KOMÜNALİTE ÜZERİNE
Komünal değerlerin aleyhindeki her gelişme toplumdan bir takım değerlerin kaybı anlamına da gelir. O halde komün halindeki yaşamı temel yaşam biçimi olarak değerlendirmek gerçekçidir. İnsan türü varlığını bu yaşam biçimi olmadan sürdüremez. Bu gerçeği şu yanlış kanıların anlaşılması için ısrarla vurguluyoruz: Uygarlık söylemine göre toplumu yaşatan, yücelten hiyerarşi ve iktidar değerlidir. Gerisi güdülmesi gereken sürüdür. Denebilir ki, bu anlayış en eski olduğu kadar zihinleri en çok işgal eden ilk büyük ve sistematik yalandır. Toplum bu ideaya inandırıldıkça, aleyhine olan süreci de meşrulaştırmış olmaktadır. Bu öylesine güçlü bir ideadır ki, günümüzde de buna kanmayan neredeyse yok gibidir. Komünal düzen toplumun var oluş tarzı olmasına rağmen, yaşatan ve yücelten değerin hiyerarşik ve iktidar gücüne mal edilmesi, çözülmesi gereken çelişkilerin başında gelmektedir.
Toplumsal tarihin çarpıtılmasını sağlayan bu söylem tarih, edebiyat ve politika başta olmak üzere tüm üstyapının da temel anlayış normu oluyor. Sonunda toplumun gerçek var oluş tarzı dilsiz, söylemsiz bir nesneye dönüşüyor. İlkel topluma ilkel demekten kurtulmadıkça, sosyal bilimin bütün tespitleri yanlış üzerine bina edilmekten kurtulamaz. Kök hücre benzetmesine yine başvurmalıyız. Tüm çeşitlilik kazanan hücrelere göre ana hücre ilkel olabilir. Ama bu ilkellik, gerilik aşılması gereken anlamda bir ilkellik olmayıp, ilke, esas anlamında bir ilkelliktir. Komünal toplum değerlerine bu yönlü bakmadıkça, diğer tüm kurumlarının analizi köksüz, kendi başına ciddi anlam yoksunluğu içinde değerlendirilecektir. Demek ki toplumsal mücadelede tutarlı olmak istiyorsak, öncelikle toplumun var olma tarzına saygılı olmalı ve gerçekçi bakmalıyız. En radikal çağdaş toplumcuların sadece çözümlemelerinde değil pratiklerinde de komünallikten kaçış var. Kendisi özel, düşüncesi komünal demek bir aldatmacadır. Bu, kapitalist sistemin toplumu ahlaktan yoksun bırakmasının bir sonucudur.Neredeyse 20. yüzyılın sonlarına kadar etnisite-kabile-aşiret-halk sosyal bilimin dışında gibi göründü. En az siyasal iktidar kadar etnisiteye değer vermeden, toplumsal sorunlara anlam vermek ve doğru çözümlere gitmek olası değildir. Komünal özün formu en yoğunluklu olarak etnisitede ifade bulur. Etnisiteyi ortadan kaldırdığımızda toplumdan geriye ne kalır? Daha düne kadar marksizm de dahil tüm çağdaş düşünce ekolleri etnisiteyi işlevi olmayan, arkaik bir form olarak değerlendiriyorlardı. Komünal özü daha da iğreti, geriliğe özgü bir nitelik gibi yansıtılıyordu. Bireycilik ne kadar öne çıkarsa, toplumsal değerlere hakim olursa o denli önemli, onurlu sayılır oldu. Sosyal bilimciler rahiplere göre çok olumsuzdurlar derken, çok önemli bir husustan bahsediyoruz. Toplumun önde gelen şuurlusu olarak rahip, düşünüp inandığı gibi toplumla toplum için yaşar. Bilgisinin doğruluğu temel kıstas değildir; toplumun komünalliğine bağlılığı esas kıstastır. Sosyal bilimci ise, bilgisinin doğruluğu ne olursa olsun, toplumsal komünalliği esas almaz. Bir teknik eleman gibi yaklaşır. Felaket de böyle başlar. Genelde tüm bilimciler, özelde sosyal bilimciler toplum komünalliğinin kutsallığını tanıyıp ölümüne bağlı kalmadıkça, haklı olarak büyük ahlaksızlar sınıfı olarak adlandırılmaktan kurtulamayacaklardır. Toplum komünalliğine bağlı olunsaydı, ne savaş ve iktidar, ne de sömürü ve istismar yaşanan boyutlara gelirdi. Atom bombasını hangi toplumsallıkla izah edebiliriz? (Önderlik) Komünalite ortakçı toplumsal yaşamı anlatır. Toplumsal yaşamın hakikatleri kendi kavramlarını yaratmıştır. İktidar kavramlarıyla toplumsal alanın kavramları birbiriyle çatışırken iktidar alanı toplumun kavramlarını çarpıtıp kendine mal etmeye çalışır.
Toplumsal alan ise kendi kavramlarına sahip çıktığı oranda hakikatlerini açığa çıkarır. Kimi kavramlar da vardır ki iktidar alanı bunlara saldırsa, çarpıtsa da kolay kolay kendine mal edemez, çünkü her koşulda toplumsallığı anlatan kavramlardır. Bu türden kavramların başında da komün kavramı gelir. Komün kavramı doğrudan toplumsal yaşamın var oluş tarzını anlattığı için iktidar kendine mal edemez. Komünizm kavramıyla özdeşleştirilerek ne denli saldırıya uğrasa da komün veya toplumsallık insanlık tarihinde ve günümüzde insanca yaşamanın adıdır. Komünalizm toplumun var oluş tarzı olduğu gibi komün de toplumsallığını korumanın vazgeçilmez örgütlülüğüdür. İnsan ve toplumsallığıyla bu denli özdeşleşmiş kavram olan komünün yeniden canlandırılmaya ihtiyacı vardır. İnsanlık tarihinde göçebe klan yaşamının belli bir aşamasından sonra kabile farklılaşmasına dayalı olarak komünalitenin, toplumsallığın gelişme biçimlerinin temel üç aşamasından bahsedilebilir. Bunlar inanç, dil ve esas olarak etnisitelerde biçimlenen yurtlaşma değerlerini korumaya yönelik direnişlere dayalı olan komünalitelerdir. Ortadoğu da ortak inanç ve dil etrafında öncelikle semitik ve aryen topluluklarının büyük gelişme gösterdiği bilinmektedir. Etnisite daha çok neolitik çağın ortalarına doğru ortaya çıkan aşiret toplumsallığının sonucunda önceleri bilinçli olmasa da bir kendilik olarak gelişmiş olan toprağın ekilip biçilmesine, ölülerinin toprağa gömülmesine ve bu toprağın vatan parçası sayılmasına paralel olarak yurt bilinci giderek temel bir toplumsallaşma kaynağı haline gelmiştir.
Toplumdaki sınıflaşmaya paralel olarak da etnik (yurt ve kimlik savunması) ve dinsel direnişler etrafında komünal topluluklar yaptıkları direnişlerle varlıklarını koruma anlamında tarihten bugüne ulaşan haklı bir ün kazanmışlardır. Uygarlık güçlerinin saldırıları karşısında zaman zaman göçe zorlanan topluluklar fırsat bulduklarında direnişe geçmişlerdir. Bu direnişlerin yoğunluklu olarak İran, Afganistan, Kafkasya ve Kürdistan dağlarındaki örgütlenmeler sayesinde gerçekleştiği bilinmektedir. Bazen aşiret, bazen tarikat biçimindeki örgütlenmelerin genellikle dönemin sivil toplum alanları olarak değerlendirilmesi direniş karakterlerini daha iyi açıklamaktadır. Amaç komünal yaşamın kurulması ya da var olan komünal değerlerin savunulmasıdır. Bu anlamda yaşanan direnişler öze dönüş eylemleri olarak anlam kazanmışlardır. Bu nedenle de komünal yaşam bütün direnişlerin merkezi kavramı durumundadır. Kom; kökü aryenik dillerde ve Kürtçede topluluk ve grup anlamına gelir. Komünalite; ortakçı, toplumsal yaşamı anlatır. Komün; bu ortakçı yaşamın hem ruhu hem de örgütlenme formudur. Almanya da bir komünde yaşayan heykeltıraş ve ekolog olan Gunar Seitz in komün kavramına dair incelemesi dikkat çekicidir: Gemeinschaft (ortaklık) sözcüğü eski Almancadaki gimeini sözcüğüne dayanır. Bu kelimenin kökü ise Hint-Avrupai Mei dir. Mei değiştirmek, trampa etmek anlamına gelir. Mei aktif oluş kavramıdır, aktif vermeyi, aktif almayı ifade eder. Mei süreçtir. Mei hayattır. Mei var oluşun dinamiğidir. Yani, Mei kavramının kendisinde doğadaki hayatın temel biçimi saklıdır. Mei de aynı zamanda insani var oluşun belirlenmesi söz konusudur. Çünkü insani var oluşa damgasını vuran şey de dinamik bir verme ve almadır. İnsani olmayan doğayla aramızda sürekli bir madde ve enerji alışverişi vardır.Diğer insanlarla sürekli enerjiyi, maddeleri, düşünceleri, tasarımları, duyguları trampa ederiz. İnsan esas olarak bir değiştirici , bir trampacıdır, bir Mei dir. Egemenlerin ilk saldırdığı şey toplumsallığın kendisidir Birçok Hint-Avrupa dili Mei yi kendi dil yapısı içine almıştır. Böylece örneğin Yunancada Mei ameibein halini alır; sözcüğün isim hali amoibe dir. Bizim kullandığımız Amöbe (Amip ) kelimesi, amoibeden gelir, bu sözcük biçim değiştiren anlamını taşımaktadır. Latincede Mei migrare olur, yani yer değiştirmek anlamına gelir. Ayrıca mutare, değiştirmek sözcüğünü doğurur. Almanca daki Mutation (mutasyon) ve Mauser (başkalaşma) sözcüklerinin kökü budur. Sözcüğün isim hali Latincede munus dur. Hizmet, hediye, bağış gibi anlamlara gelir. Önceki zamanlardaki ilk anlamı aslında değiş tokuştur.
DERLEME
YORUM GÖNDER