BİR SAVAŞIN ANATOMİSİ (GİRİŞ)
Tarih içerisinde her halk, kendi toplumsal şekillenmesinin bir ürünü olarak anlam bulmuştur. Toplumdan uzak ya da bir toplumu dışlayan tarih yoktur. Yazılmamış da olsa her toplumun bir tarihi vardır. Tarihsiz bir toplum veya halktan söz edilemez. Olsa olsa tarihlerini yazmak için güçlü argüman, yöntem ve taktiklere sahip olmayan halkların varlığından söz edilebilir. Yine tarihini doğru çözümlemeyen, tarihine hakim olmayan toplumlardan söz etmek mümkündür. Bir halk özgücü üzerinden geleceğini, dolayısıyla tarihini, erdemine denk yaratmak istiyorsa ancak tarihiyle yüzleşerek bunu yapabilir; bugününü ve geleceğini başka türlü yaratamaz. Bu anlamda tarih geçmişe ait, geçmişte kalan bir olgu değil, bugünün yaratıcı gerçeğinin ta kendisidir. Bu gerçekle yüzleşmek ve onunla hesaplaşmak büyük tutkulara kapıyı aralamada büyük bir rol oynayacaktır. Bu konuyu daha iyi analiz etmek için tarihin en büyük yönlendirici gücü olan geleneği çözümlemek önemli bir değerlendirme başlangıcı olabilir. Çünkü gelenek, tarihsel seyrin toplumun hafızasına kazıdığı davranış ve yazılı olmayan düşünüş yasalarıdır. Günümüzde sosyal bilimcilerin geleneğin toplumsal gücü üzerinde bu kadar ilginç tartışmalar yürütmelerinin nedeni budur. Geleneğin insanının zihniyet şekillenmesi üzerinde belirleyici etkide bulunduğu artık tartışma götürmez bir gerçeklik olarak her gün karşımıza çıkmaktadır. Kürt toplumsal şekillenmesini değerlendirirken de geleneğin tarihsel evrimini göz ardı etmek bilinçleri muğlaklaştırmanın ötesinde bir anlam ifade etmez. Önderliğimizin bu konuda yaptığı çözümlemeler oldukça çarpıcıdır: “Gelenek neyse gelecek de odur” diyerek şu tespiti yapmaktadır; “doğru tanımlanamayan bir tarih ve toplum sürekli bir tehlike ve bunalım kaynağı olmaktan kurtulamayacaktır.” Önderliğimiz toplumsal yaşamın zihniyet şekillenmesini derinliğine çözümlemiştir. Bu konuda toplum bilimcilerin yaptıkları çözümlemeler, toplumu kökleri ve kaynağıyla ele almada yetersiz kalmaktadır. Tarih olgusu canlı bir organizma gibi varlığını kesintisiz sürdürerek günümüze kadar süreklileşen bir seyir izlemiştir. Tarih bir kere olmuş bitmiş bir olgu değildir. Tarih, tıpkı bir nehir gibi aktığı yatağa iz bırakmış, başka kaynaklardan beslenerek anlam dünyasının baş aktörü rolünü oynamıştır. Tarihi salt geçmişe ait kronolojik bilgilerle ele almak devletli uygarlık zihniyetinin bir yaklaşımıdır. Bizim yaklaşımımız daha yaratıcı ve üretken olmak durumundadır. Tıpkı organik varlıklar gibi toplumsallığın da gen yapılarından söz edilebilir. Toplumsal olgular öncesiz ve sonrasız ele alınamaz. Dolayısıyla olgunun gelişim aşamalarını doğru değerlendirmek, toplumsallığın içinde bulunduğu ‘kaos’u anlamak ve buna çözüm bulmak açısından önemlidir. Dünyanın bugün yaşadığı yapısal kaostan çıkışın paradigmasını Önder Apo ortaya koymuştur. Bu, aynı zamanda çağımızın devrim teorisidir. PKK’nin programsal amacı bu devrimi hayata geçirmektir. Bu anlamda tarihsel süreç içerisinde gerçekleşen Kürt toplumsal dokusunun doğru çözümlemesini yapmak büyük önem taşıyor. Bunu yapmanın yolu da, tarihi doğru çözümlemekten geçer. Kürdistan toplumu açısından yapmamız gereken, Kürt toplumsal gerçekleşmesini bu bakış açısına göre incelemek olacaktır. Güncelden hareket ederek Kürt’ün zihniyet formunu açıklamak fazla bir anlam ifade etmeyecektir. Kaldı ki bu yöntem doğru çözümleri de ortaya çıkarmaz. Bilimsel açıdan geleneğin gücüne sürekli vurgu yapılmasının nedeninin altında bu durum yatmaktadır. Bu anlamda Kürt’ü etnisite oluşumundan ele alıp değerlendirmek bir başlangıç noktası olabilir. Çünkü bugün bile zihniyetimize hükmeden, Kürtlerin bu ilk oluşum hali, hala gücünü ve tazeliğini büyük oranda koruyor. O halde ilk oluşumumuzu canlı bir organizmanın ‘kök hücre’sine benzetebiliriz. Anlam ve duygu dünyamızı ilk anlam damlasından alıp, bugüne getirmek önemli sonuçlar doğurabilir. Bu yöntem uygulamasıyla geçmiş toplumsallığımızın içinden geçerken, yalan ve yanlış halkaları sökerek doğrulara ulaşabiliriz. Önder Apo öncülüğünde Kürdistan’da yürütülen savaş çizgisi ve tarzını bu tarih anlayışıyla ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Bu savaş pratiğinin tarihini yazmak başlı başına bir tarih yazımı çalışmasını gerektirdiği gibi mutlaka başarılması gereken önemli bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Dolayısıyla çalışmamız Kürdistan tarihini ve 23 yıllık savaş tarihini anlatmaya dönük değildir. Kürtlerin klasik savaş anlayışı ve pratiğimize yansımaları ile Önder Apo’nun geliştirdiği savaş tarzı ve askeri çizginin değerlendirilmesi esas konumuz olmaktadır. Gelişen bu mücadele pratiğimiz içinde Kürdistan’ın her yerinde destansı direnişler, kahramanlıklar yaşanmıştır. Binlerce şehidin ve milyonlarca halkın canı, kanı ve emeğiyle Kürdistan’da yeni bir özgürlük tarihi yazılmıştır. Bu tarihe ruh ve can veren her direnişi, her yoldaşımızı anmak boynumuzun borcudur. Fakat kitabımızın kapsamı savaş çizgimizin gelişimine damgasını vuran temel olaylar çerçevesindedir. Çok büyük acılara, kahramanlıklara, direnişlere rağmen tam zaferin yaratılmamış olmasının nedenlerini de değerlendirmiş bulunuyoruz. Bununla birlikte adeta yok oluşun eşiğine getirilmiş, adı dili bile yasaklanmış mazlum halkımızın kendi varlığını savunmak adına geliştirdiği meşru savunma direnişinde zafer komutanlığının nasıl olması gerektiği de yaşanan olaylarla birlikte çözümlenmeye çalışılmaktadır. Belirttiğimiz gibi bu kitap çalışmasında amacımız Kürdistan ve savaş tarihini yazmak değildir. Esas amacımız, Kürt’ün direniş çizgisini ve savaş tarzının diyalektiğini işlemektir. Doğal toplumun komünal değer yargılarının gerçekleşme diyalektiğini işlemekten çok, tarihsel toplumsal koşulların Kürt zihniyeti üzerine yaptığı etkiyi işlemek öncelikli hedefimizdir. Genelde Kürt tarihi; mert, cesur ve kahraman insanların çok olduğu, ama bununla birlikte namert ve ihanetçisinin de az olmadığı bir halk tarihi olarak biliniyor. Aslında bu söylemlerin derin sosyolojik anlamları var. Bu sosyolojiyi çözmeden Kürt’ü çözmek neredeyse imkansız oluyor. Bu diyalektik ikilemi sosyolojik çözümlemeye tabi tutmak olgunun iyi anlaşılması bakımından oldukça yararlı sonuçlar doğuracaktır. Uygarlık ve tarih doğuran bu coğrafyanın diyalektik ikilemi çok keskin ve iç içe yaşaması düşündürücü bir durumdur. Yine toplumu bu ikilemde süreklileşen bir tarzda tutması anlaşılamayan hususlarla doludur. Öyle basit, sıradan, yüzeysel yaklaşımlarla bu paradoksun çözümlenmesi mümkün görünmemektedir. Geleneğin gücüne bu kadar önem verilmesi bundandır. Gelenek, bir anlamda yaşama anlam katan kültürel dokunun kendisidir. Bu kültürel doku uygarlığa yol açtığı gibi köleliğe karşı doğal toplumun değer yargılarını savunmanın kutsal mücadelelerini de doğurmuştur. Fakat öte yandan işbirlikçiliği içselleştirmesi de ciddi bir çelişki olarak varlığını hala korumaktadır. Ortadoğu kültüründe Kürt insanının kahramanlığından bahsedildiğini biliyoruz. Ancak bu kahramanlık duruşunu bir türlü toplumsallaştıramamış, dolayısıyla zaferler yaratan komutanlaşmayı geliştirememiştir. Bu gerçeklikten olsa gerek Kürt’ün yiğitliği genellikle sonuçsuz kalmış, trajik ve hazin sonlardan kurtulamamıştır. Halk örgütlenmesini geliştirecek önderlikten yoksun oluşu, direnme ve savaş potansiyelini oldukça parçalı bir düzeye indirgemiştir. Bu durum Kürt halkının bir bölümünde kırılmaya yol açarak, başka güçlere hizmet etme ve başka güçlerin askeri olma yolunu açmıştır. Böyle bir durumun ihanete kapı aralayacağı, toplumuna karşı çok acımasız ve pervasız saldırılar geliştireceği açıktır. Halkların tarihselseyrini değiştiren çok kritik zaman aralıkları belli dilimlerde varlığını hep göstermiştir. Bu dönemlerde gösterilen mücadelelerin nitelik düzeyi, sonrasını uzun süreler halinde belirleme rolünü oynamıştır. Özellikle Kürtlerin islamiyeti kabul etme süreci çok karmaşık bir toplumsal örgünün oluşmasında bir dönüm noktasıdır. İslamiyeti kabul edişle birlikte Kürt olgusunda toplumsal ayrışma ve parçalanma dönemi daha da derinleşmiştir. Oysa islamiyet diğer toplumlarda tersine gelişmelere yol açmıştır. Ama Kürtlerde hakim kültür ve ideolojiye eğilimin gelişmesi başkalaşımın kilometre taşını teşkil etmiş; bu da özüne yabancılaşma, sonrasında giderek karşıtlaşmasını beraberinde getirmiştir. Kürt toplumsallığında bu dönemde ihanetçilik daha somut bir olguya dönüşmüştür. Tüm toplumlarda geçerli olan bir kural vardır: Kendi özüne yapılan saldırı ihanet olarak kabul edilir, en güçlü yaptırımlarla cezalandırılır. Kürt olgusunda ihanete karşı güçlü yaptırımların bu kurala göre uygulandığını söylemek zor. Toplumsal dinamiklerin bu eksende çok parçalılığa uğraması hesap sormanın önünde tıkaç rolünü oynamış ve gerektiği gibi tavır almasını engellemiştir. Bir diğer önemli konu da toplumsal tarihin mücadele yöntemlerini inceleyerek bugünü anlamak ve doğruya daha yakın değerlendirmeler yapabilmektir. Çünkü tarihin derinliklerinden akıp gelen mücadele ve savaş kültürü, bugünü de etkilemektedir. Tarih içerisinde şekillenen toplumsal kültürün insanın zihniyet yapısını etkilediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Savaş tarihçisi James Keegan halkların kültürünün, onların savaş ya da mücadele kültürlerini de birebir etkilediğini söylüyor. Aslında Önder Apo, “toplumların da organik varlıklar gibi gen yapılanmaları vardır” derken, bunun gibi olgular olduğunu kastediyor. Bu tarihten kalma mücadele, savunma ya da kavga kültürü bugün de toplumun savaş kültürünü önemli oranda etkilemeye devam etmektedir. Hareketimizin bugüne kadar yürüttüğü 23 yıllık savaş süreci de Kürt toplum tarihindeki kültürleşmenin ve ruh halinin ağır etkisi altında geçmiştir. Önderliğimizin felsefesinde bireyin kendini tanıma ve çözme yöntemlerine ulaşmasına büyük önem verme vardır. Bireyde açığa çıkan potansiyel, eğer doğru ve tutarlı temelde kullanılırsa tüm bir toplumu etkileyebilecek potansiyele sahiptir. Hiçbir zaman özgürlük ideolojileri ve projeleri bir anda tüm toplumsal yapının beyninde yeşermez. Önce bireyde başlar, sonra toplumda anlam kazanır. Önderlik bu durumu şöyle çözümlüyor: “Kendini bilme, tüm bilmelerin temelidir, kendini bilmeden edinilecek tüm diğer bilmeler bir saplantı olmaktan öteye gidemeyecektir. Bu nedenle de insan toplumunda kendini bilmeden ortaya çıkan tüm kurum ve davranışların sapkın çarpık bir role bürünmesi kaçınılmazdır.” Bu ilkenin Kürt toplumunda PKK çıkışına kadar anlam bulduğu söylenemez. Kendi rengini taşıyan ve tarihte oynadığı role uygun bir ideolojik örgüyü geliştirememenin payı bunda büyüktür. Yerel oluşumları üst bir oluşumda toparlamamak bu durumun en büyük etkenlerindendir. Yerelde çakılıp kaldığı için ya da dünyayı kendi yereliyle sınırlı gördüğü için tüm Kürt halkına karşı sorumluluk kazanmamıştır. Bu sonuç mücadeleye yaklaşımını da çok çarpıcı etkilemiştir. Bu anlamda bu kişiliğin Kürt özgürlük mücadeleleri içindeki duruşunu incelemek büyük yararlar sağlayacaktır. Özellikle Kürt toplumsal yapısının yabancı egemenlere karşı boyun eğmeyen kişiliğinin sürekli direniş göstermesi gerçekliğiyle beraber, bu direnişini başarıyla taçlandıracak strateji ve taktikleri hayata geçirememesi çok trajik bir durumdur. Tarih içerisinde örülen Kürt toplumsal kişiliği ve psikolojisinin şekillendirdiği isyancılığın, yarı özgür bir düzeyle tatmin olması diğer önemli bir husus olmaktadır. Sonuç olarak, her toplum gibi Kürt toplumu da yaşam ve düşünce biçimini en yaygın bir biçimde direniş ve savaş sahasında sergilemiştir. Bu nedenle Kürt toplumunun savaş tarzını anlamak için tarihten gelen geleneğiyle birlikte ele almak önemli olmaktadır. Tüm bu olgular etrafında geçmişimizi iyi çözümleme üzerinden bundan sonra kendimizi çok daha iyi ifade edeceğimiz tartışmasızdır. Çünkü biz, yitik tarihimizi gün ışığına çıkarma çabası içindeyiz. Apocu felsefeden aldığımız düşünce gücü ve eylem çizgisiyle Kürt halk tarihini halk olarak yeniden yazmaya başladık ve bunu tamamlamak zorundayız. Birçok etkenin iç içe geçmesi, birbirini etkileyip koşullaması bu tarihte Kürt halkının hak ettiği yeri almasını engellemiştir. Bu çarpıklıkları gidermek şimdi her zamankinden daha fazla imkan dahilindedir. Bunun için gerekli olan örgüt ve eylem hattı ortaya çıkmıştır; artık tarihe müdahale etme olanaklarına kavuşmuş bulunulmaktadır. Biz bu konuda iddiamızı ortaya koyduk; iddiamızı sözle değil, pratiğimizle hayata geçirme mücadelesini vermekteyiz. MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)-GİRİŞ |
YORUM GÖNDER