ÖZGÜRLEŞMEKTEN BAŞKA KURTULUŞ YOKTUR
Özellikle kadın özgürlük ideolojisi, erkek egemen sistemin iktidarcı-devletçi yapılanmasının, varlık gerekçesinden biri olan şiddeti sürekli üreten, sömüren, kimliksizleştiren bütün düşünsel, duygusal, davranışsal ve kurumsallaşmalara meydan okur. Kadının öz gücünü ortaya çıkarıncaya kadar iktidar üreten mekânsal zeminlerden kopuşu ilkesel bir mücadele gerekçesi yapar.
Önderlik, tüm eşitsizlikleri, kölelikleri, despotlukları, faşizmi ve militarizmi besleyen ilişkiler, ana kaynağını egemen erkek- köle kadın ilişki biçiminden aldığını belirtir. Bu açıdan kadın etrafında şekillenen bu ilişki ağını ve kurumsallaşmaları derin çözümlemeye ihtiyaç var.
Egemenlikli ilişkiler üreten üç kurumsal yapıdan ( devlet, aile ve kadın- erkek ilişkisi) özgürlük mücadelesi yürüten ve devrimcileşmek isteyen her birey için kopuş olmazsa olmaz olmalı. Toplumsal cinsiyet kodlarından ve zihniyetinden kopuş sağlamayan kadın gerçek anlamda özgürleşme mücadelesi veremez. Kadın da ,erkek de sürekli kendine bilincinin, zihninin ve ruhunun hangi kaynaktan beslendiğini, şekillendiğini sorarak ,kopuşu sağlayacağı egemenlikçi zihniyet kodlarının deşifrasyonunu yapar ve anlamlandırır. Sadece deşifre etmek de yetmez. Neye karşı mücadele edeceğini tespit ederken yerine neyi koyacağını da belirler. Ataerkil uygarlık, kadın erkek ilişkilerini iki kişinin tekil ilişkisi olarak belirler. Mahremiyet alanı olarak göstererek dokunulmaz kılar. Köleliği ise bu ilişki üzerine bin bir yalanla inşa eder. Köleliğin olduğu yerde egemenlik de vardır. Kadın-erkek ilişkisine, sadece cinslerin salt tekil ilişkisi ekseninden bakmak cinsiyetçi paradigmanın köleci zihniyetinden kopamamadır. Uygarlık tarihi boyunca, ataerkil zihniyet, toplumda kadın ve erkeğin birlikte yaşamını içinden çıkılmaz bir kör düğüme dönüştürür. Tabii ki bunu kendi çıkarı için yapar. Cinsler arasındaki eşitsizlik, dengesizlik ve kadın etrafında oluşturulan kölelik zinciri doğanın bir hakikati gibi zihinlere kazınmıştır. Sanki insanlığın ve tarihin başlangıcından itibaren, ‘kadın hep köledir, erkek de hep egemendir’ algı ve zihniyet kalıplarını oluşturur. Yani geleneksel toplum zihniyet kalıpları ve toplum içerisinde şekillenen kadın köle ,erkek ise egemendir. Bu zihniyet kalıpları ile büyüyen erkek, egemenliğinden vazgeçmemek için her türlü yol yöntemi dener. Kadın ise kendisine sunulan köleliği, binlerce yıla varan zihinsel körlük, fiziki şiddet, kültürel soykırım ve kaderci yaklaşımı her ne kadar kabul etmek zorunda kalsa da içinde taşıdığı özgürlük kırıntılarına umut bağlamakta ve direnmektedir. Hiç bir zaman umudunu yitirmeden, her dem canlı tutarak arayışını sürdürür.
Unutmamak gerekir ki, kadını sadece cinsel obje olarak görme uygarlık sisteminin insan zihnine yerleştirdiği bir algıdır. Bir kadının ya da erkeğin cins karakterlerinden önce birçok başka anlamları ve yetenekleri vardır. Doğal toplumun kurucusu, koruyucusu, besleyeni, yürüteni olan kadın uygarlık elinde sadece cinsel bir obje ve soy sürdürme makinasına dönüştürülür. Erkek için, kadını toplumsal rolleri, düşünsel yetenekleri, aklı, beyni, duyguları ve ruhuyla bir bütün olarak görmek uygarlıktan kopuş olacaktır. Özgürlüğü geliştirmek öncelikle kadına toplumsal cinsiyetçi paradigmanın bakışından kurtulmayı gerektirir. Bu anlamda özgürlük hareketi içinde gelişen düzeye baktığımızda, kadının ezilen cins kökenli olması nedeniyle özgürlük ve anlam arayışı erkeğe göre daha keskindir. Yaşamla çelişkileri daha fazladır, yaşamın tüm alanlarında tutunabilmek için kendini oluşturma gerekçeleri daha yakıcıdır. Dolayısıyla kendini özgürlüğe kilitleme, anlam verme ve mücadele gücü daha fazladır. Özgürleşmekten başka kurtuluşu yoktur. Buna karşın erkekte daha yüzeysel, parçalı hatta faydacı yaklaşımlar daha öne çıkabilmektedir. Çünkü kendisinin özgürlük gibi bir derdi yoktur. Kendisini zaten özgür görmektedir. Onun için özgürlük sorunu olan kadındır. Diğer bir yön, bu bakış ve anlayışı aşan kendisinin de ezildiğinin ve özgürleşme sorunun olduğunun farkına varan erkek ise, egemenlikçi zihniyetten güçlü kopuş sağlar. Ve özgürlük mücadelesinde kadınla birlikte hareket ederek özgür eş yaşamı inşa etmek için mücadele eder.
Sonuç yerine , kölelik ve egemenlik üreten kadın- erkek ilişkisinden köklü kopuş, özgür eş yaşamın gelişmesi ve örgütlenmesi açısından önemlidir. Özgür birliktelik için, anlamlı ve güzel bir yaşam için köklü kopuş, tüm geriliklerden fiziksel, düşünsel ve ruhsal anlamda olur. Kadın, kendine ait özgür gelişim zemini yaratarak, düşünsel, zihinsel ve ruhsal anlamda erkek sistemine göre şekillenen dünyasını, algısını değişim-dönüşüme uğratarak duyguda, düşüncede ve ruhta kendini yeniden oluşturur. Özcesi xwebunlaşır. Erkek, iktidar ve egemenlik üreten ataerkil zihniyeti doğru sorgulayarak kendi duruşunu ve yaşamını değiştirmeyi esas alır. Kendindeki erkeği öldürerek özgür erkeği yaratmayı hedefler. Aksi durumda erkek, iktidar eksenli duruşunu ve yaşama bakış açısını değiştirmediği, kadın da geri geleneksel ve içerilmiş kölelikten kopmadığı sürece özgür birliktelik ve özgür yaşam zemini gelişmez. Özgür eş yaşamın geliştirilmesi için sonsuz boşanma, erkeği öldürme ve kopuş teorisi temel ilkelerdir. Ancak ataerkil zihniyetten ve onun kurumlaşmalarından kopuş özgür kadın, özgür erkek ve özgür toplum oluşumunu sağlar.
Özgürlük bahçesinde özgürleşmek ve arınmak için kölelik üreten her şeyden köklü kopuşla özgür, anlamlı ve güzel yaşam yaratılır. Köklü bir kopuşla kaybedileni kaybedilen yerde arayarak kadın etrafında örülen zincirleri koparalım. Tarihsel uygarlık boyunca kaybedilmiş olan yaşamlarımızdaki iyi, doğru ve güzeli yeniden açığa çıkararak yaşamsallaştıralım.
RONAHİ MALATYA
YORUM GÖNDER