BİLİM İLE İKTİDARIN BİRLEŞTİĞİ SAHA: DEMOGRAFYA (1.BÖLÜM)
Kimi kavramların sicili kitaplığın soğuk, tozlu, karanlık raflarında saklıdır sanki. Kavramı duyduğunuzda yüreğinize gelip konaklayan uzaklık ve yabancılık hissi… Sanki böylesi kavramların bir sahibi vardır duygusu. O kavramların dilinden sadece birilerinin -ki bu birileri genelde erkektir- anladığı, onlar hakkında birilerinin konuşacağı, politika belirleyeceği, araştırma yapacağı hissi. Siyaset, ekonomi, istatistik böylesi kavramlara sadece birkaç örnek. Doğrudan yaşamı ve toplumu ilgilendiren bu konuların kadından uzak bir yere konumlandırılması da bilinçli bir politikadır. Demografya kavramı da nüfus ile alakalı olduğu ve nüfusu da devlet düzenlediği için otomatikman bu sınıfa giren ve uzaklık hissi yaratan, safını belirleyen bir kavram. Kadın bedeni ekseninde politika üreten bir bilim olduğu halde hissettiğimiz yabancılık ve uzaklık duygusu ayrıca analiz edilmesi gereken bir konu. Uygarlığın ilk şekillendiği andan itibaren toplumsal düzen bedenlerin yönetilmesi ve düzenlenmesi ile sağlandı oysa. Ve bu en çok kadın bedeni üzerinden yürütüldü. Buna rağmen kadının yaşadığı bu yabancılık hissi Rêber Apo’nun dediği gibi “kadının yaşadığı çok katmanlı sömürü ve baskı ile bağlantılı.” Demografya kavram olarak nüfus bilimi anlamına gelmektedir. Yunanca demos (halk) ve graphein (yazmak) kelimelerinden gelir. Kavram ilk defa 1855 yılında Fransa’da Achille Guillard tarafından kullanılmıştır. Belli bir coğrafya da bulunan nüfusun yapısını, özelliklerini ve değişimlerini inceliyor. Nüfus değişimi, nüfus hareketlerini incelemek için doğum, ölüm, evlilik ve göç gibi istatistiklere dayanıyor. Demografya ekonomik, istatistik, biyoloji, sosyoloji ve coğrafya ile olan bağı nedeniyle disiplinler arası bir sosyal bilimdir. İnsan toplumunu nüfus olarak tanımlamaktadır. Sayı ve verilerle var olan iktidarı derinleştiren bir yapıya sahiptir. Foucoult’un biyopolitika olarak tanımladığı iktidar gerçeğinin kaynağında yer almaktadır. Doğum, ölüm, yaş, cinsiyet, dil, kültür, sağlık, ölüm yaşı, göç ve daha bir çok konuda elde edilen istatistiklere dayalı bunların denetlenmesi, düzenlenmesine dayalı siyaset üretilir. Malthus ile birlikte ekonomi ve nüfus arasındaki bağa devletler daha fazla yoğunlaşmıştır. Doğum kontrolü devlet uygulaması haline getirilmiştir. Çok sayıda çocuk özelde de erkek çocuk doğurmayı iktidar ve sermaye birikimi olarak gören hanedanlık kültürüne dair Rêber Apo, “Gerek çok kadınla evlilik, gerekse sürekli erkek çocuk sahibi olmak hanedan ideolojisinin baş istemidir” demektedir. Demografya politikalarında en ağır bedelleri kadınlar ödediği halde kadınların belirleyici bir durumları yoktur. Demografya alanı bir egemen erkek ve devlet bilimi olarak geliştirilmiştir. Rêber Apo, “Bilim ile iktidar arasındaki ilişkinin en kötü örneklerini bu alanda görürüz” diyerek jineolojinin gelişmesi halinde bu alanda yaşanan demografik kaosa çözüm olunacağını belirtir. Kuşkusuz demografyanın bu şekilde ele alınmasının önemli tarihsel durakları vardır. Uygarlık ile birlikte doğumu ideal ölçülere bağlayan ve bunu kadına rağmen gerçekleştiren tarihsel arka plana sahiptir. Kadın