ÖNDERLİK GERÇEĞİ-4.BÖLÜM
Bu, özgüven duygusunu geliştirir. APO’cu hareketin temel özelliği nedir? Özgücüdür, kendi gücüne dayanan bir hareket olmasıdır. Bu kaynağını nereden buluyor? Üveyş ananın öğretisinden ve onun somut uygulayıcısı olarak Önderlik gerçeğinden. Önderliğin bunu daha da derinleştirmesinde buluyor. Önderlik şunu boşuna söylemiyor: “Eğer gerçekten de de potansiyelini açığa çıkartabilirse, en büyük bomba insanın kendisidir. Açığa çıkarılmış insan, bir atom bombasından daha büyük bir güçtür. Çok daha büyük bir enerji ortaya çıkarır.” Önderlik somut olarak bunu kanıtlıyor. Çıkış noktası bu çocukluk gerçeğinde gizlidir. Çocukluk duruşunda, çocuk tavrında, eyleminde gizlidir. Oradan çıkarttığı derslerde gizlidir. Bu Önderlikte olan net bir özelliktir. Aile ve özellikle de ana, Önderliği kendine göre yetiştirmek istiyor. Önderlik bunu çok güzel ifade ediyor: “Anam, beni üç defa ahıra götürdü, üç defada boğazımı sıktı. Gözlerim dışarı fırlayacaktı, beni boğmak istiyordu, yani boğma noktasına kadar getirdi ve ondan sonra bıraktı. Her üçünde de ilk fırsatta kapıyı bulup, kaçtım ve kendi bildiğimi yaptım” diyor. Niye onu yapıyor? Tabi ki kendine göre yetiştirmek istiyor. Beklentileri olmazsa zaten anam bunu yapmazdı. Ben den beklentileri vardı, diyordu. Demek ki olumlu şeyler yapabileceğimi, doğru olanı yapabileceğime inanıyor ve ondan bu tür şeylere başvuruyorlar, diyordu. Beklentileri olmazsa hiç buna tenezzül bile etmez, böyle bir girişimde bile bulunmazdı, diyor. Ama bir yetiştirme tarzıdır.
Aslında bunu yaparken neyi yapmaya çalışıyor? Önderlik, savunmada çok güzel vurguluyor. Diyor ki: “Onun aslında bu tür eylemlerle bana vermek istediği küçük bir yaşam tutamağıydı. Onu da kendisi elde edemiyor, bana vermeye çalışıyor. Oysa gerçekte anamın bana verebileceği bir toplumu yoktu, çoktan dağıtılmıştı.” Arkadaşlar! Çocuğa verebileceğiniz şey bir toplumdur. Bir ailede, anne-baba öncelikle çocuğa bir toplum vermekle yükümlüdür. Çünkü yaşam bir toplumsal zeminde gerçekleşir. Oysa toplum çoktan dağılmıştır. Önderlik bunları kapsamlı bir biçimde değerlendiriyor. Zaten çıkış noktalarından biride budur. Fakat Önderliğinde ısrarlı bir biçimde kendi bildiğini yapması vardır. Bir ret söz konusudur. Annenin hakları vardır. Anne bir toplumsal güç olarak toplumsallaşma hakkının elinde tutulmasıdır. Anne bireyi topluma hazırlayan temel güçtür. Dolayısıyla bu hakkını kullanıyor. Önderlik ise annenin bu hakkını sorguluyor. Anne, çocuk üzerinde hak iddiasında bulunuyor. Önderlik üzerinde hak iddiasında bulunuyor. Hepimizin anası bizlere demiştir. Bazen çok kızıp, öfkelendiğinde “keşke senin yerine taş doğursaydım” deniliyor. Analık yönüyle hakkı asla ödenemeyecek olan bir olgudur, bir gerçekliktir. Ama sadece bu kadarı yetmez. Ananın ve genelde de ailenin veya kadın ile erkeğin çocuk doğurmadan önce çocuğa bir dünya hazırlamaları gerekir. Böyle bir dünya yoksa böyle bir durumda doğuş, dünyaya fırlatılıp atılmak gibi bir şeydir ve Kürdistan gerçeğinde olan özü itibarı ile budur. Bu biyolojik bir varlık olmak ….. düşürülmesidir insanın. Hayvanlarda da bir soy sürdürme var, insanda da var. Ama insan soyunu sürdürürken hep bir yaratıcı yaratmayı gözetler. İnsan ise salt biyolojik olarak varlığını sürdürür. Ama Kürde bırakılan dolayısıyla hele bizim gibi koşullarda Önderlik gerçeğinden kazandığımız bakış açısıyla değerlendirdiğimizde şunu görürüz.
Özellikle bugünün Kürdistan koşullarında Kürdistan’da soy sürdürmek, idealarla soy sürdürmektir. Yani düşünce gücüyle, amaçla soy sürdürmektir. Düşmanın topluma bıraktığı yegane soy sürdürme alanı, cinsel alandır. Yani çocuk üretirsin. Üreme kavramı burada devreye girer. Doğmak ile üremek ile insan ürüyor anlamına gelmez. Üremek bitkilere mahsustur, hayvanlara mahsustur. Ama insanda bu daha ileri, içeriği daha farklı şeylerle doludur. Düşmanın Kürt halkına bıraktığı yegane zemin salt cinsel alan ile işletilmesiyle soy sürdürme derecesine gelmiş, insanı salt biyolojik bir varlık durumuna düşüren, yaşamı da biyolojik olarak nefes alıp, verme tarzında değerlendiren, gören bir yaklaşımdır. O koşullarda kesinlikle özü esas itibari ile esas olan budur. Önderlik şu günler içinde ve Eflatun’dan beri söylene gelen iddialarla soy sürdürme yani düşünce gücüyle, amaçlarla soy sürdürme esas olandır. Bu süreçte de bizim için geçerli olan esas itibarı ile budur. Annenin hak iddiaları var bu noktada. Önderlik röportajlarda bu konuları açarken bazen çok ayrıntılara giriyordu. “Anam bu sözü söylerken tesadüfen oradan bir tavuk geçiyordu, etrafında civcivler vardı. Tavuk, civcivleri sürükleyip götürüyordu.” Ben dedim ki: “Tavuğun o civcivler üzerinde ne kadar hakkı varsa, senin de benim üzerimde ancak o kadar hakkın vardır.” Bu benzetme önemlidir, bir hakaret değildir. Bir durum değerlendirmesidir ve o yaşlardaki bir çocuğun o tarzda bir benzetme yapması müthiş bir zeka düzeyinin, müthiş bir çözümleme düzeyinin de gerçekleşmesi anlamına geliyor. Tavuk, civciv ilişkisi biyolojik bir ilişkidir. Tavuğun sorumluluğu civcivi peşine takıp yem aramak, gıdaklamak, yem bulduğunda ses çıkartmak ve civcivi ona çağırmaktır. Sonuçta Kürt insanının içinde bulunduğu durum budur. Ülkeniz yok, halkınız yok, diliniz yok, eğitiminiz yok, kültürünüz yok, vb. hiçbir şeyiniz yok, her şeyiniz elinizden alınmış. Böyle bir durumda aile size ne verebilir? Verebileceği herhangi bir şey yok. O zaman en büyük günah böylesi bir dünyaya çocuk doğurmaktır.
Önderlik diyordu: “Ortadoğu toplumunda, en mutlu olunması gereken gelinlik, güveylik anıları bile bana hep büyük günahların başlangıcı gibi gelir. Büyük günah böylesi bir ilişkiyle bu dünyaya çocuk getirmektir.” Çıkış noktasıyla gerçekten bu dünyayı ret ediyorsun. Bu dünya değişmedikçe olmaz. Çocuk dünyası da çok büyük önem taşır. Önderliğin çok üzerinde durduğu bir dünyadır. Niye çalışıyorsunuz, kimin için mücadele ediyorsunuz? Mesela şu anda kendimizi düşünelim. Bir zerre için, bir an için bile kendisini düşünen insan asla gelecek kuşaklar için mücadele edemez. Bir an için bile olsa kendisini düşünen insan. Biz kendimizi geleceğe adamışız. Gelecek kuşaklara, geleceğin çocuklarına, onların dünyalarına adamışız. Bir arkadaş için hatta arkadaşların tümünde öyledir. Devrimciliğe başladığımızda çocukları görmek, çocukların dünyalarını sorgulamak, onları nelerin beklediğini hissetmek ve buna karşı duyduğumuz öfke bizi mücadeleye sürükleyen en önemli etkenlerden biri olmuştur. Bunun büyük bir rolü vardır.
Ali Doğan Yıldırım adında bir arkadaşımız vardı, kaza kurşunuyla şehittir, ama ilk şehidimiz o sayılır. Ankara’da 76’da şehit düştü. Çok güzel şiirleri vardı. Biz onun mezar taşına onun şiirinden bir bölüm yazmıştık, kısa bir şekilde mezar taşına da kazıdık. Diyordu: “Umuda kavga verdik ve kavgaya ölü verdik ki, yeni doğan bebeler uğramasın sömürüye” Kavgamızın özü esas itibarı ile budur. Bu kadar çarpıcı bir şekilde izah edilebilir. İnsanda soy sürdürme bu tarzda oluyor ve geleceğin kuşakları en azından sizin çektiğiniz zorlukları çekmiyorlar. Onlar daha kendi öz gelişimini sağlayabilecek daha el verişli zeminlerle buluşuyorlar veya kendi doğal gelişim mecralarına giriyorlar. Önderlik “doğada her olgunun bir öznelliği vardır” dedi. İçinde hareketliliğin bir yasası var. Her şey o yasaya uygun akar. İçinde oluştuğu o yasa onun başta neyse sonunda da öyle gitmesini sağlar. Buna müdahale direniş gerçeğini ortaya çıkartır. Önderlik meşru savunmayı böyle ortaya çıkarıyor. Gelişme, doğal akış sürecidir. Bu doğal akışa karşı her müdahale bir direnişi ortaya çıkartır. Meşru savunma o açıdan doğanın özünde var yani direnme gerçeği var. Buna karşı direnirsin yeniden tehlikeyi bertaraf eder, o akışı doğal haliyle kendisini sürdürmesini istersin. Olgunun özündeki o öznellik gerçeği, içinde hareket ettiği yasası ve ölçüleri bütün bunların hepsi aslında her olgu için olduğu kadar insan içinde geçerlidir. O açıdan sınıflı toplum bu doğal akış halinin kesintiye uğraması ve deyim yerindeyse akışın başka yöne çevrilmesini anlatıyor. Buna karşı direniş esas itibari ile şartla amaç yeniden o insanın doğal akışın kesintiye uğradığı yere, noktaya götürebilmek ve orada akışı yeniden kendi mecrasıyla buluşturmaktır.
Önderliğin eyleminin özünde esas itibari ile bu vardır. O açıdan Önderlik, anneyi sorguluyor ve demek ki beğenmiyor. Bu, temel çıkış noktasıdır. Annenin vermek istediğini beğenmiyor. Yaşam tutamağı ama bunla ne ortaya çıkarılabilir, bunla ne yaşanabilir? Onun için böyle diyor. Köy toplumunun kendisine verdikleri var. Onları da reddediyor. Örneğin eski köy yerlerinde vardı, şimdi bilmiyorum. “Benim oğlum okur, paşa olur” veya halk arasında derler ya “kurguna yavrusu, Anka görünür.” Kuzgun, leş kargasıdır. Leş kargasına kendi yavrusu Anka Kuşu gibi güzel görünür. Bu, Kürt toplumunda çok geçerlidir. Dünyanın en zavallı çocuğudur, ama ailesinin gözünde dünyanın en güzel, en güçlü çocuğu odur, böyle bir kültür var. Önderlik bunlara karşı bir durumu ifade ediyor. Onun için bunlarla uyum göstermiyor. O açıdan da Önderlik toplumda çekinilen bir çocuktur. Toplumun aslında kabul etmediği bir çocuktur denilebilir. Allah kimseyi Ömer’in çocuğu gibi yapmasın, derler. Bu tanrıya bir dua gibidir. Cıva gibi akışkanlık, hiçbir çocuğa benzemiyor. Başkalarının disiplinini takmıyor, başkalarının kurallarına girmiyor ve aykırıdır. Aykırı olan her zaman tepkiyi üzerine çeker. Aykırı olmak önemlidir. Önderliğin çıkış noktasında hep o var. Beğenmediğinizde hep aykırı olacaksınız. Aykırı olmayı bilerek seçeceksiniz, aykırılığı derinleşeceksiniz. Önderlik aykırı bir kişiliktir. Ama kime göre aykırıdır? Verili olana göre aykırıdır, yanlışa göre, olumsuza göre aykırı, çirkine göre aykırıdır. Elbette aykırı olmak yerine esas aldığı doğrular karşısında da aykırı olmak yerine onlarla bütünleşme durumu ve duruşu var. Önderlik “Ben, bu sözleri hep duyardım. Allah kimseyi Ömer’in çocuğu gibi yapmasın deniliyordu” diyordu. Tepkiler var, toplumun tümünün tepkilerini üzerinize çekerseniz ne yaparsınız? Zordur, o açıdan savunma mekanizmaları oluşur. Yaptığım ilk işlerden biri otuz üç tane kuran süresini ezberlemek olmuştur. Bu bir savunma mekanizmasıdır da aynı zamandır. Mesela namaz kılan bir çocuk, onu olduğu gibi benimsiyor mu? Hayır.
Önderliğin ilginç özelliklerinden biri toplumda en doğru neyse ona saygı duyar, görünürde onunla çelişkisi yokmuş gibi davranır, ama onunla bütünleşmiyor, onunla çelişkisini sürdürüyor. Mesela köyü reddediyor, ama bu reddi elinde sopalarla yapmıyor. Bütün köylülere savaş ilanı tarzında geliştirmiyor. Görünürde onlarla uyumluymuş gibi görünüyor, o tarzla onları değiştiriyor. Böyle doğrudan hedef alma, direk karşısına alma, ona karşı savaş ilan etme yerine böyle farklı tarzda yaklaşmak çok daha önemlidir. İkinci doğuş döneminin temel bir özelliği olarak Pilot ve Fatma var. Her ikisinin temel özelliği de Önderliği kullanmak istemeleridir. Kendilerince Önderliği saf olarak değerlendiriyorlar. Arkadaşlar, insanların genelde APO’cu gruba, harekete bakışları genelde saf, köylü çocukları, yoksul, köylü kesimleri, çok fazla şeyde değiller. Saflık belirgin özellikleri oluyor. Saf olan kullanılabilir, üzerimizde bu tür hesaplar vardı. Önderlik saftı, ama saflık temizlik, arılık anlamında kullanıyorum. Onlar Önderliği öyle sanıyorlardı. Önderlik onların kendisini kullanmak istediklerini biliyordu. Bunun karşısında yaptığı şey nedir? Eğer kullanmak istiyorsanız, ben tamda sizin istediğiniz insanım, benim kullanabilirsiniz. Önderlik bu imajı yaratıyordu, temel tarz budur. Beni kullanabilirsiniz ama içinde de şunu söylüyor. Kimin, kimi kullanacağı sonradan belli olacak. Bu bir zekâ işidir. Mesela, sen nasıl beni kullanırsın, nasıl beni bilmem ne edersin değil, öyle yapmıyor.
Öncelikle kullanmak isteyenin niyetini anlamak istiyor. Onun ruhunu, onun amacını, onun kişiliğini, taktiklerini artık neyse her şeyi anlamaya çalışıyor, ama bunu anlarken de aynı zamanda bir yanıyla onu boşa çıkartmaya, diğer yanıyla onu Önderlik tersine kullanmaya çalışıyor Önderlik, Fatma vasıtasıyla CHP’yi ve Ecevit hükümetini kullandı. Mesela Ankara’dan çıkışı o temelde sağladı ve gerçekleştirdi. Bu tarz ve öyle bir yanıltma olmasaydı yapamazdı. Bu bir savaşım biçimidir. Doğrudan karşıya alsaydı kazanamazdı, ama öyle bir imaj çizdi ki MİT’in elinde, avucunun içinde hatta Pilot “kafesteki kuş” diyordu. “Zaman gelir kafesten çıkartıp, kafasını kopartır, tüylerini yolar, pişirir ondan sonra yutarsın.” Böyle değerlendiriyorlardı. Ama böyle olmadı, tersi gerçekleşti. Topluma karşı bir savunma mekanizması geliştirdi, ama aynı zamanda toplumda en iyisiyle bütünleşme yok ama ona saygı duyma var. Onunla çelişiyor, ama yine de varlığını sürdürüyor. Önderlik yine de o dönemde aykırı duruşunu kesinlikle sürdürmeye devam ediyor. Kişi yedisinde neyse, yetmişinde de odur. Yedisindeki çocuk Öcalan, aslında şimdiki Öcalan’dır. Bu Önderlik gerçeği aslında çok çok daha çarpıcıdır. Önderlik kişiliği esas itibarı ile tümüyle bu koşullarda şekilleniyor. İnsanlar arayışlar peşindedir. Bir şeyi beğenmemekle arayış başlar. Beğendiğiniz yerde arayışınız olmaz. Bir şeyi kabullenmişseniz arayışa yönelmezsiniz. Rettin olduğu yerde arayış kaçınılmaz olarak gündeme gelir. Önderliğin arayışları var, reddediyor ve bunu yaparken arayışlarını bir yerlerde bulmak istiyor. Din bu konuda önemli bir araç oluyor. Dinsel düşünce insanın çocukluğu gibidir. Genel toplumların çocukluk dönemleri neolitik öncesi veya neolitik dönemler, doğal toplum dönemleri birazda insanlığın çocukluk dönemlerini anlatıyor. Nedir bu dönemlerin temel özelliği? Din temel düşünce tarzıdır, zihniyet biçimidir.
Dolayısıyla çocuklukta da insanlar genelde dine yönelirler. Önderlikte de böyledir. Dine yönelme, gerçeği dinde bulmaya çalışma. Mesela tanrıya yüklenen sıfatlar vardır. En güzel sıfatlar tanrıya mal edilmiş ve tanrı tüm doğruların, tüm güzelliklerin ve tüm iyiliklerin toptan cisimleşmesi oluyor. Yaratıcılıktan tutun tüm olumlulukları kapsayan bir cisim oluyor. Ve sizin tanrıya yönelmeniz o temel özelliklere yönelmenizi de ifade ediyor. Dolayısıyla tanrıyla buluşma, tanrıyı tümden tanıma, gerçeklerde buluşma, onlarla tanışma onları edinme anlamına da geliyor. Önderliğin dine yaklaşımı esas itibarı ile böyledir. Bakış açısı genellikle dinsel özelliktedir başlangıçta. Bir savunma mekanizması etkeni de var işin içerisinde. Ama Önderliğin bir tarzı daha var. Beklide en önemli özelliklerinden biri neye el atarsa mutlaka sonuca götürür olanıydı. En iyisini yapıyor ve başarı noktasına getiriyor. Başarı noktasına getirmeden asla o işi bırakmaz. Bu işler gerçekten de kabul ettiği bir iş olsun, ister zoraki yaptığı bir iş olsun hangi işe el atarsa atsın kesinlikle böyledir. Önderlik diyordu: “Bu noktada biz bir birimizden ayrılıyoruz. Siz ne yapıyorsunuz? Mesela bir işe el attığınızda, canınız sıkıldığında o işten vazgeçiyorsunuz, yarı yolda bırakıyorsunuz. Yarı yolda bıraktığınız çokça iş vardır. Aslında sizin pratiğiniz yarım işler pratiğidir. Zorunluluğu yaptığınız işlerde de böyledir, gönüllü olarak yaptığınız işlerde esas itibari ile böyledir.” Ama Önderlikte böyle değildir. Bundan dolayı din açısından da böyledir. Dine el atınca gerçekten o noktadan sona kadar gitmek istiyor. Kuşkuculuk bunun temel özelliği oluyor. Dinde kuşku kolay kolay kabul edilen bir şey değildir. Kuşku duymadan inanmanızı ister. Dinde dogmatiklik budur. İnanma esas etken olarak öne çıkar. İnanmak içinde kanıt istenmez sizden. Tanrı rahmandır, kanıtı ne dersiniz. Bunu dediğiniz zaman zaten kâfir ilan edilirsiniz. Tanrının kanıtlanması sorulmaz. Kanıtlanan kuldur. Kulun kendisini kanıtlaması gerekir. O açıdan kuşkuculuk dinsel düşünce tarzında olmayan bir şeydir, günahtır.
Ama Önderlik kişiliğinin en temel özelliklerinden biri kuşkuculuktur. Kuşku nedir? Gerçekten bu doğru mudur diyorsunuz. İnsanı arayışa götüren kuşkudur. O açıdan da kesin doğruya ulaşmayıp buluşmadığınızda kuşkular yakanızı bırakmaz. Önderlik kişilinin temel özelliği nedir? Şu soruyu soruyor Önderlik. Doğru olmadan yaşam olmaz. Bu genel bir gerçektir. Peki, o zaman doğru nerededir? Arayış hep doğruyu bulmaya yöneliyor. Doğruyu bulacaksınız ki, yaşamı kurabilesiniz. Örneğin bir doğruya ulaşıyorsunuz ve diyorsunuz ki gerçekten bu doğru mudur? O açıdan Önderlik sadece yanlışlarla yaşamıyor. Mutlak anlamda özgür bir yaşam için doğruyu bulmak istiyor, ama aynı zamanda kişiliğinin diğer bir özelliği doğruluğu kuşku getirir gerçeklerle birlikte yaşıyor. Doğruluğu kuşku götürüyor, yani kesin doğru değil. O anda, o emin olma duygusunu yitirdiğinde arayışı yeniden başlıyor. Bu kuşkunun yakasını bırakmaması anlamına geliyor. Uzun yıllar belki de üçüncü doğuş dönemine kadar ki üçüncü dönemde durum biraz farklılaşır o zamana kadar kuşkuculuk Önderlik kişiliğinin en temel karakteristik özelliği oluyor. Kuşkucudur. Bilimsel olarak da hep şu söylenir. Bilim kuşkuyla yapılır. Düşünme kuşku duymadan gelir. Düşünme ve tartışma kuşku duymak anlamına geliyor. Duyuyorsunuz, tartışıyorsunuz ve oradan bir şeyleri sorguluyor, doğruyu yakalamaya çalışıyorsunuz. Esası bu oluyor. Önderliğin dine yöneliminde böyle bir durum var. Daha önce belirttiğimiz gibi Önderlik bir işe el atınca mükemmel yapıyor, en iyisini yapmaya çalışıyor. Anlatıyorlardı, Amara’dan partiye katılan arkadaşlar var. Mesela yaşlılar anlatırlar.
Önderlik babasından önce kalkar, çocuktur daha ilkokula bile gitmiyor. Sabah erkenden kalkar, gider abdest alır, suyu hazırlar babasını kaldırır ve abdest almasını sağlar ve ikisi beraber camiye giderler. Camide kendisi hocanın arkasında namaza durur. Tabi ki hocanın yaptıklarını en iyi bir biçimde Önderlik de yapmaya çalışır. Bu, hocanın dikkatini çeker. Ali hocadır, Lakabı Müslüm’dür. Cami hocasının çocuk Öcalan’a söylediği şudur: “Bu biçimde gidersen, kanat takıp uçarsın. Yani melekleşirsin. İşini temiz yapmak, özüne ve gerçekliğe uygun yapmak çok önemlidir.” Önderlikte kural çok önemlidir. Düğünlerde kadınlar ayrı oynuyorlar ya Önderlik “ben hocaya soruyordum, hoca, ben kaç metreden kadınları izlersem günah olmaz. Bana söylüyordu, şu kadar metreden uzaklıkta durursan günah olmaz” diyordu. Kadınların düğünlerde oynamaları benim dikkatimi çekerdi. Günaha girmemek için belli bir mesafeden onları izlerdim, diyor. Kurallara uymak için. Kural bu anlamda çok büyük önem taşıyor.
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER