AYNI DAVANIN YOLCULARI BABA VE KIZ
Annem daha yeni ölmüştü, annemin ölümünden sonra babam üç ay boyunca eve gelmedi, ninem bize bakıyordu. Aylar sonra babam bir gece eve geldi, o gece hepimizin başını yıkadı, akşam yemeğini birlikte yedik annemin ölümünden sonra ilkti babamın bizimle bu kadar uzun ilgilenmesi. babam hem anne hem de babaydı bizim için o gece…
Geceyi kardeşler olarak babamın kollarından uzanmış mışıl mışıl uyuyorduk. Babamıza sarılıp adeta annemizin kokusunu içimize çeker gibiydik, aylardan sonra babamızın kollarından o zamanın keyfini çıkarıyorduk hayat bize güzeldi.
Türk askerleri gece geç saatlerde kapımızı kırarak içeriye daldılar, dördümüzde birden uyandık çığlıklar içinde. Baba baba kimdi bunlar? Korkunç görünüyordular hemen gözlerimizin önünde babamın ellerini önden kelepçelediler sonrada çıplak ayaklarla köyde dolaştırarak köy meydanına götürdüler. Nerdeyse köyün hepsini meydanda toplamışlardı, komutan gelirken yolda babam için hazırladığı bir odun vardı, binbaşı odununu kaldırdı, babama vuracaktı. Babam tamda o esnada her iki kolunu havaya kaldırarak binbaşının kafasına vurdu. Binbaşı babamın vurduğu derbeyle yere serildi siz kimsiniz beni köyümde ve köyümün insanları gözlerinin önünde beni vuracaksınız?
Bir asker dünyaya bedel demeleri yine dünyanın üçüncü gücü olan Türk komutanı yerlerde toz buz oluyordu, bu Türk tarihinde bir ilkti tabi Kürtlerdede…
Babam etrafı onlarca askerlerle sarılı olmasına rağmen kaçmayı başardı. Bu kaçış özgürlük kaçışıydı demesi tam yerinde olur. Bizler yıllarca babamdan haber almadık, hepimiz küçüktük, büyüdük, düştük, kalktık, hapislarde kaldık, hayatımızın çok üstünde olay ve olguları yaşadık, tanık olduk.
iki yıl sonra babamın yaşayıp yaşamadığını netleştirmek için dağları, ovaları aşarak Urmiye geldim. Uzun zaman babamı görmesem de, belki tanımam ama çok heyecanlıydım ve hayaller koruyordum: “ yeşil çam filmlerin etkisi olmalı ki ben babamı görünce o karşıda bana doğru koşar adımlarla kızım kızım diyecek, bende kollarımı açmış şekilde baba baba diyeceğim.” hayalli beni fazlasıyla heyecanlandırıyordu. Evet babamın karşısındaydım “ne o bana kızım kızım dedi, ne de ben baba baba diye bildim.” Orada bir sürü arkadaş vardı herkesin bana selam verdiğinin ötesinde değildi, babamın selamı.
Bir kaç gün kaldım bir çok nedenlerden dolayı partiye katılma kararını verdim. Ancak birkaç gün sonra beni başka bir eve götürdüler, kapıdan içeriye girerken bir ayağı olmayan biri bizi karşıladı, yemek saatiydi, yemek masasına götürdüler. Masada oturdum, gördüğüm kim varsa ya kolu ya ayağı ya da başka bir parçası yoktu. Ödüm koptu ben nereye geldim. bunlar neden bir parçaları yok? Yoksa benim de ayağımı kesmek için mi getirdiler buraya? Titriyordum korkudan daha yeni kararımı vermiştim, kararsız düştüm, gözlerim fal taşı gibi açıldı, benim bu halimi görüp tahmin eden bir anne vardı. Bana bakarak kızım burası yaralı evidir, değince bir başka arkadaş bana çay getirip verdi. Bak bu gördüklerin hepsi savaş gazileridirler. Bunlar Kürdistan için canlarını feda ettiler,
Anladım ki burası yaralı ve gazi eviydi, anlayana kadar ödüm kopmuştu. Ben üç günlük için örgütte gelmiştim bir daha da gitmedim. Bu seferde babamın yolunda yürümeye karar verdim. İkimiz de gerilla olmamamıza rağmen on beş yıldan sonra babamı görebildim. Artık ikimizde aynı davanın yolcularıydık. Ben babamla gurur duyuyordum, babam da benimle gurur duyuyordu.
BERİTAN AYDIN
YORUM GÖNDER