YİNE BİR U DÖNÜŞÜ…
Bundan sonra asıl bakılması gereken nokta faşist iktidar bloğu içinde bu gelişmenin yaratacağı sonuçlar olacaktır. İktidar bloğu içindeki Avrasyacı/ Ergenekoncu kanat nasıl bir tepki verecekti?
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği ile ilgili Türkiye’nin en yetkili ağızlardan başlayarak esip gürlemelerine, en üst perdeden sarf ettiği sözlere, çektiği restlere bakarsanız dün çok “ani bir kararla” Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine vetosunu kaldırması insanı şaşırtabilir.
Çok uzun zaman önce değil Haziran ayının başında Cumhurbaşkanı, “NATO bir güvenlik teşkilatıdır. İsveç bildiğiniz gibi PKK/PYD/YPG gibi terör örgütlerinin cirit attığı bir ülke konumunda. Hatta parlamentoları içinde bile teröristler var. Bu teröristler parlamentoda yer aldığı sürece, ülke caddelerinde terör örgütlerinin posterleriyle gösteri yapıldığı sürece ve bunun da İsveç polisinin güvencesinde yaptıkları sürece, İsveç devlet televizyonlarında terör örgütü liderlerinin söyleşileri yayınlandığı sürece biz bunlara 'Buyurun devam edin, buyurun NATO'ya girin' diyemeyiz. Aynı şey Finlandiya için de geçerli” demişti.
Ve aynı açıklamanın devamında geçmişte Yunanistan’ın NATO’ya girmesine yönelik vetonun 12 Eylül Darbesi ile kaldırılmasına atfen “NATO noktasında geçmişte Yunanistan ile yaşadıklarımızı şimdi bunlarla yaşamak istemiyoruz” diye eklemişti.
“Terör”, “terör örgütü”, “terörist milletvekili” gibi bizlerin iktidarın ağzından duymaya oldukça alışık olduğumuz kavramlarla dolu bu açıklamanın üstünden bir ay bile geçmeden Türkiye’nin vetosunu kaldırması birçok kişi için sürpriz oldu.
Ne olmuştu da Türkiye vetosunu kaldırmıştı? Ne olmuştu da iktidar daha birkaç gün önce 12 Eylül darbecilerini Yunanistan’ın NATO’ya kabul edilmesi ile ilgili vetosunu kaldırdığı için kınarken, bugün kendisi çok benzer bir şey yapmıştı?
Aslında şaşırılacak hayrete düşülecek bir şey yok ortada.
Türkiye’nin geçmişte yaşadığı birçok diplomatik krizlerde ne yaptıysa, bu sefer de farklı bir şey yapmadı. Amaç da aynı; yöntem de aynı.
Amaç, diplomatik krizleri kullanarak ülkenin gerçek sorunlarının üstünü örtmek ve kaybettiği desteği geri kazanma adına diplomatik krizlerden meşruiyet ve rıza devşirmek. Bu yönde ilk önce, iç kamuoyunda gündemi değiştirmek, milliyetçi/ulusalcı desteği konsolide etmek için sözde sert çıkışlar yapılır; büyük sözler söylenir. Fakat bu çıkışlar gelen tepkiler açık ve kapalı tehditler ile yegane kaygıları olan “varlıklarını sürdürme” için bir tehdit haline geldiğinde geri adım atılır ve “asla yapmayız” dedikleri şeyler bir bir yapılır. Sonrasında ise ya ilk söylenen sözler hiç söylenmemiş gibi davranılır ya da toplumu geri adım atanın kendileri değil karşı taraf olduğuna ikna etmeyi amaçlayan bir söylem üretilip topluma pazarlanır.
Dolayısıyla, özellikle içteki siyasi ve ekonomik krizlerin derinleşmesi ve buna bağlı olarak iktidarın sahip olduğu toplumsal desteği kaybetmesi ile birlikte özelikle Batı ile ilişkiler bağlamında diplomasi, iktidar için iç politikada meşruiyet ve rıza üretebileceği bir gerginlik kaynağı halini almıştır.
Örnekleri çok.
Rahip Brunson krizi sırasında yapılan “Bu can bu bedende, bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsınız” çıkışının hemen ardından dönemin ABD Başkanı’nın Başkanı’nın yaptırım tehditleri ile Brunson’un bırakılması örneğine geri gitmeye gerek yok. Daha birkaç gün önce, gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın katledilmesi ile ilgili belgelerin kendilerine teslim edilmesini talep eden Suudilere “Belgeleri dinletiriz ama vermeyiz, bir de bunları yok mu edeceksiniz? Ses kaydında üst düzey asker açıkça ‘Ben kesmeyi iyi bilirim’ diyor. Bunlar dünyayı enayi zannediyor, insanları enayi zannediyor. Bu millet enayi değil” diyenler, davayı kapatıp dava dosyasını Suudilere göndermiş, düne kadar cinayetin planlayıcısı olmakla suçladıkları Suudi prensini Ankara’da ağırlamamış mıydı?
Dolayısıyla bugün Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği ile ilgili vetosunu kaldırmasında şaşılacak bir şey yok. Sadece bir bireyle ilgili bir konuda bile ABD’nin açık tehditleri karşısında geri adım atan Türkiye’nin, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin Rusya’yı çevreleme noktasındaki önemi düşünüldüğünde, ABD’nin küresel güvenlik planları açısından çok önemli bir konuda, her türlü yaptırımı göz alıp uzun süre ayak diretmesi beklenemezdi; hele de böylesi bir ekonomik kriz koşullarında.
Şüphesiz bu u dönüş de iktidar çevreleri tarafından bir kazanım, Türk tezlerinin kabulü olarak sunulacaktır; ki bu yönde açıklamalar, yazılar gelmeye de başladı. Tabii artık bu kadar sık u dönüşü yapılan bir ortamda bunlara kendi yandaşları içinde bile inanç kaldıysa.
Ama bundan sonra asıl bakılması gereken nokta faşist iktidar bloğu içinde bu gelişmenin yaratacağı sonuçlar olacaktır. İktidar bloğu içindeki Avrasyacı/Ergenekoncu kanat nasıl bir tepki verecekti? İktidar bloğunun kanatları arasındaki güç dengesi nasıl etkilenecektir? Perinçek’in “ABD, Türkiye'yi tehdit etti. Tayyip Erdoğan hükümeti ABD'ye boyun eğdi” şeklindeki açıklaması bu bağlamda not edilmelidir.
Ayrıca elindeki en önemli kozu kaybeden Türkiye’nin Batı ama özellikle ABD ile ilişkileri bu gelişmeden sonra nasıl bir şekil alacaktır; Türkiye Rusya ilişkileri ve buna bağlı olarak Türkiye’nin Suriye’deki varlığı İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği ile birlikte nasıl bir yola girecektir; Türkiye vetoyu kaldırma karşılığında Suriye’ye sınırlı da olsa bir harekat için onay aldı mı gibi sorular da sorulabilir.
Yerimizin darlığından, şu anlık sadece soruları sormakla yetinelim; cevaplarını başka yazılara bırakalım.
CİHAN DENİZ
YORUM GÖNDER