bedenini askeri, siyasi, ekonomik çıkarları için bir üreme makinesine dönüştürme diyebileceğimiz boyuttadır. Günümüzde toplumsal yaşamı ve ekolojiyi tehdit eden ve pandemi ile sonuçlanan durumun kaynağında üretilen bu politikalar yatmaktadır. Sorun biyolojik olmanın ötesinde sosyolojik, ideolojik ve tarihsel boyutları olan bir durumdadır. Bu nedenle bedenin tahakküm altına alınmasından geliştirilen nüfus politikalarına ve buna karşı yürütülen feminist mücadelelere kadar kapsamlı bir şekilde ele alınmayı gerekli kılmaktadır. Yaşamın ve toplumun belirleyici öznesiyken uygarlık tarihi ile beraber adım adım köleleştirilerek nesneleştirilme, bedenine, ruhuna, düşüncesine yabancılaşma süreçleri ağır bir sömürü ile gerçekleşmiştir. Bu sömürünün sonucunda kamusal alanı ya da toplumsal yaşamı ilgilendiren tüm konular erkeğin alanı olarak belirlenirken, kadının yaşam alanı da aile olarak belirlendi, bu hanedanlık kültürü ile meşrulaştırıldı. Kadın bedeninin tahakküm altına alınması en temel politika olarak yürürlüğe girdi. Ve bu yaşamın her alanında toplumsal cinsiyetçilik ile ideolojik bir form kazandı. Yani hanedanlık kültürü ve toplumsal cinsiyetçilik kadın bedeninin sömürüsünde belirleyici olmuştur. Özcesi sorun biyolojik olmanın ötesinde ideolojik ve sosyolojik bir sorundur ve kaynağında cinsiyetçilik bulunmaktadır. Bu nedenle mevcut haliyle demografya toplumsal cinsiyetçiliğin ve hanedanlık ideolojisinin bir parçası konumundadır. Jineoloji açısından demografyanın dayandığı cinsiyetçi kodları çözümlemek ve ona göre analizler yaparak, kadın hareketlerinin politikalarına katkı sunmak başlangıç için önemlidir. Çünkü cinsiyetçilik ve hanedanlık kültürü ideolojik ve sosyolojik bir şekillenmedir. Kadın ve yaşam bilimi olarak jineolojinin mevcut nüfus politikalarının cinsiyetçi ve hanedanlık yönünü analiz etmesi, bu anlamda bugüne kadar yürütülen çalışmaları, verilen mücadeleleri araştırması ve kadının kurtuluşunun sadece bir cinsin kurtuluşu değil toplumsal doğanın ve ekolojik dengenin kurtuluşu olduğunun bilinciyle yaklaşması ideolojik ve sosyolojik bir yaklaşımı içinde barındırmaktadır. İktidarın ilk ve mikro alanı kadın bedeni Nüfus ile ilgili politikalar genelde iktidar güçleri tarafından yürütülmektedir. İster zigguratlarda veya firavunların ilk mekanı olan ak saraylarda, ister manastır, kilise ya da camilerde yada şimdilerde bu işlevi resmi yürüten parlamentolarda olsun hepsi de aynı mantıkla yürütülmektedir. Bilinen literatürde kapitalizm bunun son aşaması olarak ifade edilse de hepsi devletli uygarlık diye tanımladığımız ataerkil sistemin zihniyet yapısının politikaları olmaktadır. Ve doğrudan insan yaşamını, halk sağlığını, ekolojik dengeyi bir bütün olarak gezegenimizin geleceğini belirlemektedir. Yani sorun Rêber Apo’nun dediği gibi biyolojik olmanın ötesindedir. İdeolojik, sosyolojik ve tarihsel dayanakları vardır. İktidarı salt siyasi olarak ele almak yetersiz bir yaklaşım olur. İktidar bireyden olay ve olgulara kadar toplumun gözeneklerine sızmış bir mekanizmadır. İktidarın ilk ve mikro alanı ise beden olmuştur. Bedenin üreme gücünün, kapasitesinin ve arzularının yönetilebileceği tezine dayanmaktadır. Farklı tarihsel ve toplumsal bağlamlarda farklı biçimlerde bu politika yürütülmüştür. Bu anlamda yönetilen ilk beden de kadın bedeni olmuştur. Ve beden konusunda yapılan bütün söylemlerin iktidar ve sermaye güçleri tarafından yapılması önemli bir eşiği teşkil etmektedir. Beden ile ilgili tarihin akışı içinde çeşitli tanımlamalar yapılmıştır. Kadın ve erkek olarak insanların varlığına dair çok yönlü bir var olma biçimi taşımaktadır. Sadece biyolojik olarak değil sosyal, kültürel ve psikolojik olarak da biçimlendirilen bir yöne sahiptir. Beden ilk tarım köy toplumlarında ekonomik faaliyet ve toplumsal fayda bağlamında üretkenlik ekseninde ele alınmıştır. Antik Çağ’da beden akıl tarafından ehlileştirilmesi gereken, dürtüsel belirsizlik kaynağı olarak tanımlanmıştır. Ortaçağ’da özelde de dinler vasıtasıyla günahla, dünyevi şehvetle, arzularla ele alınmıştır. Yakın çağımızda ise beden daha çok cinsiyetlendirilmiş erkek bedeni kültürü, öznelliği, aklı temsil ederken kadın bedeni daha çok duygusallığı, edilgenliği, doğayı, zayıflığı temsil ettiği iddiasıyla kodlanmıştır. Modernizm ise bedeni toplumsal bedenin bir parçası yapma uğraşısına girmiştir. Toplumsal düzenin sağlanması amacıyla yapılan bu uğraşı post modern çağımızda da daha çok görünür olma eksenine indirgenmiş beden haz ve arzu etme temelinde kurgulanmıştır. Bedeni salt bir biyolojik veri olarak ele almanın ötesinde tarihsel ve toplumsal bağlamda ele almak bu nedenle çok önemlidir. Burada beden salt bir biyolojik verili varlık olarak değil de tarihsel ve toplumsal olarak belirlenen bir konumda bulunmaktadır. Kadın ve erkeklerin farklılığını kendi başına oluşturmayan biyolojik cinsiyet toplum ve kültür içinde eşitsiz hiyerarşiye dayandırılarak toplumsal cinsiyet kavramını beslemektedir. Burada kadınlar denetlenmesi, erkekler denetlemesi gereken cinsler olarak belirlenir. Bu çerçevede kadın bedene doğaya ve maddeye indirgenirken erkek aklı uygarlığı ve kültürü temsil eden olarak tanımlanır. Ve toplumsal iktidar alanları böyle oluşturulur. Beden ile ilgili politikalar genel olarak 16. Yüzyıldan itibaren gelişmeye başlamıştır. Bu anlamda Foucault’un beden sosyolojisine değinmekte fayda vardır. Foucault beden ruh ikilemine karşı çıkmış, bedenin salt biyolojiye indirgenemeyeceğini, aksine bedenin sosyal ve kültürel olarak yaratılan, inşa edilen ve bu nedenle sosyal ve tarihsel bağlamlarla şekillenen bir kavram olduğunu belirtmektedir. Foucault yeni bir siyasi iktidar biçiminin bu dönemde gelişmeye başladığını belirtmiş ve bu iktidarın nesnesinin insan bedeni olduğunu ifade etmiştir. Bu iktidarın görevinin yaşamı sağlamak, düzenlemek, desteklemek, güçlendirmek ve çoğaltmak olduğunu söylemiştir. Bedenin duygusal ve cinsel deneyimlerinin ekonomik gereklilikler ekseninde belirlenmesi, Adorno’nun sıkça belirttiği kültür endüstrisi tarafından yönlendirilmesi söz konusudur. Foucault yaşam üzerindeki bu iktidarın ise insan bedenine yönelen disiplin teknikleri ve nüfusun düzenlenmesini sağlayan bio-siyaset ile sağlandığını ifade etmiştir. Birinci yaklaşım insan bedenini makine gibi ele alıyor ikincisi ise tür bedenine yönelerek onu düzenlemektedir. ZÎLAN SU (Devam edecek) |
YORUM GÖNDER