APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (9. BÖLÜM)
BİZİM SAVAŞCILIĞIMIZ BÜYÜK GÖNÜLLÜLÜK VE BÜYÜK İNTİKAM SAVAŞÇILIDIR
Delirtilmiş veya tımarhaneye çevrilmiş bir Anadolu. Kürdistan ise ondan daha beter. Anadolu, bir halklar mezarlığı haline getirilmiş, ölen ölüyor, ama daha çok tımarhaneye benziyor. Mezarlıkta gezilebilir, o kadar tehlikeli değil, ama tımarhanede gezmek çok tehlikelidir. Halklar tımarhanesi veya insanlığın en eski yeri olmasına rağmen, en ilkel biçime sokulmuş yerde geziyoruz. İşte bu Cumhuriyetin ömrümüz kadar geçen bu yetmiş altı yılı, biraz o gerçekliği düşündürüyor. Bu Cumhuriyet içinde halinden şikayetçi olmayan çok az insan var. Parlamento, toplumun en üst konuşma yeridir. Ancak ne yazık ki, bizim için çoktan ölüm fermanının verildiği, bitişin yaşandığı ve artık tartışmaktan bile çıkarıldığımız bir yerdir Türkiye parlamentosu. Mukayese olsun diye bir parlamento oluşturalım dedik, ancak güç yok, kim gelebilir, gelse de ne yapabilir? Çürümüş, iradesi çoktan elinden alınmış olanların parlamento gücü olmaları çok zordur. Yurt dışında olabilir dedik, ancak olsa da biraz semboliktir. Henüz onun içini doldurmak, yani parlamento gücü olmak büyük savaş gerektiriyor. Bizde halkın söylediği bir söz var, “kırk yıl sonra öcünü alsan da bravo” derler adama. Bizimki de biraz öyle oldu. Kırk yıl sonra da olsa, bir şeyler yapmak istedik. Bu bizi avunduruyor. Bu halkı dilinin büzüldüğü yerde dillendirmek istedik ve herkes biraz kendisini anladı. Şimdi biraz kendiniz konuşun, ifade edin ve kararlaştırın diyoruz.
Hiç olmazsa bir iddia ortaya çıkarttık. İddiası olanlar bir gün gereğini yerine getirmeyi bilecekler veya bilmeleri gerektiğini anlayacaklardır. Demek ki tarih, yok sayılarak, sonuçları kendi kişiliklerinizde gizlenilerek veya yüzsüzleştirilerek anlaşılmaz. Öyle yaklaşılmak istenilse de bir yerlere varılmaz. Tarih tarihtir, tarih bilincine ulaşmak istiyorsanız bu tarihi çözeceksiniz. Bizzat tarih olmak istiyorsanız, tarih bilinciyle hareket edecek, hatta tarih savaşını vereceksiniz. Başka yaşam var diye büyük bir yalancılıkla, büyük kandırmayla kendinize başka şeyleri yaklaştırmayacak ve öyle bir yaşamın olmadığını bileceksiniz. Artık bu büyük inkarcılığı, yüzsüzlüğü, iradesizliği aşma gücünü göstereceksiniz. Ben de kendi savaşımıma dayanarak söylüyorum ki, ne kadar tanınmaz halde olsam da, yine de bir tarih bilincine sahibim ve bundan kolay da vazgeçmem. Halk adına açıkça söylüyorum ki, hangi aileden, hangi sülaleden veya hangi halk kimliğinden gelirseniz gelin, gerçeğin bu biçimini iliklerinize kadar hissetmezseniz, insan diye karşımıza çıkmayan. Ben, sizin insanlığınızdan nefret ediyorum. Hiç olmazsa desteğimizle nasıl insan olunacağını, insan gibi nasıl konuşulacağını anlamaya çalışın. Artık daldaki maymunları seyretmekten bıktım. Halen kendimi bir savaşçı olarak değerlendiriyorum. Ben yine kendi savaşçılığıma inanıyorum. Bu da kendime göre bir savaşçılıktır. Hiç kimsenin yaptığına benzemese de, hiç kimsenin yapmadığı biçimde de olsa, yine savaşçılığıma inanıyorum. Siz buna koşup geldiniz. O zaman bu savaşçıyı ve onun savaşçılığını lütfen tanıyın. Bu bir insan savaşımıdır, maymunların daldan dala atlayışı değildir.
Onu başka yerde başkalarıyla yapın, benimle yapmayın, rica ediyorum. Çok dar koşullarda da olsa bir insanlık yürüyüşünü yapmak istiyorum, onu bozmayın. Elinizden gelmiyorsa, kenarda seyredin. Sizi sıkıyorsa, disiplin gücünüz yoksa, bu yürüyüşü de karıştırmayın. Benim bu büyük yürüyüş tecrübesine dayanarak söyleyeceğim odur ki, bu savaşın kurallarına biraz uyun. Yılların çocukluğunu bırakın, artık insan olmayı kendinize yakıştırın. Bu savaştaki ön şart budur. Bizim savaşçılığımızdan mutlaka bir şeyler anlamalısınız. Ben sizi zorla bu savaşçılığa sürmüyorum. Bu, kesinlikle büyük gönüllülük ve büyük intikam savaşçılığıdır. Yine intikam noktasında tam bir kinsiz olma durumundasınız. Bizim yanımıza bu biçimde gelinemez. Kini çok büyük olmayanlar, düşmana karşı, ilkelliğe karşı büyük nefreti olmayanlar bize yaklaşamaz. Size çok açık söyleyeyim, maymunların benim yanımda yeri olamaz. Ben ilkel koşullara karşı en erken yaşta isyanımı müthiş yürüten birisiyim, sizi neden kabul edeyim. “Sende bir hazine var ve düşman adına seni paralamaya geliyoruz” demeyin. Lütfen dikkat edin. Sizi üzerime gönderen düşmanın kendisi gelsin, neden sizi gönderiyor? Düşmanın objektif ajanları, günün deyişiyle kontraları gibi gelmeyin. O düşman ki, o kadar kendini güçlü sayıyorsa, gelsin kendisi uğraşsın. Üzerime neden bu kadar zavallılıları sürüyor? Bu kadar ahmaklığa oynamayın. Savaş kurallarına gelmemekte ısrar ediyorsunuz, yüzlerce kuraldan birkaç tanesine bile gelemiyorsunuz. O zaman siz kimin askerlerisiniz, kimin adına geliyorsunuz demezler mi? Görev başarmamak, görev için gerekli olan eğitimi, örgütselliği, emir-komutayı yürütememek, düşman adına gelmek demektir.
Hem de düşmandan daha tehlikeli bir biçimde. Çünkü düşmanın bilinçli, uzman elemanları böyle tehlikeli olmazlar. Onlar kolay deşifre edilirler ve tehlikeleri sınırlıdır. Sizin tarzınızın düşmanlığı ise kırk kat daha fazladır. Tekrar vurgulayayım, buna rağmen bizde zorlama yoktur. Bizim savaşımın kurallarının ne kadar amansız olduğunu belirtmekle birlikte, kandırmacayla sizi idare edecek bir takım yöntemlerle, hediyelerle veya o anlama gelebilecek yaklaşımlar sergileyerek size bu savaşta yer veremem. Ben bu savaşın doğasını çok iyi tanıyorum. Kendi yaşamımla da oldukça çözmeye çalıştım. Bizim savaşımımız büyük inanç savaşıdır; kendi kendiyle büyük mücadele, büyük anlayış, büyük ilişki ve büyük arayış savaşçılığıdır. Bunlar sizde yoksa bizim saflarımıza yaklaşmayın. Sürekli olarak komutanlık, PKK‟nin imkan olanakları gibi lafları duydukça çıldırıyorum. Bizde imkan yoktur. Bizde ne doğru dürüst bir uyku uyunur, bir yemek yenilebilir, ne de doğru dürüst bir nefes alınır. Bizde olsa olsa amansız mücadele diye bir gerçeklik olur. Bu mücadele böyle sandığınız gibi birkaç silah patlatma, bir-iki kelimeyi ağzına alıp söyleme değildir. Bunlar bizde mücadele anlamına gelmediği gibi, mücadelenin başına bela olmadır. Bu savaşımda yer almak farklıdır, daha çok belirttiğimiz gibidir. Gidin savaşçılığınızı kendinize saklayın, paralı asker olun, kendinizi başka yerde savaştırın. Ben sizin savaşçılığınızı bu biçimiyle kabul etmiyorum. Çünkü biliyorum ki, sizin bu savaşçılığınızın ömrü yirmi dört saattir ve yüzde yüz bana yenilgiyi dayatmadır. Düşmanın günlük olarak verdiği bilançolar vardı, Amed‟te bir birimimizi tasfiye etmiş. Vardığım sonuç, bunların yenilgiyi dayatmanın savaşçıları olduğudur.
Çünkü bana göre dağa bir birim çıktı mı, en azından o koşullarda böyle kaybetmez. Kaybeden veya kaybettiren ise, sizin yaşam tarzınız ve kişiliğinizdir. “Ben toplumda kaybetmişim, sana da dağdan inerek kaybettireceğim” diyorsunuz. Çoğu da ovada, köyde kaybettiriyor. Aslında her iki durum birbiriyle oldukça bağlantılıdır. Dağa çıkarken, dağın koşullarına uymak için gelmiyorlar. Dağa, özgürlük topunu aşağı yuvarlamak için geliyor. Az-çok PKK prestiji var, onu ovaya, yakındaki köye indirip üzerinde oyalanma ve biraz onunla yaşama istemi var. Amed‟de, bu ülkenin başka bir çok yerinde gerilla adı altında böyle yaşandı. Özgürlük topunu düşmana peşkeş çektiler. Önce biraz kendileri oynadı ve onlara göre bu “iyi” bir sanattır. Bunu çok iyi anlıyorum. Sıfırdan, yani hiç bir imkanın bile olmadığı yerlerden biz nasıl bu güne kadar böyle gelebildik. Bizim yaptıklarımızın binde birini bile yapsalardı, o dağlarda kesinlikle böyle bir birim kaybolmazdı. Orada bambaşka bir biçimde yaşanılıyor. Gerillaya geliş de katılım için değil, iflas etmiş bir yaşamı, PKK prestijini kullanıp PKK‟yi bitirerek noktalamak istiyorlar. Kişiliklerinizi inceledim ve bu kişilik toplumda tamamen iflas etmiş, metelik edemeyecek kadar değersizleşmiş, şimdi de partiye gelip değer bulmak istiyor. Parti değerini ise, iflas eden her kişi gibi ucuz kullanacak ve kendinin olduğunu iddia edecek. Şu anda yetkidir, komutanlıktır diyorsunuz, ancak en çok da bu temsilcilikler kaybettiriyor. Demek ki bunlar, aslında toplumun iflas ettirildiği kişilerin gelip partiden çalma çırpma önderlikleridir, temsilcilikleridir. Birden bire parti değerini böyle bırakmaları, harcatmaları da bunun açık bir ifadesidir. Bu sonuçları çıkarmak hiç de zor değil. İyi niyetleri veya devrim uğruna yaptıkları ne olursa olsun, gerçeklik budur. Bu kişiliklerin aslında savaşa gelmediği böylece ortaya çıkıyor.
Çünkü biraz parti prestiji ve dağ olmasa, bu kişilerin düşman karşısındaki ömrü yirmi dört saat bile değildir. Hiçbir savunma, hiçbir örgütlenme durumu yok, bunu akıllarına bile getirmiyorlar. Bir yenilmeyen ben varım, PKK adına biriktirdiğimiz prestijler var. Bir insan buna dayanarak kırk yıl da yaşayabilir, ama bu, o kişinin öz çabasıyla yaşadığını göstermez. Bu, kişinin sadece bir prestiji kullanarak, bir değerler birikimine asalak gibi yapışarak yaşadığını gösterir. Bu gerçek bir yaşam da değildir. PKK‟nin aldığı genel tedbirler, kazandığı bir çok mevzi var, bunların içine felçliyi de koysan yaşar, hatta savaşır ve “ben zafer elde ettim” der, ama bu PKK mevzisidir ve onunla bir ilgisi yoktur. Genel bir tedbirlilik vardır ve bu genel tedbirliliği “zafer benimdir” diyerek paylaşmayan içinizde yok gibidir. Ben bile kendim için bunu söylemiyorum, buna cesaret bile edemiyorum. Demek ki, yanılgılar ve yenilmiş kişiliklerin gerçekliği halen günlük olarak kaybettiriyor. Onlar yenmeye değil, yenilmeye veya yenilgiyi gerçekleştirmeye geliyorlar. Ne yazık ki kişilikleriniz böyledir. Eğer ispat istiyorsanız, günlük bilançolara bakın. Akıllı adam, savaşı bizim gibi yürüten adam, mümkün değil böyle kaybetsin. Böyle beş kişiyi bir dağa koy, mutlaka büyük başarılar elde eder. Ben, TC askerini iyi tanırım, tek başıma bir devlete karşı yıllarca savaştım. O zavallı halimle, o kimsesizliğimle ve çaresizliğimle devlete karşı nasıl savaştığım bilinmektedir. Her bakımdan devletin imkanlarıyla, o devletin içinde nasıl savaştığımı ortadadır. Yalnızca PKK prestiji düşmanı ürkütmeye yeter. Küçük bir bölümü dahi destan yazmaya yeter, ama onu kim tüketiyor?
