DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (6. BÖLÜM)
TEK TANRILI DİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE KADINA YAKLAŞIMI
- Tek tanrılı dinler, “kadınların doğası”na , statüsüne ve rolüne ilişkin normları var ederken, içinde doğdukları ve karşılığında meşrulaştırılıp pekiştirdikleri ataerkil sınıflı toplumlarda var olan değerleri temel almışlardır.
- Dinsel inanç sistemlerinin temelinde, “Yaşamı Yaratan Kimdir”? sorusuna verilen yanıt yatar. Yaratma, hem bir şeyin yoktan var edilmesini, hem de soyun yeniden üretilmesini kapsar. Yaratma kudretine ilişkin dinsel açıklamalar, tarihsel olarak, biricik evrensel bereket ilkesi olan Ana Tanrıça’dan, üretkenligi erkek tanrılar ya da insan-krallar tarafından desteklenen Ana Tanrıça’ya; oradan da önce “ad”da, sonra da yaratı “ruh”ta yansıyan simgesel yaratıcılık kavramına geçer. Tanrılar Panteoununda da tüm güçlere sahip Ana Tanrıça’dan, tüm güçlere sahip Fırtına Tanrısı’na dogru bir geçiş görülür. Burada artık Ana Tanrıça, Zeus ve Hera çiftinde görüldüğü gibi bereket tanrıçasının evcilleştirilmiş benzeridir. Bu adımlardan sonra, sıra, tanrılar panteonunun yerini tek bir güçlü (erkek) tanrının almasına ve bu tanrının “yaratma” ilkesinin her iki yönünü de–yoktan var etme ve soyu üretme- kendisinde toplamasına gelir.
- Çeşitli kültürlere ait Yaradılış Cennetten Kovulma hikayelerinde neredeyse evrensel bir kadın düşmanlığının bulunduğu ortaya konulmuştur. Kadının, kötülük ve ölümle özdeşleştirilmesinin evrensel bir eğilim olduğu görülür.
Lilith
- Lilith’in ilk izleri teoriye göre İ.Ö 3500 tarihli Sümer Babil inancında yer alan Lamaştu adlı bir demoneste görülüyor. Kanatları olan dişi bir ifrit Lamaştu ve bebekler ile yeni doğum yapmış kadınları öldürüyor. Bu korkunç varlık ayrıca hamile kadınların bebeklerini düşürmelerine, uyku düzensizlikleri ve kabuslara, hatta erkeklerin kanını içip, etini yemeye dek daha bir çok etkinliğe de sahip! Aynı Lamia mitindeki gibi Lamaştu da şekil değiştirip erkek avlamakta birinci. Bu korkunç kimlik yaygın olarak tanınmakta eski çağlarda: öyle ki yapılan kazılarda Asur ve Kenan uygarlıklarına ait buluntularda bile böylesi korkunç bir varlığa karşı korunma tılsımları çıkmış.
- Sonraki iz İÖ 3000 olarak belirleniyor…Ur kentindeki buluntularda gün ışığına çıkan bir tabletteki “Gılgameş ve Huluppu (söğüt) Ağacı” öyküsünde küçük bir karakter olarak görülmüş. Öykü aşk tanrıçası İnanna’nın kutsal ağacına yerleşen bir dişi cin hakkında. Ünlü Sümerolog N Kramer adını Lillake diye okumuş ama bu konuda da spekülasyon çok. Adı doğru okumuş olsa bile bu varlığın Lilith olup olmadığı hiç kesinlik kazanmamış.
- Sonra İ.Ö 2400 tarihli Sümer kralları listesinde ve semitik dil konuşan Mezopotamya halkları arasında Lil adlı yıkıcı fırtına ve rüzgarların tanrıçası olarak çıkıyor karşımıza. Babilliler arasında ise rüzgar ruhu ve şehvet demonesi Lilitu diye tanınıyor.
- İÖ 2000 tarihli bir rölyefte de resmi bulunmuş Lilith’in. Bu rölyefin Lilith olduğunu Kramer de, Norman Corville de öne sürmüşler ama karşı çıkan da çok olmuş. Rölyef, kanatlı, çıplak, kuş pençesinden ayakları olan bir kadını göstermekte. Başında dört boynuzu olan bir şapka, ellerinde de Mısır sembolü “ankh”ın en eski şekillerini taşımakta. Ayrıca ayaklarının altında iki aslan ve yanında iki baykuş da var.
- Lilith eski çağlarda hep kötü bir tanrıça olarak görülmemiş. Sümerlerde tanrıça İnanna’nın sol eli olduğuna inanılırmış. Görevi ise erkekleri tanrıçanın tapınağında, tapınak kadınlarınca yapılan tantrik ritüellere getirmekmiş. Yani bu rolde aldatıcı ve baştan çıkarıcı bir kadın ve fahişe olarak algılanmış.
- Etimolojik bir araştırma Lilith hakkında garip sonuçlara götürebiliyor kişiyi. İnceleyelim.
- Sümerce
- Lil: Hava. Örneğin baş tanrı, fırtına tanrısı Enlil’in adı En (tanrı) ve Lil (hava) sözcüklerinde oluşmuş.
- Lilitu: Ruh, spirit (çoğul). Lilith ile ilgili kullanılmış en eski terim olan Lili, bu sözcüğün tekili.
- Lulu: şehvet
- Lalu:Lüks ve rahatlık
- Limnu: kötülük
- Sümer Babil İnancında:
- Ardatu: evlilik çağındaki genç kız
- Ardat Lili: görevi ise erotik rüyalara neden olup, erkeklerin semenini ve gücünü almak olan genç dişi spirit.
- Lilu: çocuk hırsızı demonlar
- Yşa.34: 14 Yabanıl hayvanlarla sırtlanlar orada buluşacak, tekeler*fh*karşılıklı böğürecek. Lilit*fı* oraya yerleşip rahata kavuşacak.D Not 34:14 "Teke": Teke görünümlü cin anlamına da gelebilir (bkz. Lev.17:7). 34:14 'Lilit': Bir tür cin olabilir.
- Türkçe tevratta “gece canavarı” Kİng James’de screeching owl olarak tercüme edilen İbranice sözcük, Tevrat’ın bir başka versiyonu olan Farby tercümesinde ise doğrudan Lilith olarak tercüme edilmiş.
- Kimileri gece canavarı ve Lilith isimlerinin birbiri yerine kullanılmasının gerisinde İbranice Laylah (gece) kelimesinin yanlış tercümesi olduğunu öne sürüyor.
- Yunan dinide Lilith, çocuk hırsızı Lamia ve yılan-kadın Ekhidna’dan başka Eileithyia veya Llithya olarak tanınıyor. Bunların her ikisi de doğum tanrıçası.
- Lilith’in Mezopotamyadaki görünümün adı Belit-ili. O da çocuk doğumunu yöneten bir ana tanrıça. En önemlisi de adının anlamı “Tanrıların hanımı”.
Kadın peygamberler;
KUR’AN, kadın peygamberden bahsetmez. Ama üç ayette, peygamberlerin erkeklerden gönderildiğini yazar.
Nahl-43, Senden önce de peygamberler olarak yalnızca kendilerine vahy vermekte olduğumuz erkekler gönderdik. Bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.
Yusuf-109; Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de ancak şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkeklerdi. Şimdi o yerde dolaşmıyorlar mı? Kendilerinden önce gelip geçenlerin akibetlerinin nasıl olduğuna bir baksalar ya! Elbette ahiret evi korunanlar için daha hayırlıdır. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?
Enbiya-7. Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.
TEVRAT’ta birkaç kadın peygamberden bahsedilmiştir;
Tekvin 15: 20 Harun'un kızkardeşi Peygamber Miryam tefini eline aldı,bütün kadınlar teflerle, oynayarak onu izlediler.
Hakimler 4:4 O sırada İsrail'i Lappidot'un karısı Peygamber Debora yönetiyordu. Debora Efrayim'in dağlık bölgesinde, Rama ile Beytel arasındaki hurma ağacının altında oturur, kendisine gelen İsrailliler'in davalarına bakardı.
2. Tarihler 34: 22 Hilkiya ile kralın gönderdiği adamlar varıp tapınaktaki giysilerin nöbetçisi Hasra oğlu Tokhat oğlu Şallum'un karısı Peygamber Hulda'ya danıştılar. Hulda Yeruşalim'de, İkinci Mahalle'de oturuyordu…Hulda onlara şöyle dedi: 'İsrail'in Tanrısı RAB, 'Sizi banagönderen adama şunları söyleyin diyor: 'Yahuda Kralı'nın önünde okunan kitapta yazılı bütün lanetleri, felaketi buraya da, burada yaşayan halkın başına da getireceğim.
Nehemya 6: 14 'Ey Tanrım, Toviya'yla Sanballat'ın yaptığı kötülüğüunutma'diye dua ettim, 'Beni korkutmak isteyen kadın peygamber Noadya'yla öbür peygamberlerin yaptıklarını da unutma.'
İNCİL’de bir kadın peygamberden, kadınlara da peygamberlik ruhu verildiğinden ve tanrı için çalışan kadınlardan bahseder;
Luka 2: 36-38 Anna adında çok yaşlı bir kadın peygamber vardı. Aşer oymağından Fanuel'in kızıydı. Genç kız olarak evlenip kocasıyla yedi yıl yaşadıktan sonra dul kalmıştı. Şimdi seksen dört yaşındaydı. Tapınaktan ayrılmaz, oruç tutup dua ederek gece gündüz Tanrı'ya tapınırdı…Tam o sırada ortaya çıkan Anna, Tanrı'ya şükrederek Yeruşalim'in kurtuluşunu bekleyen herkese İsa'dan söz etmeye başladı.
Elçilerin işleri: 2: 16-17-18 Bu gördüğünüz, Peygamber Yoel aracılığıyla önceden bildirilen olaydır: 'Son günlerde, diyor Tanrı, Bütün insanların üzerine Ruhum'u dökeceğim. Oğullarınız, kızlarınız peygamberlikte bulunacaklar. Gençleriniz görümler, Yaşlılarınız düşler görecek… O günler kadın erkek Kullarımın üzerine Ruhum'u dökeceğim, Onlar da peygamberlik edecekler. Pavlus-Romalılara Mektuplar: 16: 1-2 Kenhere'deki kilisenin* görevlisi olan kızkardeşimiz Fibi'yi size salık veririm. Kutsallara yaraşır biçimde onu Rab'bin adına kabul edin. Herhangi bir ihtiyacı olursa, kendisine yardım edin. Çünkü o, ben dahil, birçoklarına destek sağlamıştır. 16: 12 Rab'bin hizmetinde çalışan Trifena'yla Trifosa'ya selam edin. Rab'bin hizmetinde çok çalışmış olan sevgili Persis'e selam söyleyin. Rom.16: 13 Rab'bin seçkin kulu olan Rufus'a ve bana da annelik etmiş olan annesine selam edin. Pavlus'tan Filimon'a Mektup 1: 1-2 Sevgili emektaşımız Filimon, Mesih İsa uğruna tutuklu olan ben Pavlus ve kardeşimiz Timoteos'tan sana, kızkardeşimiz Afiya'ya, birlikte mücadele verdiğimiz Arhippus'a ve senin evindeki inanlılar topluluğuna* selam!
YAHUDİLİĞE İLİŞKİN
İştar’ın Kenan’daki ismi Astarte “astar” rahim anlamına gelir. Astarte hilal şeklinde bir taç takan göğün kraliçesi. İbranice utanç anlamına gelen “bohset” ile Astarte birleştirilerek Ashtoret ismi türetildi ve böylece oluşturulan şeytan giderek tüm günahların kaynağı, sefil varlık, korkunç Astarot olarak gösterildi ve cinsiyeti de erkek yapıldı. Bizim astatenin hilal şeklindeki tacı da şeytanın boynuzları haline getirildi. Yahudi peygamberleri Yahudiliğin karşısında en büyük tehlike olarak İştar tapımını bulmuş ve onunla yüzyıllar boyunca savaşmışlardır. Ancak inanna-iştar tapımı tevrata bile sızdı. Tevratın ezgilerin ezgisi (neşidelerin neşidesi ) bölümü ile sümer tabletlerindeki inanna şarkısı karşılaştırması bunu açıkça ortaya koyar. Kadın, Tekvin 3:20’den itibaren “Chavvah” adını alır; ki bu sözcüğün anlamı “yaşam”dır. Chavvah kelimesinin kökünün hayat anlamındaki “chai”den geldiği ve yunan kökenli orijinalinin kaybolduğu ise öne sürülmektedir. Havva ismi kimi yerde ise “Hawwah” biçiminde yazılmaktadır; ki bu kelimenin anlamı da “yaşayan her şeyin anası”dır.
Talmut: Mesela Yahudiliğin fıkıh kitabı Talmut’ta bu söylence şöyle yorumlanıyor; “Ben kadını hafif meşrepli olmasın ve kibirden başını yüksekte tutmasın diye Adem’in başından yaratmadım. Çok araştırmasın diye de gözlerinden yaratmadım. Gizlice kulak vermesin ve laf taşımasın diye de ağzından yaratmadım. Haset etmesin diye de kalbinden yaratmadım. Eli boş şeylere uzanmasın diye de elinden yaratmadım. Boş yere gezmezin diye de ayaklarından’ yaratmadım. Ben kadını Adem’in bedeninden sürekli örtülü ve gizli olan bir parçasından yarattım ki her zaman örtülü ve iffetli kalsın.” Günahın kaynağı ve nedeni saptanınca, neyin, kimin cezalandırılıp denetim altına alınması gerektiği de ortaya çıkar. Tanrının verdiği cezanın “erkeğin emeğini” kahırlı bir yük haline getirmesine karşılık, kadının emeğini değil, çocuk doğuran bedenini acı ve ıstıraba mahkum etmesidir. “RAB Tanrı yılana, "Bu yaptığından ötürü Bütün evcil ve yabanıl hayvanların En lanetlisi sen olacaksın" dedi, "Karnının üzerinde sürünecek, Yaşamın boyunca toprak yiyeceksin. Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu Birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, Sen onun topuğuna saldıracaksın. 'RAB Tanrı kadına, 'Çocuk doğururken sana Çok acı çektireceğim' dedi, 'Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın, Seni o yönetecek.' RAB Tanrı Adem'e, 'Karının sözünü dinlediğin ve sana, Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için Toprak senin yüzünden lanetlendi' dedi, 'Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın.
HRİSTİYANLIĞA İLİŞKİN
İncilde, Bakire Astartenin 25 aralık’ta güneş güneyden kuzeye doğru hareket ettiğinden en alçak olduğu varsayılan gündür. Güneşi doğurduğu söylenir. Şu tesadüfe bakın ki bakire Meryem de o gün isayı doğurur. Astartenin bahar festivallerinde çörekler yapılırmış astarte ile paskalya arasındaki şu benzerliğe bakın paskalya-easter. Üstelik bu tanrıçaya yaşamın ekmeğini veren yaşam ekmeği olarak tapınılırmış.
Şifacılar kitabından: İsa'nın kendisi ataerkilliğe karşı açık bir saldırıyla gününün dinsel ve toplumsal kurumlarına meydan okudu; kadınlara karşı açıkça gösterdiği yakınlık ve saygıyla çağdaşlarını şaşırttı. Yeni Ahit'in dört İncil'i, kadınların, İsa'nın cemaatinde bulunduğunu, dahası, müritleri arasında en yüreklileri olduğunu belirtir. Kadınların önderinin Mecdelli Meryem olduğu görülür, Meryem'in, gizli İncil yazınına göre, İlk Hıristiyanlıkta ('kaya' olan Petrus'a Hristiyanlık kendisine dayanılarak kurulmuştur) eşit bir konumu bulunur. İsa, Yahudi geleneğinden en sevecen, en anaç imgeleri seçerek kişilik bakımından tarihteki herhangi bir erkek tanrı kadar çift eşeyli olan Hristiyan bir tanrı yarattı. İlk yıllarda, dişi-erkek imgelemi belirgindi. Hatta ilk tarikatların bazılarında, tanrı teslis (baba-oğul-kutsal ruh) olarak görülmek yerine, ikili bir varlık (ana-baba) olarak görülüyordu. Ana olarak tanrıya ilişkin en çok ayrıntıyı sunan, aynı zamanda Hristiyan kadınların iş ve rollerini en eksiksiz anlatan öğretiler, çeşitli Hristiyan topluluklarınca yönetilen, İ.S. 200'lerde biten bir seçme süreciyle, Yeni Ahit diye bilinecek olan kitaptan kasten ayıklandı. O zamana gelinene kadar neredeyse tanrının dişil imgelimi (çift eşeyli bir insan yaratısına bütün göndermelerle) 'resmi' Hristiyan geleneğinde tamamen kaybolmuştu. ''Gizli'', ''sapkın'', “gnostik” olarak bilinen dışlanmış kitaplar, Hıristiyan kozmolojisinin çok değişik bir görünümünü sunar. Bu kitaplar başkalarının yanı sıra yanı sıra Meryem'in incili, İnancın Bilgeliği, Thomas'ın İncili, Filipus'un İncili ve Yohanna’nın gizli incilinin yanı sıra başka İncilleri de kapsar.
Bakire Meryem bilgeliğe ve kurtuluşa giden köprü oldu, toplum içinde yeni birkonuma k avuştu ve bir kadın olması da nedensiz değildi. Bakire Meryem aynı zamanda anneliğin zaferini simgeliyordu. Ona gizemli ve duygusal bir karakter kazandırdı. Manastır modeli batı zihniyetini etkiledi. Bu öğreti çok sayıda cinsel alışkanlığın cezalandırılmasını da getirdi. Cinsel şehvetperestlik, tensel zaaf, zina yasaklı eylemler haline geldi. İncil’de Pavlus'tan Efesliler'e Mektup “Karı Koca İlişkileri” bölümünde şöyle der: “Ey kadınlar, Rab'be bağımlı olduğunuz gibi, kocalarınıza bağımlı olun. Çünkü Mesih bedenin kurtarıcısı olarak kilisenin* başı olduğu gibi, erkek de kadının başıdır. Kilise Mesih'e bağımlı olduğu gibi, kadınlar da her durumda kocalarına bağımlı olsunlar. Pavlus'tan Korintliler'e Birinci Mektup Evlilik Konusu Şimdi bana yazdığınız konulara gelelim: ''Erkeğin kadına dokunmaması iyidir'' diyorsunuz. Ama fuhuştan ötürü her erkek karısıyla, her kadın da kocasıyla yaşasın. Erkek karısına, kadın da kocasına hakkını versin. Kadının bedeni kendisine değil, kocasına aittir. Bunun gibi, erkeğin bedeni de kendisine değil, karısına aittir.Geçici bir süre için anlaşıp kendinizi duaya vermekten başka bir
nedenle birbirinizi mahrum etmeyin. Sonra yine birleşin ki, kendinizi denetleyemediğiniz için Şeytan sizi ayartmasın. Aquinas’ın teshisine göre, kusurlu dogmus bir varlık olan kadın erdemli olamaz.
Çünkü erdem doğuştan gelen bir özelliktir. “Kadın yaratılanların ilki olamaz.. O hatalı yaratılmış bir erkekti...Hatalı yaratılmış veya kusurlu hiçbir sey ilk önce yaratılmıs olamaz. Tanrı kadının günah işleyeceğini önceden biliyordu. Kadın, büyük bir hata ya da yanlış malzeme kullanımı sonucunda meydana gelmistir.”1 Hıristiyanlıkla birlikte kadının toplumsal konumu değişmediği gibi, kadınla özdeşleştirilen cinsellik tabu haline geldi. Erkek cins için de belli kutsamalar getiren Hıristiyan cinsel ahlakı, hazzı da en büyük günahlar arasına yerleştirdi. Böylece cinsellik yalnız üreme olarak kabul görürken, ilk günah sayılan cinsel hazzın hem erkeğe hem kadına yasaklanmasının nedeni, gerekçesi olur. Yine baş kışkırtıcı kadındır ve erkeği cinsel haz için ayartan kadın cinselliği şeytani bir öz taşır. Kadını bu nedenle de olsa cinsel açıdan denetlemek rolü erkeğindi. Bunun için Hıristiyanlık da cinsellik ile ilgili tüm edimi ayrıntılılarıyla planlanmıştı. “Pozisyonlar, sıklık, hareketler, birinin arzusuna ilişkin belirtiler” vb. cinsel edimin Hıristiyanlık öğretisine uygun olması için her şey ayrıntılı düşünülmüştü. Batıda, dini reformasyon, Katolik evlilik ve cinselliğin katılıklarını çözer. Ancak ataerkil kodlar, olduğu gibi korunur. Reformun öcülerinden Martin Luther, “erkeklerin geniş ve büyük göğüsleri, küçük ve dar kalçaları ve kadından daha fazla akılları vardır. Kadınların küçük ve dar göğüsleri, geniş kalçaları vardır ve evlerinde uslu uslu oturup ev işlerini yapmaları, çocuk doğurup büyütmeleri gerekir” diyordu. Reformasyon sonrası kadının rolünün üreme ile sınırlanmasını açık savunusuydu bu. Örneğin Augustiunus yaratılış hikayesini kadın eksenli şöyle yorumlamış ve tabi ki yaygınlaştırmıştır. Kadını üç kategori de ele almıştır.
1-Şeytanın aracı baştan çıkarıcı kadın
2- Aileyi koruyan kocanın aracı eş olan kadın
3-Tanrının yaratıcılığının aracı anne olarak kadın
İSLAMDA
Her üç dinde uzun bir dönem ana tanrıça inancı ile mücadele etmişlerdir. Belki en katı mücadeleyi Musevilik yürütmüş zaten İslam ve hrisyanlığın buradan esinlenen kısımları da bu yargıları ortak olarak almışlardır.m.ö 1000 yıllarında Arabistan’da Minean, Saba, Himyarit, krallıkları var. kuzey batı Arabistan, ürdün ve edom’da Nabat isimli bir krallık var. bunlar çoban ve kervancıdırlar. At yetiştirmede uzman ve sulama kanalı yapmada başarılılar. bunlar oldukça zengin. Bunlar şarap üretiyorlar. Ana erkil bir toplum. Ay ve Venüs gezeni ile sembolize edilen bir tanrıçaya tapıyorlar. Adı Afrodit-mari. El-uzza olarak bilinen tanrıçanın anası. Verimlilik ve bolluk tanrıçası. Hubal gibi Uzza da, İslam öncesi Kureyşliler tarafından korunmak için çağrılırdı. '624'te Uhud savaşında, Kureyşlilerin savaş narası 'Uzza'nın insanları, Hubal'ın insanları!' şeklindeydi. (Tavil 1993)
Mircea Eliade'den: orta Arabistan tanrıçaları: Menat (Kader, Lat (ilahe) ve Uzza (kudretli). Allah’ın kızları olarak kabul edilen bu tanrıçalar öyle bir popülariteye sahipti ki, bizzat Muhammed bile tebliğinin ilk dönemlerinde onların allah nezrinde şefaat işlevini övme yanılgısına düştü (bu hatası daha sonra düzeltildi) )
Önderlik: İkincisi Laat, Menaat ve Uzza tanrısallıklarına önce tereddütlü yaklaşımını radikal bir inkâr ve yasaklamaya götürmesi de sonradan İslam dünyasına kasıp kavuracak sultanlık rejimine yol açması nedeniyle aşırıya kaçmıştır. Daha esnek bir tanrı kavramı Hıristiyanlık kadar olmazsa da İslam dünyasının çoğulcu gelişmesine daha çok katkıda bulunabilirdi.
Mircea Eliade'den: Rivayete göre Necm suresinin 20. Ayetinden sonra üç tanrıça lat, uzza ve menat hakkında şu ayetler geliyordu: “onlar çok yüce tanrıçalardır ve şefaatleri kesinlikle isteniş bir şeydir”. Ama daha sonra muhammed bu sözlerin esin kaynağının Şeytan olduğunu fark etti. O zaman onların yerine şu sözleri geçirdi “bunlar sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Onlar hakkında allah bir kanıt indirmemiştir (necm suresi: 23) Muhammed bu üç tanrıçayı büyük olasılıkla şefaatçi melekler olarak kabul ediyordu; gerçekten de Meleklere inanmak İslam tarafından kabul edilmiştir ve daha ileride melekiyyat Şiilikte önemli bir rol oynayacaktır. Ama tanrıçaların (meleklerin) şefaatçiliğini kabul etmenin katı bir biçimde tek tanrıcı teoloji açısından taşıdığı tehlikenin farkına varınca Muhammed bu iki ayeti yürürlükten kaldırmıştır.
Bakara 106. Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. Kuranda tanrıçalara ilişkin birkaç ayet var. bunlardan tanrıçaların isminin derekt geçtiği ayet el- necm’dir. bu ayet ilginç bir şekilde “battığı zaman yıldıza andolsun ki” diye başlar El necm suresi 19. Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı? 20. Ve üçüncüleri olan ötekini, Menât'ı. 21. Demek erkek size, dişi O'na öyle mi? 22. O zaman bu, insafsızca bir taksim! 23. Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. en-NAHL : 57. Onlar, kızların Allah'a ait olduğunu iddia ediyorlar. Hâşâ! Allah bundan münezzehtir. Beğendikleri de (erkek çocuk lar) kendilerinin oluyor. el-İSRÂ : 40. (Ey müşrikler!) Rabbiniz, erkek çocuk ları sizin için ayırdı da, kendisi meleklerden kız çocuk lar mı edindi! Gerçekten siz, (vebali) çok büyük bir söz söylüyorsunuz. Necm 26. Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz. Necm 27. Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar. Necm 28. Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez. Kureyş kabilesi onlara taparmış. Ebu lehep bu inancı sürdürdüğü söylenir zaten o da kuranda lanetlenmiştir. Fetih yılında peygamber. Halid bin velide talimat vererek el uzza tapınağındaki ağaçları kesmesini ve tapınağın koruyucusunu öldürmesini söyler. Heredot “araplar sadece dionyssos ve afrodit’e taoarlar. Dionysos’a orotalt, afrodite ali-lat derler. Afrodite asurlar mylitta, araplar ali lat derler. Saba etyopyadan ertire ve güney yemene kadar yayılmış geniş bir imparatorluk. Cennet ve huzurun yeri anlamına gelirmiş adı. M.ö 1000’de gücünün zirvesinde. Ay ve güneşe taparlarmış. Kuranda buranın zenginliklerinden bahsedilir. Ve nankörlük yaptıkları için bir selle cezalandırıldıkları ifade edilir. Bunlar neyi ifade eder. İslam ve Musevilikte kadın düşmanlığının bu tanrıça kültürü ile bağlantılıdır. Cinselliğin ve kadınların sıkı sıkıya denetime alınması bu ihtiyaçtan kaynaklanmıştır.
PUTLAR KİTABINDAN ALINTILAR
Al-Uzzâ, Venus yıldızı, Suriyelilerde de göğün kıraliçesidir... Bunun için Araplar’ın Uzzi’ya tapışını, Isaak (von Antiochia, Opera, ed. Bickell 1,244), peygamber Yeremya'nın Yahudi kadınlarını azarladığı ibadetle benzeştiriyor (7,18; 44,17). 'Yeremya'ya sor da ondan öğren, kadınlar Yeruşalim'i, göğün kıraliçesine kurban sunmaları yüzünden yıktılar. O zamandan beri İbraniler puta taparlar, onlar bu yüzden çok azarlandılar, esir edilmediler, fakat onlar böyle gök tanrıçasına taptıklarından Allah patriklere verdiği sözleri hükümsüz kıldı ve halkı Babil'e sürdü... Wellhausen'e göre, Isaak için benzeştirme noktası, kadınların damlarda kurban sunuşlarıdır. Fakat Yeremya'nın andığı, çörek pişirmek adeti de Arapların Yıldızların İlahesine tapışında karşılığını buluyor, çünkü hiç şüphe yok ki, müşrik arapken Uzza ilâhesine tapımış olanlar, Hristiyan olduktan sonra onu Meryem ilâhe şekline soktular ve Meryem'e çörek sunarak Uzza ibadetini Meryem'e ibadet şekline çevirdiler, Davranışlarlardaki bu Meryeme çörek Sunmakla da Uzzaya ibadeti Meryem'e ibadet şekline soktular. Dikkat çekici benzeyiş karşısında, eski İbranilerin de Göğün Kıraliçesi adıyla Venus yıldızına tapmış olup olmadıkları sorusu akla gelebilir.
Tayy kabilesi, al-Fals'den önce Suhayl yıldızına tapıyorlardı, bu yıldız felaket getirici olarak tanınırdı.
56 Krehl'e göre s. 27, Huzâa kavmi daha önce Şira'ya taparlardı yani 'a ş - şirâ, Huzâa kavıninin tapt ığı yıldızdır. Bu yıldıza ilk tapan Abi) Kab ş â, yani, Caz' b. Gâlib al-Huzürdir.' Karş. Sure 53,50: 'Ve O Sirâ'nın Rabbidir.' Bayzâvi bu konuda 11, S. 295:'A ş - şirâa ş - şirâ abür'dur. Bu yıldıza, peygamberin bir selefi olan Abâ Kabsâ taraf ından tapılmıştı.'diyor.
Sözlük:
şi'râ'(a.i.) yelken, gemi yelkeni, (bkz: bâd-bân).
şi'râ'(a.i.) yelken, gemi yelkeni. (bkz: bâd-bân).
şi'râ'(a.i.) astr. iki yıldızın adı.
şi'râ-ül-yemânî, şi'râ-yi yemânî astr. semânın güney yarımküresinde bulunan Kelbülekber (Büyük Köpek) burcunun ve bütün semânın görünen en parlak yıldızı, Sirius; lât. alpha Canis Majoris.
şi'râ-üş-şâmî, şi'râ-yi şâmî astr. Küçük Köpek, Kelbülasgar, burcunda en parlak yıldız, (Procyon); lât.
alpha Canis Minoris.
136 al- garânik çeşitli kuşlar için kullanılır, daha çok turnalar için. al-Lât, al-Uzzâ ve Manât putları Allahın yanında şefaatçi sayılıyorlar; bunun için yükseklerde uçan turnalara benzetilmişlerdir.
Abû Lahab, bilindiği üzere, hakkında 111. surenin indiği, peygamberin meşhur amcası ve hasmıdır. Onun asıl ismi 'Abd al-Uzzâ b. 'Abd al-Muttalib idi.
Araplar, Nacrân'daki kutlu hurma ağacına taparlar ( İbn Hişâm 22) ve ona yıldan yıla olan bir bayramda süslü elbiseler asarlardı.-Hudaybiya ağacı, Sure 48,18, bereket istenmek üzere hacılar tarafından ziyaret edilirdi. Sonra bu ağaç halife Ömer tarafından kestirildi, çünkü o, bu ağaca da ilerde al-L ât ve al-Uzzâ'ya olduğu gibi tapılnılmasından korkuyordu (bak Yaküt 111,261,2).
Karş. Yâkût 1,393,5: 'Zât Anvât, büyük, yeşil bir ağaçtı , putperest Araplar her yıl ona gelirler, taparlar, kılıçlarını asarlar, kurbanlar keserlerdi. O, Mekke'nin yakınında bulunuyordu. Yine anlatılır ki, Araplar Kâbeye haccettiklerinde hırkalarını bu ağaca asarlar, kutlu bölgeye hırkasız olarak girerlerdi, böylece Kâbeye kar şı saygılarını göstermiş olurlardı ; bunun için bu hırkalar anvât diye isimlenmiştir. Denir ki: nâta a ş- ş ay'a, yanâtuhii, navtan, 'allaka'asmak' anlammdadır. 'Wellhausen'e de bak S. 104.
182 P.K. S. 26, not 3 e göre, Zaki yazmasının kenarında şunlar yazılı : 'Al-makrizi, (henüz basılmannş olan) eseri İ m t â' al- A sm â'da al-V Iki d l'nin bir rivayetine dayanarak demiştir ki:' H âlid b. al-Valid al-Uz z â'y ı , H. 8. yılda, Ramazan ayının 25 inde kesti; bekçisi, Banû Sulaym'den Aflalı b. an-Na ş r a ş- Ş aybâni idi. O, peygamberin emri uyarınca üçüncü defa olarak onu yok etmek üzere geldiğinde, kılıcını sıyırdı, fakat, kendini uçuşan saçlarıyla çıplak, siyah bir kadının önünde buldu. O sırada bakıcısı da bağırıp çağırmaya başlamıştı. Halid diyordu ki 'Omuzlarımda bir ürperme hissettim'. Bekçi ciyak ciyak bağırıyordu:
''Ey' Uzzâ, saldır, ümidini kırma!
Ey' Uzzâ örtünü at ve kendini koru!
Ey' Uzzâ, eğer sen şimdi Hâlid denen herifi öldürmezsen,
Yakın bir felâkete uğrayacaksın!
Şu halde başının çaresine bak!''
O zaman Hâlid şöyle söyleyerek kılıcıyla ilerledi:
''Sana hakaret yaraşır, övgü değil!
Görüyorum ki Allah sana alçaklık nasib etmiş!''
Kılıcıyla bir vuruş vurdu ve onu iki parçaya ayırdı . Sonra peygamberin huzuruna döndü ve ona
olanları anlattı . Buyurdular ki:'Evet, işte 'Uzzâ; ona artık bir daha tapılmayacak.'Hâlid şöyle karşılık verdi: 'Ey Allahın elçisi, Allaha hamdolsun, sayende bizi mahvolmaktan kurtardı.'-Abû
Utraylı a ölüm döşeğindeyken, Abu Lahab ziyaretine gitti, sordu: 'Niçin böyle kederlisin? cevap verdi'. Korkuyorum ki, benim ölümümden sonra' Uzzâ yokolacak. Abû Lahab dedi ki:'Üzülme, senin ölümünden sonra onu ben kollayacağım.' O diyordu ki:'Eğer al-'Uzzâ üstün gelirse, onu kolladığım için, onun teveccühünü kazandım, fakat Muhammed üstün gelirse,-hiç ummuyorum- o da nihayet benim kardeşimin oğludur. Bunun üzerine Allâh, 111. sureyi indirdi: 'Abu Lahab’in eli kurusun' Denir ki: Abil Lahab bunu al-Lât için söylemiştir (al-`Uzzâ için değil).
İslam hâkimiyeti öncesi topluluk kültüründe öne çıkan cinsler arası ilişkinin çeşitliliğidir. Ana soylu evlilik ve baba soylu evliliğin bir arada olduğu bilinmektedir. Ana soylu birlikteliğe sadıka (sadık dost anlamında) deniliyordu. Bu birliktelik ataerkil ahlak barındırmıyor ve geniş bir cinsel özgürlük içeriyordu. Dört biçimde ilişki-evlilik gelişebiliyordu. Biri NİKAH EL İSTİBALA bu evlilikte erkek kadının başka bir erkekle eş hayatı yaşamasına müsaade ediyordu. Bu erkeğin bedenen ve ruhen sağlıklı olması tercih ediliyordu.
NİKAH EL-RAHTİ; önceden uyuştuğu bir grup erkeğin (en fazla on) bir kadının cinsel eşi olabildiği biçimdeki bu ilişkide kadın hamile kalırsa erkeklerden birini çocuğun babası olarak seçer ve seçilen bu sorumluluktan kaçamazdı.
NİHAK EL BA’AL; bir erkeğin nikah bedeli karşılığı kadını babası veya vasisinden istemesiyle
olan evlilik.
NİKAH EL BUGHA; bir kısım erkek fahişelik yapan bir kadına sık sık giderler, kadın çocuk
doğurursa, çocuğun babasını bir fizyonomist (yüze bakarak benzerlik bulan kimse) yardımı ile
babayı seçer.
İslam döneminde ise ana soylu dizgeye ait pek az iz kalmıştır artık. İslam öğretisi bu koşullarda, diğer tek tanrılı dinlerin devamı olarak ve cinsel rolleri yaradılışa dayandıran bir öğreti olarak cins politikası zamanla bir hukuka dönüşmüştür. Cinsel edimle ilgili hükümler arasında, en belirleyici olan erkeğin çok eşliliği bir cinsel sınırlama ile çevrelenmiştir. Kadının örtünmesi ve bunun belirlenen ölçüler dışına çıkması karşısındaki tepki, kadının bedeninin (saçı, bakışı, yürüyüşü v.b) tümden cinselleştirilmesinin bir sonucu olarak yansır. Meşru çiftler arasındaki cinsel ilişki daha az tutuculukla çevrilidir. Örneğin Hıristiyanlıktaki cinsel perhiz benzeri, cinsel hazzın dinin yasakları arasına koymaz. Cinsel şehvet bir tür düşkünlük sayılır ancak eşlerin, öncelikle de erkeğin arzularının giderilmesine büyük önem atfedilir. Çok eşliliğin erkek için meşru (hukuki) görülmesi, kadının sıkı biçimde tek eşe yönetilmiş, kışkırtılmış bir erkek cinselliği ve diğer taraftan bastırılmış bir kadın cinselliği sonucunu doğurur. Kadın cinselliği üremeden de çok erkeğin cinsel arzusunun tatminine yöneltilmiştir. İslam’ın cins rolleri (ve cinsel politika) açısından en büyük cinsiyetçi ataerkil dinlerden sayılması belli tartışmaları da gündeme getirmektedir. Tarihsel İslam ve ilk İslam (Peygamber dönemi ve ilk kaynaklar) arasında cins sorunu konusunda önemli ayrımlar olduğu, peygamber dönemi uygulamalarının da gösterdiği bir ilk çıkışta cins sorunun bugünkü düzeyde derin olmadığı savı dikkate değer savlardandır. Bu yaklaşım ilk İslam’ın demokratik olma ve iktidarlaşmayla bu demokratik özden uzaklaştığı gerçeği bu görüşü güçlendirmektedir. Diğer yandan İslam kaynaklarında kadınla ilgili olumsuz ve cinsiyetçi tanım ve ifadelerin yanında, kadını öven, erkekle eşitleyen atıfların da varlığı ikili yaklaşımını gösteren ve bu bahiste tartışılacak pek çok noktanın olduğunu gösteren başka bir olgudur.
Peygamberin yaşadığı dönemde kadınlara en azından dönemin koşulları ve tarihsel İslam döneminden çok daha eşitlikçi bir konum verildiği açıktır. Ancak İslam Peygamberinin ölümünden kısa bir süre sonra hızla-özelde haliyle Ömer döneminde-iktidarlaşan İslam kadınların konumu açısından değişim olanağını ortadan kaldırıldığı hemen her alanda kadın karşıtı hale geldi. Cinsel politika bu aşamadan sonra tamamen erkek egemenliğinde şekillendi. Bilindiği gibi kadına karşı cinsel şiddetin en yaygın olduğu kadının her türlü etkinlikten kopartılıp sadece doğurmak ve cinsel hizmet vermek dışında yaşamda izi olmayan varlıklar haline getirildiği alanlar İslami geleneğin olduğu yerlerdir. Bu durumun kendi başına İslam’ın ilk kaynaklarına dönüp kadın bakışıyla yeniden yorumlanmasını elzem hale getirmektedir. İslam döneminde ise ana soylu dizgeye ait pek az iz kalmıştır artık. İslam öğretisi bu koşullarda, diğer tek tanrılı dinlerin devamı olarak ve cinsel rolleri yaradılışa dayandıran bir öğreti olarak cins politikası zamanla bir hukuka dönüşmüştür. Cinsel edimle ilgili hükümler arasında, en belirleyici olan erkeğin çok eşliliği bir cinsel sınırlama ile çevrelenmiştir. Kadının örtünmesi ve bunun belirlenen ölçüler dışına çıkması karşısındaki tepki, kadının bedeninin (saçı, bakışı, yürüyüşü v.b) tümden cinselleştirilmesinin bir sonucu olarak yansır. Meşru çiftler arasındaki cinsel ilişki daha az tutuculukla çevrilidir. Örneğin Hıristiyanlıktaki cinsel perhiz benzeri, cinsel hazzın dinin yasakları arasına koymaz. Cinsel şehvet bir tür düşkünlük sayılır ancak eşlerin, öncelikle de erkeğin arzularının giderilmesine büyük önem atfedilir. Çok eşliliğin erkek için meşru (hukuki) görülmesi, kadının sıkı biçimde tek eşe yönetilmiş, kışkırtılmış bir erkek cinselliği ve diğer taraftan bastırılmış bir kadın cinselliği sonucunu doğurur. Kadın cinselliği üremeden de çok erkeğin cinsel arzusunun tatminine yöneltilmiştir. İslam’ın cins rolleri (ve cinsel politika) açısından en büyük cinsiyetçi ataerkil dinlerden sayılması belli tartışmaları da gündeme getirmektedir. Tarihsel İslam ve ilk İslam (Peygamber dönemi ve ilk kaynaklar) arasında cins sorunu konusunda önemli ayrımlar olduğu, peygamber dönemi uygulamalarının da gösterdiği bir ilk çıkışta cins sorunun bugünkü düzeyde derin olmadığı savı dikkate değer savlardandır. Bu yaklaşım ilk İslam’ın demokratik olma ve iktidarlaşmayla bu demokratik özden uzaklaştığı gerçeği bu görüşü güçlendirmektedir. Diğer yandan İslam kaynaklarında kadınla ilgili olumsuz ve cinsiyetçi tanım ve ifadelerin yanında, kadını öven, erkekle eşitleyen atıfların da varlığı ikili yaklaşımını gösteren ve bu bahiste tartışılacak pek çok noktanın olduğunu gösteren başka bir olgudur. Amine vaddud’un yaklaşımı Kadınla ilgili kuran tefsirlerini üç kategoriye ayırıyorum. “geleneksel”, “tepkisel” ve bütüncül (holistic)
Metodoloji: Hermenötik Model
Hermenötik bir metot vardığı sonuçları desteklemek için menin üç ayrı yönünü ele alır:
1- Metnin yazıldığı (Kuran söz konusu olduğunda nazil olduğu) şartlar ve çevre
2- Metnin gramatik kompozisyonu (söylediği şeyi nasıl söylüyor)
3- Metnin bütünü, onun weltanschauung’u yada dünya görüşü. Çoğunlukla görüş ayrılıkları bu üç ayrı yönden herhangi birine verilen ağırlığa bağlanabilir.
Ben kuranın kadın olsun erkek olsun insanlar için bir tek belirgin ve kalıplaşmış rol önermediği görüşündeyim. Kuranda bahsi geçen kadınların rolleri şu üç kategoriden birine girmektedir.
1- Adı geçen kadının birey olarak içinde yaşadığı toplumsal kültürel ve tarihi çerçeveyi temsil eden ve metnin ne onaylayıp ne de eleştirdiği bir rol.
2- İçinden bazı istisnaların yapılabileceği ve kuranda bile bazı istisnaların yapıldığı fakat (çocuk emzirme, çocuğa bakma gibi) evrensel olarak kabul edilen kadın işlerini kabul eden bir rol.
3- Cinsiyet farkına dayanmayan bir rol. Yani insan oğlunun yeryüzündeki çabalarını yansıtan ve kuranda bu işi yapanın cinsiyetinin değil, yapılan işin belirtilmesi için bahsi geçen bir işlev ki tesadüfen o işi yapmakta olan kişi bir kadın olmaktadır.
-Nesibe Bint-i Kaccb, Uhud savaşında 13 yerden yaralanana kadar savaşı terk etmez. Muhammed onun için “onun yeri erkeklerinkinden daha yüksek” der.
-Ummü Süleym Bint Malhan gebe karının üstüne hançer bağlayarak savaşır.
-Hz Muhammed’in eşleri Hatice, Ayşe yine iz bırakan kadınlardır. Hatice toplumsal ve iktisadi bağımsızlığı olan biridir. Muhammed’i eş olarak seçen kendisidir. Ayşe peygambere kafa tutabilen bir kadındır. İlahiyat, tıp ve şiirde oldukça ileri olduğu söylenir.
Fariba Zarinebaf Shahr “Müslüman kadınların tarihi üzerine yapılan araştırmalar son zamanlara kadar sınırlı olmuştur. Bu sınırlılık temelde kadınların tarihi üzerine olan kaynakların azlığından kaynaklansa da ayrıca bu Orta Doğu hakkındaki oryantalist önyargılardan da kaynaklanmıştır (1996: 81). 1400 yıllık İslam tarihi boyunca, İslam devletinin en yüce makamları sayılan halifelik ve imamlık erkeklerin tekelinde kalmış. (Arapçada bu iki sözcük eril.) İslam’ın ilk yıllarında, Muhammed’in eğitim-öğretim için kadınlara ayrıca zaman ayırdığı, durumu müsait olan kadınların, Cuma ve bayram namazı da dahil olmak üzere bütün namazlara katıldıkları, Müslüman kadınların Muhammed’in evine giderek onunla sohbet ettikleri, kadınların Muhammed’le çok rahat konuştukları ve çokça soru sordukları, kamu hizmetlerinde görev aldıkları, savaşlarda tıbbi hizmetler, lojistik destek ve çarpışmaya katılma gibi aktif görevlerde bulundukları rivayet edilmektedir. Muhammed’in kadınların güzel kokularla ve güzel giysilerle camiye gelmesini istemediğine dair hadisler var. Ünlü hadisçi Buhari’nin (ö. 870) Kitabü’l Cuma adlı eserinde şöyle bir hadis görürüz: “Allah’ın mescitlerini Allah’ın kadınlarına yasaklamayın.” Ondan yaklaşık yarım asır sonra, Kütüb-ü Sitte denilen altı önemli hadis mecmuasının beşincisinin müellifi olan İmam Nesâî (ö. 916), kadınların camide nerede duracaklarını, kadın ve erkek cemaatin yoğunluk oranlarını ve aralarındaki uzaklıkları tayin etmeye çalışacaktır. Ondan üç asır sonra ise Hanbeli İmam El-Cevzi (ö. 1200) kadınlara evlerinde namazlarını kılmalarını söyler, bununla da yetinmez kadının evden çıkmasının nasıl dine aykırı olduğunu ispatlar (!).
Kadın, erkeklere namaz kıldıramaz!
12. yüzyıl düşünürü İbn-i Rüşd bu konuda asırlarca süren tartışmaları şöyle özetler: “Kadının erkek cemaate namazda imamlık etmesi üzerine görüşler çok çeşitli, hatta bazıları kadın cemaate bile imamlık etmesine karşı (…) Şafii, kadınların kadın cemaate namaz kıldırmasına cevaz verirken, Malik yasaklıyor. Ebu Tavr ve Tabari’ye göre kadının iki cemaate de imamlık etmesine izin var. Yine de çoğunluğun üzerinde vardıkları anlaşmaya göre kadının erkek cemaate namaz kıldırması yasaklanıyor.” 14. yüzyılın ünlü seyyahı İbn-i Batuta İran seyahatinde şahit olduklarını şöyle anlatır: “Şiraz halkı iyi, dindar ve iffetli insanlar ve özellikle bu konumdaki kadınların sayısı çok daha fazla. Potin giyip, hırka ve peçe takarak dışarı çıkıyorlar… En şaşırtıcı yönleri de her pazartesi, perşembe ve cuma günleri vaaz dinlemek için büyük camide bir araya gelmeleri. Çoğu kez bin- iki bin kadın bir araya geliyor (…) Başka hiçbir yerde bu kadar çok kadın cemaate rastlamadım.”
Kuran’da adı geçen kadınlar;
Havva: Hadis külliyatında ve İslam kıssalarında Havva olumsuz bir figürdür. Kuran’da yasak meyvanın yenmesinde tek sorumlu Adem’ken, hadislerde Adem’i ayartan kişi olarak tarif edilir.
Züleyha: Yusuf’u büyüten Mısırlı Aziz’in karısının (adının Züleyha olduğunu biliriz ama Kuran’da adı geçmez), Firavun’un karısının (adı Asiye’dir ama Kuran’da geçmez), Aziz’in karısı (Züleyha), hadis geleneğinde olumsuz bir figürdür. İddiaya göre Züleyha, Yusuf erişkinliğe erdiğinde onu baştan çıkarmaya (fuhuşa itmeye) çalışmış, ama Yusuf buna başarıyla direnmiştir. Saba Melikesi Belkıs: Hikâyenin asıl mesajı son derece büyük bir siyasi güce sahip olan Belkıs’ın sonunda kocası Süleyman’a ve Allah’a teslim olmasıyla, siyasal iktidarın kadından erkeğe devridir ki bu konu üzerinde pek konuşulmamıştır.
Meryem: Harun’un kızkardeşi Meryem’dir. Öyle ki Tevrat ve İncil’de bile Meryem’e bu kadar yer ayrılmamıştır. Ancak anlatılan kadının Musa’dan 1000 yıl sonra yaşamış olduğu varsayılan İsa’nın annesi Meryem olduğu anlaşılır. Bir hadise göre: 'Cennetlik kadınların en üstünleri Huveylid'in kızı Hatice, Muhammed'in kızı Fatıma, Firavun'un zevcesi, Müzahim'in kızı Asiye ve İmran'ın kızı Meryem'dir.' Bazı İslam ilahiyatçıları Meryem’i, İsak ve Musa’nın annesi Sara ve Firavun’un karısı Asiye ile birlikte peygamber sayarlar. Çünkü bu üç kadın da Allah’ın meleklerinden bazı işaretler almışlardır. Kuran’da ayrıca Nuh’un, Lut’un ve İbrahim’in eşlerinden de adı verilmeden (ve olumsuz bağlamda) söz edilir.
Ayrıca Peygamberin eşlerinden Zeynep, Ayşe (Aişe) ve Ümmü Salama da Kuran’da dolaylı olarak (ve çoğunlukla kıskançlık, başkasının malına göz dikme gibi negatif bağlamda) yer alır. Hatice Hadis külliyatında olumlu biçimde ele alınan başarılı bir tüccar. Muhammed’in sırdaşı, Muhammed’in bu dünyadaki kutsal görevinin ne olduğunu ilk öğrenen, yüzü kıbleye dönen ilk kadın Hafsa: Kuran’ın ayetlerinin yazılı olduğu çeşitli malzemeleri evinde saklayan Ömer’in kızı, ilk Müslüman kadınlardan Ümmü Varaka, Şii hadis külliyatında Peygamberin kızı, Ali’nin eşi Fatma’dır. Ayrıca 20’ye yakın kadın hadis nakledici olarak anılır. İslam tarihinde bazen olumlu (Peygamberin en gözde eşi olduğu için, Peygamberin ölüm yolculuğunda ona eşlik ettiği için), bazen olumsuz (Ali ve Muaviye çatışmasındaki kışkırtıcı rolü yüzünden) ele alınan figür ise Ayşe’dir. Öyle ki Ayşe’nin adı Şii geleneğinde ‘fitne’ ile özdeşleşmiştir.
İslam Toplumlarında Kadınların Siyasetteki Yeri;
“Halifelik” ve “imamlık” eril kelimeler olsa da “sultan” ve “melik” kelimelerinin pek çok dilde dişil karşılıkları var. Yani bu makamlar İslam ülkelerinde konuşulan diller açısından kadınlara açık görünüyor. Peki bu pratiğe geçmiş mi?
- İslam dünyasında siyasi egemenliğin iki temel ölçütü var: Cuma hutbelerinde adın okunması ve adına para basılması. Önderliğin muhammedin kadına ilişkin yaklaşımı konusundaki değerlendirmesi uygarlık savunmasında “Kadına yaklaşımı özgürlükçü ve eşitlikçi olmaktan uzak olmakla birlikte, kadının derin köleliğinden de nefret etmektedir. Birçok eş ve cariye sahibi olmasından çıkaracağımız sonuç bu iki eğilimi de barındırdığıdır”.
DERLEME 6. BÖLÜM
YORUM GÖNDER