci derecedir. Yani ondan daha tehlikelidir. Sizinki ajanlıktan da öteye, yarı kontralığı andırıyor.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER