APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (52.BÖLÜM)
DEVRİMCİLİK İLKELER VE KURALLAR SANATIDIR
V. Kongremize doğru giderken bir rapor niteliğini taşıyacak olan bu değerlendirmemizin en temel özelliği, çizgi özümsemesini başta merkez olmak üzere, bütün parti militanlarına özümsetmek olacaktır. Fakat görüyoruz ki onun karşısında, sandığımızdan daha fazla engel teşkil eden çelişkili, ağır, yetmez ve yanlışlıklarla dolu durumlar var. Ben bile günlük olarak biraz daha üzerinde durunca dehşetle bazı durumları görüyorum ve bunu değerlendirmelerle aktarmaya çalışıyorum. Buna rağmen yine yeterli olmuyor. Bunlar çok yönlü tartışmalardır ve yine çok sayıda eleştiri, düşünce, yargılama, öneri gelişiyor. Bazılarının işi çok anlaşılmaz, bunu kendileri açısından da hiç farkına bile varılamaz bir duruma getirmeleri çok geri ve bir gaflet durumudur. Bunun sorumsuzluğuyla bunları yaşamaları bizi çok öfkelendirdiği gibi çok da düşündürüyor. Bu ciddi hareketin, hele de bizim gibi bir ölüm kalım hareketinin önder kişiliklerinin böyle olması şurada kalsın, saflarımızda bu kişiliklerin hiç oluşmaması gerekiyordu. Ama bu, merkezden başlamak üzere dalga dalga aşağıya kadar gidiyor. Bunun önüne geçmek istiyoruz, fakat anlamaktan kaçıyorlar, ne kadar imkan da verilse, anlayış derinliği yok, ondan kaçma var. Pratik başarma imkanı var, ama onu da çok kötü bitirme alışkanlıkları, yani teoriden, çizginin kavrayış düzeyinden kaçış, pratik olanakları da çarçur etme anlayışı söz konusu. Bunlar neredeyse tam bir kişilik, militanlık ifadesi olmuş. Bu boşluktan istifade eden edene, yeni yetme devrimci de, en eski devrimci de çok kötü istismar ediyor. Ben tüm gücümle bunun önüne geçmek istiyorum. Bu kadar kişinin kendi kusur ve yetmezliklerine sevdalanacakları aklıma bile gelmezdi. İnsanoğlu zaaflıdır, onu da anladık fakat ölüm kalım savaşı insana çok şey öğretir. Yani sıradan bir canlı varlığı bile bıçak altına yatırdın mı epey direnir. Sizinki bu düzeyde de değil.
Yani çok garip bir şey, ne tehlikenin ciddiyetini biliyorlar; bilseler de ondan ne doğru sonuç çıkarıyorlar, doğru sonuç çıkarsalar da onu hayata geçirmek için hiç oralı bile olmuyorlar. Çok yanlış yaşam sonuçları, hele de parti içinde çok yanlış olan yaşam sonuçları çıkarıyorlar. Sömürgeci koşullarda düşman terbiye etmesini bilir. Yani eşeği yürütmesini nasıl biliyorsa, dayaksa dayak, işkenceyse işkencenin her türlüsü, öldürmeyse öldürme, aç bırakmaysa aç bırakma yöntemleriyle düşman bunu yapar. Dikkat edilirse, parti içi ortam biraz insanca, özgürce yaşamın olduğu bir ortamdır. İstismar işte bu özgür ortama dayatılıyor. Buna büyük saptırma diyebilirim ve bunu da anlıyorum. Yani çaresiz insan, her bakımdan onurunu, şerefini yitirmiş insan PKK‟de bir şeyler bulunca onun kolay yoluna kaçıyor, hele bir de yükselme tutkularını arttırınca önünde durulamıyor. Sizin sorunlarınız inanılmaz boyutlardadır ve en kötüsü de bunları anlamaya yanaşmıyorsunuz. Bu tür sözleri bir yıldır çok kullanıyorum, daha da kullanmak gerektiği kanısındayım. Yani kişilerin bu gerçeği anlamamakta direnmesine inanamıyorum. Tabii lafta anlıyor, işin kurnazlığı anlamında çok iyi sonuçlar çıkarıyor. Ama namuslu olma anlamında, şerefi ve onuruyla parti görevlerine kendini katma anlamında anlamaya hiç yanaşmıyor. Ölüme de zaman zaman var, ama şerefli, soylu bir yaşamın yoluna girmeye bir türlü yanaşmıyor. Bu, son derece belalı bir durum. Benim açımdan bu tür kişilikler, gelişmeye hiç müsait değiller. Bütün raporlar yürekler acısı ve esef edilecek hususlarla dolu. En önemlisi de bunu kendinize sorun yapmayışınızdır. Yani ben neden kabul edilmiyorum? Şu anda benim karşı karşıya olduğum en önemli sorun budur. İster açıkça dile getirin, ister getirmeyin, objektif olarak sizi ele aldığımızda yaşadığınız yüzde yüz yenilgi de olsa, saptırma, tasfiye de olsa bizden beklediğiniz; sizi bu haliyle onaylama, onure etme ve kabul etmemizdir. Adeta yalvarırcasına bunun beklentisi içindesiniz. Eleştirilerle bunu biraz geriletiyorum, ama siz bunu içe gömüyorsunuz. Zaman zaman kötü bir biçimde açığa çıkarıp patlatıyorsunuz.
Bunda da hem kendinize hem bize büyük haksızlık yapıyorsunuz. İnsan biraz saygılı olur dedim. Yani bu sözü de çok kullandım. Kendi kusurlarınıza neden bu kadar sevdalanıyorsunuz? Olgunluktan neden bu kadar uzak duruyorsunuz? Fırsat bulunca da kendinizi partimizin en değerli imkan ve olanaklarını bitirircesine gözü karaca dayatıyorsunuz, bu hakkı size kim verdi? Yetki böyle mi ele alınır? Aslında bu ancak kara bir cehaletle izah edilebilir. Ama görünüşte cahil de değilsiniz. Düşmanın hakkınızdaki hükmünü anladım, ama partimizin de bir insanı insan yapma hükmü var, kararı var. Oysa siz içimizde “hakkımızdaki her hüküm düşman hükmüdür” dercesine tavırlar sergiliyorsunuz. “Partimizin emrettikleri budur” diyeniniz çok az. Bu kargaşayı, görevler, roller, sorumluluklar konusunda bu kadar baştan çıkmayı kendinize başka türlü nasıl izah edeceksiniz? Gerilikle izah ediyorsunuz. Kendini niye geliştirmedin? Yıllardır kendi kendini eğitmeyi de mi beceremedin? Bir işe namuslu el atmaya niye üşeniyorsun? Bu kadar bireycilik, keyfilik, bencillik neden? Bu gözü karalık kime? Çok tuhaf, bunun savaşını parti içinde veriyorsunuz. Parti, birtakım savaşma olanaklarının birikimidir. Onları ele geçirsen neye yararsın? Hele bu bireycilikle ele geçirdiğinde ne yapacaksın? Canına okuyacaksın. Bu, çok gözü kara bir durum olur. Eğer ne yaptığınızın sonuçlarını kestirseydiniz bu durumları kabul edeceğinizi sanmıyorum. Aslında bu, kendinize yaptığınız şuursuzca bir dayatmadır. Geri, saptırılmış kişiliğin özelliklerini yansıtıyorsunuz.
Geçmiş süreçlerde de hiç kılını bile kıpırdatmayan militanlara, merkezlerimize, hiç oralı olmayanlara, kendine göre ince kurnazlık dersleri alarak çıkanlara sert yaklaşmayalım dedik. Kişiliklerini fazla hedeflemeyelim diye sabırla, öğütlerle, tavsiyelerle, her gün perspektiflerle önünü açarak kendimizi bugüne kadar getirdik. Belki de doğru olmayan bir yaklaşımdı veya çaresizlerin bize dayattıkları “bu çaresizliği kabul et” durumuydu. Ne kadar kötü bir durum olduğuna şaşmamak elde bile değil. Adım gibi iyi biliyorum, bazılarına meydanı biraz bıraksak süper hıyaneti oynayacak, kimse de bunun farkında olmayacak. Geçen bütün kongrelerimizde bu yaşandı. Tabii hepsi de iyi niyetli, ben bunu söylerken ortada kendini çok gizlemiş bir ajan, bir provokatör yok. Bu, sorunlara yaklaşım tarzı, çözüm gücü olma konusunda böyledir. Hep iyi niyetli, her şeye varız havası, ama hiçbir işe ciddi olarak nüfuz etmeyi akla bile koymamış. Kendiliğindenliği, değişik biçimleri bir kader gibi dayatıp gidecek. İrade devrimciliği, planlı devrimcilik, sonuç alıcı devrimcilik diyeceğiz, hepsi de bunun karşısında sus pus olacak, “bu bizi ilgilendirmez” diyecekler. Yıllardan beri kendilerini içine koydukları bir durum var ve bunu kırmaya çalıştık. Fakat buna karşı bir direnme var. Şu anda yaşadığınız en önemli durum budur. Bu sizin umurunuzda bile değil. Bu kadar açık. Somut olarak son dört yılda genelde ülkemizde ve her eyalet özgülünde olup bitenlere bakalım; kurallara bu kadar ters, işin esaslarına bu kadar ters, yetki, sorumluluk anlayışına bu kadar ters, hatta temel çizgi gereklerine ters pratiklerin sorumlusu kimdir diyeceğiz. Bıraksan, birinci dereceden sorumlu tutulması gerekenler kesinlikle daha gözü kara çıkacak, “ben yıllarca savaştım” diyecek, en ufacık bir vicdan muhasebesi yapmayacak ve işin altından sıyrılıp çıkacak.
Ama bazılarının kendi gerçeklerini yetki ve sorumlulukları dahilinde çok açık göstereceğiz. Yol açtıkları anlamsız kayıplar, hiç savaşmadan verdikleri yüzlerce maddi, manevi kayıp, kitle kaybı, muazzam moral kaybı, yarattıkları inançsızlık ve bunun bir partiye ne kadar tahribat vereceğini göz önüne getirmek bile dehşet verici bir durum. Ama o ise, “benim suçum olmadığı gibi, ben kahramanca savaştım, direndim” diyecek. Adam büyük bir sorumsuzluk konumundadır, aynı zamanda vicdan sahibi de değil. Fakat burada önemli olan, biraz da insanın kendi vicdanıdır. “Yanlışlıklarım bu kadar kayba yol açtı, bunu telafi etmek bana düşer” diyen bir vicdanı yok. Şimdi bu kişiler bu haliyle en tehlikeli savunmaya devam edecekler. Bir insanda vicdan olmayınca, ondan her şey beklenilir. Bunun için en tehlikelisi şudur; fırsat buldukça her biri azgın bir feodal olabilir, bir burjuva olabilir, bir küçük burjuva olabilir ve içimiz bunlarla dolu. Şimdi hepsi adeta potansiyel suçlu gibi veya içinde sömürmek, yeşermek için fırsat, ortam bekleyen küçük burjuva tohumları gibidir. Hepsi emeğin dışındaki emeğe hükmetmek isteyen tohumcuklar. Bunları görmemek mümkün mü? Hangi arkadaşın davranışlarını incelemeye çalışıyorsam içinde bunları görüyorum. Büyük bir kısmının köleliğini, az da olsa hükmedenlerin hükmetme, özellikle komuta kazanmak isteyenlerin de ağır basan yönlerinin bir sömürücüye yaraşır egemenlik özelliklerini taşıdığını görüyorum. Tabii burada sosyalizmin büyüklüğü nedir? Ulusal kurtuluşun büyüklüğü nedir? Sosyalizme göre parti içinde nasıl yaşanmalı, nasıl bir çalışma tarzına sahip olunmalı, bu konuda ister merkez olsun, ister militan olsun tek bir rapor sahibi yok.. Bırakalım sosyalizmi, ulusal kurtuluşun en hayati çalışması ne olmalıdır, onun temel sorununa çözüm gücü olmak ne demektir, rollerini nasıl oynayabilirler? Bunda ulusal kurtuluşun en hayati bir çalışması ne olmalıdır? Bunun da çok ciddi bir sorumlusunu bulmak mümkün değil.
Çünkü ulusal kurtuluşun en hayati değerleriyle oynandığında kimseden ses çıkmamıştır. Birbirileriyle aşiret usulü yaşayıp gitme var. Bunun çok sayıda örneklerini gösterebiliriz. Zaten çözümlemeler bunu göstermektedir. Eğer sizde anlayış varsa şimdiye kadar bunu yakalamış olmanız gerekirdi, ama hiç oralı bile olmuyorsunuz. Dediğimiz gibi ulusal düzey nedir, sosyalist düzey nedir, kişilikten ne ister? Sizin hiç böyle sorunlarınız oldu mu, şimdiye kadar böyle temel soruları kendinize sordunuz mu? Hayır, bütün yaptığınız “şu şöyledir, bu böyledir, şu şöyle önümü tuttu, şu arkamdan neler yaptı” demektir. Parti içinde temel sosyalistleşme sorunlarımız var. Kadroyu sosyalist yapalım, ama nasıl yapacaksın? Tek bir tane adamımız, birkaç sosyalist kadro yetiştirdi mi? Bırakalım yine onu, dediğim gibi ulusal kurtuluşun temel kişilik özellikleri var, ona ilişkin inançlı bir çalışması var mı? İşte kaliteli önderler bu yüzden çıkmıyor. Mahalle politikacıları, ha TC‟deki ucuz burjuva politikacıları, ha bizim içimizdeki militanların ucuz mahalli politikacıları; aralarında pek az fark var. En kötüsü de, bir şeyler verdiklerimiz gidiyorlar, fakat kendilerini bile koruyamıyorlar. Gelenlere bakıyorum, hepsi harap olmuş. İnsanlar böyle heder olmuş. Bir insan, kendini böyle zayıflatmaya, daraltmaya veya tahrip etmeye, harap olmaya nasıl razı olabilir? Bir sosyalistin, bir ulusal kurtuluşçunun bunu kabul etmesi bana imkansız gibi geliyor. İşte bu yüzden, sosyalizmle ulusal kurtuluş bağlarınız çok zayıf diyorum. Hiç şüphesiz buna yol açan temel nedenler de var, bu nedenleri defalarca ortaya koyduk. Birçok kişi kötü önderlik ettiler, kötü örnek teşkil ettiler. Aslında bütün bunları görmemem, tanımamam söz konusu değil. Acaba daha fazla ne kazandırırlar diye bunları yönetmekten de üşenmiyorum, bunu biraz da yaptık.
İnsan hazır yolda bile yürümeye mecal getirmedi mi, kendini yere attı mı bir beladır. Sizi fazla suçlamamak gerekir, bunun da farkındayım. Kalkıp da tarihi açıdan sizi suçlamam biraz hafiflik olur. Çünkü böyle bir ağırlığınız, iddianız yok. Ama ben biraz da gölgenizi veya objektif gerçekliğinizden kaynaklanan hayalinizi işliyorum, neredeyse onun yansımasını eleştiriyorum. Öyle fazla kişilikleşmiş bir durumunuz da yok. Güçlü eleştiri, güçlü kişilere yapılır. Ama hayalde de, yansımada da olsa bu özellikleriniz tehlikelidir. Önünü almazsak yazık olacak. En çok kaybettiğiniz hususları da belirttim. Nereden kaybediyorsunuz, ne zaman kaybediyorsunuz, nasıl kaybediyorsunuz? Bunları da epey açımladım. Lakin bunu kendinize uygulamıyorsunuz. Siz kendinizden korkuyorsunuz, kendinizden korkmakta haklısınız, çünkü kendinizi yaşatırken veya savaşırken soylu özlemleri yaşadığınızı, ona gereken açıklığı getireceğinizi sanmıyorum. Sizinki gölgeler yaşamı, gölgeler savaşımı. Dediğimiz gibi, bunun temelinde düşmanın ektiği tohumlar var. Yıllardır verdiğimiz savaşımla bunu aşabilirdik, ama siz kendinizi bu savaşa fazla katmadınız. Bu geri düzeyin onaylanmasını istiyordunuz. Benim açımdan bu imkansız, sizin bu geri düzeyinizi nasıl onaylayabiliriz? Dört kongre sürecini yaşadık, binlerce toplantımız oldu, hemen her günümüzü de bir kongre gibi yürüttük. V. Kongre‟ye doğru giden bir süreçte bu geri düzeyleri nasıl onaylayayım? En kritik veya en can alıcı kısmı da şurada; olumlu yanlarınızla bazı gelişmeler, dirilik ortaya çıkardık. Bu olumlu yanlarınız işin kurnazları tarafından kullanılmak istenecektir. İnsan gövdesindeki kurtlar bir özsu olan hücreyi yer. İşte bunların çoğu birer kurt, bunlar içinizi yiyecek, özsuyunuzu emecek.
Bilerek veya bilmeyerek bu tehlike var. Zaman zaman ben mi buna yol açtım diye kendime soruyorum. Hayır, çünkü çalışma tarzım, hassasiyetlerim çok açık ortadadır. Ben her anımı gözden geçiriyorum. Benim sizin gibi olmam imkansızdır. Örneğin kocaman bir Sovyet sosyalizminde otuz, kırk milyon insanın şahadeti var. Ama onun üzerine bugün çıka çıka bir mafya sektörü, yani hiç emekle alakası olmayan, sadece gözü kara bir hırsızlıkla çetecilik yapan bir kesimin Sovyet birikimine egemen olması söz konusu. Zaten tarih biraz da böyledir, sınıflaşmanın tarihidir; bazıları hep çalışır, didinir, bir kısmı da kurnazlığından yetkiyi, otoriteyi yakalar, her şeyi etkisi altına alır. Bunun tarihte binlerce örneği var. Bütün sınıf savaşımlarının tarihi böyledir. Bu durum partimize de, bizim gelişmemize de uygun diyorum. Böyle ne kadar kişi var? Sovyet birikimi gibi fazla birikimimiz olmayabilir, ama yine de yetkiye yaklaşım tarzı yıllar sonrasının Sovyet mafyacılarını hatırlatıyor. Zaten ortaya birçok örnek çıktı. Keşke iktidar olsaydık da, yapsalardı. Şimdi ölüm kalım gibi bir sürecin içindeyiz, kişiliğini sahtekarca büyüten büyütene, emek gaspını yapan yapana. Yetkicilik nedir? Bunu defalarca anlattım, fakat anlamıyorsunuz. Neden kariyerizm, neden yetkicilik, neden gözü kara bu komutan belası olma? Biraz daha fazla iktidar olsa, birer mafya teşkilatı da bizden çıkacak. Böylesi örnekler oldukça fazla. Diğer büyük bir kısmı da çığırından çıkan Sovyet‟in emek kahramanları gibi. Belki onlar da en ağır bir eleştiriyle gözden düşürülmeye, unutturulmaya çalışılacaklar. Çoğunuz “vay ben böyle olmam, ben yine de emeğe saygılı olmaya devam edeceğim” dersiniz, ama sizde bunun gücü yok. Bunu diyebilmek için sosyalist olmak gerekir.
Sosyalistin de savaşçı olması gerekir. Bunu kendi şahsımda biraz göstermeye çalıştım, ama bizim sosyalist arkadaşlarda tam sonuç çıkarma ne gezer! Kendilerinin bin bir önyargılarına, mümin anlayışlarına uydurup götürürler. Birçok komutanımız var; dur, senin bu komutanlığın nereye götürüyor desek, bundan hiçbir şey anlamazlar. Yıllardır anlatmaya çalışıyorum, fakat bu komutanlar bir türlü anlamadı. Adam, silah elde yaşamış, senin bu yaşamın bir eşkıya kadar değerli değildir desem, gururuna darbe vurulmuş gibi sayacak. Senin bu silahın sadece beni vuruyor desem, bir türlü anlamaya gelmez, başını kessen dahi yine de anlamak istemeyecektir. Ama böyle, eşkıyadan da beter, eşkıya daha gerçekçidir. Çünkü eşkıyanın koşullarında savaşmak, devleti daha ciddi hesap etmeye, sıradan bir dostun ilişkisine bile çok yüksek değer biçmeye götürür. Çünkü o çok iyi bilir, devleti ne kadar iyi tanırsa, dostluk kıymetini ne kadar iyi bilirse dağda o kadar yaşar. Bizimkiler bunu dahi bilmiyor, yani PKK içindeki eşkıyalıkların bunu anlaması da söz konusu değildir. Çünkü örgüt yaşatıyor, örgüt halkı hazırlamış, binlerce dost var, niye kıymetini bilsin ki! Örgüt devleti biraz geriletmiş, niye devleti hesaba katsın ki! Onun için “biz devleti hiç hesaba katmıyoruz” diyorlar. Bunun da ne kadar büyük bir kötülük olduğunu bilmiyor musunuz? Devleti yirmi yıllık savaşla biraz gerilettik. Onun ideolojik, siyasal, örgütsel çalışmaları yirmi, otuz yıldır yapılıyor. Beyefendi, devleti senin o savaşçılığın geriletmedi. Tam tersine, sen açık verdin, yaşamınla, savaşımınla sen ona açıkça sundun. Tabii bunları hiç anlamak istemez, çünkü dardır, geridir. Dediğim gibi halk ilişkilerine değer vermez, çünkü ona verilen emeklerin ne olduğunu bilmez. Biz bir dost ilişkisi için yıllarca dolaşıp duruyorduk. Neden? Kürdistan‟da birkaç ulusal dostu yaratmak için. Ama bu onun umurunda bile değil. Çünkü binlerce insanı hükmüne, otoritesine bağlamıştır. Niye değerini bilsin ki! Adamın savaşla kazandığı bir şey yok, silahı da bilmez, parayı da bilmez.
O halde neyi bilir? Biz birkaç kuruş için yılları nasıl harcadık, bir silah için tehlikeleri nasıl göze aldık? Bunları hiç bilmez, çünkü elinin altında onlarca hazır silah var. Onları da düşmana kaptırıyor, yine de hiç umurunda değil. Biz buradan yalnız birkaç silah ulaştırmak için otuz yıl cezayı göze almıştık. Eğer biraz dostluk ilişkimiz olmasaydı, dört, beş silahı ulaştırmak otuz yılımıza mal olacaktı. Siz her gün yirmi, otuz silah kaptırıyorsunuz, ama umurunuzda bile değil. Peki bu anlamsız kişilik kimdir? Bunlardan içinizde çoktur. Aranızda tartışın, birbirinizi ne yaparsanız yapın ve “bu halimiz nedir, bu yaptığımız nedir, nasıl bu kadar kaybediyoruz, bu kadar nasıl kaybettik” diye birbirinizi sorgulayın. Ben içinizde namuslu bir ses de görmüyorum. Bazı hususlarda fırtına gibi birbirine girmek gerekecek. Bölgesinde yüzlerce silah kaybettiren, hiçbir neden yokken yüzlerce savaşçıya, yüzlerce halk ilişkisine darbe indirenler var. İşte bu noktalarda fırtına gibi girişmek, hatta kavga çıkarmak gerekiyor. Hatta gerekirse birbirini asla affetmemek gerekir. Değerler neden böyle ucuz elden gitti? Biraz namuslu olun, biraz birbirinizle doğru savaşmayı bilin. Öldürelim, kurşun sıkalım demiyorum, çünkü parti içinde asla kurşun sıkılmaz. Ama siz birbirinize işkence de yapıyorsunuz, birbiriniz hakkında ölüm kararı da çıkarıyorsunuz. Ben asla bundan yana değilim. Parti içinde öldürme böyle olmaz, parti içinde anlayış öldürülmeli, varsa geri kişilik özellikleri doğranmalı. Bunun savaşını doğru vermeniz gerekir. Tabii bu büyük bir mücadeledir. Bundan korkuyor musunuz, buna üşeniyor musunuz? Hayır! Büyük değer kayıplarının olduğu çok açık. Kaldı ki, bir devrimci adı üstünde, yaratan kişidir. Oysa sizler hazır olanakları bile kullanmıyorsunuz. Bu konuda büyük savaşımınızın olması gerekir. Birbirinize karşı “hep uzlaştık” diyorsunuz, birisi bastırıyor, öteki uzlaşıyor. Siyasette uzlaşma olur mu, çizgide uzlaşma olur mu, genel çalışma tarzında uzlaşma olur mu? Bu kültürü örgüt içinde meslek edinmişsiniz. Bir daha bana bu kelimeleri kullandırmayın, size yazık oluyor.
İlkelerde uzlaşma olmaz, partinin temel normlarında, ölçülerinde uzlaşma olmaz. Görev, yetki, sorumluluk anlayışında istismar olmaz, bastırma olmaz. Bir kişi otoriter olmak istiyorsa otoritenin meşru bir kaynağı vardır; otoritenin çabayla, tarz ve üslupla ilişkisi vardır. Bunları sergilemeyen birine nasıl oluyor da boyun eğiyorsunuz? Böyle otoriteye boyun eğmekle acaba despotizmin en temel zeminini oluşturmuş olmuyor musunuz? Yine böyle uzlaşmayla büyük özgürlük hareketi olan partimize köleliği dayatmış olmuyor musunuz? Bunları hiç incelemediniz mi? Gerçekten sizde bu kafa var mı? Bu lafları sürekli kullanıyorsunuz. Peki, bunun anlamı nedir? Hiç olmazsa bunun anlamını okuyarak öğrenin. “Uzlaştık” diyorsunuz, uzlaştığınız da köleliktir, despotizmdir, geriliktir. Peki bunların sonuçlarının kişiye, çevresine, bütün partiye, tarihe, giderek halka neye mal olacağını göz önüne getirmiyor musunuz? Laf, dil yumuşaktır kıvır kıvır söyle. Durumunuz bu, her türlü yanlışlığa, her türlü kuralsızlığa boyun eğme. Bastıran da “bastırıp hallettim” diyor. Neyi hallettin? Keşke böyle birisi karşıma çıksa da “ben doğrusunu yaptım veya yanlışlığı bile bile yaptım” dese. Sizde o namus da yok. Parti içinde temel çalışma tarzıyla bu kadar oynama olur mu? En temel taktik hususlar var, hepinizin yaşamı buna bağlıdır. Buna bu kadar ters düşme oluyor da, neden ses çıkarmıyorsunuz? Neden hemen uzlaşıyorsunuz, hemen boyun eğiyorsunuz? Önemsiz bir halde, harap, bitmiş olarak karşıma çıkıyorsunuz, ondan sonra da partiden hak istiyorsunuz. Yüce yoldaşlık gereklerine bağlı kalarak yaşamak bu mudur? Onun için söylüyorum, bir günlüğüne de olsa sigaranızdan vazgeçmezsiniz, ama yıllarca en hayati ilkeden vazgeçersiniz.
İşte bu da eski Kürt‟tür. Karşılığında kaç para ettiği de, ne mal olduğu da, kısaca bütün kıymeti neyse ortada. Örgüt içinde yaşamayı da, savaşmayı da iyi bileceksiniz. Şimdi kendinizi üzerimize atmışsınız, ben sizi ne yapacağım, nasıl yaşatacağım? Örgüt savaşı örgütlüdür. Bunda hiç kuşku yok, savaş örgütünün de amansız yaşam kuralları var, disiplin kuralları var. Buna göre hareket etmezsek yürüyemeyiz. İstiyorsunuz ki, mal gibi yaşayalım, sizi de mal gibi yaşatalım. Bu mümkün müdür, haklı bir talep olabilir mi? Bu durumlar, örgüt içinde yaşamayı ve savaşmayı bilemediğiniz için ortaya çıkıyor. Ben şimdiye kadar sabırla, tavsiyelerle bu savaşı vermenizi önerdim. Ama bakıyorum, bu savaşı vermemekte, gerilikte, uzlaşmada direniyorsunuz. İlkeniz, üst boyun eğdirir, alt kendini ona uydurur. Ama örgüt çizgisine gel dediğimizde, onun bazı pratik esaslarına, çalışma tarzına, yeniliklerine bağlı kal dediğimizde, “daraldık” bilmem “geriledik, yüzeysel kaldık” diyorsunuz. Neden bu kadar ucuz konuşuyorsunuz? Büyümenin kaynağı nedir? Niye biraz büyümek istemiyorsunuz? Size bu geri lafazanlığı kullanmak çok rahat gibi geliyor. Bu durumları ancak lanetliler böyle dile getirebilir. PKK içinde bir provokatör çıktı, ibret vericidir. Ben tekrar fazla uzun açmayacağım. Bütün kongrelerimizde provokatörler çıkmıştır. I. Kuruluş Kongresi‟nde Şahin çıktı. Hepsi kendi elleriyle yetkiyi Şahin‟e bıraktılar. Benim tercihim değildi, ama adam kendini böyle dayattı, göze soktu. Evet, işte zindan da tüm gücünü ihanete verinceye kadar, belki de yapıya tarihin en büyük kötülüğünü yapıncaya kadar onu kullandı. İşte, sanırım o yirmi üç kişilik kuruluş, partiyi ilan etme toplantımızda adam göz göre göre hepsinin yetkilerini ellerinden aldı. Diğerleri sadece seyretti, uzlaştı.
Daha sonra Şahin ne kadar işkence yaptırdı. Kemaller, Mazlumlar, Hayriler binlercesine dayatılan işkencenin önüne geçebilmenin bedelini hayatlarıyla ödediler. Eğer daha o zaman biri çıkıp “bu Şahin kimdir, bir lümpen, serseridir” deseydi ve yine “ben pratik yürütme görevlerine daha iyi sahip çıkacağım” deseydi, Şahin o zaman dururdu. Tabii ben de çalışacaktım. Kim benimle çalışmak istiyorsa pratikte ben onunla yürüyecektim. Şahin kendini kabul ettirmiş, Şahin‟i istiyorlar. Başka yapılacak bir şey yok, haydi Şahin yürüyelim. Seçen sizsiniz, uzlaşan sizsiniz. Utanmadan, sıkılmadan bunun itirafı bile yapılmıyor. II. Kongremiz‟de Semir ortaya çıktı. Adamın lafazan olduğu belli, ama yapının dörtte üçü yine onu seçiyor. “Madem öne atılmış, etkiliyor, kendi çizgisinde yaşıyor, çalışıyor; o halde neden olmasın” dediniz. Evet, yine boyun eğmecilik, yine uzlaşmacılık ve olan partiye oldu. Neymiş de “kulaklarına hoş geliyormuş!” Bu kadar en benim diyen merkezi arkadaşlarımız “bu Semir kimdir, ne yapmak istiyor” sorusunu kendilerine sormadılar. III. Kongremiz‟de yine öyle bir sürü ölü tipler vardı. Zaten açığa çıkmış, en sonunda biz ortaya çıkardık. Bir yığın açığa çıkan kariyerist, henüz tohum halinde bir yığın sapmacı tip var. Tabii bunlardan başka kimse merkezi göreve sahip çıkar mı? O zaman Kör Cemal dediğimiz bir tip vardı. “İkinci adam olmanın yolu bana ardına kadar açıldı” diyordu. Tabii yol ardına kadar açılmıştı ve o iyi niyetli de olsa, PKK‟nin merkezine baktı, “bu aydınların elinden iş gelmiyor” dedi. Tabii kurnaz, PKK‟nin de otoritesinin büyüklüğü kişiye hayalinden bile geçiremediği fırsatlar sunuyor, adam bunu sezdi ve işe daldı. Gidiş o gidiştir. Bizi bile dinleme gereği duymadı. Bizim bunu ikinci adam yapma gibi bir durumumuz yoktu. Ama görevine sahip çıkmayan merkezimiz ortada, kim öne çıkarsa artık fırsat onundur.
Yalnız bu kongrelerde değil, bütün çalışma bölgelerimizde, birimlerimizde bunlar ortaya çıkıyor. Adamlar alıp götürdüler. Doğru hattımız halen kendine gelemiyorsa herhalde bunda bu anlayışın, bu kişiliğin payı az değildir. Partiyi kendi şansı etrafında döndürdü, dolaştırdı, kendine göre çalıştı, kendine göre dayatmalar yaptı. Sonuç; kaçan kaçtı, ölen öldü. Bunun önüne geçmek için yine ben yıllarımı vermek zorunda kaldım. Eğer merkezi kadro biraz rolünü oynasaydı, belki bu kişiler de daha iyi bir konumda olacaklardı. Bu kişilerden sadece partiye zarar gelmiyor, aynı zamanda bu kişilerin kendilerine de zarar geliyor. Yani hata hatayı, yanlış yanlışı besliyor. Sen onunla oldun mu, ilkesiz uzlaştın mı, çalışma tarzının gereklerini yerine getirmedin mi onun yüzünden işte hep ikinci adam, bilmem komutanlık, bölgede birinci adam, mıntıkada birinci adam savaşı yaşanır. Alttaki boyun eğer, o bastırır, kısaca zincirleme hatalar birbirini beslemiştir. Sonuç; başını kessen bunları önleyemezsin. Peki suç kimde? Suç, yine başta merkez olmak üzere, görevine sahip çıkmayan militanlardadır. Kendisi de çok zarar gördü, o kişiler de çok zarar gördü. Yani partiyi ilkede ve pratikte doğru yaşamamanın vahim sonuçlarıdır ve her kongremiz ibretlerle doludur. Önünde duramazsak bunları daha da dayatıp gideceksiniz. En ibret vericisi de IV. Kongremizdi. Sekiz tane yazılı ve sözlü talimat gönderiyorum, hatta adamın ismini de veriyorum, son derece kuşkulu yönler var diye değerlendirmeler yapıyorum. Tabii adam okuyor, tedbirini alıyor. Kocaman bir kongre bileşimi sesini bile çıkaramıyor. Merkez sessizleri oynuyor, ezop dilsizlerini oynuyor. Tabii yapımız da uyuyor. Adam sadece ikinci adam olmaya oynamıyor, fırsat bulsa partinin tümünün canına okuyacak kadar yükleniyor. İşte yine PKK çizgisini böyle ele aldınız. Yine, militanların alışagelmiş davranışları bu büyük belayı başımıza getirmedi mi? O kadar çözümleme sunduk.
Adam o kadar konuştu, o kadar inisiyatif kullandı. Niye bir militan, niye bir merkez adamımız böyle inisiyatif kullanamıyor? Onlara ne olmuş, kendilerine bunu sormaları gerek. Hepsi kişiliklerini ortaya koyarak, özellikle de bu son dört yılın gerçekleri karşısında özeleştirilerini versinler. Bütün savaşı bana yaptırın, ilkeleri de ben koruyayım, pratiği de ben geliştireyim; bizim merkezimiz de uyusun, militanımız daha da uyusun! Ne gerek var, ne de olsa her şeyi yapıyorum. Olmaz böyle, böyle particilik, öncülük yaptın mı kaybedersin. Dikkat edin, her bir kongrenin başına birileri ikinci adam diye geliyor. Sonuç belli, gerçekten Şahin ikinci adamlığa oynadı. Semir, Fatma, Şener hepsi ona oynadı ve bir de bunların yüzlerce alt örnekleri var. Hakiki partililer nerede, merkezimiz nerede? Şimdi olanları tekrar açmayayım, her eyalette de böyle bir sürü kişi vardı. Tüm bunlar ibret vericidir, fırsat bulsaydık da tarihçesini yazsaydık. Tüm bunlara rağmen sizi taşımaya da devam etmeliyim! Bu, doğru bir particilik değil, olamaz da. Yani ben bu savaşı yürüteyim, ki zaten yürüttüm, bunların hepsine göğüs de gerdim, peki merkezimize, militanlarımıza ne oluyor? Zamanında, yerinde müdahaleyi niye yapmadılar, tedbiri niye almadılar, kendilerini niye aldattılar? Büyük bir kısmı da şahadete gitti; oynanmayan rollerden, sorulmayan hesaplardan, uyulmayan kurallardan ötürü büyük bir kısmı şehit düştü. Böyle hayati konuları basit ele alıyorsunuz. Oysaki kıyamet koparmalıydınız. PKK büyük bir savaş örgütüdür. İlk kuruluş dönemleri olsaydı bir şey demezdim, ama IV. Kongremiz, V. Kongremiz neredeyse iktidarın eşiğinde kongrelerdi. Böylesine tarihsel evrelerde, insanın gözüne mızrak gibi giren bu kadar yanlışlıklara karşı hiç sessiz kalınır mı? İnsanın kalbine hançer gibi saplanan yanlışlıklara karşı yine sessiz durulur mu? Ve bir de tedbir alınmaz mı, çare düşünülmez mi? Hayret ediyorum, siz particiliği ne sandınız? Benim size tek tek sormaya da gücüm yok, kendi kendinize sorun. Fırsatınız varsa birbirinize sorun, “bu ne particiliktir” deyin ve mücadele edin, çünkü mücadele geliştirir. Baktınız gidişatlar dış cephede iyi değil, o zaman siz de mücadeleyi iç cephede akıllıca geliştirin. Kaderci olmayın, boyun eğmecilik kaderciliktir, öyle olmayın. Partimize yapacağınız en büyük kötülük budur.
Doğruları uygulayın, biraz saygınız varsa bu ilkelerimiz doğrultusunda yürürsünüz. Tek başıma nasıl yola çıkmışım ve savaşı nasıl geliştirmişim? Hiç mi anlama yeteneğiniz yok? Düşman, günlük olarak bizim parti tempomuza bakıp taktik geliştiriyor. Düşmandır, burjuvadır, işbirlikçi, tekelci kodamanlardır, hepsi onların temsilcileridir. Onlar, kendi savaşım tarzları konusunda pür dikkat kesilip ders çıkarıyorken peki size ne oluyor? Niye ciddi bir yaklaşım tarzını kendinize yakıştıramadınız? Halkımızın düşmana boyun eğişiyle, sizin düşmanın gölgesine boyun eğişiniz arasında çok az bir fark var. Savaş bir sanattır. Hiç kimse “bu iş biraz tecrübe gerektiriyor” demesin. İlk isyanımda belirttim ve yine daha sonraki süreçleri de anlattım. İlk grup döneminde ilk iki kelimeyi dile getirdiğimde, Kürdistan sömürgedir kelimeleri ağzıma geldiğinde yatamıyordum. Bu kelimeler başıma ne getirir, bu kelimeleri kime, nasıl aktarayım? Üç kapıyı kilitlerdim. Tek başıma, insanların yüzlerce metre ötesinde kulaklara fısıldardım. Bunların hepsi döneme göre taktikti. Bir küçük grup yaratmak için tutkuyla, hem de en zor, düşmanın egemen olduğu yerlerde nasıl yaşıyordum? Onları da gösterdim, bütün yaşamı gösterdim. Yani hangi süreci örnek göstereyim ki, bütün yaşamım böyle zincirlemedir. Size bakıyorum; “teori bizi ilgilendirmez, silah bizi ilgilendirmez, yoldaş bizi ilgilendirmez” diyorsunuz, peki sizi ne ilgilendirir? Köylüden bile daha gerisiniz desem acaba anlar mısınız? Köylü bir parça ekmeğini çok iyi saklar, çok iyi yer, şu anda da böyledir. Bu partiyi Osmanlı devletine benzetiyorsunuz. “Malı deniz yemeyen domuz” diyorsunuz, bu anlayışı terk edin. Parti terbiyesi çok gereklidir. Bunu tartışmak bile bana çok saçma geliyor.
Bu kadar parti dışılık gelişecek, siz sessiz kalacaksınız. Sizde vicdan yok. Dediğim gibi, şimdi sizi yargılasak hepiniz kurbanlık koyun gibi parti mahkemesine başınızı uzatırsınız. Bu da hoşunuza gidiyor. Ama sorun bu değil; sorun, vicdan muhasebesiyle insanın kendini yargılayıp, mümkünse yaşatabilmek için doğruca, bağımsızca ele alabilmesidir. Bu hastalıkla içimizi kim kirletti? Bunu nasıl dayatıyorsunuz? Bu da bayağı bir sınıf mücadelesidir. Dışta biraz gerilettiğimiz sömürgecileri ve işbirlikçileri maalesef içimizde türettiler. Yine biraz ayağa kaldırdığımız insan, içimizde bize köleliği dayatıyor. Artık bunları anlayın. Başta merkezimiz olmak üzere bütün militanlar, acaba kendileri için biraz sağduyuya gelecekler mi? Yani ben bir mücadeleci olarak kendimi hayli yaşatabilirim. Peki siz nasıl yaşatacaksınız? Ben sizi ateşten sahalara gönderiyorum; Avrupa‟sı da öyledir, dağı da öyledir, zindanı da öyledir. Hepsi ateş sahasıdır, savaş sahasıdır. Yani bu konuda sandığınız gibi bir Önderlik değiliz, attığım adımların bütün hesabını, kitabını yapmışım. Siz bunlara çocuklar gibi, hatta onlardan daha beter, gafilce yaklaşıyorsunuz. Benim sağladığım kolaylıkları da hiç anlamıyorsunuz. Kaldı ki, kolaylıklar olsaydı onları esas alırdım. Oysa kolaylık diye bir şey yok, size öyle geliyor. Kolaylık olsaydı, onu ben yaşardım. Bu büyük gerginliği böyle yoğunca yaşar mıydım? Sizin sandığınız gibi parti içinde rahatlık olsaydı, düşman karşısında yine rahatça savaş durumları olsaydı bu gerginliği yaşamazdım. Önderlik bir barometredir. Genel tehlike düzeyini, genel gelişme düzeyini kendinde bir indirir, bir çıkarır ve öyle yaşar.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (52.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER