APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (36.BÖLÜM)
BÜYÜK BİR TUTKU VE UFKA SAHİP OLUNMADAN TARİHİN EN ZORLU ÇABASINA GİRİLMEZ Devrim İşleri Bir Yük Değil Bir Tutku, Bir Aşktır; Orta sınıf özellikleriyle uzun bir süre biz de biraz ittifak yaptık. Belki size çok tuhaf gelir, örneğin en son gerilla savaşımında kendini dışa vuran anlayışla da az çok ittifak yaptım. Bunu nasıl yaptım? Arkadaşlarımızın aslında işleri doğru ve yeterli ele almadıklarını biliyorum. Bunu eskiden de, 1990 öncesinde, 1990 sonrasında, hatta 1992‟ye kadar da biliyordum. Ama sıradan bir eleştiriyle yetindim. Giderek eleştiriyi yoğunlaştırdım ve dikkat edilirse en tehlikeli olanları nasıl açığa çıkardım. “Önderlik tarzına bağlı olacağız, onu uygulayacağız” diyordunuz, o zaman bu tarzın nasıl uygulandığını görün; bu tarz, çok büyük bir duyarlılıkla, ustalıkla uygulanır. Ve kırıp dökmeden, hatta bu orta sınıfın eski özelliklerini devrim hizmetinde kullanarak uyguluyoruz. Cephede, öncülük sorununda nasıl kullanıldığını gördünüz. Bunlar, “olanak olsaydı ben kırk defa çatışmaya girmiştim, kırk defa PKK‟yi bölmüştüm, kırk defa şu örgüt kitlesini, parti kitlesini çarçur etmiştim” diyorlar, ama bu söyledikleri hiç de yerli yerinde değil, aksine örgüt kitlesi, parti kitlesi gün geçtikçe kabarıyor. Ordu konusu da onlara kalsaydı çoktan imha ettirilmişti. Ama büyük bir sabırla müdahale ederek ordunun yerli yerinde durmasına, onların istediği temelde bozulmamasına çalıştık. Bunu nasıl yaptık? Onlarla uzlaşarak mı? Bunu, onlarla zamansız bir çatışmaya girmeyerek, onlarla onların istediği bir dilden ne uzlaşmaya, ne çatışmaya girmeyerek, Önderlik tarzını dayatarak yaptık. Önderlik tarzının nasıl bir tarz olduğunu değerlendirdik. Ben tek başıma bu işe giriştiğimde de ailemden tut düşmanıma kadar çevrem vardı ve onlarla bir savaşımım söz konusuydu. İlk günden bugüne kadar herkese nasıl yaklaştım? Yani çoğunuzun çizgiye radikalce bağlılığı var, ama bunu uygulama durumu yok. Ya çok kötü uzlaşıyorsunuz, ya çok yersiz çatışmaya giriyorsunuz. Bazı iyi niyetli arkadaşlarımız ne uzlaşmayı bir ittifak olarak görüp götürebiliyorlar veya uyum gösterebiliyorlar, ne de çatışmayı zamanında yapıp sonuç alabiliyorlar. Bir anlayışla ne zaman çatışmaya gireceğini, onun ne zaman tasfiye edileceğini, onunla ne zaman ittifak yapılacağını, onunla ne kadar yürüneceğini bilmiyorlar ve onun derecesini, biçimini, süresini kestiremiyorlar. Dolayısıyla olan partiye oluyor veya ordulaşma çabalarına oluyor. İnsanın böyle kişilikler hakkında fazla kuşkulu olmaması gerekir, hatta kuşkulu olmamak normaldir. Bütün arkadaşlarımıza karşı yoldaşça ve iyi niyetli bir yaklaşım içindeyiz. Buna rağmen sizler kendinizle uzlaştırmak için her türlü yumuşaklığı gösterir veya kendinizle didiştirmek için her türlü anlamsızlığı sergilerlersiniz. Toplumumuza özgü olan yarenlik, ahbap çavuşluk veya didişmecilik, kışkırtıcılık özelliklerinin hemen hepsi bizim içimizde de vardır ve bu müthiş şekilde de uygulanıyor. Fakat biz de yağdan kıl çeker gibi, bunların tuzağına düşmemeyi başardık. Aslında kötü niyetli olduğunuz için yapmıyorsunuz, niteliğiniz böyledir. Bazıları bizi kendi çizgisine -ki, çizgisiyle uzlaşmaya çağırıyor- çekerek didiştirmeye çalışıyor; taklitçilik yapıyor, kendine göre ayarlamalar geliştiriyor. Bunun için de elindeki toplumsal kalıntıları -ahbap çavuşluk, ailecilik, aşiretçilik vs.- kullanıyor. Ama buna rağmen bizim de bir çizgi temsilimiz var, üstelik son derece haklı olarak onları çizgi temelinde kullanmak istiyoruz. Kaldı ki, bizimki kullanma da değil, halk değerini halkın savaşımı yolunda değerlendirme görevimizdir. Bunlar PKK‟ye geldiklerinde kendilerini halktan sayıyorlar, o zaman onları halkın çıkarları temelinde kullanacağız. “Kullanayım” derken biz bunları nasıl kullandık veya nasıl çizgiye çektik. Demek ki, iyi niyetlilerin biraz da yapamadığı budur. Aslında yetmezliklerden, orta yolculardan rahatsız olan birçok arkadaş var, fakat doğru mücadele etmesini bilmedikleri için çatışıyorlar ve küt diye düşüyorlar ya da uzlaşıyorlar, onlarla mücadele etmesini bilmiyorlar. Sabırlı, örgütlü, inatçı, planlı bir yaklaşımla mücadele edilmelidir. Orta yolcularla ya uzlaşıyor ya çatışıyor, belirttiğimiz gibi sonuçta da “tıkandım, bunaldım” veya “geri çekildim” diyor. Aslında sen burada yenildin; düşmanın yenemediği militan burada yenilmiştir! Bunların biraz da tahrikçiliği var, zaten ne kadar tahrikçi ve dışlayıcı, etkisizleştirici olduklarını birçok örnekte görüyoruz. Olumlu özelliklerinizi de ne kadar silikleştirdikleri görülmektedir. Yapılan budur ve yenilen de siz oluyorsunuz. Büyük bir inat ve çizgi devrimciliğiniz olmadığı için yenildiniz. Burada doğrulanan nedir? Burada, silahlı savaşım çizgimize, öncülük esaslarına güçlü bir biçimde bağlı olmayanların güçlü komutan olamayacakları doğrulanıyor. İstediğiniz kadar “uzlaştık, biraz rahatladık ve öfkelendik, çatıştık, hırsımı ancak öyle çıkarabildim” deyin. Veya “çatışmaya gerek görmedim, kendimi yormadım” deyin. Ama işler hiç de sandığınız gibi ele alınmıyor. Aslında bütün bunları defalarca anlattım ve akıllı bir militanın bunları çoktan izleyip uygulaması gerekirdi. Ama siz kendinize çok sevdalısınız. Yalnız, bu sevda sizi fazla yaşatmaz, yaşatmıyor da, aynı zamanda yüceltmiyor da. Size göre proleter yaklaşım zormuş! Proleter yaklaşım veya bizim yaklaşımımız olmasaydı acaba şu anda sizin varlığınızdan eser kalır mıydı? Tarihi davalar, büyük davalar zorlu önderlikler ister, o da zorlu bir temel ister. Bunun kolay sağlanacağını nereden akıl ettiniz? Herkes, sizin bildiğiniz gibi kendine sevdalansa veya kendini çaresizliğe terk etse kurtuluş nerede kalır, tarihin eylem adamları nereden çıkar? Öyle anlaşılıyor ki, siz gerçek anlamda ya kendinizi aldatmaya, zavallılığa terk etmişsiniz ya da “bizden adam çıkmaz, benden bu kadar” anlayışındasınız. Ama bütün bunların da sizi yaşatmadığını biliyorsunuz. Suçlu ben miyim? Bütün bunlara razı olan sizsiniz, ben değil. İmkansızlığa mı oynayacağız, bu yaklaşımlarınızı kabul mu edeceğiz veya benim güçsüzlüğe onay vermemi mi bekliyorsunuz? Bunun değerlere bağlılıkla ne ilgisi var, sizin yaşamınızla ne alakası olabilir? Dürüstlüğümü, kararlılığımı ben de bıraksam bırakalım kurtuluşu, fiziki varlığımızı bile korumamız mümkün mü? Biraz bu çabalarımız olmasaydı acaba partiyi savunan kaç kişi ayakta kalabilirdi? Yalnız partimiz değil, dışımızda da hangi Kürtlük, hangi özgürlük, hangi insanlık ayakta kalır? İnsan biraz tutarlı olmalı. “Doğrusun yoldaş, ama sen sensin, biz de biziz” diyorsunuz. Bu, yoldaşlığa sığmaz. Yoldaşlıkta ben, sen yoktur; biz vardır, bunu hem özlü ifade ederler, hem de yaşarlar veya ona ikiyüzlülük etmezler. Lafta biz vardır, ama pratikte kökü “ben, ben, ben” olur veya “edemem, yapamam, düştüm kalkamam” derler, oysa yoldaşlıkta bu kesinlikle yoktur. Bu öncülüğe, bu önderliğe sizin yaklaşımınız böylesine ciddi bir yetersizliği ve ikiyüzlülüğü yaşamazsa, bir yeterlilik düzeyiyle katılırsanız eminim ki hiçbir güç, bu dünya da olsa bize karşı dayanamaz. Bu işin ilkelerini bana mı öğreteceksiniz? Ben çok denedim, doğrusu da budur ve başarılıyor. Sizin neyinize inanacağım? Çabalarımın sonuç alıcılığını biliyorum, biçimini biliyorum. İnsanı ulusallığa çekmede, partililiğe çekmede, savaşa çekmede hangisinin doğru olduğunu bin defa denedim. Siz de deneyin. Kendi üslubunuzda ısrar edebilirsiniz, ama sürekli kaybettiriyorsa bırakın, onun yerine yeni bir üslup edinin. Tarzınız üslubu tutturamıyorsa tutturan bir tarz arayın. Yani ille de benimdir diye sevdalanmanın bir anlamı yok. Bunu yapmakla da iflas etmiş aileciliği, köylülüğü, küçük esnaf mülkiyetçiliğini kanıtlamıyor musunuz? İflas noktasına çoktan gelmiş dayanmışsın. Bizim proleter devrimciliğimiz, bu noktada bütünlüğe gelin, kolektivizme gelin, irade birlikteliğine gelin demektir. Bırak bu küçük parçaları, bırak bu ilkellikleri, bırak bu düşkünlükleri; gücü birleştir, iradeyi birleştir, yoğunlaştır. Yaşam buradan geçer, bunu artık bir anlayış haline getirmek gerekir diyorum. Temel budur, bu temeli esas aldıktan sonra bir talihsizlik, hesapta olmayan bir hata olmazsa, hangi meseleye el atarsanız atın kesinlikle başarırsınız. Ordu konusuna çok teorik, çok teknik yaklaşmak istemiyorum. Eminim ki esası yakaladığınızda onun teorik taktiğini benden kırk kat daha iyi bilirsiniz. Olmayan esastır, olmayan işin can alıcı kısımlarıdır. Onu vermeye çalışıyorum. Ordulaşmada muazzam imkanlarımız ve gücümüz ortaya çıkıyor, halen neden kullanılamıyor diye hayret ediyorum. Geçmişte bizi yanılttılar, fazla yüklenme durumumuz yoktu, ama hiç olmazsa şimdi yanıltmayalım. Ordu kurma çok zevkli bir iş değil mi? Düşmanımızın üzerimize nasıl geldiğini görüyorsunuz; insanlığın, özgürlüğün düşmanıdır. Buna karşı siz düşmanın ordu gücüyle kazanacağına inanıyor musunuz? Bu konularda aslında soru sormaya da gerek yok. Düşmanı işkencesiyle, imhasıyla her şeyiyle düşman bellemiyorsunuz. Kurtuluş istemiyor ve ona inanmıyorsunuz. Bütün bunları söylersem “bizi çocuk yerine mi koyuyorsunuz” diyeceksiniz. Eğer bunları kabul etmiyorsanız bunun nasılına cevap verin onu esas alalım. Benim çizgime gelemiyorsan o zaman kendini tanıt, sen kimsin? Ben mi uzlaşmacıyım veya benim kişiliğim uzlaşmaya son derece yatkın bir kişilik mi? Beni mi aldatıyorsunuz, bir yoldaş olarak beni aldatmanız ayıp değil mi? “Yok öyle değil, aldatmıyoruz” diyeceksiniz, ayıp olan senin tavrındır. Doğru ordulaşmaya gelemezsen ayıptan da öteye bizi çiğnemiş olursun, hayatını bu işe bu kadar adayan birisiyle alay etmiş olursun. “Güç getiremedim, zavallıyım” diyorsun, Önderliğin yoldaşları zavallı ve güçsüz olamazlar, bu kanıtlanmıştır. “Seni kullanmak istiyorum” dersen, hayır beni kullanamazsın. “Uzlaşmak istiyorum” diye düşünürsen, hayır benimle uzlaşamazsın, kendi geriliklerini benimle uzlaştıramazsın, gerilikler benimle asla uzlaşamaz. “Provokatörlük yapmak istemiyorum, ama seni kışkırtıyorum” diyebilirsin, beni kışkırtamazsın da, senin beni kışkırtacak kadar gücün yok. “İnce yaparım, ustalıklı yaparım, ikiyüzlülük yaparım” dersen, yine kendine dikkat et, bu konularda da, bu biçimlerde de fazla başarılı olamazsın. Yine nereden bakılırsa bakılsın, eğer bizimle yol alınıyorsa bu işe özlü ve sonuç alıcı giriş şarttır. PKK‟nin gerçek yoldaşlığında -ilk dönemler de dahil- aslında böyle örnekler yoktu. PKK yoldaşlığını tanıyorum, en amansız koşullarda, zindan direnişinde yoldaşlar vardı; Mazlum‟un direnişi bir kibrit çöpüyleydi, Kemaller’in, Hayriler’in direnişi, canlarıyla nasıl geliştirdiklerini biliyoruz. Ellerinde o kadarı vardı, onu da kullandılar. Sizin elinizde bu kadar silah, bu kadar savaşım imkanları olacak, onu değerlendirmeyeceksiniz ve biz buna PKK yoldaşlığı diyeceğiz! Bunu yutmayız. Kaldı ki bizim, yoldaşları hazırlama durumumuz da var. Bir silah uğruna, bir ilişki uğruna kendimizi çalışmalara nasıl verdiğimizi bilmememiz mümkün mü? Gece gündüz ilişki yaratma çabamı nasıl göz ardı edeceğim? Siz bu kadar ilişkiyi, bu kadar fedaiyi, savaşçıyı çarçur edeceksiniz ve bana bunun normal olduğunu, onaylamam gerektiğini söyleyeceksiniz. Bu mümkün değil. Bütün bunlar herhalde size şunu anımsatır; bu PKK bizim anladığımız gibi değil, biz gerçek PKK‟liliği henüz tam kavramamışız. Kavramayanların, yanılgı içinde olanların durumları bilinmektedir. Birçokları partinin etki gücünü kötü kullanmayı denediler, onlar olmayan duaya amin dedirtmek istiyorlar. Bunda sonuç almaları mümkün değil. Kendini işlere doğru vermemek yoldaşlıktan sayılmaz, böyle yaparsanız benden yüz bulamazsınız. Dikkat edin, bütün çabalarımıza rağmen halk çoğunuz için “Yetersizlik sınırlarında kaldılar” diyor. Bu, PKK çizgisinde başarılı olamamadır. Yeterlilik sınırlarına ulaşamazsanız, PKK‟de özellikle onun üst düzey kademesi, komutanıysanız, sadece o kademeleri işgal etmiş olursunuz ve bir gün düşürülürsünüz. Bana “bizi önce yükseltti, sonra düşürdü” diyorlar. Hayır, sen kendini aldatıyorsun. Sen kendini yükselmiş sanıyordun, düşürülmedin, balonlaştın, uçtun, küçük bir iğnenin batırılmasıyla sen düştün. Biz kimseyi öyle yükseltmedik, bizim yükselttiklerimiz kolay düşmez. Nitekim düşmeyen değerler de bellidir. Şimdi ne kadar böyle gafil var, habire “yükseldim, düştüm” diyorlar. Bunlar kendi kendilerine sormalı; ne zaman yükseldiler, nasıl düştüler? Bu, gafillerin içine düştüğü bir durumdur ve bizde de böyle birçok komutan var. Bir tekinin bile üzerine gidemiyorsun, gittiğinde “bizi düşürdüler” diyorlar. Sen kendi kendini yükselmiş sanıyorsun, sen partinin onayından geçmedin. Benim onayımdan geçmek demek, bütün bu belirttiğim çerçeveye uymak demektir, bu çerçeveyi işletmek demektir. Sen bunu yaptın mı? Eğer yaptıysan sana komutan diyebilirim, yapmadıysan seni ne diye halkın başına, PKK‟nin başına bela edeyim? Askeri elbise giymişsiniz, çeşitli birlik komutanlıkları olan isimleri de kendinize takmışsınız, “Allah hayrını versin” ve ben de gerçekten size hizmet edeyim, “inşallah layığı da olursunuz.” Ama ben kuralları gözetirim, içeriğine bakarım, bir yıl sabrederim, iki yıl sabrederim, layık olamazsan düşürürüm demiyorum, ama sana “komutan, önder” deniyor, işin gereklerine uyamıyorsun, gerilla, savaşçı seni ret ediyor, halk ret ediyor ve PKK öncülüğü de seni ret ediyor derim. Artık o zaman da “ağlarım, sızlarım niye beni baş komutan kabul etmiyorsun” dersin. Sen bir ağa komutanısın, seni nasıl kabul edeyim? Sen kendi kendini ret ettirme durumuna getirmişsin, buna rağmen biz yine de bu kadar sabırlı, anlayışlı yaklaşıyoruz ve sen halen yükselmekten söz ediyorsun. “Daha daha yükselmeliyim” diyorsun, ama nereye, emeğin ne kadar, başarıların ne kadar? Acaba bir çocuk bile kendini böyle kandırır mı? O sıkılanlara, tıkananlara, ağlayanlara bakın, hepsi de kendini böyle sahte yükselmiş sayanlardır. Mütevazı, emeğiyle yaşamakta kararlı olanlar, kesinlikle ne böyle ağlarlar, ne düştüm diye sızlarlar, ne de fazla hak edilmemiş yüksek mevkiler talep ederler. Demek ki, bu konularda komuta tarzımızda bize layık olmayan, bize yaraşmayan ne varsa aşmak zorundayız. Belirttiğimiz gibi, PKK ölçüleri öyle çok yüksek deha isteyen işler de değildir. Biraz dürüstlük, alçakgönüllülük, kararlılık, yeterli çaba sonuç aldırır, hepinize hemen her çalışmada başarma şansı verir. Benim PKK‟den, onun ordulaşmasından anladığım budur ve bu dönemde de artık bunlar kesinlikle hayata geçmelidir. Ben şimdiye kadar bazı anlayışlarla ittifak yaptım, fakat uzlaşmadım, tahriklere kapılmadım. Yalnız bu affettiğim anlamına gelmez ve bu hepiniz için geçerlidir. Önümüzdeki dönemde ordulaşmada yeni bir adım atıyoruz. Ya onun kurallarına göre işleyiş tarzını esas alır yerinizi belirlersiniz, ya da çok çarpıcı bir biçimde düşersiniz, alaşağı olursunuz. Bu durumda zaten koşullar da sizi affetmez, dönem biraz bu noktaya gelip dayanmıştır. Eski tarz alışkanlıklar, eski tarz yaklaşımlar artık fazla yaşam bulamaz. Artık eskisi gibi bizde sabır, anlayış bulamaz ve bizimle ittifak beklentisi içinde olmazsınız. Biz öylelerine istedikleri tahrikçilikle de yaklaşmayız, kendi tarzımızla yakasına yapışırız. Hiç olmazsa artık bu aşamada çizgiyi doğru temsil edin, doğruyu bulmaya çalışın. Bu örgütün artık bir şeyler yapabileceğine inanmalısınız. PKK öncülüğü gerçekten düşmanına karşı böyle ayakta kalmayı sağlamışsa, herhalde kendi içindeki bireye de hükmedebilecek kadar güçlüdür. Buna inanacaksınız. “Bana dokunmaz, ben çok sevgili bir çocuğum” veya “şimdiye kadar kendimi yutturdum, bundan sonra da aynen öyle götürürüm” diyemezsiniz. Onun gerçeklerine kendinizi tamamen katamazsanız bir yerde yanıldığınızı ve kötü kaybettiğinizi gördüğünüzde ağlarsanız, o zaman suç sizindir ve günah bizden gitmiştir. Ben hemen her dönemde bunları söyledim, takmadılar, sonuçta da birçokları kaybetti. Bundan sonra daha da acımasız olacağım, çünkü gerçekleri bu kadar belirledikten sonra, işin esasına, özüne bu kadar yaklaşım geliştirdikten sonra ben niye acıyayım ki? Hatta kural dışılıktan dolayı kaybediyorsa kaybetsin, ben eskiden söylediğim iki kelimeyi de söylemem, sadece bir kez sonuç çıkarırım; şu aptallıktan dolayı kaybetti derim. Hatalarınızda kendimizi boğduracak kadar saf değiliz. Ve bu hatalardan dolayı ben de mi kendimi tüketeyim? Kaldı ki çok büyük bir inat ve sabırla şimdiye kadar tahammül ettik. Artık “bizim Önder aslında bize hep yumuşak yaklaşıyordu, hatalarımıza ses çıkarmıyordu, bu her zaman böyle olur” diyemezsiniz. Sen belki çocuktun, o dönem için belki sabrettik, fazla ses çıkarmadık veya ses çıkardık da sen anlamadın, ama şimdi büyüdün, anlayacak durumdasın, eğer anlamazsan kulağın sert çekilir. Eğer bundan sonra başarırsak böyle yapacağız. Biz oyuncak değiliz veya bir oyunun içinde bulunmuyoruz, devletle uğraşıyoruz, devlet olmaya çalışıyoruz. Doğru dürüst birkaç aile idare etmesini bilmezseniz, bir grubu bile idare etmesini bilmezseniz, ben niye sizinle uğraşacağım, niye size karşı sabırlı olacağım, niye size yakınlık göstereceğim? İlkel ailecilikten, kabilecilikten daha değerli ilişki ve kurumlar vardır, sizin sandığınız anlayışlardan daha değerli, bağlı kalınması gereken yüce ilişki anlayışları, kurumlaşmaları vardır. Biz orada buluşmalıyız. Ama size kalsa sizin ilkelliklerinizle on yıl uğraşayım, sizin geriliklerinizi başıma taç edeyim istersiniz. Bu hangi şerefi kazandırır? Eski yenilmiş Kürt‟ün, lime lime olmuş zavallı kişilerle ağlayıp sızlamaktan başka yaptığı nedir? Yani ben insanlığın gelişmesinin imkansızlığını mı göreceğim? Sizin zavallılığınızı bir kader olarak mı göreceğim? Sizin gibi yaşamayı temel yaşama biçimi olarak mı düşüneceğim? Yükselmeyi, ilerlemeyi, güçlenme imkanlarını zorlamayacak mıyım? Bunu yaptırırsak ağlayacak mısınız? Ağladığınız gibi, ilkel bağların gereklerine uymuyor diye beni suçlayacak mısınız? Suçlu olan kim? Bin defa, yüz bin defa yenilmiş, teslim olmuş ilkel aile, kabile bağlarını bile en iğrenç bir duruma getireceksin, teslimiyete kadar götürüp onurunu yerle bir edeceksin, ondan sonra da “aile bağları, kabile bağları” diyeceksin. Hayır, senin o bağlarında dahi bunlara yer yoktur. Bu, düşkünlüğe kılıf aramaktır, hatta kardeşliğe, hemşehriciliğe, her türlü mahalle arkadaşlığına da ihanet etmektir. Onun da kendine göre gelenekleri var. Ben onlara da yüksek değer biçiyorum. Onu anlamsızlaştıran, hiçleştiren ben değilim. Yoldaşlığın gelişmiş biçimlerini, savaşçılığın gelişmiş biçimlerini uygulayamıyor, “birbirimizi vurmalıyız” diyorsunuz. Eğer gerçekten çok samimi olmasaydım, biraz da toplumsal değer yargılarına özen göstermeseydim, çoğunuzun davranışlarına merhaba bile dememem gerekirdi. Çünkü gerisiniz, yüksek bir askeri ve siyasi kişilik edinmeyi, yoğun konuşmayı, yoğun ilgilenmeyi bilmiyorsunuz. Sizinle konuşmak bile bana işkence gibi geliyor. Ordulaşmanın ne olduğunu anlamıyorsunuz; başarı nedir, başarının temposu nedir, bunun farkında bile değilsiniz, işkence gibisiniz. Bu anlamda benim tempom yanlışsa söyleyin, benim çerçevem gelişmeye hizmet etmiyorsa söyleyin, sizinki başarılıysa ben ona katılayım. Ama görüyorsunuz ki öyle değil. Askeri ölçüleriniz çok yüksekse ben size katılayım. Bunun böyle olduğunu ispat edin, bu ayıp değil. Gelin, gerçekten bu geri biçimleri esas alalım; ben, sen, biz olalım. Birbirimizi sıkmadan, birbirimizi zorlamadan, hatırımızı kırmadan, hemşehriyiz, kardeşiz diye idare edelim, götürelim. Bu en eski hikayedir. Bizim topluma hakim olan gelenekler, ahlak düşman karşısında kaç para ediyor, kaç kuruş kazandırıyor? Ne kadar güç veriyor? Hiçbir şey kazandırdıkları yoktur. Bunları terk edin diyorum. Partileşmek budur, cepheleşmek, uluslaşmak, siyasallaşmak, ordulaşmak budur. Neden bunu görmüyorsunuz? Bunu size sormak gerekiyor. Kendinizi geri biçimlerde bağlamışsınız, yıllardır kendinizi eğitememişsiniz. Yüksek bir hukuk, ulusal, insani, demokratik, eşitlik ve özgürlük düzeyini yakalayamamışsınız. Üslubunuz, tarzınız güçlü ve çarpıcı değil, zorlanıyorsunuz. Çare, buna sevdalanmak değil, hızla bunu aşmaktır. Aşmanız için ben size fırsat tanıdım. Bir yoldaşın verebileceği kadar eğitim imkanı ve tecrübe olanağı sundum, destekçiniz oldum. Adeta iğne deliğinden kurşun geçirircesine siyaset yapıyoruz. Siyaset yapmayı kolay mı sanıyorsunuz. Uzun bir süreden beri böyle siyaset yaptığımızı, bu şekilde işin başında olduğumuzu görüp hiç olmazsa siz de onun bir neferi olmasını bileceksiniz. Maalesef anlayan kaç kişi var? Dürüstlüğünüzden şüphe etmiyorum, cesaret ve fedakarlığınızdan kuşku duymuyorum, ama benim için bunlar sadece işin alt yapısıdır. Önemli olan bunun tarzıdır, temposudur, yeterlilik düzeyini zorlamasıdır. Bunlar olmadan diğer bütün önemli özellikleriniz mezara gidiyor. Bunlara yazık değil mi? Bu anlatımlarıma karşı “siz ne söylerseniz söyleyin, biz bu kadar alttan, ağırdan alırız, sen ne kadar üstten büyük kuvvetle çekersen çek, ancak bizi bu kadar ilerletirsin” diyorsunuz. Ne kadar böyle söylerseniz söyleyin yine de sizi çekeceğiz. Ama üzülen siz olursunuz, ayak altında kalan siz olursunuz. Böyle olmanızı istemiyoruz. Şimdiye kadarki tarzı, olumsuzlukları kendinize yakıştırmayı aşmazsanız, öncülük, kitlemizi cepheleştirme ve en çarpıcı, sonuç alıcı ordu çalışmamıza dikkat etmez kendinize böyle yansıtmazsanız geçmiştekilere olduğu gibi size de çok yazık olur. Aslında onlar için de çok şey söylemiştim. Belki bu derinlikte, yoğunlukta olmayabilir, ama bunlar da döneme göre az değildi. Daha sonra büyük öfkeyle andığım yoldaşlar oldu. Nasıl bu hatanın kurbanı oldu dediğim binlerce şehit yoldaş var. O hatayı nasıl işledi, nasıl o gafleti gösterdi; yine, içine girilmemesi gereken tavra nasıl girdi diye sorup duruyorum. Bir küçük alışkanlıktı, dağ gibi bir insanı götürdü, böyle olur mu? Belki bir taktiği kestirmemeydi, insan taktik konusunda kendini bu kadar yoksun, zayıf bırakır mı? Belki fazla düşünmemeydi, düşüncesizce adım attı, gerilla böyle düşüncesiz olur mu? Buna benzer küçük hatalar, küçük eksikliklerdi, ama sonuçta kişiyi götüren o oldu. Yanıp yakılmamak gerekir. Tabii ki her gün yanıp yakılmak da kötü bir durumdur. Bizim fazla yanmaya, fazla öfkelenmeye hakkımız yok, çünkü genel için yine de yapmak zorundayız. Siz hastalıklısınız, bizi de kendinizle böyle hastalıklı göstermek istiyorsunuz. Bu özelliklerinizi toplasınız gerçekten kırk tane sağlam adamı düşürmeye yeter, çünkü bu özellikler toplamı sandığınızdan daha fazla öfkelendiricidir, tahrikçidir, uzlaştırıcıdır. Biz de onlara karşı kendimizi korumaya çalışıyoruz. Bunun da ne kadar büyük bir duyarlılık ve düşünce keskinliği kadar, çaba yoğunluğu istediğini de bilmek gerekir. Özellikle gerilla savaşımının büyük şehitlerinin tarihinden kesin sonuçlar çıkarmalısınız, çünkü basit deneyimler değildir. Bir çırpıda göz ardı edilecek kayıplar değildir. Bu şahadetleri lime lime inceleyin, mutlaka bazı sonuçlar çıkarın. Yine tün dönemlerde yapılması gerekenler vardı ve bunları yapmadıklarından dolayı kaybedenler oldu. Bunları en ince detaylarına kadar anlamaya çalışın ve buradan güçlenme nedenlerine ulaşın. Başka türlü sizin bedenlerinize, size yazık olur. Eğer ihtiyacınız sizi biraz birey olarak tatmin etmek olsaydı, ben PKK‟nin imkanlarından birkaç kuruş çıkarır verirdim, küçük burjuva yaşam talebiniz olsaydı onu da idare ederdim. Orta yolcuları nasıl idare ettiğimiz biliniyor. Ankara‟da bile çoğunu idare ediyoruz, sizleri de idare ederdik, ama siz bunu talep etmiyorsunuz. Militanlıkta ısrarlı olduğunuzu söylüyorsunuz. Bu da söylediğimiz biçimde olur. Burada taleplerinizle orantılı olmanız gerekir. Kişiliğinizi bu taleplerinizle, önünüze koyduğunuz bu amaçlarınızla özdeş kılmanız, gidişatını yakınlaştırmanız gerekir. Biz de buna açıklık getiriyor ve kolaylık sağlıyoruz. Bu yoğun tekrarlama bunun içindir. Söz verip, birçok platforma kalkıp da daha sonra ülkeye gittiklerinde, bilmem sınırı aştıklarında kendini “yaşayanlar”, keşke kendilerini yaşatabilselerdi. Dediğim gibi suç işliyorsunuz, yani har vurup harman savuranlar, çarçur edenler böyledir. Çoğu öylece özgürlüğü elde ettiğini, kişiliğini kanıtladığını sandı. Hataya sarılmakla, yetersizliğe düşmekle, çizgiyi saptırmakla kişilik kanıtlanmaz. Bireysel özlemleri tatmin etmekle özerklik sağlanmaz. Öyle yaptılar, öyle sandılar. Bu, kesinlikle bireyci, küçük burjuva bir tarzın seçimidir. Hepsine çok yazık oldu. Bu nedenle üzerinde yoğunca duruyoruz. Kendinize çok sevdalanıyorsunuz, kendinize çok güveniyorsunuz ve kendinizi çok dayatıyorsunuz, fakat sonuç hüsran oluyor. Partinin birtakım olanaklarına, özellikle yetkilerine bayılıyorsunuz. Kendinizle birlikte çok şey götürüyorsunuz. Yazık oluyor, bunu önlemek istiyoruz. Yarın çok önemli durumlarla yüz yüze geleceksiniz; bazılarınız da büyük zorluklar kadar, büyük gelişme imkanlarıyla yüz yüze gelecekler. Hiç olmazsa o zaman bir şeyler yapın, kendinizi o kadar sorumsuz ve çok kolay kaybeden birileri konumunda tutmayın. Zorluklar olabilir, tarih hatırına benim de katlandığım zorluklar var. Bir halkın bilinç organları, çok yetkili mercileri olmayabilir veya onlar bizim gibi militanlar da olabilirler. Ama öyledir diye kendimizi o kadar sorumsuz kılmayalım, kendimizi öyle ucuz harcamayalım. Buna yetkimiz yok. En değerli şehidimizin, şehitlerimizin söylediği gibi kendimizi biraz borçlu bilelim, yaşayarak da hiç olmazsa biraz borcu ödeme şansına da sahibiz. Kendinizi bu anlayışta ve biraz bu işe verme gücünde tutun. Eğer bu güçte tutma durumunuz da yoksa o zaman kendinize ağlayın. Sorun çıkarmak yerine oturup kendi başımızı yakalım, kendimize öfkelenelim. Belki gelişmelere bu yol açabilir. Yoksa sizin gibi ana kuzularını niye bu savaşa çekeyim? Ben kendimi yakmışım, eskiden de “sen kendini yaktın” diyorlardı. Ben kendimi şimdiye kadar az çok nasıl getirdiysem, bundan sonra da ne kadar zor olsa da götürürüm. Gerçekten sizi yakmak istemiyorum, siz kendi kendinizi yakıyorsunuz. O da çok sarıldığınız yöntemlerinizden dolayı oluyor. Bizim sizin için öngördüklerimizi esas alsaydınız ne bu kadar yorulurdunuz, ne de bu zor durumlara düşerdiniz. Siz kendinize sevdalanmışsınız. Bilindiği gibi karasevda çok yakar. Sizinki biraz bunabenziyor. Sizi bundan bir türlü uzaklaştıramıyoruz. Bizim tarzın geliştirici yanı ortadadır. Anlattıklarımı anlamıyorsanız tekrar tekrar anlatayım. Yoğunlaşma gereği duymuyorsan, ilgilenme gereği duymuyorsan o zaman içimizde ne arıyorsun? Beni istismar etmeyi mi düşünüyorsunuz, bu mümkün değildir. Benim kendime saygım varsa bu mümkün olamaz. Beni kullanmayı mı düşünüyorsunuz, bu mümkün mü, kim kimi kullanır? Benim olduğum sahada hareket çerçevem, Önderlik gerçeğim çok açık ortadadır. Neye evet, neye hayır; neye olur, neye olmaz; neye yeterli, neye yetersiz; neye yaman, neye korkak, neye cesaretlidir, hepsinin hareket çerçevesi az çok çizilmiştir ve yerinde bir tarzdır. Bunlar tarihi planı olan çalışmalardır, büyük ufku, sevgisi ve tutkusu olan çalışmalardır. Kesinlikle kendi kendime başarıyı şart kılarım, başaramazsam günü yaşayamam, bütün başarı koşullarını oluşturamamışsam rahat yatamam. Çalışmalarım bu çerçevededir. Sırtımda bir yük değil, bir tutku, bir aşktır. Eğer öyle olmasaydı yirmi dört saat dayanılamazdı. Bu iş ritmik bir türkü gibi olmasaydı götürülmezdi. Bu çalışmalar, coşku, korkunç bir çalışma gücü, tempo ve performans ister. Eğer bu özellikleriniz yoksa bu işlere hiç bulaşmayın. İlk etapta herkesin bu işe benim düşündüğüm gibi girdiğini sanmıyorum. Sonradan baktım ki, kendilerini de, bizi de yanıltmışlar. Bilindiği gibi başımıza korkunç şeyler geliyor. Açıkça itiraf edeyim, yurt dışında, zindanda, dağda sizin kendinize yakıştırdığınız tarzda ben bir gün bile yaşamamam. Benim çalıştığım yerde ya yüksek bir başarı olur ya da ben orada yokum. Bu tarz başarıdan başka hiçbir şeye meydan vermeyen yaşama tarzıdır. Başka türlüsüne imkan verirsem ölmem, yok olmam gerekir. Bu çizgi dahilinde başka türlü olunmaz. Bu çizgide kalıp da zindanda nasıl yaşadığınıza şaşıyorum. Bu dağlarda bu halinizle nasıl yaşadığınıza şaşıyorum. Demek ki, ucuz olanaklara dayanıyorsunuz ya da başka insanlardansınız. Ben böyle ömür geçirmeye sabredemem. Ben bu ömre bu kadar şey sığdırdım, halen ne yaptım, daha fazlası nasıl elde edilir diye düşünüyorum. Daha fazla nasıl tatmin olacağım diyorum, yani tatminde bile sınır tanımıyorum. Siz küçük bir başarı bile sağlayamamışsınız, hatta zarar vermişsiniz, bunu da bana başarı diye yutturmaya çalışıyorsunuz. Büyük devrimciler kendini bu kadar küçük şeylerle tatmin etmez. Hiçbir güzellik yaratmadan, çirkinliklerinizi bana yutturmaya çalışıyorsunuz. Ülkeniz, halkınız kötürümlerin kötürümü bir durumda, siz ise bunların üzerinde çok rahat yaşayacağınıza kendinizi inandırmışsınız. Kendinizi birkaç ay doyuramayacak kadar azığınız var, buna da “ömür boyu yeter” diyorsunuz. Hayır, yetmez. Benim yetkilerim, olanaklarım var, ama yine de endişeliyim. Bunların hiç birine güvenemem ve bu kadar rahat yaşamın kenarından bile geçemem. Bu kadar ilişkilerim var, dostlarım var, bu kadar hürmetim var, saygım var. Bütün bunları bir hiç çerçevesinde değerlendiriyorsunuz. Bu duruma dayanmak bile istemiyorum, yine kendime yükleniyorum. Önderlik dediğiniz işler biraz böyle yürütülmelidir. HALKLAR ÖNDERİ (36.BÖLÜM)
|
YORUM GÖNDER