APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (50.BÖLÜM)
POLİTİKLEŞMEK YÜCELMEK VE ÖZGÜRLEŞMEKTİR
Tarihin ve Gericiliğin En Ağır Yüklerini Taşıyoruz;
Yaşamdan ziyade, yaşamın doğrusundan çok korkuyorsunuz. Sizi yalana çok alıştırmışlar, doğrulardan çok ürkütmüşler, bundan dolayı yaşamdan korkuyorsunuz. Ben biraz cesaretli olduğum için başarılı oldum. Aslında ahım şahım biri değilim, fakat yine de doğruların kenarından geçebiliyorum. Sizin gibi bir dogmatik, bir fosil, bir rahip gibi işin dogmalarıyla ilgilenenlerden değilim. Ben öylelerini aşıyorum, onların çoğu mürit gibidir, Kuran‟ı ezberleyenlere benziyorlar. Bu çizgi karşıtlığı değil midir? İslam dininde Arapça‟yı hiç anlamadan Müslüman olduğunu sananlar gibi değil mi? Böyle bir PKK‟niz var mı? İşte yalan burada! Niye böyleler acaba? Cesaretleri mi az, lümpen eğilimleri mi güçlü? Çok kötü büyütüldükleri kesin veya çok hakarete uğramışlar. Bu çok kötü bir durum. Düşman her an imhamızı bekliyor. Şu andaki felsefesi bu, sözümona bana bir şey olursa her şey bitecekmiş gibi bir anlayış içinde. Hiç olmazsa benim gidiş gelişim de çok fırtınalı oldu, ama sizinki çok kötü. Düşmanın size biçtiği sadece bir hiçliktir. Bunun karşısında sizin adınıza üzülmemek elde değil. Düşmanın beni kendisi için ciddi bir engel olarak gördüğü, neredeyse bu işi şahsi bir intikam havasına büründürdüğü açık değil mi? Düşman “Kürtlük yok, sen icat ediyorsun, savaş yok sen icat ediyorsun, devrim yok sen icat ediyorsun” diyor. Emperyalizm de “Sosyalizm ölmüştür, sen iki de bir var diyorsun” diyor. Ben bu iddialarımın hepsini ısrarla sürdürdüm; sosyalizm var, Kürtlük var, yiğitlik, şeref var, değişik yaşam var. Bunların hepsini iddia ediyorum, onlar da “Sen teksin” diyorlar. Kendinizi aslında biraz doğru ele almalısınız.
Bazılarınız iyi niyetli, kolay kolay düşmana boyun eğmez, ama boyun eğmemek biraz bizim gibi olmayı bilmekten geçer. İki de bir “ben tıkandım, ben sağa yattım, intiharvari gittim” demekle, sadece düşmanın iddiasını doğrulamış olursunuz; kendi yiğitliğinizi, başarınızı değil. Kaldı ki, bize gerekli olan da düşmanın iddiasına geçerlilik kazandırmak değil, onu yerle bir etmektir. Siz, düşmanı vurmak istemiyor musunuz? Vurmak istiyorsunuz, hatta yaşamak da istiyorsunuz, sevmek de istiyorsunuz. Peki bunların gereklilikleri nerede? Örneğin ahbap çavuşluğa çok düşkün olan, yine sigaraya bu kadar çok düşkün olan, “ben çok iyi yaşamak istiyorum” diyor, o zaman bunu kanıtlayalım. Hatta karasevdalı olanlarınız bile az değil; o zaman sevda nedir, ona göre yaşamasını bilelim. Ben yaşamdan son derece korkan bir insanım. Bazıları abartarak, tabii yalanı da katarak benim bu yönüme dikkat ediyor. Ben yaşama kolay kolay gelmeyen birisiyim, ama hangi yaşama? Artık ona da büyük bir deha mı dersiniz, yenilik mi dersiniz, ne dersiniz deyin. Ben sizin yaşam diye bellediğinize gelemem. Bu anlamda beni tanımalısınız. Sevginiz her neyse, ben öyle sizin gibi kolay sevmem. Yaşam diye ilgi duyduğunuz neyse, kesinlikle onun yanından bile geçmem. Çalışma tarzınız, vuruş tarzınız, cesaret tarzınız, direnme tarzınız kesinlikle benim katlanacağım bir tarz değildir. Açık söyleyeyim ki, bunlardan kaçarım. Sizin bu gerçekliğinizden, sizin gibi olmaktan korkarım. Yine de Allah size yardımcı olsun diyorum, böyle yaşamaya nasıl dayanabiliyorsunuz? Büyük bir ıstırap duyuyorum. İşte bunun sonuçları şu; benim neden çalışmaya bu kadar amansız yüklendiğim ve sizin de bunun eteğinden, kenarından neden teğet geçtiğiniz anlaşılıyor. Yaşamla ittifakınız var, ama doğru olan bizimki, çünkü sizin yaşam diye belledikleriniz düşmanın elinde bir balık oltasına takılan yemdir. Siz aslında oltayı yemişsiniz. Balıkları avlamak için bizzat avlanacak balık olmuşsunuz.
Benim felsefemin en temel kilit taşlarından biri de kolay ölmemektir. Ama siz, o kadar kolay ölümlük durumdasınız. Kolay ölmemek; savaşmanın en yüksek gerekliliğidir, gerekli ifadesidir. Kolay ölmemenin üzerine bir roman yazmak gerekir. Ben aslında iki şeyi yazmak istiyordum: Biri, yenilgiye giden tipin ana özellikleri; diğeri de, kolay ölümü kabul etmeyenin ana özellikleri üzerine. Yaşamın imkanlarını nasıl arttırdığımı düşünün. Hemen mali politika diyeceksiniz. Yaşam ve mali politika arasındaki ilişki nedir? İkisi arasında inanılmaz ilişkiler kuruyorum. Silahlanmayla yaşam arasındaki ilişki, örgütlenmeyle, propagandayla, günlük nefes alış verişle yaşam arasındaki ilişkiyi inanılmaz düzeyde birbirine bağlamışım. Sizin zincirleriniz o kadar paslı, o kadar tel tel dökülüyor ki, yaşama nasıl bağlayacağımızı bilemiyoruz. Siz şunu iddia ediyorsunuz; “biz çoktan ölmüşüz, dokunma bize her tarafımız sızlar, vurulmadık hiçbir yanımız kalmamış.” Bunu halk da söyler, türkülerinde, ezgilerinde hep bu vardır. Siz hangisisiniz? O zaman niye yanıma geliyorsunuz? Yanımda ne geziyorsunuz? Acaba sizleri oyuna mı getirdim? Eğer gelmeseydiniz mevcut düzeyinizle ancak isyan edebilirdiniz. Düşman da sizi anında ezerdi. Acaba biraz doğrulara, sağduyuya, alçakgönüllülüğe gelebiliyorlar mı? Bundan da endişeliyim. Hendeği atlamayan deve gibidirler. Biraz doğruları önünüze koyuyoruz, deve gibi geri çekiliyorsunuz. Doğruları biraz daha önünüze koysam, acaba tepkiniz nasıl olur? Fakat artık yavaş yavaş, zor da olsa deveyi hendeğin üzerinden atlatmak gerekir. Sizi nasıl yaşatacağımı artık anlamalısınız. Doğrular böyledir, tartışın. İlla söylediklerime inanın veya katılın demiyorum. Tartışın, başka doğrular varsa onları kabul edelim.
Gelenler zayıf, çelimsiz ve birer zavallı. Hani ihtilal örgütü? İhtilal örgütüne, yerle göğü fethetme örgütü derler. Kendi halinizle karşılaştırın; darülacezeye konulmuş ihtiyarlara benziyorsunuz. Burası darülaceze değildir, ama siz bu halinizle oraya benzetiyorsunuz. Kendini ihtilale yatıran bir adam her tarafı zangır zangır titretir. Hani tarihi meclisler vardır, hepsi böyle oturdu mu her tarafı titretir. Ama sizin durumunuzu izliyorum, hepsi zavallı. Hastanelik de değilsiniz, darülacezeliksiniz. Darülaceze de bütün gücünü, kuvvetini yitirenlerin toplandığı yerdir. Güce gelmezseniz, sonunuz böyle olur, kuvvetini yitirenlerden farkınız kalmaz. En önemlisi de düşünce gücünüz, plan gücünüz, koparma gücünüz; örgütü koparma, eylemi koparma gücünüz yok. Her gün verdiğiniz bilgilerde “şura eksik kaldı, burada bilmem ne ortaya çıktı” diyorsunuz. Bunlar devrimcilerin sözlüğünde yer alamaz. Devrimciler vurulmaz demiyorum, ama yaşam tarzlarınız, vurulma tarzlarınız hiç de iç açıcı değil. Onlar bizimle yiğitlik heveslerini, yaşam heveslerini mi gideriyorlar? Düzen içerisinden saflarımıza gelen o ağalık kalıntıları küçük burjuva düzene, o düzenin yaşamına özlem duyuyorlar, ona ulaşmak istiyorlar. Ama bu istemlerini yerine getirmede başarılı olamıyorlar veya düzen artık onların herhangi bir tatmini yaşamalarına imkan tanımıyor. PKK‟ye katılırken bu temelde katılıyorlar. Bu yönü ağır basan birçok katılım var. Kesinlikle bir sınıf tahlili yapmak gerekiyor. İçimizde bir türlü çizgiye gelemeyenler, tarzımıza kendini doğru katamayanlar, kendini her türlü örgütsel propaganda ve eylemsel başarıya veremeyenler, ister farkında olsunlar ister olmasınlar, kesinlikle başka sınıftandırlar. Onlar, düzende kaybettiklerini PKK‟de bulacaklarını sandılar, tabii PKK‟de bulamayınca da tıkandılar. Çok açık söyleyeyim, bundan sonra “tıkandım” diyene, sen yalancısın ve başka bir sınıfın ajanısın diyeceğim.
Bu kadar eğitimden sonra tıkandım demek doğru mudur? Tıkanan, mücadele etmeyen de bana göre normal bir sınıf devrimcisi değildir. Yani bizim çizgi olarak, pratik olarak herkesin önüne koyduğumuz doğrular herkese az çok yeterlilik kazandırabilir, ama birisi ısrarla ona gelmiyorsa, o zaman onun sınıfı farklı, yaşam çizgisi farklı, talepleri farklı, tarzı farklı, niyetleri farklıdır ve o da eşittir bir ajan demektir. Bu da sınıf dışılık veya çizgi dışılıktır. Dikkat edin, bu konuda hepinize tekrar tekrar söylüyorum; PKK‟nin Önderlik çizgisini asla kimse aldatamaz. Bizde “yetişemedim, ulaşamadım, çözümlenemedim” demek yoktur. Bundan sonraki düzenlemeleri de bu ana parola altında yürüteceğiz. “Yetmez oldum, tıkandım, yüzeysel kaldım, şu bu doğruyu egemen kılamadım” diyen suçüstü yakalanmıştır ve derhal yaptırıma tabi tutulur. Eğer gerçekten hakiki PKK devrimcisiyseniz, önünüze koyduklarınıza ulaşamama, engel tanıma, tıkanma veya uzlaşma asla söz konusu olamaz. Bu gibi kavramlara yer yoktur. Aksini yaparsanız, suçüstü yakalanmış olursunuz. İçinizde dürüst, özlü olanlar varsa, hiç olmazsa onları kurtaralım. “Sınıf dışılık, çizgi dışılık” diyorsunuz, bunlar bir kişinin yüzde ellisini işgal edebilir. Bu işgal edilen yanı atalım, diğerini kurtaralım. Buna da yok diyemezsiniz. Bunu, kırıp dökmeden, ama mücadelenin gereklerinden de çekinmeden yapmak gerekir. Yani stil son derece derinlikli, bazılarının arzuladığı kırıp dökmeden de çok ustaca kurtarılması gerekeni kurtarma, sınıf dışı bütün özellikleri de eritme, militanları çalıştırma, özgür ve mükemmel kılma, çizginin önündeki engelleri aşma, başarının örgütlenmesini sağlama alma; bu konuda aman tanımama esas alınmalıdır. Yine, özellikle liberal, sağ yaklaşımlara düşmeme ve en önemlisi de, “buna gelemiyorum, bunu ince bir tarzda atlatırım” diyenlere de, bu sefer durumun hiç de öyle olmadığını gösterme, kendini ucuz sıyıracağını sananlara fırsat vermeme esas alınmalı ve çözümleyici olunmalıdır.
Tam çözümleyicilik de, çözümlemelerin getirdiği düzeyi yakalamakla mümkündür. Bu ne anlama gelir? İster içimizde, ister dışımızda, genelde faşist özel savaşımın tam amacına ulaşmasını önlemek ve çok önemli bir direnmeyi mümkün kılmak, onların direkt dolaylı işbirlikçilerini ulusal kurtuluş saflarında tamamen sınırlandırmak, hatta nefes alamaz duruma getirmek gerekir. En önemlisi de, içimizde çizgi dışılıkta ısrar eden tüm tutum ve davranışları açığa çıkarıp en az dış kadar teşkil ettikleri tehlikeyi, tehdidi önleme ve parti tarihimizin çizgi derinliğini uygulama ustalığını göstererek bunu başarabilecek güçte olmak gerekir. İşte V. Kongremiz bu anlama gelmektedir. Onu başardın mı askeri dengeyi sağlama ve yer yer çok önemli savaşlarda üstünlüğü zorlama, yine kitlenin politik kalkışını sağlayabilme, diplomaside
devlet ilişkilerini kullanma durumuna gelme V. Kongre‟nin en önemli bir sonucu olur. Bu da başarılı, belki de düşmanın yerle bir edildiği bazı savaşları düzenleme hamlesi olacaktır. Ve bu da yerel halk iktidarlarının kurulma aşamasına gelmesi demektir. Önümüzdeki hedefler bunlardır. Hedefler veya kazandırılan seviye buraya yöneliktir. Buna göre herkes kendini koşturmak zorundadır. Böyle asker olacaksın, böyle örgütçü olacaksın, böyle serhıldancı olacaksın, böyle eğitim gücü, komuta gücü olacaksın, böyle yöneteceksin. Ona göre boyunuzun ölçüsünü şimdiden ölçün biçin. Fakat eskisi gibi alışageldik ucuz özeleştiriler olmayacak. Hele “yaparım, yanımda kâr kalır” yaklaşımları hiç olmayacak; “lafla işi geçiştiririm” yaklaşımı hiç olamaz. “Kendimi örgüte ağırlık gibi dayatırım”, “kendiliğimden komutan olabilirim, ucuz komuta işgalleri mümkündür” gibi yaklaşımlar hiç mi hiç olamaz. Komuta çok nettir. Komutan, verdiği başarı sözü oranında komutandır. Komutan şöyle söyleyecektir; “ben bu işi, şu sürede, bana tanıyacağınız şu yetkilerle ve şu olanaklarla başarmaya söz veriyorum.”
Yönetimin yetkisi böyle tanımlanabilir. Bütün bunlara hükmedeceğiz. Hiç kimse yanlış beklentiler içerisinde olmasın ve PKK‟de başka türlü yaşanılabileceğini aklına getirmesin. Dürüstlüğünüz varsa, içimizde kalmak istiyorsanız bu temel belirlemelere daha şimdiden kendinizi hazırlayın, hatta bunları yaşamsal kılın, sonra duymadık demeyin. Böyle derseniz, sonunda hayal kırıklığına uğrarsınız. Bir daha çocukluk yaparsanız sizi elimin tersiyle bir kenara iterim. Bu, partinin bütün kapılarının size kapanması demektir. “Ağlarım” dersen, yine partinin bütün kapılarını kapatmak üzere kovarım. “İnceltirim, yine kurnazlıkla oynarım, kendimi gizlerim” dersen, defederim. Hiçbir yalan artık gizlenemez, hiçbir yetersizliğe saygıyla karşılık verilemez. Yani eskisi gibi artık ne çocukluk yapabilirsiniz, ne de yalanla, yanılgıyla, düşkünlüğünüzle saflarımızda kalabilirsiniz. PKK‟deki yaşam özelliklerini gösteremezseniz gidin. Sizi üzmek istemediğimi biliyorsunuz, sizi üzmemek için nasıl çaba gösterdiğimi de görüyorsunuz. Sanırım biraz vicdanlısınız. Size hizmet eden insanın nasıl anlaşıldığı ortadadır. Israrla bizi üzmeye, bizi zorlamaya çalışırsanız, kim olursanız olun atacağız. Zaten politik olmamak demek, kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülük demektir, askeri özellikleri tam ortaya koymamak demek kendinizi de enayi yerine koymak demektir. Herhalde tarihle bundan daha kötü oynanmaz. Ona da hiçbirimizin hakkı yok, benim de hiç hakkım yok. Tam siyaset yapmalıyız, tam örgüt kurallarını konuşturmalıyız, özellikle ordu prensiplerine bağlı kalmalıyız. Artık bunu anlayın. Önce askeriz sözüne bağlıysanız, önce çizgi, önce politika diyorsak, artık kesin anlamanın zamanıdır. Eğer böyleyse, şimdiye kadar kendinize yakıştırdığınız hal, hareketlerinizin, tutum ve davranışlarınızın, söz ve fiillerinizin hiçbir anlamı yoktur. Asker olmayı becerelim, buna yaşınız da uygundur. Eski yaşam kalıntılarını, hastalıklarınızı, zavallılıklarınızı silip süpürün. Bunları silip süpürünce ölmezsiniz, dökülmezsiniz. Bilakis, kazanırsınız. “Böyle gidiyoruz, duymadık” demeyin. Olayı biraz daha derinleştirebilirim, tartışmayı daha değişik bir lehçeyle de geliştirebilirim. Belki bu da size epey öğretici olabilir.
Fakat siz de ciddi olun. Benden çok yüz buldunuz ve ben de çok esnek biriyim. Sanırım bu konuda politik olabildiğimi artık herkes kabul ediyor. Benim esneklik özelliğini mükemmel kavradığımı herkes biliyor. Ama aynı zamanda katı yanımın hesabını da herkes fark ediyor. Bunu hem örgüt içinde, hem örgüt dışında oynuyorum. İnanılmaz esnekliğim var, aynı zamanda inanılmaz boyutlarda katılığım da var. Ahmakça, lafazanca kendinizi dayatmayı “esneklik gereğidir” diye ucuzca ele almayın. Esneğim, ama onun içinde en az esneklik kadar katılık da var. Siz iki yanımıza da yanlış dayanıyorsunuz. Çok katı yanlarımız var, karşımızda tiril tiril titriyorsunuz; çok esnek yanımıza da ananızın kucağındaki bebekten daha fazla bebekçe yaslanıyorsunuz. Bu, gerçekten böyledir. İki özelliği de yanlış kullanıyorsunuz. Ne katılığım karşısında tiril tiril titremenize gerek var, ne de esnekliğimizi bebekçe kullanmanıza gerek var. Esnekliğe doğru katılım, katılığımıza doğru cevap verme esas olmalıdır ve bu gereklidir. Sizin başka türlü politikleşmeniz mümkün değildir. Artık bu bebekliği bırakın ve kendinizi yeniden yaratın. Sigaraya gösterdiğiniz ilgiyi her zaman söylediğimiz gibi kendinizi yeniden yaratmaya gösterseniz ne olur? Her gün “şuram ağrıyor, buram sızlıyor, tıkandım, kilitlendim” demeye utanmıyor musunuz? Bunlar bir militanın kendisine yakıştıracağı sözler midir? Yıllardır esneklik ilkesi gereği sizi dinlemeye tahammül ediyorum, ama artık katılık ilkemi de görmelisiniz. Öyle yapmak zorundayım, başka türlü önder olunmaz. Sezar‟ın hikayesi biliniyor. Ben “Sezar oldum” demiyorum, ama politikanın da öncelikli ağır ve değişmeyen bazı
kuralları vardır. Bunları anlayın, çünkü siz asker olmak istiyorsunuz, hem de gözü kara asker olmak istiyorsunuz. Başarabilirsek ne mutlu, fakat siz adeta asker olmaya karşı direniyorsunuz. Boşuna söylememişler; “başkalarının iyi askerleri, ama kendilerinin de en kötü askerleri.” Bu kısır döngüyü nasıl bozacağız? Başkalarının kocakarıları, ama kendilerinin de amansız düşmanları. Bu hainliği nasıl bozacağız? Bazı şeyleri basite alıyorsunuz. Ben halen kendimi bu hain ilkelerden tam kurtarmamışım veya biraz kurtardığım için nefes alıp veriyorum.
Aslında sizin sülalenizi, sizi doğuran ana babalarınızı tutmak gerekiyordu. Zaten onlar suçlu, karşımıza kolay kolay çıkamıyorlar. Böyle çocuk büyütmekten nefret ettim. Çünkü çok suçlu, yaramaz, yetmez bir konumdasınız. Haksız değilim, çünkü büyük saygısızlık söz konusu. Kendinizi ne yapacaksınız? Gücünüz hiç bir şeye yetmiyor. Çok açıkça ve tekrar vurgulayayım; bir örgüt kuramıyorsunuz, bir iş planlayamıyorsunuz, ama sürekli ağlıyorsunuz. Peki yaşamaktan ne anladınız? Bebeğe mamayı kim versin? TC mi versin, yoksa çoktan kurumuş ulusal kaynaklarımız mı sizi beslesin? Mümkün mü, ulusal kaynakların hepsi kurumuş. Meme yok, süt yok, kaskatı kesilmiş, hatta kangren, hatta meme kanseri söz konusu. Yani ben deli miyim, kendimi bu halde tutuyorum; benimki de bir namus belası, ama yiğitlik değil diyorum.
Bilmem “köyde bir takım, düzlükte bir takım imha oldu, dayanamadı, şu köye gitti...” diyorsunuz. Bunlar, bu aşamada kesinlikle affedilecek durumlar değil, ama bunu kendine layık gören sizlersiniz. Acıdığım nokta şu; elinize silah verdik, dağların doruklarına da ulaştırdık, peki onu bozan kim? Dağ müthiş, düşmanı tiril tiril titretecek kadar elinize örgüt silahını verdik, ama ondan kaçınıyorsunuz, üşeniyorsunuz ve “tıkandık” diyorsunuz. Yalancılık yapmayın. Madem düşmana karşı savaş istiyorsunuz, o zaman örgüt silahını biraz doğru kullanın. Neden halen anlamıyorsunuz? Asker olmak isteyen; kendini disipline etmek isteyendir, örgütlemek isteyen ve örgüt disiplinine katmak isteyendir. Bu genç yaşta kendinizi imha ettirmenize yazık değil mi? Düşmanı bu kadar sevindirmek kendimize yapacağımız en büyük kötülük değil midir? Hiç mi tarih şuurunuz yok? Hiç mi yaşama saygınız yok? Düşmanı böyle sevindirmek demek; tarih şuurundan, en önemlisi de yaşama saygıdan kesinlikle uzak olmak demektir. Bunlardan bu kadar uzak olanlara da hiçbir saygı, hiçbir sevgi ve hiçbir yaşam olanağı tanınmaz.
Neden yaşamın felsefesini anlamak istemiyorsunuz? Bu kadar alışkanlıkları gel de normal karşıla, gel de bunlar karşısında çıldırma. Düşman karşısında yenilgiye gideceği belli olan kişilikte ısrar ediyorlar. Buna karşı gel de tahammüllü ol. İnsan gelişemez diyebilir miyiz? Benim en büyük ispatım, kendimi hiçlikten, en geri ve en zayıf koşullardan gelişebilecek bir seviyeye getirmektir. Benim size sunabileceğim en büyük destek, yardım da budur. Niye anlamak istemiyorsunuz? Siz mert değil misiniz? Sözünün eri olma anlamında sizde yiğitlik yok mu diyorum. Benim için bir tek yaşam ilkesi var ve her şey buna bağlıdır, o da sözünün eri olmak. Bu yaşıma gelmişim, ama yaşamın kenarından bile geçmiyorum. Çünkü bir sözüm vardı; düşmana karşı yenilmemek. Şimdi de örgüt adamı olmak, asker olmak gibi bir sözüm var ve her şey buna göredir. Ama siz bazen bir küçük alışkanlığınıza bile her şeyi kurban ediyorsunuz; bir ahbap çavuşluğa, bir sigaraya, bir çaya veya bir uykuya kendinizi kurban ediyorsunuz. Bu kayıplar neden yaşanıyor? Yöneticilerimiz kendilerini bu durumdan kurtaramadıkları için. Ben halkımdan tek bir insana böyle anlamsız olabilecek, “niye böyle yaptın” diyebilecek tek bir söz söylemedim. Peki bu yöneticilerimiz neden binlerce defa bize “öyle olmamalıydı, öyle yapmamalıydık, öyle yaşamamalıydık” sözlerini dayatıyorlar? Ondan sonra da “biz duyarlıyız, biz yiğidiz, sözümüzün adamıyız” deyin. Bu durumlarınız bana acı veriyor. Hatırlıyorum, Bagok eyleminde yirmiden fazla arkadaş şehit verdiğimizde, gidip o sorumlunun elinden tutayım, mezarından çıkarayım bir yumruk da ben vurayım dedim. Şehide bu söylenir mi, ama o zaman bende bu duygular gelişti. Grubu nasıl oyalar? Bir köy evinde kalmış, üç gün yolda kalmış, yapıyı boşu boşuna bekletmiş ve en son gün düşman gelmiş, vurmuş. Bu, halen yüreğimde derin bir yaradır. Böyle binlerce olay var.
Tarihi bir çalışma var, neden buna ulaşmıyorsun? Bir evde bir gün kalmasan, sıcak bir çay içmesen, bir gece uyumasan ne olur? Yine hatırlıyorum, Mardin‟de bölgenin yönetimiydi. Yarım saat uzaklıkta başka bir yerdeler, “illa nenemin evine gidelim, bir çay içelim, bir de banyo yapalım” diyerek nenesinin evine gidiyor. Ve sabaha karşı düşman geliyor, hepsini vuruyor. Sözümona bölgenin kaderini elinde bulunduran adam! Sizde hiç mi vicdan yok? Ve hepsi de kahraman olabilecek durumdaydılar. Derdin neydi? Benim bütün vücudum bitlerle dolsa, boğazım kurusa ne gider temizlenirim, ne de bir çay içerim. Böyle yaparsan ancak düşmanı sevindirirsin. Sen tarihle oynuyorsun, bir bölgeyle oynuyorsun. Bu konuda vicdan sahibi olan bir arkadaş var mı? Bu ilkeyi iliklerinize kadar kendinize uyguluyor musunuz? Daha bunun gibi birçok yaşam ilkesi var, ama ben size temelde ilkeyi veriyorum, bunu anlayamıyorsunuz, anlamakta çok güçlük çekiyorsunuz. Oysa konuştuklarım çok açık ve nettir. Neden yaşama gelemiyorsunuz? Neden büyük olmuyorsunuz, biraz yiğit bir duruşun sahibi olamıyorsunuz? Aslında ben de çok güçlü biri değilim. Ama ben ilişkilerim karşısında sözümün eriyim. İster bir devlet başı olsun, ister bir çoban olsun, onun karşısında benim kendi sözümle oynama durumum olamaz. Fakat siz, neden bu kadar sözle, temel gerçeklerle oynar durumda kalıyorsunuz? Sizin yaşamınız baştan başa bozulmuş, baştan başa ilkeden kopmuş bir yaşamdır. Bunu nasıl düzelteceğiz? Bir tüy kadar üzerinizde ağırlık olduğumu hissetsem kendimi yaşatmam. Biliyorsunuz, ben yük taşıyanım; tarihin en ağır yüklerini veya gericiliğin en ağır yüklerini ben taşıyorum. Kimin ağır yük taşıdığını görün. Bu durum da sizin hoşunuza gidiyor. Bazı şımarık çocuklar var. Büyüklerin sırtına binerler “bizi sür” derler. Sizinki de aynen buna benziyor. Peki bu, bir yürüyüş müdür? Asker yürüyüşü böyle mi olur? Sizi suçlamıyorum, siz biraz zavallısınız, söylediğim gibi siz kötü büyütülmüşsünüz. Benim saflığım mıdır, esnekliğim midir, iyi niyetliliğim midir, hepinizi neden kabul ettik? Zaten anam onu da söylüyordu, çok da uyarıyordu; “Sen bunları etrafına topluyorsun, bunlara bu kadar hizmet ediyorsun, acaba onlar sana en ufak bir destekte bulunurlar mı” diyordu. Doğruymuş, kadın daha o zaman bunu görmüş.
Tabii bunları söylerken siz de doğru olmayı bileceksiniz, asker olmayı, örgüt adamı olmayı anlayacak ve uygulayacaksınız. Genelde çok iyisiniz, fedaisiniz, ama bu anlamda bizim için fazla başarı vaat etmiyorsunuz. Sizlerde, bizim yüksek askeri çabalarımız üzerine veya yüksek örgüt gerçeğimiz üzerine kendini yaşatamayanın “ben kendimi dayatırım, beni nasıl yaşatıyorsa yaşatsın” yaklaşımları var. Böyle bazı düşkünler her gün karşımızda duruyorlar. Bu doğru değil, böyle kurnazlık da olmaz. Buna köylü kurnazlığı diyorlar, küçük burjuva kurnazlığı diyorlar, bunların metelik kadar bir değeri de yok. Kurnaz olduğunuzu sanmayın. Aslında işin tuhaf tarafı bunun farkında değilsiniz. Yani kurnazsınız, ama kurnazlık yapmayı bilmiyorsunuz. Buna alışkanlık diyorum, keşke bilinçli bir kurnaz olsaydınız, onun düzelme şansı olabilirdi. Ama sizinki kendiliğinden kurnazlık, doğal kurnazlık. “Dayatırım, kendimi taşıtırım” diyorsunuz. Kocakarılar böyledir. Kadın psikolojisini size anlattım. Bir kadın neden bir kocakarı, nasıl bir kocakarıdır? “Kocaya kendimi dayatırım, oldu bitti” der. Kocakarı bu yüzden kocakarıdır. Duyarlı olsa, düşünceli olsa, aslında böyle bir kocakarı olmaz. Toplumsal, siyasal anlamda aslında tipik bir kocakarı durumunu yaşıyorsunuz. “Atarım kendimi, taşırlar beni” diyorsunuz. Kimdir sizi taşıyacak olan? Aslında sizin için parti bir kocadır, Önderlik bir reistir, yani o da bir kocadır. Dayatırsınız kendinizi, o da taşır. Bu, bir Kürt felsefesi veya köle insan felsefesidir. Yanlışta özgürlük felsefesi, onun yol açacağı bilinçlenme! Oysa bilinçlenme ve eylem bunun tam tersidir. Kendinizi böyle dayatmayın, buna cesaret bile edemezsiniz. Çünkü karşınızda o kadar zayıf birisi yok. Çok mu güçlüsünüz ki, kendinizi bana böyle dayatıyorsunuz veya kendinizi parti çizgimize dayatıyorsunuz. Tabii bana kendini dayatmak demek; kendini çizgiye dayatmak demektir. Çizgiye dayatmak demek; bütün örgütsel, siyasal, askeri esaslara kendini körce, kölece dayatmak demektir ve bunun da ne anlama geldiğini bilmek gerekir.
Ben, ahım şahım bir komutan, bir önder olmayabilirim. Belki olağanüstü bir özelliğim de olmaz, imkanlarım az olabilir. Fakat görüyorsunuz, henüz işin başındayım ve bazı hususları da anlıyorum. Göz göre göre kendinizi niye dayatıyorsunuz? Fiziki anlamda demiyorum, diğer bütün konularda benden daha mı güçlüsünüz? Sanki tarzınız benden daha güçlüymüş gibi davranıyorsunuz. Sanırım bu da sınıfsal özelliklerinizden kaynaklanıyor, yani kör sınıf anlayışlarından ileri geliyor. Eğer kör sınıf anlayışlarından ileri gelmezse, benim gibi bir çizgi devrimcisine, bir sınıf devrimcisine kendilerini dayatmaya cesaret edebilirler mi? O zaman bunlar ya ajandır ya da kör sınıf güdülerini dayatıyorlar. Proletaryanın ve onun önderliğinin, işte büyük Önderliğin başına gelenler de böyledir. Zaten onun için hem Önderliğinizin tarihi zorunluluğu, mecburiyeti, hem de acıları, sıkıntıları böyle oluyor. Diğer sınıflar bitmiş, TC karşısında bir hiçler, milli burjuvazi, feodal sınıfın temsilcileri hiçbir şey yapmamış, küçük burjuvazi zaten beş para etmez bir sınıftır, köylü sınıfı da yine öyle. Bunların dayanmak istedikleri bazı devletler vardı, ama onlar da ortadan kalktı. Şimdi ise denge politikası yürütüyorlar. Tabii biz de sınıf çizgimizde ısrarlıyız. Bazılarınız iyi niyetlidir, sınıf çizgisine tam gelmeleri için bu açıklamaları yapıyorum. Biraz dürüst olun, verdiğiniz büyük sözlerinizle oynayanlar oluyorsunuz. Sizde hiç mi saygı yok? Benim için değil, ben kendimi yaşatabilirim, ama siz kendinizi yaşatamazsınız. Hakarete uğrarsınız, terslenirsiniz, zorlanırsınız. Zaten her gün vuruluyorsunuz, kahroluyorsunuz. Bunun sorumlusu ben miyim? Görüyorsunuz, ben uyanığım, işleri kendi çapımda yapabiliyorum. Neden kendinizi geliştirmeniz gerektiği açıktır. Sanıyorum benim neden bu kadar ısrar ettiğimi de şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur. Çünkü haliniz perişan ve her gün böyle vurulmak olur mu? Bütün insanlık haklarının, bütün halkın haklarının, bir ulusun haklarının elinden alındığı böyle bir yaşamı normalde kabul etmek mümkün mü? Siz, bunun mümkün olduğunu adeta yaşamınızla ispat eder gibi karşımda durup gülüyorsunuz. Bu çok kötü bir kölelik durumudur, aşağılık olan da budur. Ve bu eminim ki, ne zihninizi geliştirir, ne de duygularınızı. Oldukça çirkin, lanetli bir durumda kalıyorsunuz. Aslında biraz daha fırsatım olsaydı, bunun kitabını yazsaydım. Aslında yazmadım da değil, çok yazdım. Daha neyi yazmalıyım? Yazmam mı gerek, yapmam mı gerek? Yapmak gerek...
Neden bu kadar vicdansız kalmışsınız? Bir an önce mümkünse kendinizi açın, çözümleyin ve güce kavuşturun. Bakınız, yer uygun. Kaçmayı tavsiye etmiyorum, ama şimdiye kadarki gibi de direnilmez. Kendinize güvenin, elinizden bir şeyler gelebilir. Kimse size hemen eylemci olun demiyor. Sorun o değil; sorun, çok planlı bir yaşamın başlangıcını yapabilmektir. Ona da bin defa bravo, iyidir deriz. On yıl sonra da olsa çizgiden sapmadan hayırlı bir iş yapın, onu da kabul ediyorum, ama bile bile çizgi dışı kalmanız, bunun yaşam dışında seyretmesi isyan ettirdi. Bu halinizle düşmanı da sevindiriyorsunuz. Hayret ettiğim nokta da budur. Siz neden düşmanınızı kahretmek istemiyorsunuz veya kahretmenin nasıl olacağını niye bilmiyorsunuz? Hatta dostlarınızı sevindirmek istiyorsunuz, ama onların nasıl sevindirilmesi gerektiğini bilmiyorsunuz. Hatta beni de çok sevindirmek istersiniz, ama bunun tek bir kelimeyle bile yerine getirilmemesi ne anlama gelir? Siz beni kızdırmak için ne varsa onu yapıyorsunuz. İşte boşluk burada. Hem sevindirmek istiyorsunuz hem de kızdırıyorsunuz, aslında ortada inanılmaz bir çelişki var. Bu ıslah olma çağrısı mıdır, eğitim midir, sizi çizgiye getirmek midir, sizi talim etme midir? Yoksa ben mi sizi tam değerlendiremiyorum? Siz bu işin neresindesiniz? Asker olmanın, siyasi olmanın, örgütsel olmanın, eylem hattında yaşamanın neresindesiniz? Bunu anlamak istiyoruz. Asker olmak sanırım hepinizin kabulüdür, görünüşte de olsa bunu reddeden yok. Öyle bilinçli ikiyüzlülük yapan da yok. Bu bile başlangıç için neden esas alınmasın? Bir şeyi ister bir anlatayım, ister bin anlatayım, anlaşılıncaya kadar anlatırım, ne gerekiyorsa onu da yaptırırız. Tarih sizin tarzınızın başarılı olabileceğini ispatlamamıştır. Ama ordulaşmada, asker olmada bir tarzın da şart olduğunu ve onun dışında da başka türlü olabileceğini hiç düşünmemiştim.
O söylediğim tarz da; istediğin kadar kendinle oyna, istediğin kadar sahte tüfekçilik yap, yine de asker olamayacağındır. İstediğin kadar silah patlat, yine asker olamazsın. Bizim toplum çok silah patlatır, ama hiç asker değildir. Dünyada en askeri olmayan halk bizim halktır. Silah patlatıyorlar, kavga ediyorlar, ama asker değiller. Bu büyük bir eksiklik. Onu neden düşünmüyorsunuz? Hemen herkesin bir tane tuttuğu varsa, müthiş kendini bağlı hisseder, “evim, tarlam, karım, kocam, çocuğum, soyum sopum, sülalem, aşiretim” der, ona sımsıkı sarılır ve bu anlamda kendini çok örgütlü sanır, ama korkunç yalnızdır ve güçsüzdür. İşte sizin hikayeniz, gerçeğiniz budur. Neden örgütlenmeye gelemiyorsunuz, cahiliyet döneminden daha fazla put tapıcısısınız. Bir ilkeye amansızca bağlananınız var mı? Şunu da çok iyi tespit ettim; “ben PKK örgütündenim” deyip de iki insanı örgütlememe, eğitmeme yalancılıktır. PKK örgütsüz olmaz. En imkansız, zor koşullarda milyonların örgütlenmesini başardım, ama sözümona bu kadrolar gidip insanları kaçırtıyorlar. PKK örgütünden olacaksın ama birliğini dağıtacaksın, birliğin moralini bozacaksın, halkı kaçırtacaksın, halktan iki insanı, iki yoldaşını eğitmeyeceksin, bir takımı yürütmeyeceksin! Bu tip kişilikleri derhal suçüstü yakalayıp katı bir şekilde yargılamak gerekiyor. Bunlar önemli ana esaslardır, “anlamadık”, yine köylü kurnazlığınızla, aydın ukalalığınızla “geçiştirelim” demeyin. Tarihi bir aşamaya gelip dayandığımızı söyledik. Nedir bu tarihi aşama? Yirmi yıllık bir çizgi savaşımı sonuca gitmek istiyor. Artık herkes kendini bu çizgiye göre ayarlayacak. Tam ordulaşmak, savaşım hattına tam girmek istiyoruz. Yirmi yıldan fazla bunların zeminlerini hazırladık, şimdi sonuca götürmek istiyoruz. Akıllıysanız, derinliğiniz varsa, büyük bir istekle bu çizgiye katılırsınız. Aksi halde, çizgi sizin karşınızda boyun eğmez, sizinle uzlaşmaz da. Çizgi, galebe ister, uzlaşma değil; yeterlilik ister, koparma ister, egemenlik ister.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN (50.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER