ŞEHİTLERİMİZİN VASİYETİ…
Onlar masum bir edayla, mütevazice ve onurla yüklü bir yürekle vasiyetlerini bırakıp ölümsüzleştiler. “Eğer bir gün şehit düşersem…” diye başlarlar vasiyetlerine… Kimi “beni falan yere gömün”, kimi “günlüğümü şuna ulaştırın”, kimisi ise “Önder APO’ya ya da anneme selamlarımı iletin” diye vasiyet eder. Bunlar vasiyetlerin en alışıldık olanıdır.
Ama bir de insanı tepeden tırnağa sarsan çok dokunaklı vasiyetler vardır. Bunları yerine getirmek boyun borcunuz olur. Örneğin Kobanê direnişçilerinin vasiyetleri vardı: “Kobanê özgürleştiği zaman arkadaşlar Miştenûr tepesinin başına çıkıp topluca ‘heval Kobanê özgürleşti, hevvvaaaalll Koobaannêê özgüüürleşttiiii…’ diye bağırsınlar. İşte o zaman bizim ruhumuz şad olacak, uzandığımız toprakta rahat uyuyacağız” demişler.
Silahımı Gabar’a götür…
Şehit Agit Mardin arkadaş, şehit Arîn Mirkan’a “eğer bir gün şehit düşersem silahım sende kalsın, bu silahımı Gabar’a götürüp benim adıma savaş. Mezarımdan bir avuç toprak alıp Gabar’a götür ve dört bir tarafa savur. İşte o zaman ben de Gabar’da dolaşır gibi olacağım” demiş.
Bir avuç toprağımı Bêrîtan’ın toprağı ile karıştırın!
Zinarin Dersim arkadaş (Selma Doğan) da “eğer bir gün şehit düşersem benim mezarımdan bir avuç toprak alıp Bêrîtan’ın (Gülnaz Karataş) toprağı ile karıştırın ve tabi Bêrîtan’ın da toprağını benim mezarıma katın” demişti. Bir 25 Ekim gününde Bêrîtan’ın şehitliğe getirildiği gün Zinarîn arkadaşın bu vasiyeti gerçekleştirildi. Kuşkusuz kavuşan sadece toprak değildi, birbirine kavuşan hayallerin harmanlanması, umutların mayalanması, ruhların kavuşmasıydı. Amed’li Serxwebûn arkadaş “bir gün şehit düşersem sarı, kırmızı, yeşil renkler arasında halkımın omuzları üstünde serhildan ruhuyla törenle gömülmek isterim” demişti. Bu vasiyet de gerçekleşti.
Binlerce kadın silahımı omuzlar…
İlk şehidimiz Besê Anuş’un “bir gün şehit düşersem, inanıyorum ki binlerce kadın silahımı omuzlar ve intikamımızı alır” diye tarihsel bir vasiyet bırakmıştı. Ordulaşan kadın gerçeği ile bu vasiyet de gerçekleşti. Sıralanamayacak böylesi çok etkili vasiyetler bıraktılar ardıllarına. Ardılları da bunu milyonlara taşırmakta. Bu yazıda asıl olarak Ekim şehitlerimizin vasiyetlerini yad etmek istiyorum. Şehitlerin anlam dolu sözleri, mücadele azimleri özlem ve hayalleri de bizler için birer mücadele gerekçesi ve vasiyetidir.
Vasiyet gerçekleşmeyince yarım kalırız
Kadın ordulaşmasının öncüsü, özsavunma çizgimizin komutanı Bêrîtan arkadaşın da vasiyet niteliğinde bir hayali varmış: “Keşke bir gün yüzlerce kadın gerillayı güneşin doğduğu veya battığı anda, tam da çıplak bir dağ başında o kızıllık önünde geçişini izleyebilseydim.” Belki de Abidin’in resmetmesini istediği bir fotoğraf karesiydi o. Aslında Bêrîtan’ın hayali kadın ordulaşmasının bir izdüşümüdür. Üstelik sadece yüzlerce değil, binlerce, on binlerce kadın gerilla elinde silahı, örülü saçlarıyla, heybetli yürüyüşüyle ard arda vermiş bir akış içinde oldular. Bêrîtan arkadaş şehitliğe taşınırken 500’e yakın kadın gerilla aynı anda Bêrîtan’a selama durdu. İşte o zaman bir şehidin vasiyetinin gerçekleşmiş olmasını buruk bir mutlulukla izledim. Çünkü şehitlerin vasiyeti gerçekleşmeyince yarım kalırız ve hatta insan olmaktan utanır hale geliriz. Dolayısıyla şehidin hayallerini gerçekleştirme, hedeflerini zirveye ulaştırma, baş koyduğu yolu sürekli işlek kılma, o yolu kötülüklerden temizlemenin bizi kendimize ve insanlığımıza yakınlaştırdığını düşünürüm.
Bugün açısından da Bêrîtan’ın her bir sözünün birer onur nişanesi gibi sahiplenildiğini görürüz. Nitekim yüreğini mısralaştırdığı şiirindeki;
“savaş gülüm sıkı savaş,
Savaştıkça varız biz,
Savaştıkça güzelleşir, çoğalırız” teması bugün büyük bir dirayetle sahiplenilmektedir. Şiirin içindeki tınıda büyük bir sorumluluk bilinci ve çok büyük bir umut geziniyor. Hakikatin kendisi dolanıyor şiirde. Bugün eğer kavga tadında yaşıyorsak Bêrîtan’ın özgürlük şiirinin içinde yaşıyor ve o şiiri yaşatıyoruz demektir. Gericiliğe egemenliğe sömürüye ve hor görmeye karşı vurduğumuz her fiske, sahte olana hayır dediğimiz her an Bêrîtan’a selamdır.
Zor olanı başarmanın öncüsü
Kadın ordulaşmasının büyük komutanı Azime (Mihriban Saran) arkadaşımızı anmak, mücadelesini selamlamak önemli. 12 Eylül’de yakalanmamak için kendi inisiyatifiyle Şerfedin dağlarına çıkıyor ve oraları tüm kadınlara mekân eyliyor. Tam da kendini var etme mücadelesidir. Henüz kadın ordulaşması yokken kendi dirayeti, kararlılığı, cesaret ve fedakarlığıyla, mücadeleyle gönül bağlarını örerek ordulaşmanın tüm nüvelerini, can alıcı noktalarını kendi pratiğinde sunmuştu. Nitekim kadın ordulaşması bu özellikler üzerinde büyümüştür. Kendi emeğiyle komutanlaşmanın tüm kademelerinde yer alırken, savaşı koordine etme gibi tüm ilklere Azime arkadaş imza atmıştır. O, zor olanı başarmanın öncüsüdür. Nitekim komutasındaki bölüğü eğittiği zaman “Erkeği engel olarak gören kadından nefret ediyorum. Siz kendinizi güçlendirdikten sonra hangi erkek size engel olabilir?” derken, aslında xwebûn yolunda ilerlerken hiç kimsenin kendi özgürlüğü önünde engel olamayacağını çok keskin ifadelerle belirtmiştir. Bir vasiyet gibi tarihe not düşen bu sözünün bugün özgürlüğü için haykıran, meydan okuyan kadınların varlık direnişinin ne kadar yer bulduğunu sanırsam anlatmaya bile gerek yoktur.
Devrimin bilge kadını
Ekim şehitlerinden Zeynep (Gurbetelli Ersöz) ise üniversite ortamında yaşadığı sorgulamalarla yönünü özgürlük mekanlarına verirken ‘nasıl bir devrimci ve öncü bir kadın olabilirim?’ üzerinden gelişen arayışları dur-durak bilmedi. Bu esasta “Biz partiyle yürüyeceğiz. Düşe-kalka yürüyeceğiz. Ama insanlığımızı mutlaka bulacağız. Duyguyu öğreniyoruz, intikamı öğreniyoruz, nefreti, sevgiyi öğreniyoruz. En doğrusunu bulana kadar, son nefesimize kadar YÜRÜYECEĞİZ…” diyerek arayışının genel hatlarını en güzel biçimde kendisi dillendirmiştir. Zeynep arkadaş Önderliğin deyimiyle devrimin ‘bilge kadını’ydı. Yaşama olan duyarlı ruhuyla, bu anlamda sorgulamalarıyla, öngörüsüyle, eğitici tarzıyla yol göstericiydi. Yöneticisi olduğu Özgür Gündem gazetesiyle var olan sahte gündemleri aşar ve halkın gerçek gündemini yakalayarak gündemi özgürleştirirdi. Bütün bilmelerin kendini bilmekten geçtiğini iyi bilirdi. “Köleliğimi, güçsüzlüğümü gördükçe mutlaka güçlenmenin, özgürleşmenin gereği ile kendimi donatmaya çalıştım. Parti Önderliği’nin ‘zorluğun olduğu her yerde sen olacaksın’ talimatıyla, devrime, mücadeleye anlam biçmeye çalıştım.” diyor. Aynı zamanda bir kadın olarak bilgelik ve bilincin cins mücadelesinden geçtiğini de iyi biliyordu. Bu konudaki sorgulamaları da mükemmeldir: “Biz kadınlar erkekten boşanmadıkça örgüte katılım sağlayamayız, sahiplenemeyiz, özgürleşemeyiz. Doğuştan evlendirilmişliğimden doğru boşandıkça; ülkeye, örgüte, Önderliğe, şehitlere yakınlaşıyorum. Erkek egemenliği ile savaşmak kadar, kadını kendimden başlatarak güzelleştireceğim…” Sevgi ölçüsünü ise, “sevilecek kadar güzelleşen insanı bulmak” şeklinde formüle ediyor.
‘Bu özgürlüksüzlükle savaşmak istiyorum’
Zinarin Dersim (Selma Doğan) ise, duygu ve düşünce gücünü en üst düzeyde temsil etmesiyle tanınır. Çünkü her şeye ayrıntıyla bakan, büyük bir hissiyatla ele alan kadın ruhunun inceliğini yakalamıştı. Her şeyi dolu dolu yaşadığından kişiliği akıl ile, duygu ile yüklü olurdu. Kaleme aldığı kendi günlüğünde bu içsel dünyası çok çabuk göze çarpar. Onun günlüğünü okuyan Rêber APO Zinarîn arkadaş için “birçok değerli kadın militanlar içinde en gözde duygularıyla, düşünceleriyle yer alması gerekenlerden birisiydi” demişti. Nitekim Önderlik onun bu özelliğini bildiğinden onu ülkeye gönderirken ona “tecrübelerinin olmadığını biliyorum ama sen orada parti yaşamını koruma ve her koşulda örgütü savunma görevini gerçekleştireceksin. Orada bizi temsil edeceksin” demişti. Yani kişiliği ve katılımı o kadar güven aşılıyordu. Başarmak için Zinarin arkadaşın sihirli bir iksiri vardı. Ki bu da; zorluklardan kaçtığının hiçbir zaman görülmemiş olmasıdır. ‘Savaşmak için yaşıyorum’ diyerek mücadeleci kişiliğini yaratmıştır. Sema Yüce arkadaş gibi bin yılların çelişkisini kendinde barındırarak her biriyle amansız çatıştı. Nostalji yapan dünyasıyla, çabuk incinen ruhuyla, sabırsızlığıyla, tecrübesizliğiyle ama her bir özelliğiyle yoğunca bir savaşa tutuştu. Çelişkileriyle çatışarak yol alırken hiçbir zaman pes etmedi. Aynı zamanda düşmana karşı beslediği kinini “çılgınlar gibi savaşmak istiyorum. Düşmanla, geriliklerle, beni tüm sevdiklerimden ayıran bu ülkesizlikle, bu özgürlüksüzlükle, bütün bu saçma sapan dengesizlikle, adaletsizlikle savaşmak, savaşmak istiyorum” şeklinde ifadelendirmişti.
Meryem (Meryem Hazar Çolak)
Meryem (Meryem Hazar Çolak) arkadaş, her yönüyle kimliğini aramanın adı olmuştur. Arayışları güçlüdür. Bakur’da devrim için çalışırken tutuklanır. Baskılardan dolayı sürgünlüğü yaşarken Avrupa’nın kişiyi marjinalleştiren ve sisteme entegre eden, bitiren politikasına hiçbir biçimde riayet etmez. Avrupa’da iken ‘Kürdistan Sürgün Parlementosu’nda milletvekilliği gibi önemli görevlerde olup aktif çalışmasına rağmen bu ona yeterli gelmez. Üstelik evli olup bir kızı olmasına rağmen bunları da gerisinde bırakacak kadar mücadele aşkıyla ülkeye yönelir. Küçük kızı Şîlan için ülkede ona mektuplar yazar ve Kürdistan’ın güzelliğini, mücadele aşkını betimler. O da iyi biliyor ki bu dünyada küçük çocuklara olan en büyük sevgi ve en büyük hediye onlara özgür bir gelecek sunmaktır. Bu bilinçle mülkleştiren ilişkiden azade olup bütün çocukların ve geleceğin anası olur. Kendi kadın kimliğini de özgürleşme eyleminde bulmak ister.
Canda ve Ronahî…
Bir de enternasyonal şehitleri vardır Ekim’in. Onlar, halklar arası bir akış, bir buluşma çağrısıdır. İki somut örnek: Canda Türkmen (Sanem Bertan) ve Ronahî (Andrea Wolf) arkadaşlar. Canda arkadaşın okul yıllarında tanıştığı başka frekanslarda çok devrimci olur ama o gerçek devrimi PKK’de görür. Gençlik çalışmalarında, Önderlik sahasında, dağ ortamında etkileyici ve sempatik bir etki bırakır. Kürt halkıyla ve dağlarıyla çabuk bütünleşmesi onun toplumsal ve asil ruhunun tezahürü. Şahsında şovenist ve Kemalist zihniyeti parçalar. “Kendimi yaşama karşı daha cesaretli hissediyorum. Eskiden doğru-yanlış ayrımı yapmadan her şeyi kabul ederken, şimdi inandığım doğruları uygulamaya, kabul ettirmeye çalışıyorum” derken devrimden etkilenme ve yaşadığı değişim düzeyini ifade eder. Ronahî arkadaş ise, Avrupa’nın bireysel özgürlük safsatalarına aldanmadan, sahte yaşam örtüsünü kaldırma cesaretini göstererek yönünü Kürdistan dağlarına vermiştir. ’98 operasyonunda ağır yaralı iken ve düşman onu teslim almak isterken; “Ben sosyalist bir kadınım. Almanya’dan bu vahşi düşmanla savaşmaya geldim.” diyerek amacını özetler.
Hêlîn, Mîzgîn, Gülnaz…
Çerkez Hêlîn (Nermin Akkuş), Mizgîn Türk (Hüsne Akgül) ve Gülnaz Ege arkadaşlar da bu şehitlerimizin yol arkadaşları oldular. Ekim şehitlerinden Gülnaz arkadaş kendi adını etkilendiği Bêrîtan arkadaşın gerçek isminden almıştı. Bu benzetme istemi belki de Dersim’den Ege’ye sürgüne gönderilen ‘kayıp kızlar’ın hikayesinden bir intikam alma biçimiydi. Ondaki devrimci coşkunun sınırı yoktu. Yaşama ve yoldaşlarına büyük bir ilgiyle yaklaştığı kadar, özsavunma mücadelesine de hesapsız katıldı. Yaşamda en çok zorlanan arkadaşlarını kapsaması, kendi incelikli yöntemleri ile onları da yürütebilme kabiliyetinde olması onun büyüklüğünü gösteriyordu. Bu enternasyonal arkadaşlarımız kadın özgürlüğünün sınır tanımayan mücadeleci kişilikleriyle kadınla ve halklarla dayanışmanın duyarlı ruhları oldular. Bunlar aynı zamanda sosyalizmin özü olan enternasyonal karakterin özgürlük hareketimizde can bulmasının bir yansıması oluyor.
Kurdê ve Ronahî
Zindanların da Ekim şehitleri vardır. Kurdê (Selamet Menteş) ve Ronahî (Aynur Artan), Önderlikle kadın arkadaşlığına kendi somutunda cevap olmak isteyen ve aradaki bağı ölümüne savunan iki yalın gerçek. Zindanda yaşattıkları devrimci ruhları ile 9 Ekim Komplosu’na karşı büyük bir karşı koyuşun adı oldular. Komplonun derinliğini görmede gecikmediler. Raporlarında “Önderliği korumak; kendini aşmakla mümkündür. Önderliği korumak; kurumuş yürekleri emperyalizme karşı kalkan yapmakla mümkündür. Önderliği korumak; partileşmek, özgürleşmek ve insanlaşmakla mümkündür” diyerek kendi düşünce ve duygularını çok çarpıcı biçimde dillendirdiler. Önderliğe bağlılık düzeyi bu bağlılığı siyasal örgütsel ve eylemsel bir duruşa dönüştürmek esas alınacak tarihsel bir örnek niteliğinde.
Rojin Gewda, Rûken Bingöl…
Rojin Gewda ile Rûken Bingöl arkadaşların birbirini tamamlayan ve destekleyen kadın ruhu örnektir. Öncü bir gerilla komutanı olarak yüzlerce savaşçı yetiştirmiş, özgürlük ahlakıyla, canlı moralli katılımıyla, fedakârlığıyla, savaşkan yapısıyla, güleç yüzüyle hissiyatı güçlü kadın özüyle bir efsaneydi Rojin Gewda. Bir sevgi seliydi. O
kadar aranılması ve sevilmesi ondandı. Rojin arkadaş tam da bir adanmışlık örneğiydi. Derin yaralarına rağmen dağların zirvelerinden inmeyen ısrarıyla, en önmevzide yer alma istemiyle tam bir devrimci kadın iradesi ve dirayetine sahipti. Zaten var olan kadın özü kadın özgürlük ideolojisinin ilkeleriyle donanırken kendini özgür kadın kişiliğinde daha yetkin kıldı. Yaşama iddialı katılımın adı olan Rûken Bingöl arkadaş Gurbetelli gibi bilge kadın çizgisinde ilerlemesinin yanı sıra ideolojik ve askeri alanlarda aktif katılımı dikkat çekicidir. Bir devrimcinin mayasında yüksek bir performans varsa ve sorumluluk duygusu yüksek ise her yerde öncülük özelliklerini gösterebilir.
Arîn Mirkan
Ekim şehitlerinden Arîn Mirkan arkadaşın yaşam ve mücadele gerçeği de çok öğreticidir. Gencecik bedenini DAİŞ çetelerine karşı siper ederken dönemin öncülüğüne imza atmıştı. Arap bir yazar “DAİŞ çetelerinden hepimiz korkup kaçarken, bu kadın militan karşısında erkekliğimden utanıyorum” diye yazar. Fedai ruhuyla ülkesini savunurken kadınların mücadelelerini yaşamsallaştırdığı gibi kadınlara ve bir bütün topluma öncülük etti. Eyleminde “Kobanê’yi koruyun, onu korursanız bütün insanlığı korursunuz” şeklinde bir vasiyet okunmalıdır. Arîn arkadaş küçücük bedenine dünyalar sığdırmıştı. Sezgili, sevgi dolu, güzel ruhu her zaman kadınların mücadelesinde tebessüm edecektir.
Yaman bir savaşa öncülük ettiler
Onlar bize bitimsiz bir kavga bıraktı. Zamanın anlamını emek, bilgi, kan, cesaret ve sabırlarıyla dokudular. Yaman bir savaşa öncülük ettiler. Şimdi ise kadın ordulaşması dört parça Kürdistan’a miras. Özsavunma çizgisi toplumsal bir gerçeklik haline geldi ve kadın devrimine olan inanç güçlenmiş oldu. Bêrîtan’ı bir çizgi ve bu çizgiyi mücadele rotası olarak bellememiz bundandır. Bu çizgi sayesinde kaç kuşak genç kadın dirildi. Bu çizgide kadınlar her türlü egemenlikle savaşır hale geldi. Bu yüzden şehitlerimizin vasiyetlerini gerçekleştirmek için elbirliğiyle çalışalım ve savaşalım. Gerçekleşen şehit vasiyetleri hepimizin hayallerinin ve umutlarının gerçekleşmesi demektir.
CEZNA MAZÎ
KAYNAK: NEWAYAJİN.NET
YORUM GÖNDER