ÖNDERLİK GERÇEĞİ-13.BÖLÜM
Kürdistan’daki kişilikleri adeta kokuşmuş kişiliklere dönüştürüyorlar. Toplum bireylerinin kişiliklerini adeta kokuşmuş insan kişilikleri haline getiriyor. Bunu en iyi nerede uyguluyor? Kürt geçeği üzerinde uyguluyor. Sistemin temel özellikleri esas itibarı ile böyledir. Ama Kürt toplumu buna karşı tavır alabilecek güçten de uzaklaşmış bulunuyor. Önderlik böyle bir tarihsel süreçte, böyle bir Kürdistan’a, böyle bir dünyaya gözlerini açıyor. Ülkenin genel halini bilince çıkarmış değildir ama kendi bulunduğu toplumsal zemin aynı zamanda genel özellikleri belli ölçüde yansıtabiliyor. Orası bir bakıma bütün bir toplumun maketi olarak karşısına çıkıyor. Oradan toplumu kavrayabiliyor. Onu gören toplumun halini de kavrayabiliyor. Zaten çıkış noktası ilk oradadır. İlk teori Önderliğe yol göstermiyor. Kapsamlı ve derinlikli bir ideoloji Önderliğe yol göstermiyor. Daha çok duygular Önderlikte rol oynuyor. Bu açından da Önderlikte esasta gerçek olan, sezgileriyle Önderliğin tavır almaya, o toplumu gerçekliğe yakın değerlendirmeye ve ona karşı tutum belirlemeye götüren kendi duygularının gücüdür. Bu açıdan Önderlik öncelikli olarak bir duygu dehasıdır. Önder APO kesinlikle başlangıçta bir duygu dehası olarak şekilleniyor. Zaten tüm Önderlerde duygular ağır basıyor. Önderlik, arkadaşların yaklaşımlarını da eleştiriyor. Önderlikler şöyle güçlüdür, adeta gaipten haber alırlar vs. bunlar hepsi hikâyedir, hepsi yalandır. Doğru değildir. Bir şeyi fark ediyorsun tavır alıyorsun. Diğeri tavır almıyor. Aradaki fark budur. Biri süreklileştiriyor, diğeri süreklileştirmiyor. Biri tutumunu idame ettiriyor, sonuna kadar götürüyor, diğeri yarı yoldan geri dönüyor. Yani başladığı bir işi veya yaptığı bir itaati sonuca kadar ulaştırmıyor. İtiraz ediyorsunuz ama itirazınızı sonra kaldırıyorsunuz ve bütünleşme başlıyor. Önderlikte ise itiraz ve ret daha ileri düzeylerde isyanlara kadar götürüyor. O açıdan şu nokta çok önemlidir.
Önderlik diyordu ‘Ben bir işe başladığımda mutlaka sonuca götürürüm. Hiçbir işi yarım bırakmam. Pamuk, mercimek işi, ot yoluyorduk, bağ bakıyorduk hepsinde ben en iyisini yapıyordum. Hem en iyisini yapıyordum, hem de en temiz biçimde iş yapıyordum. Taşta taşıdım, diğer işlerde de çalıştım hangi işe el attıysam o işte en iyisi olmak için şey ediyordum. Bunlar beni kişilik olarak doyuruyor muydu? Hayır. Okul sıralarında da böyleydi. Okulda da benimsemesem bile, onun olduğunu kabul etmesem bile en iyisi olarak çalışmak biçiminde bir hedefim vardı. Kimse bana bu başaramaz dedirtmemeli. Önderliğin soyadı Öcalan. Çok tarihsel, müthiş yakışan bir soyadıdır, yakışan bir tanımlama. Önderlik “Ben duyardım köylülerin içinde, Allah kimsenin çocuğunu Ömer’in çocuğu gibi yapmasın” diyorlardı. Önderlikte “ben, Ömer’in çocuğunun kim olduğunu size göstereceğim. Onların çocukları da var, Anka kuşları da var. Halleri ortada ama benim durumumda ortadadır. Ben intikamımı aldım onlardan. Ama öldürerek, kan dökerek değil. Onların beğenmedikleri hep öyle olmamasını telkin ettikleri kişinin, gerçekte herkesin öyle olması gerektiği bir kişi olduğunu ben kanıtladım” diyor. Herkes Önderlik gibi olmak istiyor. Herkes Önderliği adeta bir ateş, kendisinin de etrafında dönecek bir pervane konumunda görmek istiyor. Böyle bir Önderlik gerçeğiyle karşı karşıyasınız. Bunu neyle yaratıyor? İnatla ve ısrarla yaratıyor. Bir bakıma yanlıştan doğru olmayandan, yanlış değerlendirmelerden, yanlış telkinlerden hepsinden intikam alıyor. Bu anlamda ilkel bir intikamcı anlayış değil, intikam duygusu gerçekten biraz ilkeldir.
Önderlikte ilkel intikamcı anlayış olmasa bile şu kesinlikle vardır. Mutlaka tersinin doğru olduğu çabası, mutlaka onu sonuca götürme çabası, mutlaka onu sonuca götürerek diğerinin yanlışlığını gözler önüne serme ve o tarzda da doğruyu mağrur ve başı dik bir şekilde zafere taşımak. Bu bir Önderlik yaklaşımıdır denilebilir. Hassas olan noktalar nedir? Çocukluğu üzerinde duralım. Önderlik diyor ki: “İlkokulla birlikte başlayan ve şehre gidişle başlayan süreci değiştirirken, bu sürecin bir Enkido’laşma süreci olduğunu gördüm. Aslında hepimiz kente ve devlete doğru koşturulmuş kişiliklerdik.” Kendi yaşıtları için özellikle ilkokula birlikte başlayan süreçlerin esas itibarı ile bu olduğunu ifade ediyor. Aslında genelde öyledir. Bu sadece Urfa’ya, Halfeti’ye ve Önderlik kişiliğine özgü bir durum değildir. Kırsal, komünal değerlerden kopuş dolayısıyla şehir değerlerinin ön plana çıkması ve oraya doğru yöneliş bir Enkido’laşma süreci olarak da değerlendirilebilir. Hepimizde biraz bu vardır. En azından ben, hemen hemen aynı kuşaktan oluyorum. Önderliğin yaş şeyine göre. Ben de ortaokul ve liseyi yatılı okudum. Ortaokul öğrencisiydim. Katır, annenim tekme ile annemin ağzına vurdu. Annemin dudakları yarıldı, dişleri döküldü. Tabi sonra iyileşti, biz annemin dişlerini yaptıracaktık.
Dersim’de Pülümür adında bir kasaba var. Bize en yakın yer orasıydı, zaten yürüyerek gidiyoruz. Annem beni yanına aldı. Ben annemin yanında diş doktoruna gideceğim. Dişçi kimdi? gerçekten dişçiydi, biraz okumuştu, ama biraz çingeneliğe yakındı. Tam şehre geldik, şehir neydi? Şimdinin köyleri bile oradan daha gelişkindir. Annem bir şeyler fark etti. Annem tabi köylü giyimli, fistanlı halktan bir kadındı. Bana baktı ve dedi ki: “Ben den utanıyor musun? Ben yanındayım diye utanıyor musun?” Gerçekten ürkütücüdür, bir annenin çocuğuna böyle demesi. Önderlikte onu ifade etmiyor. Diyor ki: “Biz evimizden, köyümüzden koptuk, eskiyi hor görmeye başladık. Anamızı, köyümüzü, kabilemizi hor görmeye başladık, aşağı gördük.” Aşağı gördüğünüz şeyden utanırsınız. Ondan mümkün olduğunca kopmaya çalışırsınız. Ben o zaman anneme hayır dedim, ama anneler hisseder, hisseder söyler. Hiç unutmuyorum arkadaşlar, ben bunu 98’de televizyonda da söyledim. O zaman programında annemin bana böyle dediğini söyledim. Yani şehir kişiliğinin, şehre doğru koşturmanın temel özelliği böyledir. O bir şeydir, ilkokula gidişle başlıyor. İlk eğitim sisteminin içine girdiğinizde bir yükselmenin yolunda kendinize göre açıyorsunuz. Ortam ve çevreniz var. Çevrede ilk başta o sistemin temsilcisi olarak karşınıza dikilenler kimlerdir? Memurlardır. Giyim, kuşamları, kravatları ayrıdır, duruşları daha fazla kendisine güvenlidir, temizdir, düzgündür. Bizim fukara köylüleri görürsünüz, her tarafı dökülmüştür, bizim köyün kadınlarını görürsünüz ayakları nasırlıdır, çatlaktır. Bizim köyde kadınlar, erkekler çalışıyorlardı. Elleri hep yarılırdı. Kışın o karın içinde hayvan besle, soğuk, sıcak hepsinin karışımı gerçektende insanı perişan ediyordu. Ama şehre bakıyorsunuz her şeyi düzgündür, her şeyi çekicidir. Şehir yaşamının kendisi çata faka dayanır. Şehir ona göre hazırlanır. Cezp edicidir ve bir cazibe merkezi olarak, bir büyücü gibi, sizi kendine doğru çeker ve çekmeyi esas alır.
Diğer yandan Önderlik bir başka şeye daha değinirdi. Şehir kadınında çekici özelliği vardır. Yanı başınızdaki kız kardeşinize, yakınlarınıza bakıyorsunuz daha kaba sabadır. En azından bu doğal toplum insanın öyle olması anlamına gelmiyor. Bütün işin yükünü o çekiyor, birde sömürgecilik altındadır. Yabancı egemenlik altındadır, ama şehir öyle değildir. O açıdan da kendine doğru çekiyor, oraya doğru gidiş var. Şu çok net bir biçimde fark ediliyor. Yükselmek gerekiyor. Yükselmenin yolu nereden geçiyor? Şehirleşmekten, devletleşmekten ve dolayısıyla Türkleşmekten geçiyor. Bunun yolu aynı zamanda nereden geçiyor? Güç olmaktan geçiyor. Güce nereden ulaşacaksın? En kestirme yoldan. Diyor ya sadece yürüyerek değil, koşarak hedefe varmalıydık. Ne olacak o zaman? Önderlikte özellikle askeri okul öğrencisi olma istemi vardı, askeri okul öğrencisi olmak, bir subay olmak istiyordu. Çocuk hayali veya çocuğun gerçekçiliği askerin toplum içerisindeki etkinliğini görebiliyor. Askerin elinde silah var, gücün temsilidir. O dönemleri düşündüğümüzde, darbe dönemleridir. 1960 darbesinin büyük etkileri var ve devletleşmek, onunla birlikte yol almak çok daha çekici bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Önderlik buna doğru yöneliyor. Önderlik geç okula başladığı için yaşı geçiyor. Belli bir yaş sınırı var. Yaşı biraz büyük olduğu için askeri okul sınavlarına almıyorlar. Bu kendisinde bir hayal kırıklığına yol açıyor. Bu açıdan da bir hayal kırıklığını yaşıyor. Demek güç olmanın yolu, büyümenin yolu bu…
Bir de arkadaşlar en önemli şeylerden biri şudur. Mevcut kendi asıl kaynağını reddetmenin, onu aşağılamanın yolu burada başlıyor. Önderlikte bu daha az belirgindir. Bazılarında çok çok daha belirgindir. Bizim o yörelerde çok anlatırlar. Kazım arkadaşı tanırsınız. Kazım’ın babası askere gidiyor. Askere gidinceye kadar Türkçe bilmiyor. Askerden dönerken güya Türkçe öğrenmiş ya Kürtçeyi unutmuş. Gelişmenin ifadesi olarak o sunuluyor. Bu bizim yörede çoktur. En büyük gelişme Kürtçeyi unutup, Türkçeyi bilmektir. Köylüler kendi aralarında ne yaptıysalar bu Kürtçe konuşmuyor. Anlaşıyorlar, bunun yanında şey söylüyorlar, tabi evlidir de. diyorlar “fukaraya sakın söylemeyin, duyarsa kötü olur, ona eşi ölmüş demeyin.” Öyle denilince bu bağırıyor, ne zaman öldü? Bu sefer işin için giriyor. Böyle birçok fıkra anlatılır. Köylüler kendi arlarındaki yabancılaşmayla dalga geçilir, alay edilir. Mesela biz okuma, yazmanın bile başlangıçta hep alayla karşılandığını ben çok iyi bilirim. Keçi pislikleri var, yuvarlaktır. Bizde püşkül derler. Mesela bir köye giderdik, sorarlardı okul nasıl gidiyor? İyi geçiyor, diyorduk. Size ne öğretiyorlar? Matematik, Türkçe vs. öğretiyorlar. matematikte ne öğreniyorsunuz diye soruyorlardı. Biz de hesap yapıyoruz, diye cevap veriyorduk. Daha sonra bir çuval püşkülün içinde kaç tane püşkül var diye soruyorlardı. Biz de ne bilelim kaç tane var, saymak lazım diye cevap veriyorduk. Bu yüzden de ayıptır, o kadar okul okumuşsun, buna cevap veremiyorsun diyorlardı. Bunları sana öğretmiyorlarsa o zaman ne biçim okuldur. O yabancılaşmayı görüyorlardı dalga geçiyorlardı, alay ediyorlardı toplumda. Öylesi bir gerçekte var. Israrlı bir biçimde kendi köklerine bağlı kalanlarda var ama tersi olanlarda var. Tersine çok çarpıcı bir biçimde mümkün olduğu kadar kendi köklerini unutmak isteyenler var. Tabi en ucube insan tipi bu biçimde ortaya çıkıyor. Bunlar sayı olarak sınırlı olabilir ama bunlarda bir gerçektir. Önderlik…
ALİ HAYDAR KAYTAN (HEVAL FUAT)
YORUM GÖNDER