Türk generalleri bu savaşçıların durumunu inanılmaz buluyorlar. Bir de beni düşünüyor ve çıldırıyorlar. Buraya savaş ilan edecek kadar dengelerini yitirmişler, ama dağdakileri lokum gibi görüyorlar. Bizimkiler, “düşman bize sızma yaptı” diyor. Nasıl oluyor da, düzenli ordu geliyor ve gerillaya sızma yapıyor? Demek ki gafiller. Orada PKK prestijini düşmana peşkeş çekmeye gelmişler. Yaşam aşınmış, yaşamasını bilmiyorlar. Orada partinin bazı değerleri, silahları var, onları peşkeş çekmek için geliyorlar. Böyle yaşam olur mu? Yaşamın aşınmışlığı da, yozluğu da yoktur; hiçbir şey yoktur. Bunu aşmak için çok yüklendik. Bu çabalarımıza saygılı olun, anlayışlı olun diyoruz, ama ne gezer. O zaman dağa neden çıkıyorsunuz, yanımıza neden geliyorsunuz? Size açık söyleyeyim, sizi dağa göndermek istemiyorum, yanımda bile tutmak istemiyorum. Bana gideceğiniz bir yeri söyleyin, sizi rahatlıkla göndereyim ve sizin belanızdan kurtulayım. Ama bana karşı savaşarak değil, samimi söz verin, “savaşmayacağız”, “kesinlikle zararımız olmayacak” deyin. Sizi istediğiniz yere gönderelim. Yok, “savaşmaya geldik, biz de savaşçıyız” diyorsanız, o zaman bu aynada, bu bilançoda kendinizi görün. Buna benzer bir çok gerçekliğiniz var. Savaşıyor musunuz, savaşı engelliyor musunuz, belli değil. Gözümüzün içine baka baka savaşın en küçük bir gereğini yerine getirmeyecek, hep “birileri bizi kullandı, oyuna geldik, işlerin gereğini yerine getirmedik, aşındık” diyeceksiniz, ardından da bu yalanlara inanarak dağlara çıkacaksınız. Hiç böyle gerilla olur mu? Bu tutumunuz dağlara bile hakarettir.
Dağlarda asalet vardır, böyle cüceliklerle dağlara çıkmak hakarettir. Onun için dağları kirlettiniz diyorum. Özgürlük dağlarında böyle yaşanılmaz. Artık sizi koyacak yer de bulamıyoruz. Özgürlük dağları sizi en iyi koruyabileceğimiz yerdi, ancak orayı da kirletmişsiniz. Zaten dağdan gelenleri de gördük, hepsi ilkelleşmiş, düzen kişiliğinin bile gerisine düşmüşler. Bir de savaşmıyorlar. O kayalıkların arasına birer kişiyi yerleştirseler, bir kişi düşman geldiğinde on beş dakikasını bu işe ayırsa, eminim ki bir alayı kesinlikle bitirir. Halen hatırımda, köyümüzde bir eşkıyamız vardı, kayalıklarda iyi mevzilenirdi. Alay gücü defalarca onun üzerine gitti, ama hepsi boşa çıkartıldı. Bu baylar, bayanlar onu da yapmıyorlar. Müthiş kayalıklar var, her birisi gitse içine yuvalansa, belki şahadette olur, ama düşmana da ağır kayıplar verir. Ama bizimkilerin hepsi derede toplanıyorlar. Koyun sürüsü bir araya geldiğinde koyunlar başlarını birbirlerinin içine sokarlar, bizimkiler de aynen öyle bir psikolojiyle hareket ediyorlar. Düşman üzerlerine bir top atıyor, kuşatıyor ve hepsini düşürüyor. Yirmi kişi boşaltılmış köy odasında toplanmış, tek bir kişi dahi dışarı çıkamadan öldürülüyor. Sözümona hepsi de komutan. Ucube bir olay, böyle binlerce olay var. On dakika etrafına baksa veya o silahlarla tedbirini alsa, karşı tarafa çok sayıda kayıp verdirir ve gerillanın çoğu da kurtulur. Ancak bunu yapmıyorlar. Peki bunlar dağda ne geziyor? Sizin bu durumunuza anlam vermek gerçekten güçtür. Bir kayanın altını bile değerlendirmeyecek kadar zavallıysanız, dağlara neden çıkıyorsunuz? Bir dağ keçisi kadar olun, tilkiyi hiç ağzımıza almaya gerek yok; hele şahinden hiç bahsetmeyeceğim. Doğanın içinde yaşayan bazı yaratıklar var, onlar usta savaşçılardır. Dağ keçilerine bakın.
Eğer hareket tarzınız onlara ulaşırsa, size bravo, siz bir numaralı gerillasınız derim. Koyun, suç yaratığıdır. Sizi koyun karakterinden uzaklaştıramıyoruz. Koyun en kolay kesilecek, kurban edilecek hayvandır. Bu halinizle sizin başarılı olacağınıza nasıl inanayım? “Yapamadık, kayayı göremedik” diyorlar. Hayır, siz orada başka şeylerle uğraşıyorsunuz. Sizi çok iyi tanıyorum, orada yanlış işler yaptığınız için kayıp veriyorsunuz. Bunun başka hiçbir izahı olamaz. “Yaşam aşınmış” diyorlar, kim aşındırıyor o yaşamı? Balık baştan kokar. Hiç olmazsa aşınan da olsa, o yaşamı kurtarmak için de mi kayanın altına giremiyorsunuz? Aslında durum daha farklı. İnsan izah etmekte güçlük çekiyor. Her türlü düşmanca, gafilce, hilekarca durumu kendi kendilerine yakıştırmışlar ve adını da yaşamın aşınması koymuşlar. Gerilla yaşamı aşınsa, yüzde bir bile kalsa, bu biçimde sonunu getirmez ve yine bir şeyler yapar. Siz savaşa geldiyseniz, kendinize biraz anlam verin. Tekrar söylüyorum, kendimi ahım-şahım bir savaşçı yerine koymuyorum, ama yine de direniyorum. Kendime göre bir mevzilenmem var, kendime göre tedbirlerim, savaş tarzım var. Bu çalışmaları günlük olarak yürütüyorum. Her şey gözlerinizin önünde. Sizin de doğru bir savaşçılığınız olsun. Dağlar sizi daha iyi korur. Dağda silah elde daha iyi savaşılır, ama böyle yenilmek olmaz, böyle ölünmez. “Gidecek yerimiz yok” diye ağlıyorlar, dilenciler bile bir ortama böyle gelmez. Gerilla, adı üstünde silahlı savaşçıdır. Hiç böyle zavallılığı kabul eder mi? Kamp raporlarını okuyoruz, yüzlerce militanı hastalık hastası yapmışlar. Nasıl oluyor da yüzlercesini, hatta PKK‟yi de kendilerine borçlu kılarak bu hale getiriyorlar? Sıradan bir kişi, düzen sınırlarında sadece üç somun parası bulmak için on saat kan-ter içinde çalışıyor. Üç somun parası için ölümüne on saat çalışmak gerekir. Her günkü istatistikler bunu gösteriyor. Peki, nasıl oluyor da yüzlercesi yıllardır saflarımızda yiyip-içiyorlar, ancak örgüt işleri söz konusu oldu mu tek bir doğru iş yapmıyor ve bu da yetmiyormuş gibi partiyi de kendilerine borçlu kılıyorlar. Bizim sözde komutanlarımızın veya parti temsilciliklerimizin gafletine bakın ki, böyle kişilere “sen ne yapıyorsun” bile demiyorlar.
Biz, sonuna kadar aklı ve yüreği temiz olanların hareketiyiz. Fedakarlık yapmak için bir araya geldik. Her an düşmana karşı savaşmak için bir araya geldik. Nerede yüzlerce kişinin kendi kendini hasta yapıp, parti sırtından bedavadan geçinmesi! Buna kim yol açtı, kim göz yumdu? Neredeyse karargah ortaya yok. Meşhurdur, “bir kahvenin kırk yıl hatırı var” derler. Sen her gün partiden yiyeceksin -ki, bir savaş örgütü, öyle yeme içme yeri de değil, savaşma yeri- bunu da yeterli görmeyecek, daha fazla yetki, daha fazla ayrıcalık isteyeceksin. Bir de bunları kendimizden kabul ettik, yutuyoruz adeta. Bunlar kontralardan daha beter ki, bunları söyleyenlerin de hasta olduğunu sanmıyorum. Çoğunuzun genç yaştasınız. Genç yaşta ruh hastalığı mı olur? Ruh hastalığı nedir? Düşmana karşı çılgınca öfken olur ve bu beyni de çalıştırır, ruhsal hastalığın ne kadar ağır olursa olsun, seni bir çırpıda kurtarır. Ben de eskiden öyleydim, ama şimdi düşmanımı biraz gördüğüm için müthiş sağlamım. Her türlü psikolojik hastalığa panzehir, devrimin intikam yürüyüşüdür. Bu çok açık. En değme komutanlarımızın olduğu yerde bir çok psikolojik hastalık değil de, kontra besleniyor. Bunu nasıl idare edeceğim? Şimdi nasıl oynadığınızı anlıyor musunuz? Eğer bu lanetli topluluk olmaktan çıkmak, maymunlardan daha beter duruma düşmüşlükten kurtulmak istiyor ve bunun için savaş gerekiyor diyorsanız, benim tecrübelerimden biraz ders çıkarın. Eskiden beni herkes deli yerine koyardı. Hiç kimse beni ciddiye de almazdı. Ama şu anda düşmanıma karşı bir şeyler yapabiliyorum. Eğer siz de “düşmanımıza karşı bir şeyler yapmamız gerekiyor” diyorsanız, benim tecrübelerimden yararlanın. Ben, sadece tecrübe vermiyorum, size verdiklerimi küçümsemeyin, bunlar zor elde edilir. Bugün bir silah elde etmek maddi olarak çok pahalı ve siyasi olarak da çok zordur. Silahı alıp bir kişinin eline vermek ve özgürlük dağına ulaştırmak, savaşçıyı yedirmek, içirmek çok zordur. Ben bile halen pilava saldırıyorum.
Diğer yemekler de bazen oluyor, ama kendimi sürekli pilav ve soğana ayarladığım için onu yiyorum. Çünkü biliyorum ki, o yemek çok değerlidir. Ancak size en iyi silahı, en iyi yetkiyi, en iyi savaşım dağını ve örgütünü veriyoruz, onun da değerini bilmiyorsunuz. Kontrgerilla bile bir örgütü böyle uğraştıramaz, savaşla böyle oynayamaz. O halde, sizi bir kez daha kendi gerçekliğinizi görmeye çağırıyorum. Düşmandır yapar, adamı bu duruma da düşürür, hatta daha beterin beteri de eder. Ama biz de hiç olmazsa kendi Önderlik gerçeğimizde yaşama iddiası olan bir gücü temsil ediyoruz. İlkemiz budur. Pratiğimiz de amansızca bu ilkeye göredir. Bunun anlaşılmayacak hiç bir yanı yok. Ben bunu net ortaya koydum. Umarım kendinizi benden daha büyük görmez, benden daha büyük çaba sahibi olarak değerlendirmezsiniz. Benim onda birim kadar mütevazı olmanıza ve savaşın gereklerine göre yaşamanıza da razıyım. Değerlere biraz saygılı olun, onları bir kontra gibi çiğnemeyin. Sizi yaşatan, sizi biraz koruyan değerlerdir. Biraz değer verin, size gerekli olduğu kadar kullanın. Biz buna da razıyız. Çünkü bir insanlık kavgası var. Biz, halen varız, bitmedik, yeniden dirildik dedik; siz ise “sıra kurtuluşta” dediniz. Madem bu kelimeleri söylediniz, o zaman gereklerine göre hareket etmeyi bir insanlık gereği olarak bilin. Benden daha gençsiniz, fazla yorgunluğunuz da yok. Gerçekler de bu kadar açık önünüzdeyse o zaman yapacağınız bazı işler vardır. Bunlar her şeyden önce gelir. Savaş işleri böyle yapılmaz, mevziler, karargahlar böyle kullanılmaz. Örgüt yetkileri, örgüt temsilcilikleri böyle kullanılmaz. Hatta yaşam olanakları, yurt dışı da dahil hiçbir alanda böyle kullanılmaz. Unutmayın ki, size yaşamayın demiyoruz, tam tersine size insanca yaşamın yolunu gösteriyoruz. Bu çok sıkı disiplinli kurallara göre olmak da yaşamı biraz mümkün kılmak içindir. Tecrübeme dayanarak söylüyorum ki, bunun dışında yaşam olanağımız yoktur. Bunun dışındaki her şey maymunlaşmadan daha kötü olmasaydı, ben size söylerdim.
Bunun için kurallar, savaşımın esasları sizleri zorlamasın. Bunlar sizin için bir ilaçtır. O hastalıklardan, ilkelliklerden kurtulmak için tek çare olarak bu savaşımın gereklerini yapın ve her şey sizin olsun. Yapılması gerekenler ise, iyi savaşmak ve başarmaktır. Bunu sağladıktan sonra, ülkedeki her türlü maddi-manevi yaşam sizin olsun. Ama önce savaşın gereklerini yerine getirmeniz gerekir. Bunu yapmazsak, bizi çil yavrusu gibi dağıtır, koyun gibi keserler ve zaten kesiyorlar da. Hiç olmazsa buna dur diyorum. Benim bütün savunduklarım, iliklerime kadar size hissettirmek istediklerim bunlardır. Bunların anlaşılmayacak hiç bir yanı yok. Tam tersine bunlar, bizim yaşam değerlerimizdir. Değerlerimizle ne siz, ne başkaları oynasın. Bu konuda sonuna kadar titiz olun. Çünkü siz yaşama iddiasındasınız. Bununla neden çelişeceksiniz? Yaşam ve karar gücünüz gelişiyor. Yaşam olanaklarınız gelişiyor. Bu olanakları akıllıca değerlendirmek ve korumak için sıkı örgütleyin, sıkı denetleyin, kimseye çiğnetmeyin ve bunun gereklerini sürekli olarak yerine getirin. Böylece adım adım yaşama yaklaşırsınız. Bunun için mütevazı olun. Artık bu deliliği bırakın. Mütevazıca da olsa, onurlu bir biçimde insanlık yürüyüşü içinde yerinizi alabilirsiniz. Buna da bin defa şükür demelisiniz. Çünkü insanlık yürüyüşü dışında olmak insana çok büyük utanç verir, çok lanetlidir ve insan buna dayanamaz. Şimdi siz, bizim şerefimizle biraz yaşıyorsunuz. Kendiniz şerefin sahibi olun. Siz, biraz bizim dayanma gücümüzle ayaktasınız. Ancak bu yetmez. Biraz öz dayanma gücünüzle ayakta olun, onun şerefini duyun. O daha kalıcıdır ve hakkınız olanı size verir.
Ben bir halk savaşçısıyım. Yani halklar adına yaptığımı sınırsız dağıtmaktan çekinmem, ama bu her zaman böyle olmaz. İnsanlar, halklar esas itibarıyla öz güçlerine dayanarak savaşmalı; şerefi, onuru kazanmalı ve maddi imkanlarını da hakça kendi aralarında paylaşılmalıdırlar. Her zaman önderlere dayanılarak yaşanılmaz. Öyle yaşatacak önder de olmaz. Zaten bu bir sapma olur. Bu yetmiş altı yılda -ki, daha öncesi de vardır- güçlü bir düşmana karşı Önderlik gerçeğimizde çok zor, çok istisnai bir savaşçılık biçiminde, düşmanın bile hiç hesabında olmayan bir tarzda, çok geç de olsa, bir intikam savaşımı mı desek, yaşam savaşımı mı desek, insanlık savaşımı mı desek, ulusal kurtuluş mu desek, adını ne koyarsak koyalım bir direnme noktası yakaladık. Bu, bizim en gururla paylaşacağımız, yaşayacağımız gerçekliktir. Bunun dışında hiç birimizin hiçbir değeri de yoktur. Bizim için yalnız bu direnme imkanı bir anlam ifade eder, yoksa her şey boştur. O açıdan küsmeyin, direnme imkanlarına amansız sarılın. Bu savaşımın gereklerini yerine getirdikçe de bu düşmanın hiç bir topluma dayatılmayan ölümden de beter kararı ve onun çıldırtıcı, delirtici hükmü aşılabileceği gibi, kendiniz de yeniden insan olmanın heyecanıyla, en temiz insan olmayı gerçekleştirmeyle yüz yüze gelebilirsiniz. Ki, bunun coşkusu bile kendisini yaşamaktan daha değerlidir. Bu konuda daha değişik yaklaşım yöntemi nasıl olabilir diye düşünüyorum. Mücadelede belli bir aşamaya varılmıştır. Yeni yaşam veya bizzat içinde yaşadığımız sürecin anlamı olduğu kadar, onun yürütülüş tarzını daha yaratıcı yaklaşımlarla değerlendirmek istiyoruz. Bu açıdan da daha anlamlı tartışmalar olabilir, herkes kendi yeteneklerini daha yaratıcı ortaya koyabilir. En önemlisi de öz gücünüzle ayaklarınız üzerinde yürüyebilirsiniz.
Hep partinin genel gücüne dayanarak, hep Önderliğe dayanarak yaşamak yerine, kendi özgücünüzle kendi ayaklarınız üzerinde yürümeyi sağlayabileceğinizi, artık bunun tutarlılığını göstermeniz gerektiğini vurguluyorum. Geçirilen aşama sizi bu noktaya getirmiştir. Kendi tecrübelerime dayanarak belirtebilirim ki, aslında sizi büyük bir sabırla büyüttük, deney ve tecrübeyle yürüyebilecek konuma getirdik. Bazılarının ısrarla çocukluk hastalığı yapmalarına ve kendilerini partinin sırtında taşıtmalarına gerek yoktur. Bunun aşaması geride kaldı. Dönem, herkesin kendi özgücünü düşüncede, ruhta ve fiziki olarak sergileme dönemidir. Bunun anlamı da, eskisi gibi yaşayamaz, saflarda bulunamazsınız. Bol bol şikayet eden, ağlayan, sızlayan, ucuz yenilen, darbe yiyen o eski çocukluk durumu artık bırakacaksınız. Bu dönem için yaptığınız çalışmalar sizi artık anlaşılır kılmalıdır. Nereden bakılırsa bakılsın, çocuklukla izah edilecek hiçbir durumunuz yoktur. Oldukça büyümüşsünüz. Düşüncede de müthiş büyüdünüz. Ruhsal gelişmelerinize de katkıda bulunduk. Onun için bu çocukluk numaralarını bırakın. Yıllardır kendinize bir tarz yakıştırdınız. Dolayısıyla bize de köylü kurnazlığını, düzenin bezirganlığını, esnaflığı dayatmayın. Bunlar fırsat bulsa tenekeyi gümüş diye satarlar. Sizin de bu tarzda kendinizi pazarlamanız söz konusu. Bu düzen kişiliğini bırakacaksınız. Böyle alım satım işleri, artık para pulla da ölçülmez. Yani parası olmayan bir çalışma denilir, esasta o sergilenir. Bu çalışma kıymeti yüksek, ölçülüp biçilemez değerde bir çalışmadır. Devrimcilerin çalışma tarzı böyledir. Yoksa hiçbir emek sunmadan, yavuz hırsızlar gibi örgütten bir çok şey istemek doğru değildir. Kaldı ki, kendini böyle satmak da kolay değildir. Kendinizi kime satıyorsunuz? Devrimde insanın kendisini satması doğru olmaz. Karşılıklı bir şey istemek, hatta istemek diye bir şey de yanlıştır.
Sürekli şunu belirttim; parti sonuna kadar bireyindir, birey de sonuna kadar partinindir. Bu parti benimdir dediğiniz zaman, kendinizin de her şeyinizle, ama hastalıklarınızla veya ölüden beter kişiliğinizle değil, sonuna kadar kazandıran kişiliğinizle partili olduğunuzu anlamanız gerekir. Benim şimdiye kadar kendimi PKK‟li hissetmem, sonuna kadar kazandırdığım orandadır. Yoksa en ufak bir kaybetme olduğu zaman, kendimi PKK‟ye ihanet eder gibi hissederim. Kaybeden ben, asla PKK‟li değildir; kazanan ben PKK‟lidir. İlke budur. Siz her şeyinizle kaybettiriyorsunuz. PKK‟li maskesi altında, “PKK benim olmalıdır” diyorsunuz. Bu bir hırsızlıktır, bu yavuz hırsızlık durumunu bırakmak gerekiyor. Kaybettirdiğiniz an, “bu partinin değilim” diyecek, dolayısıyla kendinizi suçlu göreceksiniz. Eğer illa PKK‟li olmak istiyorsanız, o halde kazanan “beni” partiye katacaksınız. Şimdi bunun dönemindeyiz. Artık çeşitli bahanelerle kaybettirdiğiniz benliğinizle katılımınızı, kazanan benliğinize dönüştürün ve katılımınızı gerçekleştirin. Hiçbir şey elinizden gelmiyorsa, kaybetmeme noktasında durun. Kazandıramıyorsanız, kaybettirmeyin. PKK bunu da kabul eder. Ancak açıkça söyleyeyim ki, sürekli kaybettirmeyi kabul etmem. Çünkü ben örgüt adamıyım, hem kazandıran hem yaşatan hem de yaşatmak zorunda olan bir PKK‟liyim. Her gün kaybettireni ne diye PKK içinde tutayım. İçimizde ne hastayı, ne kaybettireni ne de zarar vereni tutacağız. Gitsin başka yere. Kaybettireni hiçbir gerekçeyle içimizde tutamayız. Demek ki, artık bu ilkeyi işleyeceğiz. Eskiden bütün ordu kuruluşlarında öyle yaparlardı, yaralılarını bile atarlardı. Bu işin kuralı böyledir. Ancak biz insaflıyız. Hasta düşmüş, yaralanmış olanları sonuna kadar koruyoruz.
Bunu başkaları kötüye yormasın, bu bir hak değildir. Aslında savaş kurallarına göre yapılması gereken ya düşmana bırakmak ya da onun kurşunu kendisine sıkmasıdır. Bazı arkadaşlar da böyle yapmıştır. Biz son kurşunu kendinize sıkın demiyoruz, ama hiç olmazsa yaşamda en azından sonuna kadar partiye bağlı kalınmalı. Partinin başında bir hasta gibi kalınmasın, eğer bir kolu yoksa diğer koluyla bir iş yapsın, bir ayağı yoksa diğer ayağıyla iş yapsın, diliyle yapsın, kollarıyla yapsın ki, parti de ona baksın. Aksi halde parti bu kişiye bakamaz. Bundan sonra hastalara da uygulanacak ilke budur. Hiç kimse bize başka ilke dayatmasın ve parti adı altında da kimse bu dayatmalara köprü olmasın. Bu kural benim için de geçerli. Zaten ben biraz hasta olduğumda kendimi partiye hiç göstermem, sağlıma kavuşuncaya kadar odamda kalırım.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER