DEVRİMCİ KÜLTÜR ve AHLAK 4.BÖLÜM
Kapitalizmde Kültür Yaratmak Değil Yaratılanlar Üzerinde Popüler Olmak Esastır;
Kültür insanlığın tarih içinde emekleri sonucunda ürettikleri değerler olduğundan, tüm tarih boyunca hangi dönemin insanlık açısından daha çok kültürleşmeyi ifade ettiğini anlamak mümkündür. Günümüzden geçmiş tarihe kültürel değerler baz alınarak bakılıp bir değerlendirme yapılırsa, çok ilginç sonuçlarla karşılaşılacağı kesindir. Hangi dönem insanlığının “İnsan kültürel bir varlıktır” belirlemesine göre yaşadığı daha net ortaya çıkar. İnsanlık denilen
varlığın yeryüzünde kalıcılaşarak yaşama olanaklarını yakalaması insan olmasının gereğidir. İnsan bunu kültür denilen yaratımlarıyla yapar. Kültür dediğimiz maddi ve manevi üretimlerinin tümü insanı insan yapan değerleridir. Gerçekleşmiş insanlık, esasta kültürle dile gelen gelişmelerin içindedir. Kültür değerlerini yaratma özelliği olmasaydı insan olmazdı. Olsaydı da diğer canlılardan, örneğin kurt koyun sürüsünden farkı olmazdı. Kültür, toplum ve insan ilişkisinden hareketle, kültür yapan sadece insandır diyoruz. Doğada insandan başka kültür yapan canlı bulunmaz. Bunun için insan ve diğer canlılar -bitkiler, hayvanlar- arasında bilinen farklar oluşmuştur. Kültürleşme kapasitesinin düzeyi, insanın kendini diğer canlılardan ayrıştırarak aralarında mesafenin açılması ile sonuçlanmıştır. Ne kadar toplum o kadar kültür, yine ne kadar kültür o kadar insanlaşma gibi karşılıklı bir ilişki de böylece ortaya çıkmış olmaktadır.
İnsanlığın şimdiye kadar tanıdığı temel iki toplumsal biçim vardır. Bunlardan birincisi toplumsallığın ilk şekillendiği doğal süreci ve bunun sistem kazanmış olduğu neolitik dönemidir. İkincisi ise, kanıtlandığı gibi binbir hile ve kurnazlıkla kurulan devletçi toplum biçimidir. İlk dönem kültürleşmesi, toplumsal yaşamı var eden temel yaşam sahalarının hemen hepsinde kalıcılaşarak günümüze gelen çok sayıda ilk yaratımları yaratarak insanlığın var olmasını sağladı. Toplumsallığın ikinci aşamasında hâkim kılınan iktidar olduğu için, ilk aşamanın yaratılan değerlerinin üstüne konmayı ve iktidar kültürünün gerektirdiği yaratımları yaratmayı ifade eder. Bu aşama bir bütün insan toplumunu ve bireyini geliştirmek için değil, egemen olan kesimlerin bu egemen hallerinin devamı için kültür geliştirmiştir. Günümüzde tartışılan yabancılaşma olgusunun dayandığı bu yaklaşım ilerledikçe, kültür değerleri insan toplumunun gelişmesine değil, kendinden uzaklaşmasına yol açtı. Ürettiği halde karnını doyuramayan insan, giderek ektiği buğdaya yabancılaştı. Kızarmış ekmeği doyasıya yiyemeyen insan, buğdayın yeşil ve sarı renklerinin kendisi için bir anlam ifade etmediği duygu ve düşüncesine kapılmaya başlamıştır. Bu ise, temelde insanın kendisine ve toplumuna karşı yabancılaşmaya başlamasıdır; kendi emeğine yabancılaşmasıdır. Bu yabancılaşma her geçen gün daha da hız kazanarak devam edegelmiştir. Kuşkusuz kültürel üretim olgusunu ve toplumsallığın binlerce yıllık değişim ve dönüşümünü birkaç cümle ile ifade etmek mümkün değildir. Bu konuda yaşananların anlaşılması için, belki de şimdiye kadar yazılmış tüm kitaplara bakmak gerekecektir. Ancak insanın kültürleşme düzeyini göz önünde bulundurarak, çok zengin ve derin olan bu konuda bir iki genel belirlemeyle olmasa da, birkaç sayfalık bir yazı içinde her gözün görebileceği bir resim çizilebilir. Bir kitap da yol gösterebilir. Toplumun devletleştirilerek yönetilmeye başlanması süreci özde aynı, biçimsel olarak renk değişikliğine uğrayarak bugüne kadar gelip dayanmıştır.
Devletçi ve iktidarcı toplum biçimi söz konusu olduğunda, hem güncel olması, hem de yarattığı kültürel tahribatlardan dolayı hakkında en fazla söz söylenmesi gereken sistemin kapitalizm olduğundan kuşku duyulmamalıdır. Bu yaklaşım, tanımı gereği en kapsayıcı kültürel bir yaklaşımdır. Kültür denilen değerler dünyasının üretim biçimi ve bu üretimlerin insanlıkla ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, kapitalizm konusunda söylenecek çok şey olduğu görülecektir. Kapitalizm biçiminde devam eden iktidar olgusunun kültür-toplum-birey bağlamında izah edilmesi günümüzün en temel insani görevdir. Kapitalizm konusunda doğru değerlendirmeler geliştirmek için yapılması gereken ilk iş, bu sistemin kendisini meşru kılmak için ortaya koyduğu maddi ve manevi kültürel izahlardan uzak durmak olmalıdır. Kurt yırtıcı bir hayvansa, onu yırtıcı bir hayvan olmasına neden olan özellikleriyle tekrar tekrar tarif etmenin bir anlamı olmaz. Önemli olan bu hayvanın yırtıcı olmasına yol açan biyolojik organizasyonu anlamak ve bundan kaynaklanan özelliklerini izah ederek kendisine karşı tedbirler almakır. Yani kurda habire “Sen yırtıcı bir hayvansın” demek yerine, ondan korunmak ve kurtulmak daha doğrudur. Kapitalizm konusunda da sıkça yapılan, tüm kötülüklerine rağmen, onu modernliğin insan düşüncesinde yarattığı ideolojik hâkimiyetle ‘ilericilik’ olarak anlatmak olmuştur. Hayatın doğrularına karşı kurulmuş en büyük kapitalist tuzak, toplumu bir bütün olarak ele almamaktır. İnsan olgusunu yarattığı tüm kültür değerleri ile bir bütünlük içinde ele alırsak, gerçek daha bilimsel ve daha sade olarak anlaşılır. Kapitalizmin en büyük gücü, ama aynı zamanda en büyük zaafı, olaylar ve olguları parçalı ele almasıdır. Konumuz gereği belirtirsek, tüm çirkinliklerine rağmen, zorlanarak olsa da kapitalizmin devam ediyor olmasının nedeni, insanlık kültürünü parça parça edip pazara sürmesidir. Bunu bilimcilik adına yapması kendisine ‘yeni putlar’ inşa etmesine neden olmuştur. Tarihte defalarca görüldüğü gibi, en büyük kültürel değişimler putların kırılmasıyla yaşanmaya başlanmıştır. Kapitalist putları kırmak için yapılacak ilk iş, her olay ve olguyu zaman ve mekân bağlamında bütünlüklü ele almaktır. Eğer insan aklını ve duygularını kapitalist kültür ve yaşama olan yaklaşımlarından kurtarmak istiyorsa, bunu bilim yöntemini değiştirmekle yapmak durumundadır. Bu konuda kültür olgusunu birkaç noktada ele alıp, kapitalist iktidar döneminin hâkim hale getirdiği popüler kültürün ne olduğu sorusuna cevap vermek kadar, neden popüler kültür sorunsallığına bakarak bu iktidar şeklinin ne olduğunu anlatmak oldukça yararlı sonuçlar verecektir. Çünkü kültürel bakış açısıyla, tarihi ve toplumu değerlendirme yöntemiyle kapitalist kültürü incelemek çok çarpıcı sonuçların ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Kültüre Yaklaşım Kültürel Bir Varlık Olan İnsana Yaklaşımdır;
Bir kere kültür olgusunda temel olan, kültürün insan toplumu tarafından üretiliyor olmasıdır demiştik. Artık sağır sultanın kulaklarını bile incitecek kadar yüksek sesle duyduğu, kör gözlerin dahi gördüğü gibi, kapitalizm değer üretmeye değil, tüketmeye dayalı bir iktidar organizasyonudur. Çünkü kapitalist sistem toplumsallığı ortadan kaldırarak sistemleşmeyi sağlar. Kapitalizm bir toplumsal biçim değildir. Toplumsallık dağıtılınca ortaya çıkan tahribatlar, boşluklar ve sorunların sistem kazanması kapitalizmdir. Bu da yaratma değil, dağıtma ilkesidir. Demek ki, kapitalizm kültürel değerlerin ortaya çıkması ilkesinin birinci maddesine karşı olan bir sistemdir. Kapitalizmde bir değer kültürleşmek için değil, tüketilmek için yapılır. Tüketim kapitalizmin öz kimliğidir. Kapitalizmin gücü tüketimle doğru orantılıdır. Ne kadar tüketim olursa, o kadar kapitalizm yaşanır. Son aylarda yaşanan ekonomik krizin bir kez daha gösterdiği gerçek de budur. Kapitalist sistemin felsefesine göre, toplum tüketiciler topluluğudur. En değerli toplumlar da en çok tüketen toplumlardır. En iyi kişiler tüketici olan ve tüketiciliği teşvik eden kişiliklerdir. Zenginliğin günümüzdeki ölçülerinden biri de ne kadar tükettiğiyle ortaya konulmaktadır. Fakat toplumsal yaşamda zenginlik demek üretmek demektir. Bunun için kapitalist sistemde toplumdan ve topluluklardan değil, kitle denilen bir kavramdan söz edilir. Kitle demek, sade bir tarifle tüketici olmuş toplum demektir. Hem maddi hem de manevi değerlerin tüketilmesinin miktarı kapitalist sistemi zengin yaptığından, tüketimin anlık ve çok olması gerekir.
Bir nesneyi tüketmek gerekmiyorsa bile, onu tüketilmesi gereken bir duruma getirmek kapitalist kültürün bir gereğidir. Tüketim olsun ki sistem işlesin ve sahipleri zengin olsun. Bu temel yaklaşım, kültür ürünlerinin diğer temel bir ilkesi olan kalıcılığın öldürülmesidir. Çünkü üretilen değerler kalıcı olursa, tüketimi yavaş ve geç olur. Bu da az para kazanmak demektir. Kapitalizm sürekli ve daha çok para biriktirmek olduğu için kalıcılığa düşman olmak zorundadır. Kapitalist kültürde alım satım esas olduğu için, insan ile maddi ve manevi kültür değerleri arasında bu ilkeyi harekete geçirecek bir mantığın da kurulması gerekecektir. Alım satım için felsefi olarak olması gereken şey değersizliktir. Çünkü bir şeyin satılıp elden çıkarılması için, önce onun insan hafızasında değersizleştirilmesi gerekir. Değerli olan bir şey satılmaz. Yine bir şeyin satılması için, ihtiyaç olmadığı halde, onun kullanılmasının zorunlu bir ihtiyaç olduğu fikrinin insanın kafasına yerleştirilmesi gerekmektedir. Kapitalizmin alım satım mantığında değerin ölçüsü paradır. En değerli şey para olduğu için, paranın herkeste birikmesine izin verilmez. Herkeste paranın birikmemesi için bulunan yöntem ise, satılan nesnenin asıl sahiplerinin kapitalistler olmasıdır. Böylece sistem sahipleri hem en değersiz olan yani satılan nesnelerin, hem de en ‘değerli’ olan şeyin yani paranın sahibidirler. Para en değerli olduğu şey için onun konumlandığı mekân değişmez. Paranın mekânı kapitalistlerin cebi, kasaları ve bankalarıdır.
Kültür ile insan toplumu arasındaki kopmaz bağ, kapitalist mantıkta kendisini var kılmak için esas aldığı insana yaklaşımını da ele vermektedir. Kültüre yaklaşım, kültürel bir varlık olan insan ve toplumuna da yaklaşımdır. Kültürel değerler toplumsal kimliğimizin emeğinin bir sonucudurlar. Kültür değerleri ayrım yapılmadan satışa çıkarılıyorsa, bu iş için bir toplumda kendi değerlerine karşı “Bunlar satılabilir” mantığının geliştirilmesi kaçınılmaz olur. Bu mantığın toplumda hâkim olması için de toplumun toplum olmaktan çıkarılması gerekir. Çünkü toplum üretmek, yeni değerler kazanmak için oluşmuştur. Toplumsallık ihtiyacından fazlasını tüketen değil, üreten bir özellikte işler. Toplumsal üretimin fazlalığı tüketimi değil, zenginliği artırır. Kapitalizm toplumsallığı da dağıttığı için, çok rahat bir şekilde her değeri alım satım konusu yapabilmektedir. Kapitalist dönemde onca teknik imkâna ve çalışma kolaylığına rağmen yoksulluğun giderilmemesi ve işsizliğin yaşanması bundan kaynaklanmaktadır. Alım satım konusunda kapitalist pazarlamacılık, kültürü popülerleştirerek satar. Bu konuda popüler kültürün ne menem bir şey olduğundan çok, kültürün neden böyle ele alındığını anlamak daha açıklayıcı olacaktır. Zaten popüler kültürün ne olduğu sorusunun cevabı, kapitalist pazarlamacılığın kültürü satmasının içinde gerçekleşir. Hemen belirtmek gerekir ki, hangi konuda olursa olsun kapitalizm değerlendirildiğinde, eğer işin içinde alım satım kelimeleri geçmiyorsa, bu değerlendirmelerin yeterli olmadığını vurgulamak gerekir. Bir malın piyasada daha çok zenginlik getirecek bir sonuç ortaya çıkarmasının değişik hile ve kurnazlıkları vardır. Bu yalan ve kurnazlıkları en iyi kapitalistler bilirler. Onlar bu işin ustasıdır. Bu konuda kâr getirecek bir yol da pazarın genişliği ve büyüklüğüdür. Pazarlamada en geniş alıcı kitlesi yiyeceklerindir. Bunun nedeni, yemenin temel biyolojik bir ihtiyaç olan beslenme sorununu gidermesidir. Yiyecekler kadar geniş bir pazarı olan diğer bir saha ise, beslenmeye benzer bir ihtiyacı karşılayan kültür değerleri, özellikle bu değerlerin manevi olanlarıdır. Tabii maddi değerler de oldukça yaygın bir şekilde satılmaktadır. Kültürün alım satım konusu yapılarak para kazandıran bir alan olmasının da kendine göre yol ve yöntemleri vardır. Bir kere kültür değerlerinin hepsi tüm insanlığın değerleri oldukları için, özü gereği satılacak dereceye düşürülmeleriyle alıcısı tüm insanlık olur. Bir devlet bunu yaparsa, alıcıları egemenliği altındaki tüm toplumsal kesimler olur. Kültürün özellikle manevi alanının değerleri olanları ve daha çok da sanat dallarıyla yaratılanları, biyolojik açlığın giderilmesi gibi insanın manevi olarak beslenmesini sağlar. Kültürel değerlerin pazarda herkese satılık olarak sunulduğu halde alıcısı bulmasının bir nedeni de budur. Sanat ürünleri düşünsel ve duygusal olarak temel insan ihtiyaçlarını giderirler. Kültür değerlerinin bu iki temel özelliği, kapitalist para kazanma mantığı ile buluşturulma ve popülerleşme dışında, kültüre sunum olanağı bırakmaz. Kültürün popülerleştirilmesinin kültürel ürünlerden daha çok para kazanmak amacıyla pazarı genişletmekle birebir ilişkisi vardır. Kültürün popülerleştirilmesinin sağlanması için uygulanan yöntemler kesinlikle söylendiği gibi tüm toplumu kültür ve sanat ile buluşturmak değildir. Para kazanma amacı olmayan hiçbir uygulama kapitalist dönemde gerçekleşmez, gerçekleşmesine izin verilmez. Çünkü değerlerin el değiştirmesinde para kazanmak amaç olmaktan çıkarsa kapital birikmez. Kapitalizm biter. Kültürün en geniş kesimlere ulaşması için halk kültürlerinin işlenmesi gerekir. Bunun için cinsi ve sınıfı ne olursa olsun, her kesimden alıcısının olduğu tek alan kültür değerlerinin satıldığı pazar alanıdır.
Kültür aynı zamanda toplumun kimlik değerlerini oluşturan yaratımları olduğu için, kültür pazarındaki tüketici, alıcısı olduğu malın kendisini ifade etmesini isteyecektir. Pazarda birçok malı tanımadan almak mümkündür. Ancak kültür ürünlerinin, özellikle sanat kolundaki ürünlerin kesinlikle bir şekilde alıcısıyla bir tanışıklığının olması gerekir. Bu bir Müslüman’ın domuz eti ihtiva eden ürünleri tercih etmemesi gibi bir şeydir. Dolayısıyla alım gücüne bakılmadan herkese sunulacak ürünler hazırlamak, daha çok satmak anlamına geldiğinden, kültürün pazar genişliğine yol açar. Kültürel değerler pazarı en çok kazandıran pazardır. Çünkü işlenen malın hammaddesinin sahibi kendi parasıyla bu malları alacak konuma getirilmiştir. Bir şeyi beleş verip daha sonra para karşılığında satın almak, sadece kültür değerlerinin popüler kültür adı altında satılığa çıkarılmasıyla kapitalizmde ortaya çıkmıştır. Kapitalist sistem bu rahat kazanma fırsatını kazanç kapısı olarak gördüğünden kültür popülerleştirilmiştir. Bunun için “Herkes kültür-sanat ürünlerine ulaşsın” politikası büyük bir oyundur, ikiyüzlülüktür. Kapitalist elindeki malların satışını artırma işini en fazla reklamlarla yapar. Satılığa çıkarılmış kültür ürünlerinin satış miktarı ise popülerlik temelinde olur. En çok satan en popüler ürün ve kişi olduğu gibi, en çok satmak için de popülerliğe ihtiyaç duyulmaktadır. Popülerlik sattırır. Ancak satmak için de popüler olana ihtiyaç vardır. Bu, kendi içinde çok ilginç bir durum ortaya çıkarmıştır. Kültür ürünlerinin satılması için yapılan reklamların kendisi de malın pazarda satılma biçiminin değişik bir halidir. Dolayısıyla kültür-sanat reklamcılığı diğer malların reklamcılığı gibi değildir. Yani hem reklam hem de mal satmanın iç içe olduğu bir durum yaşanmaktadır.
Kürt Kültürünü Popülerleştirme Kültürel Soykırım Amaçlıdır;
Kültür ürünlerinin satılık duruma düşürülmesi en fazla rafine kültür ürünleri olan sanat alanını ayağa düşürmüştür. Sanat, satmak için yapılan bir zanaat olmuştur. Günümüzde sanat ürünlerinden bahsetmek zordur. Toplumsal yaşam içinde en güzel insan ürünlerinin toplandığı bu saha, artık en çirkin olanlarına yönelmeye başlamıştır. Tarihte ilk defa çirkin güzele galebe çalmıştır. Sanat ürünün kalıcılığında güzel olma esastır. Bir sanat eserinin arkasında bıraktığı etki güzel demektir. Ancak pazara mal yetiştirme mantığı içindeki popülerlik sanatı bitirmiştir. Popüler kültür içinde sanat kolu en etkili kullanılan alandır. Bundan dolayı bir sanat eseriyle çiklet aynı reyonda yan yana durmaktadır. Amaç satmak olduğundan, nitelik değil gösteriş öne çıkmaktadır. Göze ve kulağa hitap etmek satışı artırmada en etkili bir yöntem olduğu için, biçim en önemli konu olmuş, içerik ve kalıcılık çok önemsiz duruma getirilmiştir. Kültürü popülerleştirmek, sadece kültür-sanat ürünlerini özlerine ters biçimde kullanmak değildir. Bu durum kendisiyle birlikte hiçbir tepki vermeden her türlü derde dayanacak bir birey ve toplumsal yapıya yol açmaktadır. Popüler olma sevdası herkesi sarınca, popüler olmak için belirlenmiş kalıplara uygun davranmak gerekecektir. Bu kalıplara uymak da bir yere kadar popüler olmaktır. Saç kesme biçiminden tercih edilen yemek ve içecek markalarına, beğenilen sanat ve sanatçılara kadar popüler olma sevdasındaki bireyin popülerler tercihi, popülerlikten kazananlarca hazırlanmış bir listesi vardır. Popüler kültürde neyin popüler olduğu çok iyi ve amaçlı hazırlanmış popülerlere söylettirilir. Neyin popüler olduğuna birey veya toplum karar veremez. Çünkü bunlar satılan malın sahibi değildir. Bu kararı popüler olandan ekonomik ve siyasi olarak kazananlar karar verirler. Popüler kültür toplumsal alanda kolay yönetilir bir durum yaratır. Çünkü popülerin temel sloganlarının başında “Bana, sana ne?” gelir. Bu durum da popüler kültürün siyasi sonucudur.
Kültür ve sanat değerlerin popüler kültür adı altında satılığa çıkarılması, bu alanın karakteristik özelliğinden dolayı, toplumsal yaşamın her tarafını etkisi altına almaktadır. Her şeyin en popüleri kültürün popülerleştirilmesiyle ilişkilidir. En popüler olmak temelinde iş yapmak, bir kimlik yaratmak, kapitalist dille ‘marka olmak’ geçer akçe olur. Bunun kültür ve kimlik ilişkisinden kaynaklandığı bilinmelidir. Her çağın kültürü bir kimlik yaratır. Kapitalizmde de bu kimlik popülerliktir. Bu kimlik, popüler kadın ve popüler adam ile başlar, popüler çiklet markasıyla devam eder. Ancak unutulmaması gereken şey, popülerlikten kast edilenin en çok satan veya satmaya vesile olan olduğudur ya da en çok satmaya katılan olduğu gerçeğidir. Kültür ürünlerinin satmak amaçlı hazırlanıp piyasaya sunulması kültürün popülerleştirilmesi demektir. Kültürün popülerleştirilmesi demek, toplumsal yaşama ve bin yılların ortaya çıkardığı kutsal değerlere yapılan en büyük saldırı demektir. Bu saldırının startı kapitalist sistemce verilmiştir. Bu saldırıya uğramayan toplum ve değerleri kalmamıştır. Son yıllarda bu saldırının Kürt kültür değerlerine de yöneldiğine tanık olmaktayız. Kürt kültürünün popülerleştirilmesinin değişik nedenleri vardır. Türkiye merkezli planlı saldırıların amacı Kürt kültürünü asimile etmektir. Direniş kültürüne saldırılar, asimilasyonu başarıya götürmek kadar, Kürt halkının son otuz beş yılık kültürel değişiminin yönünü saptırarak, Kürt halkını özgürlük mücadelesinden koparmayı hedeflemektedir. Kürt halk uyanışı demokratik ulusallaşmayı geliştirdiği için, kimi Kürt kimlikli sanatçılar ve diğer bazı kesimler bu gelişmenin yarattığı talebi popüler tarzda kullanmak istemektedir. Tev-Çand kurumlarındaki kimi sanatçıların da popüler olan yaklaşımları vardır. Bu kapsamdaki sanatçılar, kimliklerinin bir gereği olarak özgürlük değerlerini sanatsal olarak değerlendirmek isterken, bir bütün olarak sanat ürünlerine ve yaşamlarına bakıldığında, eleştirilmesi gereken tutum ve davranışlarının olduğu görülür. Kürt kültürünü içeriğinden boşaltıp piyasaya sürmenin en sistematik yapıldığı yer, hiç tartışmaya mahal bırakmayacak biçimde Güney Kürdistan’da yapılmaktadır. Bu da Güney Kürdistan’da yaşayan Kürtleri Kürdistan’ın diğer parçalarından kopartarak, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında yürütülen siyasal projeye katma amaçlıdır. Bu kültür politikası ile Güney Kürdistan’da farklı bir yerel siyasetin gelişmesine zemin olacak bir Kürtlük amaçlanmaktadır. Kürt kültürünün uzun yıllar yaşadığı baskı ve asimilasyon, bir halk olarak Kürtlerin gelişimini geriletti. 20. yüzyılda Kürdistan’ın dörde bölünmesiyle temel ulusal değerlerimizin ortak bir üslup kazanması da engellendi. Bu durum Kürtler arasında ruhsal uzaklaşmaya neden oldu. Kürdistan parçaları içinde yaşanan kültürel zenginliğin birbirini güçlendirerek daha zengin bir kültüre dönüşmemesi için, egemen devletlerin geliştirdikleri yoğun yabancılaştırıcı politikalar, Kürtlerin kendi değerlerini sahiplenme bilincini olumsuz etkilemiştir. Kürdistan halk kültürüne popüler saldırı daha çok bu durumdan güç almaktadır. Kültüre sahiplik etmemenin en derin olduğu yerin sürekli yenilgi ve ihanetin yaşandığı alan olan Güney Kürdistan olması, popüler kültürün en çok bu alanda yaygınlaşmasına olanak sunuyor. Bu ‘yoldan çıkma’nın ne kadar etkili yürütüldüğünü Güney merkezli yayın yapan televizyonları izleyerek anlamak mümkündür. Özellikle müzik bu yoldan çıkmaya öncülük ediyor. Bunu fırsat bilen Kuzey Kürdistanlı bazı sanatçılarla Kuzey Kürdistanlı şaibeli kimi kişilerin buraya dadandığını belirtmek gerekir. İnkârcı bir saldırı altında olduğundan, Kürt kültürüne yönelik popüler kültür saldırıların arkasında başta Türkiye Devleti olmak üzere egemen devletlerin olduğunu kestirmek zor değildir.
Bunun için Kürt kültürüne pazarda satma tarzındaki yaklaşım sadece para kazanma yaklaşımı değildir; sömürgeci asimilasyon ve yok etme amaçlıdır. Bunun karşısında durmak başta siyasetçiler, aydın ve sanatçılar olmak üzere her Kürt insanının temel görevidir. Kültür insanın yaşamıdır, dedik. İnsan nasıl yaşamış, nasıl yaşıyor, nasıl yaşamalıdır? Bütün bunlarla mukayese edildiğinde, en büyük kültürsüzlüğün günümüzde yaşandığı ortaya çıkmış olur. Hiçbir dönemde günümüzde yaşandığı kadar ciddi toplumsal sorunlar yaşanmamıştır. Hiçbir dönemde bu kadar insan öldürülmemiş, hiçbir tarihsel dönemde insanlar açlık tehdidiyle bu kadar karşı karşıya kalmamıştır. Hiçbir dönemde bu kadar adaletsizlikler yaşanmamıştır. Hiç kimse feodal dönemde insanların sistemin adaletsizliğinden, açlıktan öldüğüne tanık değildir; özellikle soykırım temelinde ve açlıktan ölümün yaşandığına tanık değildir. Belki bazı istisnalar yaşanmıştır. Ama günümüzde her gün binlerce insan kapitalizmin çıkar politikalarından dolayı açlıktan ölüyor. İşsiz kalıyor. Hiçbir dönemde insanlar bu kadar teknik araç geliştirememişlerdir. İşin ilginç tarafı da budur zaten. Bugün dünyayı cennete çevirecek imkânlar vardır. Hem dünyayı cennete çevirecek her imkâna sahip olacaksın, hem de kölecilerden çok daha fazla kötülük yapacaksın! Hastalıkların çaresini bulacaksın, ama binlerce insan hastalıktan ölecek! Açlık sorununu giderecek imkânlara sahip olacaksın, ama her gün insanlar açlıktan ölecek. Toplumsal sorunları diyalogla çözümleyecek bilgi kapasitesi, iletişim olanağı ve diyalog ortamı olacak, ama sorunları çözmek adına binlerce insanı katledeceksin! Herkesin kendisini bir şekilde ifade edebileceği imkânlara sahip olmuşken, insanların dilini yasaklayacaksın, kültürünü yok edeceksin! Bütün bu çelişkiler neyle izah edilecek? Ne feodalizmde ne de kölecilikte böyle bir şeye rastlanabilir. Önderlik Savunmasında, “Atom bombasını insanlık nasıl izah edecek?” diye soruyor. Sistem Birinci Dünya Savaşını, İkinci Dünya Savaşını neyle izah edecek? Bölgesel katliamları neyle izah edecek? İnsan, atom bombasını birbirinin kafasında patlatmak için mi bilim ve tekniği geliştiriyor? Uçakları bir yeri bombalamak için mi yapmalıdır insan? Kimya, biyokimya ve fiziği insanlar birbirlerini öldürsünler diye mi, yoksa sorunları azaltmak için mi geliştirmelidir?
Bireycilik Kültürsüzlüktür;
Tabii bu noktada işin içerisine ahlak giriyor. Bu kendi başına bir konudur. Ahlaksızlık için gerekli insan duruşu bireyciliktir. Nasıl ki tanrı inancı için mümin gerekliyse ahlaksız bir yaşamın yaşamdan sayılması için bencillik bireycilik kaçınılmaz olmaktadır. Bireycilik, kültürsüzlüktür. Bir insan sadece kendisini düşünürse kültürsüzdür; istediği kadar çok şey bilsin, yine de öyledir. Zaten günümüzde kavramlar çok saptırıldığı için, biri çok şey biliyorsa kültürlüdür deniliyor. Onun için biz dedik ya, biri çok şey biliyor, ama pratiği yoktur, eksiktir. Çok çalışıyor, ama ifade edemiyor, eksiktir. Yapıyor, ama paylaşmıyor, eksiktir. Hayır, insanda bu öyle olmaz. Özellikle PKK kültürünü ve ahlakını değerlendirdiğimizde, bütünlüklü bir insan tanımlamasının toplum için neden esas alındığını, bunun neden gerektiğini biraz daha tartışacağız. Komple bir varlıktır insan. Bütün yaratımları temelinde değerlendirilirse insan tanımlanır. Örneğin biz Kürt’üz, ama dilimizi bilmiyoruz; öyle Kürt olmaz. Kürtse dilini bilecektir. Kültür en çok dilin içinde vardır. Kürtsün, ama kültürel değerlerini bilmiyorsun, onlardan kaçıyorsun. Böyle Kürt olmaz. O zaman sen Kürt değilsin, Kürtlüğün tartışmalıktır. Çünkü kimlik kazandıran şeyler vardır. Onlar kesinlikle olmak zorundadır.
Doğanın bir özelliği de tekdüzeliği kabul etmemesidir. Düşmanlar “Kürt yoktur” derken, zorumuza gitse de, bunun bizden kaynaklanan bazı gerekçeleri vardır. Kürtlükten kaçacaksın, yurtsever olmayacaksın, ülkeni boşaltacaksın, mücadeleye katılmayacaksın, mücadeleye güç vermeyeceksin, dilini, tarihini ve sanatını bilmeyeceksin, manevi değerlerini tanımayacaksın! Düşmana “Kürt yoktur” dedirten bir durumun da bunlar olduğunu tüm Kürtler bilmek durumundadır. Kürt’üm, ama Kürtçe bilmiyorum! Peki, bu ne biçim iş? Nihayetinde fiziki yapımızın Farslarla, Araplarla, Türklerle çok ciddi bir farkı yoktur. Ben kendimi ancak benliğimi ifade eden şeylerle ifade edebilirim. Onlar olmadıktan sonra ben yokum demektir. Buna da çok fazla gücenmemek gerekir; tanımlamalar, kavramlar bu açıdan çok önemlidir. Bu açıdan Kürtlerin kültürlü mü, yoksa kültürsüz mü oldukları artık kendilerine kalmış bir şeydir. Tarihimiz halk kültürü açısından zengindir. Ama bizler bugünün temsilcileri olarak kültürsüz olabiliriz. Yani bize kimlik ve kişilik kazandıran tarihimizi ve kültür değerlerimizi bilmiyor, bu değerlerin özelliklerine göre yaşamıyor olabiliriz. Örneğin bu konuda Avrupa ve metropollerdeki insanlarımızı değerlendirmek gerekir. Böyle bir sorun güncellik açısından değerlendirilebilir. Bu durum Kürdistan gerçeğinde zoraki asimilasyondur.
Toplumsal Yaşam İçin Her Şeyden Önce Ahlak Gerekir;
Neden kültürle ahlak olgusunu iç içe ele alıyoruz? Neden böyle bir ihtiyaç duyduk? Bu konu da bizim için önemlidir. Önderlik, ahlak konusunda Savunmalarında tanımlamalarda bulunuyor. Biz de bu tanımlamaları esas alacağız. Kültür derken aslında toplumun kendisinden bahsettik, insanın kimliğinden bahsettik. İnsanın doğa üzerinde kendi yaratımlarından hareketle kendisini kanıtladığından, ikinci bir doğa yarattığından, bunu da her aşamada ve her süreçte derinleştiren bir varlık olduğundan bahsettik. Onun için insan nedir sorusu sorulurken, insanın kültürel bir varlık olduğunu söyleyerek de bu soruya cevap verilebilir, dedik. İnsanlar neden bir aradalar? Bu soruya “İnsan ancak toplumsallaşarak var olabilir” cevabını veriyoruz. Önderlik buna Bir Halkı Savunmak kitabındaki çözümlemelerinde köklü değerlendirmelerle açıklık getirdi. Fakat bir arada oluşun sadece fiziki bir arada var oluş olmadığını biliyoruz. İnsanların bir toplum olarak bir arada oluşlarını sağlayacak şekilde, kendi içinde zayıf düşebilecek grup ve üyelerini yok etmeden, kendilerinden bir parça olduğu bilinci ve hissinden hareketle onları da kendi içlerinde bir şekilde yaşama katmaları, bunun için duyguları ve düşüncelerinde gerekli donanımı sağlamaları gerekiyor. Bu da insanların birbirlerine yaklaşımlarının manevi olarak diğer canlılardan daha farklı olmasını gerektirmiştir.
İnsanın kendisi için düşündüğü şeyleri diğer insanlar için de düşünmesi, diğer insanların da yaşama arzusunu düşünebileceğinin bilincine varması gerekecektir. “Her insan grubunun özgür olma, bir toprakta kendi dili ve kültürü ile yaşama gibi daha birçok toplumsal değerle yaşama hakkı vardır” bilincinin insanda şekil bulması gerekir. Herhangi bir ihtiyacını giderirken bunu tek başına gideremeyeceği, kendisi gibi diğer insanların da böyle yaşayabileceği duygusu ve düşüncesine sahip olması gerekecektir. Böyle olmalı ki, toplum dediğimiz olgu bir kütleden farklı bir şey olabilsin; bir yığın olmaktan farklı bir şey olabilsin. Güçlü tarafını geliştirirken, aynı zamanda zayıf düşebilecek taraflarını bir şekilde tamamlayabilsin. Ahlak olgusu daha çok bu noktalarda devreye giriyor. Önderlik, ahlakı toplumun vicdanı olarak tanımlıyor. Bir anlamda toplumu bir arada tutan örgü ve o örgüyü güçlendirecek değerler bütünselliği ahlak olarak tanımlıyor.
CİHAN EREN 4.BÖLÜM
YORUM GÖNDER