TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (5.BÖLÜM)
TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (5.BÖLÜM)
0 Yorum
864
11-09-2021

TARİHTE YAŞANAN ÖZ SAVUMA ÖRNEKLERİ

H-PALMİRA RÜZGÂRI: ZENOBİA;

Zenobia, (Al-Zabba’nın kızı) olarak adlandırılmıştır, Zenobia ve annesi Al-Zabba ismiyle anılmıştır, bunun anlamı 'güzel, uzun saçlı biricik' dir. Zenobius MS 229 yılında Suriye'debir klan lideridir ve annesi Arap Emesa kraliyet ailesine(Mısır) mensuptur. Güzelliği, entelektüel bilgisi ve zeki olması ile bilinen Zenobia’ nın eşi Kral Odaenathus ve üvey oğlu Hairan suikaste uğrayarak öldürülünce yönetimi ele alır. Palmira alanını kısa sürede genişletmeye başlar ve Sasani İmparatorluğu'nun saldırılarından korunmak amacıyla bir müddet Romalılarla barış yapar. Ancak bu durum uzun sürmez ve Zenobia Roma imparatorluğuna karşı bir ayaklanma başlatır. 269 yılında Palmira ordusu, Zenobia komutasında Mısır'a girer. Roma kuvvetleri Palmiralıları Mısır'dan çıkarmayı başaramaz. Kendisini 'Mısır Kraliçesi' ilan eden Zenobia askerlerle birlikte at sürer ve kilometrelerce yürürmüş. Bu özelliklerinden dolayı kendisine 'Savaşçı Kraliçe' denir. Zenobia' nın ordusu Anadolu'nun Ankara ve Kalkedon yakınlarına kadar olan bölgeleri kontrol altına alır. Ardından Suriye, Filistinnn ve Lübnan Palmira sınırları olur. Böylece Roma İmparatorluğu'nun denetiminde olan ticaret yollarının tümü kontrol altına alınarak Palmira’ya katılır. Galya' daki askeri başarıları sonrasında doğu topraklarını tekrar ele geçirmek üzere harekete geçen Roma kuvvetleri ve Zenobia Antakya yakınlarında karşılaşır ve çarpışır. Dağılan Palmira kuvvetleri Antakya ve Emesa şehirlerine çekilir. Zenobia, Roma ordusu ulaşmadan Emesa ‘deki hazinelerini naklettirip, kuvvetlerini yeniden toparlamaya çalışırken oğlu ile deve üzerinde, Romalı süvarilerce Fırat nehri kıyısında tutsak düşer. Bundan sonrası yaşamı tam bilinmemektedir; kimi tarihçilere göre Zenobia ‘ nın oğlu yolda ölür ve 274 yılında İmparator Aurelian' ın Roma'da düzenlediği zafer geçidinde Zenobia altından zincirlerle bağlanmış bir şekilde Romalı vatandaşlara gösterilir. Onurlu, özgür duruşu, zarafeti ve güzelliğiyle Romalıları etkileyen Zenobia filozof ve saygı duyulan bir hükümdar olarak kabul görür. Bazılarına göre Aurelian savaşında Palmira' da iken suikaste uğrayarak öldürülmüştür ya da Romaya götürülürken kendisini yılanla zehirlemiştir. Roma hegemonyasına karşı bir direniş gücü olan Palmira ve Zenobia esasta neolitik kültürün kent uygarlığına direnişinin devamıdır. Bu direnişte kadın gerçeği adeta bir ayaklanma halindedir. İki hegemonik güç olan Sasani ve Roma imparatorlıuklarına karşı bir uygarlık alternatifi olmaya çalışır. Palmira’nın iç toplumsal yapısının katı sınıf ve iktidar temelli şekillenmemesi, barışçıl bir ticaret politikasını esas alması, kültür ve felsefe dünyasını geliştirmesi, kadına dayalı soy hukuku ve katı bir ataerkil aile modeliyle sosyal ayrışmanın derinleşmemiş olması, en önemlisi kadın kişiliğinin saygınlığını koruyor olması kent uygarlığını sentezleme çabalarını yansıtmaktadır.

I- FİLİSTİNLİ DALİLA:

Samson M.Ö 12 Yy da yaşayan antik İsrail’in son hâkimlerinden biridir. Mitik bir savaşçı ve güç hikâyesi ile anlatılan Samson Filistinlilerin egemenliğine karşı İsrâiloğullarının egemenliğini sağlamakla görevlendirilmiştir. Bu görevine uygun biçimde tanrısal kuvvet kendisine verilmiştir. Tüm kuvveti saçlarında olan Samson önüne gelen her şeyi yerle bir edecek, orduları devirecek bir güce sahiptir. Samson şiddetin kişiliğidir; Filistin kadınlarına düşkün olan Samson hiç bir kadınla ilişkiye girmeme andını Timna kentinde gördüğü bir kızla ziyafet düzenleyip eğlenerek bozar. Filistin halkından olmasına karşın bu kızla evlenen Samson, düğünde sorduğu bir bilmece yüzünden kız tarafıyla kavgaya tutuşur ve karısının geri götürülmesi üzerine Timna’ya inip çok sayıda Filistin’yi öldürür. Gazze'de bir fahişeyle beraberkende gene Filistinlerle dövüşür ve onları uzaklaştırır. Filistinli Dalila Samson’un halkına uyguladığı katliamlara son vermek ve Filistinli kadınlara el koyan Samson’ dan kurtarmak için onun yanına gider. Sorek Vadisinde Dalila ile karşılaşan Samson ona âşık olur. Dalila Samson’ un gücünün ve şiddetinin zayıf noktasını öğrenmek için onu inceler. Samson’un gücünün uzun saçlarından kaynaklandığını öğrenen Dalila, uykudayken saçlarını kesip Samson'u Filistinlere teslim eder. Akıl, zekâ ve taktik planlamaya dayalı öz savunmayı anlatır Dalila. Şiddetin aynı zamanda insan zekâsı ve yeteneği karşısında büyük bir zaafı barındırdığını anlatan Samson ve Dalila olayı, kadının erkek egemen şiddeti yenme yeteneğini aklına dayalı geliştireceğine iyi bir örnektir. Erkek gücü, kutsanmış kuvveti ve şiddeti bir zaaf barındırır; bu zaaf kadın aklını inkâr ve kendine aşırı güvendir. Abartılı erkek kişiliğidir Samson, fiziğin gücü kadar düşünebilmektedir ve sadece kendisinin bilgisine sahiptir. İşgal zaten böyle bir kişilik ister, çünkü Samson bir işgal tasarımıdır. Filistin topraklarına dadanışı, hoyratça işgali önce kadınları mülkiyetine alarak başlatması ve kadını ele geçirdikçe işgali tamamlamaya çalışması egemen erkek uygarlığının ekonomi politikasını dile getirmektedir. Bir ülkeyi ele geçirmek istiyorsan önce kadın bedenlerini işgal edeceksin! Bu nedenle Dalila demek işgale karşı direniş demektir.

İ- ESTER VE KURTULUŞ:

Ester (MÖ 486 - MÖ 465) yıllarında yaşamış bir Yahudi Pers kraliçesidir ve halkına dönük soykırımı engelleyen bir kurtarıcıdır. Saray kapı görevlisi Mordehay’ın kuzeni Ester Pers kralı Ahaşveroş ile Yahudi olduğunu gizleyerek evlenir. Mordehay ve vezir Haman arasında yaşanan iktidar kavgası sonucu, vezir Haman, Mordehay’ın Yahudi olduğunu öğrenir ve Kral bu iktidarına yönelen tehdidi engellemek için Yahudi halkına dönük soykırım kararı alır. 13 Mart tarihli ferman ile Pers impratorluğu sınırlarında yaşayan Yahudilerin öldürülmesi ve mallarına el konulması kararını veren Kralı fermanı geri çekmesi için ikna etmeye çalışan Ester, kendisinin de Yahudi olduğunu açıklar. Kral Haman’ın Ester’e bağışlanması için yalvardığı esnada odaya girdiğinde, Haman’ın Estere tacizde bulunduğunu düşünür ve hemen öldürülmesi kararını verir. Ancak ferman geri çekilmeyeceğinden, kral Yahudilere kendini savunma hakkı tanır. Ester böylelikle bir soykırıma karşı halkının güvenliğini sağlamış olur. Persli saldırganlardan korunmak için silahlanan Yahudiler kendi öz savunmalarını sağlar ve Yahudilerin malları yağmalanamaz. Ester bir mektup yayınlar ve Yahudi halkının kurtuluşunun birinci yılı Purim denen bayramla kutlanır. Bu olay ile Ester halkı tarafından peygamber olarak görülür.

J-KELT KADIN DİRENİŞİ:

Roma, Avrupa’daki neolitik halklara ‘barbarlara’ karşı mücadele adı altında durmaksızın saldırılarla yönelmiştir. Batı Roma’ nın en fazla zorlandığı konuların başında bu neolitik halkların hiç egemenliği kabul etmemesi ve direniş halinde olmasıdır. Batı devletçi uygarlığın en fazla inşa ettiği zihinsel yargı, kadınların ve halkların toplumsallığını yabanıllık ve barbarlık evreleri olarak tarif etmesidir. Buna göre devlet uygarlaştırıcı bir güçtür ve bu devletin yayıldığı her alan uygarlaşır mantığını kurar ve uyguladıkları şiddeti meşrulaştırırlar. Bu zihniyeti öncelikle batı halklarına karşı uygulamaya geçirmiş ve batının özgür kadınlarını ve halklarını katliamlardan geçirmişlerdir. Ancak batı toplumları ve kadınları günümüze kadar devam eden direnişlerinden asla vazgeçmemiş ve bu uygarlaştırılmaya karşı kendilerini savunmuşlardır. Tarihe kayıtlı örneklerden ikisini örneklersek; ‘A. Pelletier, Romalıların kadınların yönettiği halklarla karşı karşıya geldiklerinde duydukları hayretten söz eder. Örnek olarak da Marius'la Ambroniarı İ.Ö. 102'de Aix Province'de karşı karşıya getiren savaşta kadınların oynadıkları role şaşıran Plutarcos'u gösterir: 'Orada Romalıları kılıçları ve baltalarıyla karşılayan, öfke ve nefret çığlıkları atan kadınlar, bir yandan kaçakları durdurmaya çalışıyor, bir yandan da düşmanı kovalıyorlardı... Savaşçıların arasına katılıyor, çıplak elleriyle Romalıların kalkanlarını koparıp kılıçlarını ellerinden alıyor, bir yandan da bedenlerini paramparça eden yaralara yenilmez bir cesaretle katlanıyorlardı' Elisabeth Badinter.

K-BOUDİCA:

İcani kralı Prastagus güvenliğinden emin olmadığı krallığını ve servetini iki kızına ve Roma imparatoru Neron’a bırakır. Kralın ölümünden sonra İcani kabilesinin kraliçesi Boudica, Neron’ un izniyle kamçılanır ve kızları Roma ordusunun askerlerince tecavüze uğrarlar. Sonsuz bir sabırla yaşadıklarına katlanan Boudica bu arada halkını isyana hazırlar. İntikam ve isyan çağrısıyla halkını isyana ikna eder ve yüz yirmi binlik ordu kurarak başına geçer. Doğu Angila bölgesinin tamamı isyancıların eline geçer ve 70 bin Roma askerinin öldürüldüğü belirtilir. Roma ordusunun karşı saldırısıyla bölge ele geçirilir. Boudıca ve kızları aşağılanmayı kabullenmemek için zehir içerek ölümü seçerler. Boudica, kadınların onurları için dünyayı ayaklandıracak kudrete sahip olduğuna somut bir örnektir.

 L-MAZDEİZM:

İsyan ve ayaklanma Kürdistan’da bir varoluşsal karakter kazanmıştır. Kürdistan toplumunun neolitik yaşamdan kopmama ısrarı, devletleşmeme ve sınıflaşmama konusunda direngen bir sosyolojik gerçekliğe yol açmaktadır. Bu eksende anlam ve zihin dünyası sürekli yenilenmiş, Zerdüşt, Mani, Ebu Müslüm Horasani, Hürrem hareketleriyle komünal karakterini güçlendirmişir. Dönem dönem Hurri, Mittani, Med, Kassit, Mervani devlet organizasyonlarına gitmiş, kent uygarlığına adımlar atmış olsa da iç toplumsal yapının devletleşme ve sınıflaşmaya direngenliği sonucu hegemonik karakter edinememiştir. Zaten devlet için gerekli olan kadın köleliğinin ve sınıfsal köleliğin başarılması Zerdüşti düşünen bir toplumsallık için mümkün değildir. Kürt halkı hep bir demokratik uygarlık çizgisinde kalmanın ve yaşamanın kültürü olarak, bu nedenle direniş halkı özelliğini kazanmıştır. Hegemonik uygarlıklar ile sürekli bir çatışmalı ve ayaklanma temelindeki ilişki biçimi ona özerk bir statü kazandırmıştır. Toplumsal hakikatine saldırı olduğunda direnen Kürt halkı, özgürlüğüne saygılı davranan çevre uygarlıklarla bir barışçıl uzlaşma esnekliğini göstermiştir. Ancak devletçi uygarlıklarla işbirliği temelinde gelişen iç Kürt sınıflaşması ataerkil kültürü Kürt toplumuna taşır. Kürt toplum yapısında açığa çıkan ataerkil sistem ve cins çelişkisinin şekillenmesi bu özellikte seyreder. Sümer uygarlığından Kürtlerin etkilenmesi Enkidu kişiliğinde somutlaşır. Enkidu İnnana kültürüne karşı Gılgamış ile birlikte savaş verir. Ama Kürtlerin sınıflaşma ve ataerkilleşme karakteri yaygın biçimde islamiyet ile gelişir. Beylikler ve şeyhlik kurumu ile kadını eve kapatma, örtme ve hanedanlığın nesnesi konumuna mahkûm etme bu süreç ile gelişir. Hanedanlık Kürt egemen erkeğin sınıf, ataerk ve devlet olmasının yoludur. Mervani Kürt devlet kuruluşu hanedanlık ideolojisi ile sağlanmış ve cariyelik-saray kültürü bu dönemde Kürdistan toplumunda bir sisteme kavuşmuştur. Kürt kadınları tarafından güçlü sosyolojik analiz yapılması gereken konulardan biri de, merkezi uygarlık etkilenmeleri sonucu Kürt erkeklerinin egemen sınıf ataerkil aile modelini iç toplumsal yapılarına taşırmalarıdır. Bu durum tüm ataerkil kültürlerin Kürdistan toplumuna taşırılması anlamına gelmektedir. Sömürgecilik karşısında güçsüzleşen erkek kadın üzerinden sınıf ve iktidar gücü kazanarak biçim almıştır. Özgür ve komünal aşiret ekonomisinin, kır komünal yaşantısının kadın emeği ve ekonomisine dayandığı Kürt toplumunda, bu süreçten itibaren şeyh, bey, ağa tarafından toprağa ve emeğe el koyma, komünal üretim ilişkileri yerine serf-feodal ilişkilerini ikame etme gerçekleşir. Toplumsal birikime el koymak için kadını eve kapatma, soy sürdürme aracı yapma, mülkleştirme süreci derinleştirilir. Bunun için kadın aleyhine olan tüm ideolojik söylemler, dinsel kadın aleyhtarlığı ve mitolojik anlatılar topluma taşırılır.Dikkatli bir inceleme yapıldığında görülecektirki Kürt ataerkil söylemin kendine has bir ideolojik argümanı yoktur, tamamı dışarıdan içeriye taşırılan kadın düşmanı ideolojik anlatılardır.

Zerdüşt felsefesinin ikinci büyük isyan hareketi Sasani imparatorluğuna karşı geliştirilen Mazdeki harekettir. Mazdek ve Hürrem özgür aşk öğretisine dayandırdıkları kadın özgürlüğünü, kamu mülkiyetini ve sosyal eşitlik ilkelerini bir siyasi programa kavuştururlar. 1-Mal ve servetlerin paylaşılması temelinde ortakçılığını 2- özgür aşk ilişkileri temelinde kadın-erkek arasında eşitliğini 3-İnsanlar üzerinde iktidar ve tahakküm kurulamayacağı sınıf-iktidar karşıtlığını ayaklanmanın ideolojik ilkeleri olarak dillendirirler. Ayaklanma tarihin en büyük, yaygın ve gerçek komünal ayaklanması olarak örneklendirilir. Bu yaygın halk ayaklanmasında aristokrasi, din adamları ve servet biriktiricileri cezalandırılır ve eşitlik uygulanır. Mazdekçilik'i savunanlar, zengin kişilere ait olan haremlere baskınlar düzenler ve cariyelere eşit haklar verir, servet kamulaştırılır. Özgür aşk tanımı klasik evlilik modeline karşı bir öğreti olarak geliştirilir; bu öğretiye göre evlilik dini bir kurum değildi, iki kişinin özgür iradesine ve karşılıklı rızaya dayalı aşk temelli olmasını gerektiriyordu. Bu öğretinin etkileri büyük olur ve çok eşlilik hızla ortadan kalkar. Mazdek’ in eşi Hürrem bu hareketin komünal ve kadın özgürlükçü felsefesini belirleyen Rêber Apo pozisyonundadır. Mazdek, Nuşirevan tarafından oyuna getirilerek öldürülür (M.S. 500'ler) ve bütün Mazdek taraftarlarına katliam seferleri düzenlenir. 7. Yy da ceylan derisi üzerine Gorani lehçesiyle Zerdüşti inanca sahip birinin yazdığı bu şiir, dönemin durumunu anlamamız açısından önemli bilgi sunmaktadır.

Kutsal yerler yakıldı, kutsal ateşler söndü

Herkesten saklandı namlı büyükler

Zalim Araplar girdi ta Fırata dek

Köylerden tut da ta Şehrizura kadar

Esir alındı bütün kızlar ve kadınlar

Kendi kanında boğuldu özgür adamlar

Kimsesiz kaldı Zerdüştün töresi, dini

Yüce Hürmüz affetmeyecek hiç birini.

M-HÜRREM:

Mazdek’in eşi Hürrem tarafından sürdürülen komünal direniş Ortadoğu’da temel inançlardan biri olma özelliğini kazanır. Hoş, güzel ve iyi din anlamında Hürremizm adını alacak hareketin önderi Hürrem Sasani katliamından sonra Rey şehrine giderek burada Mazdek’in katliamdan kurtulan birkaç yoldaşı ile birlikte düşüncelerinin yayılmasını örgütlemiştir. Hürrem Rey tarafına kaçarak Hûrremdîn’îyye adı altında ortaya çıkacak olan düşünceyi örgütlerken aynı zamanda komünal bir yaşamı geliştirir. Anlayarak yargılamayı, anladığını korumayı, koruduğunu yaymayı ve sonunda coşkuyla zaferini ilan ederek özgür toplumu kurmayı müjdeleyen bir reform programına sahip Hürrem yeni bir başkaldırının temellerini atar. Nîzam-ül Mülk Siyasetname kitabında konuya şöyle yer verir: “Mazdek, ‘mal insanlar arasında ortaktır’ diyordu. Çünkü insanlar, tanrının kulları ve Âdemin çocuklarıdır. Her biri ihtiyacına göre yekdiğerinin malını kullanmalı ve hiç kimse bu haktan yoksun kalmamalıdır. Herkes malca eşit olmalıdır. Mazdek’in bu sözleri üzerine herkes malını ortaklığa koymuştu... Mazdek öldürüldükten sonra karısı Hürrem, iki adamıyla birlikte Medayin'den kaçtı. Rey kasabasına giderek halkı kocasının yoluna çağırdı. Peşine takılanlara Hürrem Din adı verildi... Hürrem Dinliler her yana dağıldılar ve her kentte başka bir ad aldılar ve her yerde de sürekli olarak başkaldırdılar. Bâtınîler onlarla beraber oldu, çünkü her iki mezhebin aslı birdir.” Hürrem, Sasani imparatorluğunun zulmü ve Abbasiler’in zorla İslamlaştırma saldırıları karşısında direnen kültürlerin, komünal toplumsal güçlerin ve kadınların öz savunmasının isyan biçiminde harekete geçtiği geniş bir zaman ve coğrafyayı temsil eder. Ortadoğu halklarının ortak direniş ve ideolojik kimliğinin bin yıllık adı Hürremizm olur. Kürt, Fars, Türk kadın ve halkları özgür aşk, eşitlik, ortaklık ve adalet öğretisini takip ettikleri Hürrem’e şu şiirle seslenirler;

 ‘Ta hazarda aradım seni Saçların kara mıdır hala Ve döver mi dizlerini

Ey isyanın anası

Anlatabilir mi seni yalnız

Bir payizin savrulan yaprakları’

Hürrem’e adanan bu şiirden de anlaşılacağı gibi Hürrem 7. yüzyılda İslami yayılmacılığa ve zorla İslamlaştırma saldırılarına karşı başlattığı ayaklanma ile yüzyıllarca Mezopotamya ve Anadolu komünal hareketlerinin birlik gücü olur. 7. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar Ortadoğu’da gelişen tüm komünal ayaklanmalar, Hürremî hareketin başlattığı ayaklanmanın devamı olarak açığa çıkar. Babaî, Yaresan ve Alevi hareketler ve ayaklanmalar bu inancın, direniş kültürünün devamcılarıdırlar. Abbasiler döneminde ortaya çıkan İslâm karşıtı hareketlerin temel sosyal grubunu, toprak eşitliğini savunan köylüler oluşturmuştur. Köylü ayaklanmaları ve topraksızlar hareketi diyebileceğimiz İslâmiyet dönemindeki Mazdekî hareket ve IX. yüzyıldan başlayarak Hürremizm, komünal kır toplumun ideolojik formudur. Kızıllar da denilen Hürremiler dünyadaki kötülüğün ve düzendeki adaletsizliğin nedenini toprak paylaşımındaki ve sosyal yaşamdaki eşitsizlikte görüyordu. Toprakları toplumsal mülkiyete devr etmek ve köy toplumlarının yönetimine bırakmak isteyen Hürremilerin dini inancını oluşturan düşünce, baskının, sömürünün, zulmün, eşitsizliğin karanlığı meydana getirdiğiydi.

Kadınların öncülüğünü ve çoğunluğunu oluşturduğu Hürremiler kadın-erkek eşitliğini sağlamak, özelleştirilen toprakları geri almak, vergi ve haraçları ortadan kaldırmak istedikleri ayaklanmalarında Abbasi hanedanlığına karşı son derece uzlaşmaz ve radikaldirler. Kadınların bu hareket içindeki etkinliğini daha sonra Babek isyanında görmekteyiz. Hürremizm hareketinin lideri Cavidan’ın ölümünden sonra, Cavidan’ın eşi, Babek’ in Hürremi hareketin başına geçmesini sağlar. Hürremileri toplayıp Cavidan’ın vasiyeti olarak şu sözlerle hitap ettiği kayıtlara geçmiştir: “Genç Babek, ölen Cavidan’ın kutsal ruhunu taşıyor. Babek bundan böyle topluluğun önderi olacak… Mazdek’in dinini yeniden ihya edecek. Babek sayesinde en düşkünümüz bile azizler gibi olacak, çaresizliğiniz son bulacak.” Bunun üzerine Hürremiler Babek’i yeni liderleri olarak kabul etmişlerdir. Rêber Apo bu süreci “Mazdek, Hürrem ve Babek gibi ünlü komünalistler tarafından sergilenen isyan ve direnişler, alan ve karakter unsurları nedeniyle Zerdüştizmin son temsili olabilir. Her üçü de hem İran-Sasani çürümüş monarşizmine hem de sefahat içindeki Abbasî sultanlarına karşı direnişleriyle kahramanlık simgesi oldular”(16) temelinde değerlendirmektedir.

N- GERÇEK İNSAN: YARESAN;

Kermanşah bölgesinin eski inançlarından biri olan Yârsâni Farsça Yaresanizm Arapça Ehl-e Haqq olarak biliniyor. Yârsânizm inanç öğretisi olarak ‘‘Gerçeğin halkı’’ veya ‘‘Gerçek insan’’ anlamına gelmektedir. Yaresan kelime anlamıyla yoldaş ve inanan anlamındadır. 8. yüzyılda Behlûlê Mahî-Medi tarafından kurulan bu inanç tümüyle şiir ve müzikle aktarılır. Yaresan edebiyatı inancın felsefî ve kuramsal anlatım biçimidir. Kadın şairler bu inancın ve kültürün kutsal kişilikleri arasındadır. Şiir ve müzik kutsalın dile getirildiği bir ibadet biçimi olduğundan; şair ve stranbej kutsal sözün aktarıcısı olarak divanı oluşturmaktadır. Bu kadın şairlerden biri 13-14. yüzyıllarda yaşamış olan Xatun Dayrakî Razbar’dır. Razbar Ehl-i Hak dininde Hakk'ın tecellilerinden biri olan Sultan Sohak’ın annesidir. Kermanşah’ta 13. yüzyılda şair Lîza Xanım ve 14. yüzyılda Kürt Sultan Sohak öğretinin kuralları ve inançsal törenlerini yeniden formüle edip sistemleştirirlerirler. Dönemin egemenlerinin İslamiyet adına insanı kullaştırma, köleleştirme ve mülksüzleştirme yoluyla iktidarı altına alma baskılarına karşı felsefî bir karşı koyuş baş gösterir. İnsanın, tanrının cisimleşmiş sureti olduğunu dile getiren ‘En El Hak’ inancı, insanı tanrısal hakikatin kendisini dile getirdiği değer olarak tanımlayarak kutsallaştırır. Böylelikle insanın insana kulluğuna, insanın insana zulmüne, insanın insana tanrı olmasına karşı bir felsefî tavır alırlar. İnsan tanrının suretiyse, hiçbir insan insanın üzerine efendi olamazdı. Muazam bir hümanizma içeren bu inanç, aynı zamanda yaratılış ilkesini hakikate en yakın yorumlar. Ehli Hak evrensel ruhun insanları, doğrunun insanları demektir. Bu sözler, ilk yaratılışı meydana getiren incinin, enerjinin diyalektik dönüşümlerinin sonucunda insanın oluştuğunu anlatır. Dünyanın evrensel ruh(hak) Azal'da yani 'yokluk- öncesi'nde, bir inci içinde bulunduğu dönemde yaratıldığına, kendisini birincil avatarın(tanrının yüzü) (Zati Başar) Ulu Tanrı'da(Xanwandagar)ifade ettiğine ve dünya yaşamını oluşturan yedi evreden söz ederler. Kızıl giysi ve semboller taşırlar, Yoldaş ya da inanan anlamında YAR sözcüğü bu evredeki iki avatarın adında yer alır. Mazyar (Mah yazd yar, Med Meleği'nin yoldaşları anlamında)Hazar Denizi civarında başkaldıran bir Yezdani Devrimcisinin adıdır. Kürdistan’ın güneyinde ve doğusunda yoğunlaşan Yaresanilere göre; Tanrılık yedi kez tecelli olmuştur. Yaradan Tanrı'nın dünya üzerinde cisimleştiğine ve bunların devirlere ayrıldıklarına inanırlar. Her biri, tanrının yeryüzündeki yansıması olarak 7'ler ve 5'ler kavramını oluşturmaktadırlar. Bu inancı öğretileştirenlerden biri 11. yüzyılda yaşamış Kürt Yarsanist Şair Lîza Xanım’dır. Aşağıdaki şiir ona aittir:

Heyder nazkêş, Heyder nazkêş

Ne hizur şapame ne niyer we pêş

Qebaley sirên bikere endêş

Ba neza nopêş bêgane û xwêş

Ey halden anlayan Xeydar, ey Xeydar

Ne huzurum kaldı, ne takat, ne fer

Öğretiyi düşün, o en gizli sır

Asla anlamamalı kayıtsız cahiller.

Sultan Sohak-İshak'ın öğretisinin oluşumunda temel ilke olan bu düşünceler göstermektedirki; kadın şairler öğretinin şekillenmesinde belirleyici olmuştur. Zerdüşti inancından yola çıkan ve Kürt Aleviliğin ön aşaması olan Yaresanilikte dini törenler kadın ve erkeklerle birlikte yapılır. Melek kültü olan Ehli Hak içinde kadının temel rolünün varlığı, Zerdüşti inancın tarım toplumsallığı ve tanrıçalık inancıyla bağını göstermektedir. Toplumu yöneten Kırklar Meclisi'nin (Çihiltan) 40 üyesinden 17'si kadındır. Kimi araştırmacılar kırklar meclisinin başlangıçta kırk kadın tarafından oluşturulduğunu, erkeklerin meclise katılımı ve sayı artışının zamanla gelişen bir durum olduğunu belirtirler. Yârsânizm dininin kutsal metinlerinin yazımında Mama Nergiz Şahrazurî gibi birçok şair kadın aktif yer almıştır. 20. yüzyıl başlarında 1145 Yaresan sûfî'nin yaklaşık 500'ü kadındır. Kış mevsiminde üç gün Hızır orucu tutan, Kürtçe dilinde cem yapan, saz çalan ve ateş üstünde yürüyen Yaresan Aleviliği'nin kadın dini önderleri ve âşıklarının isimlerinden bazıları şunlardır: Celalê Xanima Loristanî, Rihan Xanima Loristanî, Lîza Xanim, Xatun Dayrakî Razbar. Xatûn Zerbanûya Derzyanî’nin eserleri dergâh ve cemlerde saz eşliğinde icra edilmektedir. Kürt kadınlarının felsefe, teoloji ve edebiyat yorumlarıyla hem kültürel toplumsallıklarını hem ideolojik ilkelerini korumaya alma biçimleri olan Hürremizm, Mazdekilik, Yaresanilik ve Alevilik aynı zamanda kadın ve köylü ayaklanmalarının siyasi programını ifade etmektedir.

O- KURRET-ÜL AYN:

Babai inancından Kurretü-l Ayn (ışığın kaynağı-gözleri okuyan, Bağdat’da felsefe eğitimi görürken ona verilmiş lakaptır, Kürtçe ismine ulaşamadık) inancını korkusuzca dile getiren, birçok ilim konusunda yetenekli bir kadındır. Kendi öğretisini kurmak için birçok âlim ile tartışır. Ünü yayılır ve her yerden âlimler onu dinlemeye gelir. Kerbela’ya giden ve ünlü âlimlerden ders alan Kurretü-l Ayn’ın ders aldığı Molla Hüseyin Babailiği seçer. Bab onun bu ender özelliğinden dolayı, O’nu Babailiğin ilk birliğini oluşturan on sekiz kişi (Hurufat Hayf) arasına alır. Kerbela ve Bağdat’da dervişlere ders verir, Babailiği yayar. Bağdat hükümdarı yakalatmak ister, kaçar. Baş müftünün huzurunda kendini çok iyi savunur ama Türk bölgesini terk etmesi istenir. Kirmanşah ve Hemedan’a doğru vaazler vererek ilerler. Bedeş’te düzenlenen ilk Babilik toplantısında Kurret-ül Ayn; hâkimiyet kurduğu en cesur komutanlar ile bir tarafta birleşir ve kendisine ayaklanmayı başlatma görevi verilir. Hemen orada halka çağrı yapar, yeni bir kitap zamanı geldiğini, kadınların kocalarının ve kardeşlerinin görevlerini paylaşacağını, artık hareme kapatılıp erkeklerin gerçekleştirebileceklerini bekleme zamanı olmadığını, kadınların toplumsal kuralları, görevlerini, çekingenliklerini bir tarafa bırakıp, tam anlamıyla erkeklerin yoldaşları olarak kendilerini göstermelerinin ve şehitlik meydanında şehit düşmelerinin zamanın geldiğini belirtir. Onu dinleyenler coşku ile ayaklanır, Müslümanlar Babailiğe geçer. 1849 Mazenderan isyanında yakalanır, Tahran’ a gönderilir. Celladı Mahmut Han güzelliği ve cesaretinden etkilenerek onu kurtarmak ister ve inancını inkâr etmesini ister. Celladını ret eder ve ağır bir işkence ile öldürülür. Ölümü Hallacı Mansur gibi kahramancadır. Bir şair olarakta tanınır.

Ö- ÇÖL TANRIÇALARININ SAVUNUCULARI:

Erkekleri İslami düzene ikna etmek ve kazanmak için, ataerkil sistemin zaman içinde uzlaşma konusu olması İslam’ın temel sorunu olmaktadır. Miras hukuku, çokeşlilik, İslam cihadı ile İslam olmayan toplumların mallarının ve kadınlarının ganimet olarak kabul edilmesi, erkeğin kadını üç defa uyardıktan sonra dövebilme hakkı olduğunu belirten ayet ve hadisler bir iktidar denklemi olarak kurulmuştur. Onaylanmak ve yayılmak için ataerkil yapılanmanın yeniden sağlamlaştırılması gerekmektedir. Ataerkil sistem sermayeleşmek demektir; kadına, toprağa, birikime el koyma hakkı verilmeden İslami fetih savaşları başlatılamamıştır. Kan ve kılıç imgeleri, öldürme kuvveti ile çok kadına sahip olma kuvveti ve cariye, eş imgeleri aynı karakterde, biri savaş meydanında diğeri ev ortamında geliştirilir. Şiddetin tanrıya yakınlaşma olarak anlaşılmasının yükselişe geçtiği zamanlar, cihadın ve kadını köleleştirmenin yükselişte olduğu zamanlardır. Muaviye, Abbasi ve Osmanlı devirleri milyonlarca kadının yurtsuzlaştırıldığı, katledildiği ve vahşice cinselleştirildiği dönemlerdir. Osmanlı imparatorluğu’nun arkasına aldığı erkek egemen gücün, ataerkil sistemin kadını ve birikimi ganimet konusu yaptığı oranda fetih savaşlarında başarılı olduğu bilinmektedir. Devlet içi çatışma ve ordu ayaklanmalarının tek nedeni ganimetlerin paylaşımı veya sınırları olmuştur. Bu nedenle, kadını ve birikimi ganimetleştirerek ataerkil gücü harekete geçirerek kendini inşa etmede en başarılı devlet olmaktadır. Ancak bu gerçeklik İslamiyetin ilk yıllarından başlayarak kadınların verdiği bir direnişle karşılanmış ve adeta kadınların İslamı ve egemen erkeklerin İslamı diyebileceğimiz bir gerçekliği açığa çıkarmışlardır. Hatta İslamiyet içinde ilk çatışma, ilk mezhepsel bölünme ve ilk tarikatlaşma kadınların ataerkil İslam çıkışına verdiği yanıtlar temelinde gelişmiştir. Çünkü islamın başlangıcı, Muhammed ve Hatice’ nin yaşadığı dönem çok farklı bir islamı temsil ederken, ilerleyen yıllarda İslamda iktidar güçlerinin birikmesiyle gerçekleşen İslam, karşı İslam biçiminde şekillenmeye başlamıştır. Bu tarihin arka planını açıklamak gerekirse; Asur, Babil, Akad devlet uygarlığının bağrından çıktığı Sami toplumları, Ortadoğu da avcı-çoban-göçebe özelliklerinden dolayı ataerkil topluma geçişin ve yayılmasının başlatıcılarıdırlar. Göçebeliğin yol açtığı yerleşim alan sorunları, avcılık karakterinin açlık problemlerine bulduğu talan saldırıları ve gittikçe şef ve şaman etrafında oluşan erk birikimi toplumsal birikimlere el koyma ve mülkiyetine almasına yol açmıştır. Mal ve mülkiyete, kadına ve çocuklara el koyan bu erkek gerçeği kabileler arası savaşların nedeni olur. Aynı paralelde el koydukları kadınları cariyeleştirerek hanedanlık kültürü köle kadın üzerinden inşa edilir.

 Aile ve evlilik, direnen ve teslim olmayan kadın kültürüne karşı köle kadın üzerinden geliştirilen karşı toplum örgütlenmesi olur. Bu neden ile kadın ve egemen erkek, doğal toplum ve devletçi uygarlık çelişkilerinin, çatışmalarının yoğun olduğu bir dönemdir. Bu çelişkilerin doruğa çıktığı yer Mekke kentidir. Mekke kadın köle pazarlarının kurulduğu, fuhuşun dini bir inanç biçiminde yaygınca yaşandığı, cariyelik kurumuna dayalı ataerkil evliliğin egemen olduğu, ekonomi üzerinde aristokratik sınıfın tekel kurduğu ve kabile savaşlarına dayalı bir iktidar tekelinin hâkim olduğu bir kent özelliğindedir. Bu kent ve doğal toplumun çatışmaları kadın çelişkisi, ekonomik çelişki ve kültürel çelişki etrafında dönmektedir. İslamiyet dönemi Ortadoğu kadın tarihi, direnişleri ve öz savunması için bu anlamda yeni bir dönemi ifade eder. İslamiyet öncesi kadın evliliğe karar verir, kocasını çadırına alır, istediği zaman boşanırdı ve çocuk onun soyundan sayılırdı. Hatice’nin evliliği bu evlilik modeline benzemektedir. Dayı klanın koruyucusu sayılırdı. Uza, Lât, Manat ana tanrıçalardır. (Manat veya Manah, Mekke şehrinin üç baş tanrıçasındandı. Putlar Kitabı`na (Kitab el-Esnam) göre İslam öncesi dönemde Araplar Manat'ın kader tanrıçası olduğuna ve üç baş tanrıçanın en yaşlısı olduğuna inanırlardı. O dönemlerde bu üç baş tanrıçanın Tanrı'nın kızları olduğuna inanılıyordu. El-Lât (Al Laht) yani Lât (Tanrıça), İslam öncesi Arabistan'daki kader, kısmet ve bereket tanrıçası. İslam öncesi dönemde Araplar onun Kabe'de yaşadığına inanırlardı ve Kabe'de ona ait bir put bulunurdu. Uzza, İslam öncesi Arabistan'daki bereket tanrıçası. Uzza, İslam öncesi Kureyşliler tarafından korunmak için çağrılırdı. Evli erkekler ile evlenmeme en belirgin tutumdur ve kadınlar istediği zaman boşanırdı. Buna göre: “Kadınlar sayaçtan bir evde oturuyorlardı. Eğer evin kapısı doğu yönünde ise, onu batı yönüne çevirirler, eğer Yemen yönündeyse Şam tarafına çevirirlerdi. Bundan erkek, artık kendisinin boşandığını anlardı.” Kadınlar aynı zamanda göçebe yaşamın ekonomik üretimlerinin tamamında yer alırdı.

 Ancak kent merkezli gelişen ataerkil ilişkiler kadının bu pozisyonlarını ortadan kaldırmak için üç temel politika uygulamaya koyar;

Birincisi, Erkekler köle kadınlar ile evlenirlerdi. Böylelikle egemen erkek egemenlikli evlilik ve aile modeli hayata geçirilirdi.

İkincisi, cariyelik kurumu ile esir aldıkları kadınlardan oluşan harem kurulur ve fuhuş kent yaşamının ekonomik unsuru olarak örgütlenirdi. Bu nedenle erkek çocuklara büyüdüklerinde savaş zamanlarında yararlı olmalarından dolayı önem veriliyordu. Oysa kız çocukları savaş zamanlarında bir işe yaramadıkları gibi, ayrıca korunmalarıda gerekiyordu.

Üçüncüsü, Arap kabileleri birbirlerine hiç bir haber vermeden savaş açarlar ve esir aldıkları kızları ya pazarlarda satarlar ya da kendileri cariye olarak kullanırlardı. İşte bu nedenlerden dolayı kız çocuklarını daha küçükken öldürüyorlardı. Kabileler arası savaşlardan dolayı erkek çocuk sahibi olmak önem kazanınca kıtlık zamanlarında kız çocukları gözden çıkarılır ve kabile savaşlarında kız çocukları esir düşmesin diye diri diri toprağa gömülürdü. Kendi iç toplum yapısında etkisini kıramadığı, iktidar altına alamadığı ve hala direnişini engelleyemediği kadına karşı diğer toplumlara saldırılar ile el koyduğu kadın üzerinden ataerkil aile ve evlilik modelini gerçekleştiren bu avcı, şaman, şef kliği savaşı bir iktidar olma yöntemi olarak ele alır. Sürekli bir kabileler arası savaşın, ataerkil kültüre bağlı olarak yozlaşmanın, kıyımın yaşandığı bu süreçte, kızların ele geçirilip köleleştirilmemesi için diri diri toprağa gömülmesi kadın trajedyasının boyutlarını açığa vurmaktadır. Ancak Menat, Uza ve Lenat kültürü etrafında direnen bir kadın gerçekliği vardır ve bu kadın gerçeği ataerkil kurallara uymamaktadır. Evlilik, miras, soy hukuku hala ana yanlıdır, özgür seçim ve eşitlik içermektedir. Zaten köleleştirilen kadın üzerinden evlilik ve ailenin çok eşli, baba soy hukuklu ve kadının mirastan dışlanarak inşa edilmesi bu yüzdendir. Köle kadının çünkü hiçbir hak ve hukuku yoktur, zaten onu elde eden erkeğin mülkü ve malıdır. Bu eş önceden hiçbir talebi temsil edemez duruma getirilmiştir.

İslam öncesi Arap toplumlarını tanımlamak için kullanılan Cahiliye devri tanımı bu anlamda bir analize tabi tutulmalıdır. Çok tanrılı din ama bu çok tanrıcılığın merkezinde kadın tanrıçalığının olduğu ve göçebe kabile toplumunun bağrında gelişen kent uygarlığının ataerkil karakterinin doruğa çıktığı bir dönemi anlatan cahiliye dönemi paradoksal yönleriyle öne çıkmaktadır. Paradoksu oluşturan şey ise İslamiyet’ incahiliye döneminden devr aldığı geleneklerin etkisiyle hem kadın lehine ve hem aleyhine olan yeni bir çıkışı içeriyor olmasıdır. Tam da bu gerçekliğin merkezinde Hz. Hatice’nin bir kadın olmayı başaran bir duruşu vardır. Özgür seçimlerle evlilik kararlarını veren, bağımsız ekonomik gücü olan, kadın dünyasının sorunları ve kabile çatışmalarının politik çözümlerini arayan bu çöl kadının arayışları, Hz Muhammed ile buluşmasına vesile olur. Muhammed’i bulan Hatice’dir, o bulunan ve seçilen değildir. Bu evliliğin politik karakteri evlilik kararının kendisinde saklıdır ve nihayetinde her ikisinin amacı kabileler arası çatışmalara son verecek bir ideolojik birliği ve kadın dünyasının uğradığı saldırıları durduracak bir uzlaşma kültürünü yakalamaktır. İslamiyetin ilk çıkışında köleliğe karşıtlığın ilk eylem olması, kızların diri diri gömülmesinin yasaklanması ve bir tanrı etrafında barış-İslam’ ın çağrısının yapılması bu ikilinin ilişkilerinin ulaştığı düşünce birliğini ifade etmektedir. Hatice bir ana erktir. Kızlarının ön planda olması, ilk ayetlerin üçünde Menat, Uza ve Lenat’ ın anılarak dile getirilmesi, evlilik reformlarıyla miras-soy-evlilik hukukunda men edilen köle- cariye kadınların (köle-cariye olmayan kadınlar için bu hukuk geçersizdir) haklara kavuşturulması, bu ana erk kadının etkileridir. Ticaret güvenliğinin kabileler arası barışla sağlanmasında etkindir ve ekonomiyi barışçıl, adil hukuka bağlamaktadır. İslamiyetin ilk yıllarının sadece üç savunma amaçlı savaş dışında daha çok barışçıl temelde yayılmasının ve cihad-fetih içermemesinin nedeni tam da çözmek istedikleri bu çatışma kültürünü aşmak istemelerindendir. Burada Hatice’nin rolü islam ideolojisinin kurucularından biri olmasıdır; bu kuruculukta temsil ettiği Menat, Uza ve Lenat’ ın tek tanrı inancının yanında devam ettirilmesi, dengeli bir kültürel uzlaşımın sağlanması ve bir tanrıça inanç ayrıcalığının yakalanmasıdır.

Bunun 19-20-21. ayetlerde ifadesi: 19 ‘‘Lât ve Uzza ‘ya 20 ve diğer üçüncüsü Menat'a ne dersiniz?

21 bunlar şefaatleri umulan yüce turnalardır.’’ biçiminde olmuştur. Ancak Hatice’nin ölümünden sonra ve İslam’a katılımın politik dengelerle sağlanmaya başlanmasıyla, kadın lehine olan bu ayetler, peygamber uyurken şeytan tarafından söyletilen ayetler olarak tanımlanır, yerine yeni ayetler düzenlenerek, her üç tanrıça lanetlenir. Kadın reformları ve eşitlik yorumları olan hem ayetler hem de hadisler cinsiyetçi ve ataerkil hukuk yorumlarıyla değiştirilir. Esasında burada anlaşılması gereken konu, sınırsız sayıda çok eşli evliliğin dört eş ile sınırlandırılması, kadına üçte bir miras hakkının tanınması ve boşanma usullerinde beli düzenlemelerin reform niteliğinde gelişmesinin odağında bulunan kadın köle-cariye kadındır. Bu iyileştirmeler yukarıda belirttiğimiz ataerkil hukuk içine girmeyen kadınları kapsamaktan ziyade, tamamen köleleştirilmiş kadın ile yapılan evlilik biçimine yöneliktir. Bu anlamda, esir alma yolu ile köle yapılan kadınlara belli haklar tanımakla birlikte, ileride özgür kadını da kapsamına almak isteyen bir kurumsal dayatma halini alınca ciddi problemler açığa çıkacaktır. Köleleri ile evlenme Muhammed’ in ölümünden sonra tercih edilmeye başlanır. Köle kocanın mutlak malı ve üzerinde söz sahibi olduğu kişiydi. Özgür kadın ile mehir nikâhı yapılırdı ve bu eşit evliliğin baskısından kurtulmak için erkekler, köle kadın ile ba’l türü (Baal koca, tanrı, efendi, sahip anlamında-tapınaklarda fahişelerle cinsel birleşme ayini) mülkiyetçi evlilik modelini esas aldı. Özgür kadından köle kadına yol veren bu despot evliliğe bir hadis’in ‘Kulun kula secdesi caiz olsaydı, peygamber ‘kadının kocasına secde etmesini emrederdi’ anayışı ile yol alır. Ataerkil İslami evlilik bu tarz kurumlaşır. Muhhammed’in ölümünden sonra, İslam yani barış dini, bir fetih dini temelinde yorumlanarak savaşçı bir dine dönüştürülür. Yani İslam’ın doğuş nedeni olan kabileler arası çatışmaların uzlaşmaya kavuşturulması yerini mezhep ve dünyaya yayılma savaşlarına, merkezinde ataerkil hukukun kadına dönük saldırılarının bulunduğu sosyal yozlaşmanın çözümleri yerini kadının ganimet sayıldığı savaş anlayışı ve evlilik hukukuyla kadının tümden eve kapatılması alır. Kadına yönelik cinsel saldırıların ve kaçırmaların önünü almak için uygulanan örtünme ve kapalı mekânlarda koruma altına alma daha sonra kadın bedeninin günah nesnesi olarak tanımlanıp gizlenmesine, eve kapatılmasına yorumlanır. Ataerkil ve iktidarcı islam kimliğinde örgütlenen yapılar, İslam’ın aşmayı düşündüğü kabile aristokrasisi ve ataerkil kabile kültürüdür. Bu süreçten sonra İslami cihad çağrıları yoluyla bin yıllık yayılma savaşlar çağı başlatılmış ve kadınlara vahşet uygulanarak el konulmuş, her iktidar kişiliğinin malik niteliği mülk edindiği cariyelerin sayısıyla ölçülmüştür.

Ancak islamın ataerkil karakterde bir iktidar dinine dönüşümünü kadınlar kabullenmemiş ve bir direniş, öz savunma tavrını ortaya koymuşlardır. İslamiyet’in ilk çıkış sürecinde Mekke oligarşisine ve ataerkil kültürüne karşı devrimci tutum sahibi olan, öz savunma savaşında yer alan kadınlar, aynı tutumu bu dönemde de alırlar. Bu tutumun doruğa çıktığı kişilikler Fatma, Zeynep, Sakine ve Rabialardır. Hatice ve Muhammed’ in ölümünden sonra etkisizleştirilerek siyasi alanın dışına çıkarmak ve eve kapatılmak istenen kadınlar direnişe geçer. Başı kapatılmak, yeni ataerkil evlilik hukukuna mahkûm edilmek ve eve gönderilmek istenen kadınların haklarını savunma direnişi yaygınca verilir. Çünkü peygamberin arkasında namaz kılan, örtünmeyen, cemaatlerde etkin bulunan ikinci eşi kabul etmeyen, evliliği eşit paylaşan, camiye gidebilen, yabancı ortamlara serbestçe giren kadınların bu hakları geri alınır. İslamiyetin ilk iç çelişki ve çatışması bu neden ile kadın çelişkisi olarak baş gösterir. Peki, bu çelişki, çatışma, kendini savunma nasıl ve hangi biçimlerde gelişir?

a-Fatma’nın Evi;

Hz Muhammed’ in ölümünden sonra kadınlar ve erkek topluluğu arasında yaşanmakta olan gerilimin çatışmaya dönüştüğü ilk olay Fatma’ nın evi olayıdır. Fatma ana soylu toplumu ve sınıflaşma karşıtı İslamı temsil etmektedir; ilk mücadele günlerinden sonuna kadar annesi ve babasının yanından hiç ayrılmayan ve babasına yönelik saldırılar sırasında hep yanı başında olan Fatma İslamın öncü devrimci kadınıdır. Mücadele yaşamı ve zekâsı nedeniyle babasının ölümünden sonra peygamberin soyunun Fatma’ nın soyu üzerinden devam ettirilmesi kararlaştırılır. Muhammed ve Hatice kızları Fatma’ yı ve onun çocuklarını bu misyon ile yetiştirmiştir. Muhammed onu ‘Babasının Annesi’ ve ‘Fatma dünyadaki dört seçkin kadından biridir; Meryem, Asiya, Hatice ve Fatma’ diyerek islami dünyaya tanıtmıştır. Ana soylu hukuk yerine oligarşik sınıf ve ataerkil hukuk çizgisini temsil eden Ebubekir, Ömer ve Osman çeşitli komplolarla halifeliğin son sırasını Ali’ye bırakırlar ve Fatma’nın etrafında oluşan sosyal ve siyasi yapılanmayı, ortak mülkiyeti dağıtmasını isterler. Esas gerginlik konusu Ali ve Ebubekir, Ömer ve Osman arasında değildir. Hatta Fatma’nın en büyük kederi Ali’nin sesizliğe gömülerek bir tavır geliştirmemesidir. Gerginlik Fatma ve Ömer, Ebubekir ve Osman arasında yaşanmaktadır. Fatma biat etmeyi ret ettiği için belirlenen halifelik halk nezdinde meşru görülmemektedir. Bu nedenle Fatma’ nın biatı mutlaka sağlanmalıdır, biat etmeyecekse o zaman Fatma’ nın evi yıkılmalıdır. Fatma’ dan siyasi ve sosyal toplumunu dağıtması ve İslamın eşitlikçi ve özgürlükçü ideolojik merkez duruşundan vazgeçmesi istenir. Haşimiler ve Fatma bu duruma karşı direnişe geçer. Ömer, kölelerinin ve askerlerinin meşaleleri altında Fatıma'nın evine gelerek Ebubekir'e biat etmemesi durumunda evini yakmakla tehdit eder. Bu esnada Zübeyir bir kılıçla gelir ama Ömer'in adamları Zübeyir’i uzaklaştırırlar. Ömer Fatma'nın evinde 'Peygamber kızı biz Muhammed'den fazla kimseyi sevmezdik şimdi de en çok seni seviyoruz ama bu beni bu insanları toplayıp senin evini yakmaktan alıkoyamaz.' der. Evinin yakılması ve öldürülme pahasına Fatma biat etmez ve etrafında biriken isyancı grupla direnişini devam ettirir. Evin içinde çatışma çıkar ve yaralanan Fatma bebeğini düşürür. Fatma toplumun karar merkezi ve iradi temsiliyetidir. Bu nedenle Ali’nin biatı değil Fatma’nın biatı gereklidir. Fatma’nın iradesi teslim alınarak topluma egemen olmak isteyen egemen erkek iktidarı, böylelikle kadına dayalı soy hukukunu ve siyasi önderliği geçersiz kılacaktır.

Ancak Fatma direnişi sürdürür ve Fatma’nın evinde kıvılcımı yakılan savaş bin yıldır süren bir Ortadoğu kaosunun başlangıcı olur. Fatma iktidar İslam’ına karşı kadının aldığı ilk tavrı temsil ettiği kadar, kızı Zeynep, torunu Sakine’de devrimci İslam’ın

YORUM GÖNDER

ZİYARETÇİ YORUMLARI

BENZER KONULAR

KADIN ETRAFINDA GELİŞTİRİLECEK BİLİM, DOĞRU SOSYOLOJİYE ATILMIŞ İLK ADIM  OLACAKTIR

KADIN ETRAFINDA GELİŞTİRİLECEK BİLİM, DOĞRU SOSYOLOJİYE ATILMIŞ İLK ADIM  OLACAKTIR

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (1. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (2.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (3. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (4. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (5.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (6. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (7.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (8.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (9.BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (10. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (11. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (12. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (13. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (14. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (15. BÖLÜM)

DÜNYA KADIN TARİHİ ÜZERİNE DERSLER (16. BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (GİRİŞ)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (1.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (2.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (3.BÖLÜM)

KÖLELİĞE VE ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPILARIMIZ (1.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (4.BÖLÜM)

KÖLELİĞE VE ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPILARIMIZ (2.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (5.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (1.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (2.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (6.BÖLÜM)

TOPLUMSAL CİNSİYET (1.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (7.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (3. BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ÜZERİNE (4.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (8.BÖLÜM)

TOPLUMSAL CİNSİYET 2.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (9.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (10.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (11.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (12.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE DOĞRU SOSYOLOJİYE ADIM ATMAK

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 14.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 15.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 16.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (17. BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 18.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (19.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (20.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (21.BÖLÜM)

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 22.BÖLÜM

TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI 23.BÖLÜM (SON)

KADINLA FELSEFİ İLİŞKİLENMEYİ ERKEK NASIL ELE ALMALIDIR?

JİNEOLOJİ (1.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ (2.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ (3.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ (4.BÖLÜM)

JİNEOLOJİ ZİHNİYET KODLARINI YIKIYOR

JİNEOLOJİ YAŞAM ALGISIDIR

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (1.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (2.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (3.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (4.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (5.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (6.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (7.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (8.BÖLÜM)

JİNEOLOJİYE GİRİŞ (9.BÖLÜM)

JİNEOLOJÎ ALTERNATİF SUNUYOR

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (1.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (2.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (3.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (4.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (5.BÖLÜM)

KADIN VE ÖZ SAVUNMA (6.BÖLÜM)

KADIN ENERJİSİNİN ÖZGÜRLÜKLE BAĞI

ÖZ SAVUNMA İLE KADINCA YAŞAMAK

JİNEOLOJÎ KAMPLARI: KOLEKTİF BİLMELERİN DÖNÜŞTÜRÜCÜ GÜCÜ

DEMOKRATİK MODERNİTENİN BİLİMİ JİNEOLOJİ