ADI BÊRÎTAN ZAMANIYDI
Karanlığın içinden silahlı siluetler, sinsice mevziiye doğru ilerliyordu. Onları görmüştü. Bunlar, ihanetin siluetleriydi. Ne yapması gerektiğini biliyordu. Usulca silahının namlusunu siluetlerin üzerine doğrulttu. Nefesini tutmuştu. Tetik parmağını tetik boşluğunu almak için hafifçe bastırdı. Ama hiçbir hareket olmadı. Biraz daha sıkıca bastırdı, tetik takılıp kalmıştı. Siluetler gittikçe yaklaşıyordu. Aradaki mesafe tehlikeli bir hal almıştı. Hemen ateş etmesi gerekiyordu. Ama bir türlü düşmüyordu tetik. Bu olamaz diyordu. Olsa olsa bir kâbus olabilirdi bu. Çok olurdu çatışma zamanlarında böyle kâbuslar. İnsan tam uykuya dalar, hemen bir rüya görmeye başlar.
Bir kuşatmanın tam orta yerindedir. Hemen kaçması gerekmektedir. Ama toprağa batmış gibi bir türlü oynatamaz ayaklarını. Ya da tam karşıda düşman vardır. Namluyu doğrultup tetiğe basar insan, ama mermiler namludan fırlayıp düşmanı vurmak yerine, namludan süzülüp usulca önüne düşer. Kaskatı kesilir böyle zamanlarda insan. Ve heyecanla uyanır uykusundan. İşte şimdi de böyle bir kâbus görüyor olmalıydı.
Siluetler yaklaşıyor, o, tetiğe asılıyordu. Ama bir türlü tetik düşmüyordu. O kadar sıkı asılmıştı ki tetiğe, neredeyse kırılacaktı tetik parmağı. Ya da kâbus bu ya, tetik demiri kırılacaktı parmağının altında. Ama ikisi de olmuyordu. Siluetler giderek yaklaşıyordu. Bağırmak istiyor, bağıramıyordu. Sadece inleyebiliyordu. Tam bu esnada Herdem arkadaş belirivermişti yanı başında.
‘Hayırdır, niye inliyorsun heval’ dedi. Nefesi boşalıverdi birden. ‘Heval, düşman’ dedi. ‘Ateş etsene’ dedi Herdem arkadaş. ‘Silahım bozulmuş’ dedi. Herdem arkadaş, karanlığın içinden usulca onun silahını yokladı. ‘ Çıt’ diye bir ses duyuldu.
Karanlığın içinden bile Herdem arkadaşın gülümsediği belli oluyordu. ‘Sorun değil heval’ dedi Herdem arkadaş. ‘Genelde emniyeti kapalıyken ateş etmez bu meret’ dedi Herdem arkadaş, gülümseyen bir sesle. O hengâme içinde ne korku, ne heyecan, ne de başka bir duygu kalmadı yüreğinde. Utançtan öyle kızarmıştım ki, karanlığın içinden bile bir köz gibi parlayacak gibiydi. Şu anda duyduğu tek his, utançtı. Elini omzuma vurdu Herdem arkadaş. ‘Bir şey olmaz heval. Olur, bazen’ dedi. Yeniden namlunun yönünü ihanetin siluetlerine çevirdi. Bir taraftan da kendine kızmaya devam ediyor ama şaşkınlığına gülmeden de edemiyordu. Son günlerde dağda öğrendiği ve diline yerleşip, bir türlü atamadığı bir kelime fırlayıverdi dudaklarının arasından. Gülümseyerek ‘mîratê’ deyip asıldı tetiğe.
Namludan siluetlere doğru akıp giden sadece mermiler değil, ilk çatışma heyecanının utancı ve şaşkınlığı olmuştu adeta. Bir kâbustan uyanmış gibiydi. O andan sonra tecrübeli bir savaşçı gibi hissetmişti kendisini. Hep söylerler de, anlayıp inanamazdı bir türlü. En acemi savaşçı bile dokunduğu tetikle, çatışmada sıktığı ilk mermi ile birlikte geride bırakırdı acemiliğini. Gerisi artık senin ruhundaki gerçek kişiliğinin savaş meydanına adım atmasıdır. Eğer varsa ruhunda bir savaşçı, savaşta düşmana sıktığın ilk mermi ile birlikte hemen gösterir kendini. Sen o andan itibaren tecrübeli bir savaşçısındır. Neyi nerede, ne zaman yapacağın konusunda karar verme yeteneği kazanırsın. Savaş meydanı, insanın kendisiyle baş başa kaldığı en keskin zaman dilimidir. O andan itibaren bir sen varsın, bir de düşmanın. Düşmana karşı ne yapacağına sadece ruhundaki o savaşçı karar verir. En acemi halin bile büyük bir savaş ustası kesiliverir. Ya da tam tersi olur. O ana kadar kendi kendine söylediğin bütün cesaret telkinleri birden uçup gidiverir, birbirine dolanır elin ayağın. İçinde, sadece kaçıp kurtulma duygusu ya da bir kayanın arkasına saklanıp vurulmama kaygısı her şeyin önüne geçer. İşte, tam şu anda, bu ikilem arasında, kendini tanıyordu dalgalı saçlı esmer kız. Namludan fırlayan ilk mermi ile birlikte rahatlamıştı birden. Karşısındaki siluetler yere düşüp kaçışırken, o artık savaş meydanında bir savaşçı olarak doğduğunun bilincindeydi. Böyle zamanlarda heyecanlanıp şaşkınlığa düşebilir insan. Ama ilk mermiden sonra bir tebessüm yerleşmişse yüzünüze, artık geçmiştir bütün savaş acemiliği ve ölüm-yaşam ikileminde her türlü kaygı sona ermiştir. Çünkü ruhunda savaşçılık varsa insanın, böyle zamanlarda ölmeyi ya da yaşamayı değil, sadece savaşmayı ve zafer kazanmayı düşünür. Hem de nefes alır gibi, su içer gibi, kör ebe oynar gibi rahat ve doğal davranmayı öğrenir bir merminin namludan fırlama zamanı kadar bir zamanda. O gün Xakûrkê’de, Lelîkan Tepesi’nde, bir merminin namludan fırlama anı kadar bir zamanda bir savaşçı doğmuştu savaş meydanında.
Bulunduğu yer Lelîkan silsilesinin Deşta Heyatê ucundaki sivri bir tepeydi. Güney yönü Deşta Hêrtê’ye bakıyordu. Karşıdaki kuzey ufkunda bir hançer gibi göğe uzanan Abdalkovî ve yanı başında, doğuya doğru uzanan Karker sırtları vardı. Karker’in güneydoğu yönünde bütün heybetiyle Şekîf dağı duruyordu. Şekîf’in güneybatıya bakan yamacında Çil û Çar vadisi Lolan suyuna doğru uzanıp gidiyordu. Çil û Çar’dan Deşta Heyatê’ye uzanan sırtın orta yerinde belirgin bir kayalık vardı. O kayalıklarda başka bir savaş veriliyordu.
İhanet, bir grup gerillayı kuşatmıştı. Uzun bir çatışmanın ardından kayalıkların tam tepesinde tek bir kadın gerilla kalmıştı. İhanet onu teslim almak istiyordu. Bütün ısrarlara, hatta yalvarmalara rağmen teslim olmuyordu. Lêlîkan’ın karşısında, o yüksek kayalığın uçurumlarında sloganlar haykırılıyordu gecenin içinden. Son mermisine kadar savaştı, ihanet yaklaşınca, silahını kayalara vurup parçaladı. Sonra, kayanın en ucuna kadar tırmandı. Altındaki derin uçuruma baktı. Önünde uçurum, arkasında ihanet vardı. Dêrsim’ı hatırladı, Besê’yi anımsadı. Bir türkü yankılandı yüreğinde.
‘Gelini de gelini
Kürdün gelini
Dağlara verir
Mavzere verir
Düşmana vermez elini…’
Bir tebessüm yerleşti Bêrîtan’ın gül suretine. Çil û Çar uçurumlarında bir uçurum çiçeği açtı o gece. Adı Bêrîtan’dı bu çiçeğin. O gece Lelîkan’ın karşı yerinde, Şekîf’in heybetli gölgesinde kanadı kırıldı ihanetin, direniş kanatlandı uçurumlardan. Zaman, geride bırakıp teslimiyete dair yapraklarını, direnişe yeni bir sayfa açtı. Bêrîtan zamanı başladı artık dağlarda. Öncesi çok karmaşıktı belki, başa baştı direnişle teslimiyet. Ama artık Bêrîtan zamanı yaşanacaktı bu topraklarda. Bitmişti teslimiyetin ve ihanetin karanlık zamanı. Aydınlık bir zaman dilimine açılmıştı kapı. Adı Bêrîtan zamanıydı bu zamanın. Burada sadece kahramanlar doğacaktı…
MÜCADELE ARKADAŞLARI
YORUM GÖNDER