BİLİM İLE İKTİDARIN BİRLEŞTİĞİ SAHA DEMOGRAFYA (2.BÖLÜM)
Bio iktidar kavramını da geliştiren ve bunun kapitalizm ile beraber ortaya çıktığını belirten Foucault kapitalizmde insan bedeninin denetimli bir şekilde üretim aracına dönüştürüldüğünü ve nüfuz olaylarının ekonomik süreçlere göre ayarlandığını ifade etmiştir. İktidar teknolojisi ile yaşamı merkez alan bu yaklaşım bedenin bir üretim gücü olması esprisine dayanır. Beden hem üretken hem de tabi kılınmış bir hale getirilirken bedenin hem üretken hem tabii kılınmış bir hale getirilmiş olması ile bağlantılı yararlı olduğu ve hesaplanması ve düzenlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Yani iktidar bedene yaşamı çoğaltma ve bünyenin canlılığı bağlamında sızmıştır. Bu anlamda bedenin varlığı iktidarın varlığı ve görselliği dışında değildir, cinsellik dahil olmak üzere her davranışı iktidarın kontrolü altındadır. Bu anlamda kadın erkek arasındaki egemenlik ilişkilerine bağlı olarak tarih boyunca kadın bedeninin düzenlenmesi erkeğin bedeninin düzenlenmesine göre farklılıklar içermektedir. Yaşamı hedef alan ve bunun için bedeni düzenlemeye çalışan iktidar kadın bedeni ile erkek bedenini aynı ele almamıştır. Cinsiyetler arası egemenlik ilişkileri bu düzenlemede belirleyici olmuştur. Nüfusun düzenlenmesini sağlayan bio-iktidar ya da nüfus politikaları özel olarak kadın bedenine yönelmiştir. Çünkü nüfusun belirlenmesi kadın üreme kapasitesinin düzenlenmesi ile sağlanmaktadır. Kapitalizmin ataerkil karakteri en çok da kadın bedeni üzerinden yürüttüğü bu politikalarda açığa çıkmaktadır. Kadınların bedenleri, doğurganlıkları, cinselliği, güzelliği denetlenmekte ve kontrol altında tutulmaktadır. Kadın bedeninin özellikle cinsel kodlar üzerinden denetlenmesi ve iktidarın da bu kodlar üzerinden üretilmesi söz konusudur. Kadın üzerinde denetim kuran bu toplumsal cinsiyetçi düzen ile ataerkil normlara mahkum olan kadının bedeni kendine değil aileye, aşirete veya devlete aittir. Örf ve adetlerin, geleneklerin, toplumsal kanunların genel geçer bütün normların somutlaştığı alanda kadın bedeni olmaktadır. Kadınların giyimlerinden davranışlarına namus adı altında öldürülmelerine kadar her şey bir denetim mekanizması ile sağlanmaktadır. Buda hangi ideoloji olursa olsun kadının bir beden terbiyesinden geçtikten sonra kamusal alana dahil edildiğini ve bedeni denetleyen bir iktidar sürecini derinleştirmektedir. Kadın üzerindeki denetim ve iktidar da böylelikle bir meşruluk kazanmaktadır. Kısaca kadın bedeni iktidarın kendisini sürekli ürettiği bir alana dönüşmüştür. Cinsel ile siyasal olan iç içe geçmiş erkek iktidar, kadın nesne ile özdeş kılınmıştır. Erkeğin varlığı kadının denetimine bağlanmış, kadının varlığı bu denetim altında yok olmuştur. Toplumsal cinsiyetçilik ile kadın bedeni ve birey olma gerçeği yeniden inşa edilmiştir. Kadın iktidar nesnesi haline getirilmiş beden de sosyal siyasal argümanlarla maddeleştirilmiştir. Kadınlık ve erkeklik sınırları toplumsal cinsiyetçilik ile belirlenmiştir. Simone De Beauvoir kadının nesneleştirilmesinin kadının doğası ile açıklanmasına itiraz etmiştir. Ve bunun kadının toplumsal denetimin nesnesi kılınması ile olan bağını ortaya koymuştur. Hannah Arendt de kadının kendi bedeni üzerinde söz sahibi olması ile denetimden kurtulabileceğini ifade etmiştir. Zira çoğalma kadın bedeninde gerçekleşmektedir. Bu nedenle kadınların kendi bedenleri, cinsellikleri ve çocuk doğurmada söz sahibi olabilmesi bireysel olmanın ötesinde siyasi, kültürel, sosyal dönüşümleri gerekli kılar. Bu konuyu üreme hakları kapsamında daha geniş çerçevede ele almaya çalışan sistem karşıtı hareketler olmakla birlikte, liberalizmin etkisi ile giderek kürtaj hakkı elde etmeye odaklanma daha fazla öne çıkmıştır. Kuşkusuz bu da önemlidir. Kürtaj hakkı kadınların kendi bedenleri konusunda söz hakkı arayışının duraklarından biridir. Ancak demografik soruna daha köklü bir yaklaşımın gerekli olduğu aşikardır. Bu konuda da jineolojinin yaklaşımı belirleyicidir. Jineoloji ile çözüm arayışları Sonuç olarak kadın eksenli toplumlarda doğa ile uyumlu bir şekilde gerçekleşen üreme ve çoğalma kültürü uygarlık tarihi ile beraber tam tersine çevrilmiştir. Toplumsal cinsiyetçilik ve hanedanlık kültürü bunda belirleyicidir. Kadın bedeni tahakküm altına alınmış, cinsellik etik ve estetik bağlamlarından sıyrılarak bir soy sürdürme özellikle erkek çocuk doğurma güdüsüne dönüşmüştür. Jineoloji açısından en temel ilkelerin başında analık hukukunun hakim olduğu dönemlerdeki ilkeyi canlandırmak gelmektedir. Bedenin bir nesne değil doğanın bir parçası olduğunun bilinciyle kadının çocuk doğurmada karar verme gücünün geliştirilmesidir. Bir diğer temel ilke ise soy sürdürmenin fiziksel bir olaydan ziyade felsefi olduğu bilincini geliştirmek ve bu eksende Malthusçu nüfus politikalarını analiz edip anlatmaktır. Bu eksende ideolojik ve örgütsel bir mücadelenin yükseltilmesini sağlamaktır. Ve eylem içinde olan hareket ve bireyler ile ortak çalışmalar yapmaktır. Dünyaya bir çocuk getirme kültürünü kadınlar ve çocuklar açısından gözeterek yapmayı esas almaktır. Bunun için somut verileri toplayacak araştırmalar yapma, bu verileri analiz ederek sosyolojik ve ekolojik tezler geliştirme ve bu eksende demografyayı kalıplarını yıkarak yeni bir zihniyetle ele almayı gerektirmektedir. Yanlış soy sürdürmeye karşı alternatif bir yaşam modeli oluşturma perspektifini esas almaktadır. Sağlık, ekonomi ve ekoloji başta olmak üzere demografyanın diğer bilimler ile bağını kurmak bu nedenle çok önemlidir Cinselliğin kadının denetiminde olması belirleyici bir diğer ilkedir. Erkeklerin arzularına göre düzenlenen cinsellik alanı kadınları hapsettiği gibi tecavüz kültürüne neden olmuştur. Kadınların kendi bedenleri üzerindeki söz ve karar hakkının elinden alınması nüfus artışının nedeni olmuştur. Bu anlamda kadınların kendi bedeni hakkında söz sahibi olmasının bilincini geliştirmeyi hedeflemektedir. Ekonomistlerden doktorlara, din adamlarından devlet yetkililerine kadar herkesin üzerinde hesap yaptığı bir alana dönüşmüştür kadın bedeni. Bu bilinçle yaklaşmak tarihi önemdedir. Üzerinde bunca hesap yapılan bu alanda kapsamlı bir mücadeleye ortak bir programa ihtiyaç vardır. Kadınların bedenen, ruhen ve düşünsel olarak katledildiği kadar doğal ekolojik dengenin de sınırlarını zorlayan bir nüfus artışı karşısında demografya Jıneolojînin en temel alanlarından birini oluşturur. Jineolojî demografya konusunu kadın özgürlük hareketlerinin gündemine taşırırken, devletlerin demografya politikalarına muhalefet eden bir mücadele anlayışını aştıracak verileri yaratır. Tarihsel ve güncel demografik politikaların gerisindeki hesaplara ışık tutar. Çocuk doğurma ve cinsellik konusunda yeni bir kültür yaratacak bir yaklaşımın belirlenmesini hedefler. İnsanlığın ulaştığı kültürel düzeyin içgüdüsel üreme ile değil, felsefik, düşünsel, sanatsal eylemleri ile kendisini üreteceği bilincini geliştirmeyi amaçlar. Genç kızların kendi bedenleri ve cinselliklerini erkeklerden, kadını metalaştıran medyadan değil, kadın özgürlük değerlerini temsil eden özgür kadın akademilerinden öğrenmesinin olanaklarını ve örgütlenmesini yaratır. Kadın bedeninin özgünlüğü ve sağlığını göz ardı eden, erkeklerin muaf bırakıldığı cinsiyetçi doğum kontrol yöntemlerine karşı da mücadeleyi esas alır. ZİLAN SU (2.BÖLÜM) |
YORUM GÖNDER