APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (35.BÖLÜM)
EN İYİ ÖNCÜ KENDİNİ YENİLMEZ KILANDIR
Kendini doğru ölçülere göre eğitmeyen kişi en büyük namussuzdur. Bu durumda kendinizi nasıl savunacaksınız? Burada sığınacağınız zırhlar sadece geriliktir, tutuculuktur. “Ben iki yüzlüyüm, ben içtenlikten uzağım, aslında ben bu işe göre değilim, son tahlilde ben bir ajanım. Benim herhangi ciddi bir dava adamlığım yok” diyebilirsiniz, ama bunlar önceden anlaşılmalıydı. Anlamıyorsanız saflarımıza gelmeyin, bu gücünüz yoksa savaşa yaklaşmayın. Kendinizi eğitme gücünü bile gösteremiyorsanız, o zaman haklı olarak, siz saflarımızda ne yapıyorsunuz deriz. Bu kesin bir sorudur ve bütün bir partiye, hepinize soruluyor. Gücünüz yetmiyorsa, kesinlikle kendinize bir sınır koyacaksınız. Bireysel dayatmalarda bulunursanız, ben de gücümü kullanmaya çalışacağım. Aptallığa, düşkünlüğe özgürlük istemek herhalde bir hak olamaz. Hak istemek, iyi ve güzel şeyler içindir. Hak istemek, emeğini verimli kullanmak içindir. Emek yoksunluğu, kölelik ve çirkinlik için asla hak talep edilemez ve kimse de eğer suç ortaklığı yapmayacaksa, buna alet olmaz. Hiç kimse size zorla, “gelin devrimle yürüyün” demiyor. Bunu bizzat siz istiyorsunuz. Fakat sizin sorununuz bundan sonra başlıyor. Ciddi bir hazırlığın gereğine inanmamanız bundandır. Hiç bir işe böyle gidilemez. Devrimi boş işlerden ibaret sayıyorsunuz. Halbuki en ciddi iş devrim işidir.
Örneğin bizimle iş yapmak isteyen, yeteneklerini en iyi ayaklandırarak bunu yürüteceğini bilmek zorundadır. Başka türlü bizimle yürünemez. Hiç kimse sizi yersiz hırpalamak istemiyor, ancak siz en ağır devrim suçlarını işliyorsunuz. Başka suçlar işleseniz bu kadar tehlikeli değildir, çünkü devrim suçu en büyük suçtur ve çokça görüldüğü gibi genellikle en ağır ceza verilir. Bu konuda dürüst kalacağınıza ve emredilen ölçüler dahilinde yürüyeceğinize dair kesin kanaat getirmek istiyorum. Böyle olmayan tek bir kişi kalmışsa bile, onunla hesaplaşmayı tamamlamak istiyoruz. Kendinize ait eski gereksiz tavırlarınıza bir son vermek istiyoruz. Hiç zorlama olmadan, mertçe bir sözün sahibi olmanızı kesinleştirmek istiyoruz. Uydurma sözlere artık bir son vererek, yapabileceğiniz kadar söz vermelisiniz. Bu iyi bir şeydir. Yapabileceği kadar sözün sahibi olmak iyi insan olmakla eştir. Devrim içinde yalancılara ve sözünün sahibi olmayanlara fazla yer verdik mi, en büyük kötülüğü yapmış oluruz. Siz bana bu suçu işletmek istiyorsunuz. Bu tutumlarınız bizi çok zorluyor. Tüm bunları çocukluk adına yapıyorsunuz, zaten çok yersiz nedenleriniz de var, ama bunlar benim karşıma büyük bir suç olarak çıkıyor.
Bizim halkımızın sağlam kişilikleri olmamalı mı? Sözünün sahibi kişilikleri olmamalı mı? Tarih adına, halk adına iş yapabilen ve ne yaptığını bilen kişilikleri olmamalı mı? Size göre bunlar önemli değil. Size göre herkesin kendini dayatması normaldir. Dikkat edilirse bu yapılanlar, bir halkın en temel çakırlarına en aşağılık bir dayatmadır. Her suçu işleyebilirsiniz, ama asla böyle bir suçu işlememelisiniz. Bizde alışılmıştır, halkın temel çıkarları neyi gerektiriyor, ülke, yurtseverlik ve özgürlük nedir? Siz, “bunlar bizim için pek karın doyurmaz, şimdi bunlar genel geçerdir” diyorsunuz. Fakat toptan kaybetmemizin nedeni de, insanlık dışına düşmemizdir. Ve objektif olarak aslında siz bunu savunuyorsunuz. Örneğin keyfiyet, bireycilik dediğiniz, varolan imkanlar üzerinde kendini tatmin etmektir. Varolan imkanı güç yetirdiği oranda kendini yaşatmak için kullanmaktır. Amaçtan, temel halk çıkarlarından koptuğu için örgütü ve devrimci pratikleri bir tarafa bırakarak kendi bireysel işlerini ayarlamaktır. Şimdi en tehlikeli tutum bu oluyor. Önderlik, bu süreçlerde kendi kendini yaşama yerine, kendini temel halk çıkarlarına göre yaşatmaktır. Benim bütün marifetim budur. Başka hiçbir işim yok. Yaptığım en temel ve beni ben yapan, halkın bazı genel doğrularına sözcü olmam ve onunla bağdaşır olmamdır. Kendimi kandırmadan yaşatma gücünü göstermemdir.
Genel halk çıkarı, halkın özgürlük siyasetidir, halkın savaş aracıdır, halkın partisi, ordusu ve onun kurallarıdır. Ordunun her tür hazırlık çalışmalarıdır, eylemidir. En iyi öncü, tüm bunları kusursuz yapan ve yenilmez kılandır. Bu ölçüleri kendinize uyarladığınızda, bunun tam tersi bir kişilik olduğunuzu göreceksiniz. Size göre önce ayarlanması gereken temel işler değildir, temel endişe konusu kendinizsiniz. En kötüsü de kendinizi bırakmanız, tam bir hasta kişilik olarak kendinizi yere atmanızdır. Bu daha da tehlikelisi oluyor. İddia ediyorum ki, bu durumunuz normal karşılanamaz, ben bu oyuna gelmem. Ben bu oyuna karşı kendimi ilk tanıdığımdan beri savaş bayrağı açtım ve buraya kadar geldim. Benim gerçeğimin esası budur. Ya bu doğrudur ya siz. Şimdi sizin doğrularınızı kabul ettiğimde, benim için her şey biter. Önderlik kendisini sizin seviyenize yatırdı mı, yüceliği ve başı çekmesi durur. Bundan daha büyük kötülük olur mu? Düşünün ki herkes, “ yaşasın Önderlik, böyle başa geç, sen bize gereklisin” diyor. İşte siz bunu durdurmaya çalışıyorsunuz. Diğer bir şey daha var; dikkat edilirse tamamen iflas etmişsiniz ve bu da artık hiçbir gerçeği kalmamış düzey demektir. Bu yaşam düzeyiniz hiçbir şeye yaramıyor. Gerçekten karın bile doyuramıyor.
Hiç kimse yaşama saygılı olamıyor. O zaman bu vasat durumu, normaliteyi neden kabul edelim? Bütün bunlarla size anlatmak istediğim, iç engelleriniz, zorluklarınız ne olursa olsun, PKK'nin mücadele çizgisine doğru uygulama esasları temelinde canı gönülden, kararlıca ve yeterli çabayla katılmanızdır. Bu olmazsa, biz hiçbir şeyi sağlam ele alamayız ve işler bozulur. Saflarımızda her sınıf, her anlayış, hatta her tür kişilik cirit atar. Bu da toplumun yaşadığı kölelik düzeyidir. Demek ki, doğru temellerde öncülükten vazgeçilemez. Parti öncülüğünden, ordu kurmaylığından vazgeçemeyiz. Hazırlık gerekiyorsa, sonuna kadar kendinizi hazırlayacaksınız. Çaba gerekiyorsa, tabii ki yeterli çabayı harcayacaksınız. Zaten başka işiniz de yok. Devrim en temel iş değil midir? Bunu kabul ediyor musunuz, buna kararlı mısınız? Eğer evet diyorsanız, o zaman onun çabasına amansız girişeceksiniz. Kendimizi neden aldatalım? Bu konuda ikna olmak istiyorum. Artık beni kandırmamanızı istiyorum. Kendimi dayatmıyorum, doğruları önünüze koyuyorum. Bana göre sağlıklı insan, doğruları her şeyden üstün tutan insandır. Doğruları esas almak kadar daha değerli bir insani erdem, fazilet ve yücelik yoktur. Sizin için açılma, özgürleşme, zenginleşme, güçlenme ve güzelleşme her zaman ekmek-sudan daha fazla gereklidir.
Ancak böyle olanlar maddi ve manevi olarak kendini yaşatabilir. Sizin buna karşı ısrarınızın hiçbir geçerliliği olamaz. Bütün bunlar, sıradan teknik bir çalışmadan tutalım, hiç silahla ilgisi olmayan işlerde; ücra bir köşede tek başına, zindanda, hatta yabancı bir diyarda da olsanız, bu hareketin adına herhangi bir yerdeki tüm parti çalışmalarında hangi tutarlılık içinde olmanız gerektiğini ortaya koyuyor. Başarı için, temel şartımızın bu olduğunu vurgulamaya çalışıyorum. Bilinçli ve yaratıcı bir tarzda geliştirilen PKK budur, bundan başka PKK tanımları da yanlıştır. Bu tutum bütün işler içindir. Bu iş sıradan bir ekonomik faaliyet bile olabilir. Öncü kendini böyle tanımlar, böyle işe koyulur. Öncelikle kendi içinizde halletmeniz gereken husus budur. Sorun bu temeldedir. Acaba bir militan olabilir misiniz? Size uzun bir süre verdik, yeterince zaman tanıdık, kendinizi tutarlı değerlendirin ve cevabınızı verin. Bir bakıyorsun, bu cevabı daha doğru dürüst vermeden savaşın göbeğine girmiş, her şeyi ağzınıza yüzünüze bulaştırmış, eliniz ayağınız birbirine dolanmış ve bir de kendinizi komutanlıkla karşı karşıya bırakmışsınız. Benim en çok öfkelendiğim durum işte budur. Konuşmasını bile beceremiyor, devletlerin karşısına çıkıyor. Halka iki kelime söyleyecek gücü yok, halkın başına konmuş. Savaşın asgari gereklerini yerine getirecek durumda değil, yüzlerce kişinin hayatıyla oynuyor. Dehşet verici olan budur. Bunu aşamazsak adeta felaket kendi içimizde bizi yakacak. Her şeyden vazgeçerim, ama öncülük gerçeğinden vazgeçmem. Devrim gereklerinden bahsedeceksiniz, ben onun cevabını da vereceğim. Beni ilgilendiren devrimdir, devrimin öncüsüdür.
l4 Temmuz direnişçilerinden Kemal Pir'i tekrar hatırlarsak, aslında o kararı vermek için epey tartışıyor ve “Biz direnişe girsek de girmesek de, mevcut Önderlik kendi işini yürütecektir. İhanet de etsek, o başaracaktır” diyor. Bunu kabul etmemiz gerekir. Böyle tartışmanın anlamı şudur; o vahşi koşullarda bile bizimle kendi kendilerini karşı karşıya getiriyorlar ve tutarlı olma sözünü veriyorlar, o karar böyle veriliyor. Sizin gibi özgür ortamda değiller ve özgür savaşma imkanları yok. Düşmanın an be an onlara dayattığı, “ya teslim olacaksın, ya yaşamayacaksın” dır. Dayatılan korkunç bir politika ve o direniş kararı işte bu temelde ortaya çıkmıştır. Korkunç bir ikilem içinde bırakılıyorlar, yaşamak istiyorsan adım adım teslimiyete, boyun eğmeye, alçalmaya gitmek zorundasın, ki yüzlercesi öyle elden gidiyor, düşman göz açtırmıyor. Uygulanan sadece kaba işkence de değil. Bunun karşılığında istedikleri, onların partinin bazı değerlerinden vazgeçmeleri. Partinin amacından vazgeçmeleri, partiyle bağlarını koparmaları ve Önderlik gerçeğine bağlılığı bırakmalarıdır. İşte onlar, o büyük tutarlılık sözünü bu noktada veriyorlar. “Hayır, biz inancımızı koruyacağız, amaçlarımıza bağlılığı sürdüreceğiz ve bu işin iradesi de bunu mutlaka başaracaktır” diyorlar. İnançları bu ve bununla bu tarihi direnişi gerçekleştiriyorlar. Neredeyse önemli başarıların eşiğine gelmişiz, isteyen bir çok şey başarabilir, özgür yaşam şansı, savaşma ve başarma imkanları herkes için vardır. Ama buna karşın bazıları, “tıkandım, güç yetiremiyorum” diyor.
Aslında zafere fazla inanmıyorlar. Bu en aşağılık durumdur. Peki PKK'nin büyük direnişçilerine bakalım, bu tutumlarınızın bu değerli insanlarla ne ilgisi var? Bu tutumlarınız bir oyun, kendi kendini en tehlikeli bir tarzda dayatmadır. Kaldı ki, burada hiç de açık dayatmaya gerek yok, biraz vicdanımızı yoklayalım. Bunlar bizim yoldaşlarımız değil mi? Peki bunlar bizim şerefimiz, onurumuz için bu direnişi göstermediler mi? Onlar da teslimiyete gidebilir veya sizin gibi “ben de tıkandım, dayanamıyorum” diyebilirlerdi. Ama o zaman şeref adına, onur adına, insanlık adına bir şey kalır mıydı? Bunu vicdanınıza soracaksınız. Ben söylediğim için değil, bunları dava arkadaşlarınızın ülküleri olduğu için yapacaksınız. Şimdi bir bakıyorum herkes bunu unutmuş, rütbe, çıkar gibi şeyler peşinde. Savaşmadan, büyük direnmeden yeniliyorlar. İşte bu bizi öfkelendiriyor. Bunun savunulması yapılamaz. Anlayışsızlık ve duyarsızlık bizi böylesi tarihi değerlerimizden uzaklaştıramaz. Onlara bağlılığımızı ve onlar gibi olmamızı engelleyemez. Demek ki partileşme bu temelde olacaktır. Tansu Çiller kadar güçlü değilsiniz. O bile “Ya böyle olacak ya bitecek” dedi, ama şimdi kendisi bitiyor. Bizim karşımızda siz ondan daha mı güçlüsünüz? “Ya PKK bizim dediğimiz gibi olacak ya olacak” diye dayatıyorsunuz, ama olmuyor işte. Onun arkasında dünya vardı. Siz kim oluyorsunuz, kaç paralık gücünüz var? İnsan haddini bilmeli, kendi kendine saygılı olmalı. Şimdi de Tansu Çiller için, “bu bir çılgındır” diyorlar. İşte bazı ihtiraslar sonucu kendini kontrol edemeyen kişiliğin düştüğü hazin durum budur. Belki bunlar sizin için de söylenebilir. Kendinizi amacınıza göre kontrol edemezseniz ve “ya böyle olur ya böyle olur” demekte ısrarlı olursanız devrim içinde olduğunuzdan daha kötü durumlara düşersiniz. Bunu hiç ucuz laflarla yapmayın, devrimci otorite anında sizi tutar. Sanıyorsunuz ki, başı bozuklar dünyasındayız veya her yapılan yanınıza kar kalır. Öyle bildiğiniz gibi değil. Kendinizi toparlamanız için size süre tanıdık diyorum.
Aksi halde bizim sillemizin çok sert olduğunu, düşmana bakarak bile anlayabilirsiniz. Fakat siz heyecanlanmıyorsunuz bile. Saygıya bile yeterince anlam veremiyorsunuz. Açık söyleyeyim, ben düşmandan önce bu yaklaşımlarınıza düşmanım. Hem aile içinde hem de çevremde daha çok küçük yaştan itibaren savaş açtığım ilk düşmanım buydu. Beni başka türlü kılamazsınız. Siz ordulaşma istiyorsunuz, hatta bunun için sabırsızlanıyorsunuz. Ordulaşmanın ilk şartı budur. Bu şartı yerine getirmeden herhangi bir silahı elinize almayın, ülkeye gitmeyin ve görev talebinde bulunmayın. Bu yanlıştır ve size zarar verir. Bu yaşınızdan sonra sizi artık akıllı ve iradeli kabul etmemiz gerekir. Bir başı bozuklar topluluğu olmadığınızı artık anlayın. Kararlı ve iş yapabilen insanlar olduğunuzu kabul ederek adım atmanız bu işin gereğidir. Arkamızdan her cephede, her çalışma alanında düşmanın bile yapamayacağı inanılmaz olumsuzlukları sergiliyorsunuz. Bunu anlıyorum, fakat kabul etmek istemiyorum. Yer yarılırsa içine gireceksiniz, ama böyle yaşamayacaksınız. Çünkü bunu kabul edersem her şey biter. Belki siz basit yaşayabilirsiniz, fakat basit yaşayanların ne olduğu ortada. Böyle bir yaşamdan uzak durmak için kendime en büyük disiplini uyarladım. On yaşımdan beri sizin bu yaşam bellediğiniz şeyden duyduğum büyük nefretten dolayı, kendimi en büyük disipline tabi tuttum ve bunu kendi kendime yaptım. Düşünün, kocaman bir parti sizi disipline etmek istiyor, ancak siz kendi kendinize bu basitliği yaşamaya çalışıyorsunuz.
Hiçbir şey ortada yokken, yani bir doğru kelimeyi gökte ararken, doğru bir adımın sahibi olmayı gerçekleştirmeye çalışırken, biz her şeyi adeta gökten indirerek önünüze koyduk. Oysa siz şimdi, “eski basit dünyamız, eski alışkanlıklar, küçük hevesler, küçük işler, küçük yaşamsal alışkanlıklar” diyorsunuz. Halbuki bizim yaşamımız bunlarla karardı. Ülkemizde her şey sıradanlaştı. Her şeyin anlamı yok oldu. Her şey alacakaranlığa büründü, küçüldü ve her şey insanlıktan çıktı. Şimdi gerek felsefi, moral açıdan, gerek siyasi olarak bizzat özgür yaşamın sahibi olmak istediğinizden, artık bunu görmüş olmanız gerekiyor. Ben tek başıma buralara kadar geldim. Acaba neden sizin yaptığınız gibi, kendi kendimi kandıramıyorum? Benim durumum sizin durumunuzun tam tersidir. Hepiniz de birleşseniz toplamınızın yaşadığına metelik kadar değer vermiyorum. Çünkü bu çelişki hayli çarpıcıdır: Ben bu kadar büyük şeyleri size dayatıyorum, siz ise bu kadar küçük şeyleri bana dayatıyorsunuz. Halbuki ben bu küçük şeyleri en küçük yaşlarda bıraktım, bunlardan nefret ettim. Karşımda adeta bütün dünya bir oldu, ama ben kaçtım. Bu bizi nereye götürdü? Şimdi bir işe el atsam, hata yapmam mümkün mü? Bu konuda sizlere esef ediyorum, insan büyük işler yapmadan yaşayamaz. İnsan önemli başarılar olmadan yaşayamaz. Hatta bir kitabı bile okurken iyi anlamadan bana göre yaşanılamaz. Halen hatırlıyorum, bir kitapta bir cümleyi tam anlamadığımda en büyük savaşı o cümle üzerine yürüttüm ve özünü yakalayıncaya kadar kendimi aşırı zorlayarak tek başıma didinip durdum.
Bu, gerçeği anlama savaşıdır. Siz kuyruklu yalanlara takılmışsınız, deliler gibi oynuyorsunuz ve ondan sonra bunları bana yutturmaya çalışıyorsunuz. Ben, kelimelerin savaşımını, gerçeklerin kitaplardaki savaşımını bile böyle amansız yürüten birisiyim. Sizin kuyruklu yalanlarınıza nasıl inanacağım, buna nasıl pirim vereceğim. İnsan cahil olur da bu kadar olur mu? Sizin devrim pratiği içindeki her yaptığınız yalan dolan. Bu da güçsüzlük arz ediyor. Bir toplantıya bile hakkını veremiyor, iki ilişkiyi birbirine bağlayamıyorsunuz. Çevrenizde büyük yanlışlıklar var, ancak ona bile karşı çıkamıyorsunuz. Peki benim gibi olsaydınız; yani ortada hiçbir şey yokken, kavramlar düzeyinde bile her şey seni inkar ediyorken o savaşımı nasıl verip kazanacaktınız? Siz hazır olanı bile değerlendiremiyorsanız, adeta yoktan var etme savaşını nasıl yürüteceksiniz? Ben nasıl bir insanım ki, bütün bunlara rağmen kendimi çok mütevazı bir çalışan olarak değerlendiriyorum? Peki siz kimsiniz, neyin ve hangi çalışmanın sahibisiniz? Bu kadar hazır yüce değerler adeta, al benimle zaferi sağla diyor. Örneğin kitleler, silahlar hazır, maddi ve manevi gelişmeler her tarafta var. İsterseniz en sonuç alıcı bir savaşı bile planlayabilirsiniz. Tüm bunları görmeden, anlamadan bütün yaptığınız alışılagelmiş eski tarzdaki sülalenizden öğrendiğiniz bencillik ve bireyciliktir. Ne yediğiniz, ne içtiğiniz, ne yaptığınız belli değil. Ortalığı ne kadar dağıttığınız da belli değil.
Aslında yemesini içmesini de bilmiyorsunuz. Küçücük bir dünyanız var. Bu küçük dünyanızdan anladığınız, bencilliğin en içeriksiz biçimi ve keyfiyettir. Keyfiyet dediğiniz şeyin içinde keyfi anlama gelebilecek bir şey de yok, ama buna alıştırılmışsınız. Şimdi size partideki her şey fazla geliyor. Aslında siz büyüyen partiyi hiç anlamamışsınız. Bu nedenle yüzünüze gözünüze bulaştırıyorsunuz. Bu, çok yoksul birisinin veya aç birisinin yemiş dolu bir bahçeye girmesine benziyor; ya hiç yemiyor korkuyor ya da yiyince midesinin ne kadarını kaldıracağını bilmiyor. Ondan sonra da pat diye düşüyor. Sizin parti içindeki duruşunuz da buna benziyor, bunu anımsattırıyor. Onun için size zaman tanıdık. Parti böyle yenilir, parti böyle yutulur, böyle hazmedilir, daha sonra onun içinde böyle çalışılır, karşılığı böyle verilir diyoruz. İşte bu, yaşam ve çalışma disiplinidir. Siz buna karşı direniyor ve “biz aç ve yoksuluz, her şeye gözü karaca saldıracağız” diyorsunuz. Bazı vahşiler vardır, her şeye saldırırlar. Hatta bunlar ilkel hayvanlardır, yakaladıkları şeyleri nasıl ağızlarına aldıkları, nasıl parçaladıkları biliniyor. Bunun karşısında herkes dehşete kapılır. Sizin siyasi anlamda duygularınız, yönelimleriniz işte o vahşiye benziyor ve bu oldukça çirkindir. Diğer bir tarz ise şudur; belki orada ilkeler de vardır ancak korkaktır ve sürekli çekinir, bu da sizde çok etkilidir. Yiyebileceği şeyleri de yemiyor, çekiniyor. Çünkü onun dünyasında asla o yoktur ve yaklaşmaması gerekir. Ne olduğu belli değildir. Bu da çekingenliklerinizin izahıdır. Acı bir şey, ama gerçek. Size verdiğimiz eğitimlere böyle vahim durumlara düşmemek için çok değer biçeceksiniz. Neden dünya bizimle alay ediyor, neden dünyanın en ilkel kabilelerinden bile daha geri bir halkız? İşte bütün bunlar bu nedenle oluyor.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER