AŞKIN ADI VİYAN OLMUŞTU
Onunla gözümü alamadığım kesintisiz yarım saat süren ilk karşılaşmamız bir fotoğraf karesinde olmuştu. Uçsuz bucaksız göklere kanatlanmaya hazırlanan bir kadının fotoğrafıydı bu. Kolları özgürlüğe doğru kanat çırpıyor, gözleri buram buram umuda bulanmış hasreti anlatıyordu. Kelimelerin yetersiz kaldığı, kurulan cümlelerin anlam yitimine uğradığı bir güzellikle karşılaşmıştım.
Bu karşılaşma çok farklı bir duygu uyandırmıştı bende. “Güzellik nedir?” diye sordum kendi kendime ve cevabını aramaya koyuldum o saniyeler içerisinde. Birden etrafımda güzellik maskesi ile gizlenmiş çirkinlikleri gördüm, çünkü seyre daldığım güzellik içteki ve dıştaki tüm çirkinlikleri öylesine netleştiriyordu ki geriye kalan bu resimdeki güzelliğe ulaşmanın arayışına girmek oluyordu.
Neydi bu güzellik, kimdi, nasıl yaratmıştı kendini, nasıl var kılmıştı? Resim tarifsizliğin tarifini anlatır gibiydi. Gözlerimi resimden aldıktan sonra okuyabildim bu güzelliğin adını. VİYAN. Yazıyordu. Bu ismi ilk defa duyuyordum… Anlamını ise hiç bilmiyordum, çok sonra öğrendim anlamının resmin içinde gizli olduğunu. O resim anlatıyordu iradenin yaşam, yaşamın VİYAN olduğunu.
İçimden geçen duygular bana yalnızca bu güzellik deryasına akmamı söylüyordu. Çünkü ancak bu derya olup akan güzellik arındırırdı beni ve benim gibi güzellikten binlerce yıl ırak düşenleri…
O günden sonra bir daha yaşamımın eskisi gibi olamayacağını anlamıştım. Bir rüyadan uyanır gibi değil, bir kabustan uyanır gibi olmuştum. Hem de binlerce yıllık bir kabus. Yaşam diye sarıldığımın aslında ölüm olduğunu, gerçek yaşamın ise; meleklerin kanat çırptığı mekanlar olduğunu.
Onlardan aldığım umudu çantama sırtlayıp koyuldum yola, attığım her adım bir nefes daha yakınlaştırıyordu beni melekler diyarına. Adım adım ilerlerken yüce dağlara, tanımı güç bir duygu yoğunluğunu yaşıyordum çünkü ayak bastığım ilk mekan o eşsiz güzelliğin diyarı olan Haftanin’di. Haftanin nice yiğitlere, kahramanlara yar olmuş, bir yar gibi sakınmıştı anları. Ve şimdi de Viyan’ı kucaklamıştı ateşe bürünen bedeniyle.
Ateş Haftanin’in bedeninde gürleşmişti. Aşkın yaşam bulması için ateşin daha da gürleşmesi, ateşin gürleşmesi için aşkın anlamına varması gerekirdi. Bu aşkın ve ateşin anlamı tarihte gizliydi, tarih ise; Viyan gerçekliğinde.
Ateş kutsaldır bizde, arındıran ve yeniden yaratandır. Yakıcı olduğu kadar, yaşatandır, yaşamı ve insanı direngen kılan, iradeye kavuşturandır, sonsuzluğa varmanın ibadetidir.
Aşk Kürt’te imkansızlığı ile tanınır, parçalanmış toprakların buluşamazlığının ifadesi olur. Genç kızların ve erkeklerin yurtsuzluğunda yaşanması imkansız hayalleri. Oysa nede yakışırdı Kürde aşk. Bu topraklarda yeşermemiş miydi yaşam? Ve yaşamın diğer adı değil miydi Aşk ? Kürdistan’ın bedeninde yaratılmış olan parçalanmışlığın, ruhtaki buluşması, genç bir kızın hayallerindeki, sınır tanımazlığının anlama kavuşmasıydı…
Yaşam ilmek ilmek örülürken ana kucağında, nefes almak isteyen insanlığın bağrına karabasanlar çökmüştü. Kürdün yaşamını büyüleyen bu kelimeler, yaşamın en coşkulu anında ihanete uğramıştı.
Şimdi ise; Önder APO’nun dirilttiği özgür Kürt yitirdiği Aşka yeniden kavuşmaktadır. Aşkın adı Zilan, aşkın adı Derweş, aşkın adı Viyan olmuştu. Ve aşk yeniden dağlarda anlamına kavuşmuştu, Dağlar artık yalnızca direnmenin değil, tarihe kahramanlıkları sığdıran ÖCALAN çocukların mekanı olmuştu,
O çocuklar kendilerini her gün eşsiz bilginin kaynağında aydınlatan, Güneş’in bağrında ısıtan ve şehitlerin yolunda yeniden yaratan olmuşlardır. Bugün, bu dağlarda binlerce yürek aynı türküyü söylemekte, aynı intikam yemini içmektedir, aynı güne bakmaktadır gözleri.
Tanrıçaların diyarında Aşkın yaratığı yaşam hiç bitmeyecek, artık ateş gencecik bedenleri değil, tarihe ihanet edenlerin, köhnemiş zihnini, çürümüş yüreğini yakacak. Bizler bu dağlarda bu yemini verdik ve bu yemin peşinden gidenlerin ardılı olacağız…
DERSİM UĞUR KAYMAZ
YORUM GÖNDER