TARİHTEN GÜNÜMÜZE KADININ ÖZ SAVUNMASI (6.BÖLÜM)
4- SOSYAL YAŞAMIN SAVUNMASI: Kadınlar demokratik uygarlığı en fazla sosyal yaşam kuralları ve örgütlenmeleriyle korumuşlardır. Paylaşım, yoksullarla dayanışma, kimsesizlere sahip çıkma, kadın kardeşliği, şefkat, kültürel etkinlikler, sosyal organizasyonlar kadınların yaşamı sahiplenme özellikleri olarak belirginlik kazanmıştır. Acıyı birlikte karşılamak kadar sevinçleri birlikte organize etme yetenekleriyle aslında sosyal hayatın kendisi kadındır. Taziyeleri kuran ve kaldıran kadınlardır, hasta ziyaretlerini yapan kadınlardır ve taziye, ziyaret süresince maddi ihtiyaçları karşılarlar. Birlikte iş yaparak, ortaklaşmacı ekonomik dayanışmalarla yaşamın kadın birliktenliklerini geliştirirler. Onlar hiçbir zaman hayatlarını birbirlerinden ayırmadılar. Kız kardeşlik ve arkadaşlık ilişkileri onların hayatında yaşamı birlikte karşılamak demektir. Kırsal toplumda arkadaşının tarlasındaki ekini gidip birlikte kaldırma, Berivanların hangisinin işi bitmemişse yardımına koşma, ev işlerini birlikte yapma, arkadaşının tandırını yakıp hazır hale getirme günlük dayanışma biçimleridir. Bu ekonomik dayanışmanın bağrından kültürel etkinlikler doğmuştur. Ekini bir eğlence etkinliği ile komünal başlatıp ve bitirme ilk festivallerdir. Ürünleri ortak pazarlar kurarak değiş-tokuş etme bir kadın ticaret biçimi olarak panayırları meydana getirmiştir. En çarpıcı olan ise armağan kültürünün bir kadın sosyal dayanışma biçimi olarak hala çok güçlü yaşanıyor olmasıdır. Kendisinde olan ama başkasında olmayan ihtiyaç sahiplerine bir torba bulgur, dört metre kumaş, bir yumak iplik, bir kilim, bir sedir, bir yorgan, olmadı çeyiz sandıklarını açıp bulabildikleri herhangi bir şeyi armağan ederek yoksunlukları gidermeye çalışırlar. Özellikle de hamilelik ve doğum süreçlerinde kadınlar bir ayaklanma halinde o kadının yaşam sorumluluklarını kaldırırlar. Hastalık ve taziye esnasında arkadaşının evini ve çocuklarını evi ve çocukları gibi sahiplenen kadınlar sütkardeşliği hukukunu gözetirler. Sütanneliği ve sütkardeşliği çok güçlü iki duygudur. Erkek egemen aile modeli doğmadan çok önceleri var olan kadın merkezli klan hukukudur. Kadınlar tüm çocukların annesi, tüm çocuklar kardeştirler. Birlikte emzirme, birlikte büyütme ve birlikte yaşatmak kaygılarıyla doğan bu hukuk bir sosyal kadın kurumudur. Buna paralel ahiret kardeşliği kadınların en fazla sosyal yaşamda geliştirdikleri bir kadın kardeşlik kurumudur. Yardıma muhtaç, kimsesiz ve yalnız olan kadın veya erkeğin yanı sıra, çok sevdiği kadın veya erkek arkadaşını öte dünyanın kardeşi ilan eden kadınlar, bir kardeş gibi evlerini ve yaşam imkânlarını bu ahiret kardeşlerine açarlar. Esasında bu bir dostluk ve arkadaşlık ilişkisidir ama cinsiyetçi yargılar nedeniyle engellenen arkadaşlıkları ruhani sıfatlar yükleyerek korumaya alır ve yaşatırlar. Bu kardeşliğin manevi değeri öte dünyada birbirinin günahlarını paylaşma temelinde belirlenmiştir. Ebelik belki de kadın dünyasının en özel dayanışma ilişkisidir. Her kadın bir ebenin sağlık bilgilerinin koruması altındadır. Doğum kontrol yöntemleri, kadın hastalıkları ve doğum zamanı bir kadının hayatının en özel ve bir o kadar riskli evreleridir. Cinsel yaşamlarının mahremini paylaştıkları ebeler bu nedenle kadınların en özel dostluklarını hak eder. Ebelere gösterilen yüksek saygı, doğurtukları çocukların onları manevi anneleri sayması ve yaşadığı sürece kadınların ebeleri maddi ve manevi gözetmesinin yanı sıra, ebelerin kadın bedenini kutsal değerde ele alarak sağaltması, her ilgilendiği kadına ve çocuğuna annelik duyguları beslemesi bu durumun bir gönül borcunun çok ötesinde bir sevgi dünyasını anlatmaktadır. Genelde kadınların tarikat örgütlenmelerinde çoğunluğu oluşturduğu ve bunun kadınların etki altına alınmasıyla ilgili olduğu değerlendirmeleri yapılır. Bu değerlendirmenin yeniden gözden geçirilmeye ihtiyacı vardır. Tarikatlar tek tanrılı dinlerin iktidarlaşmayı ve zenginleşmeyi amaçlamasıyla toplumda yarattığı hayal kırıklıkları sonucu ortaya çıkmıştır. Yol demek olan tarikat etrafında dinin ilk ahlaki ve sosyal çıkışları esas alınır ve mevcut iktidarlaşan dini güçlere karşı bir sosyal protesto hareketi başlatılır. Bir sınıfsal çatışma biçimi olarak tarikatlar, komünal halk hareketlerinin düşünsel duruşlarını ifade eder. Tasavvufi ve komünal hareketlerin başlatıcılarının önemli bölümünü kadınların oluşturduğunu açımlamıştık. Tekke ve zaviyeler, manastırlar, okullaşmalar, konuk evleri kadınların dini örgütlenmeler yoluyla geliştirdiği sosyal kurumlardır. Tarikatlar kadınların sosyal dayanışma etkinlikleri gösterdiği araçlardan biridir. Her tarikat üyesi ortak bir komün örgütlemekle görevlidir. Maddi durumu iyi olana iyilik yapma, maddi durumu kötü olana iyilik bulma imkânı sunduğu kadar, eş konumda olanların gücü oranında örgütlediği komün kurma imkânı sunar. Ortak toplanan maddi değerler ihtiyacı olanlarla paylaşılır. Yoksul bir kadın tarikat üyeliği sayesinde yardım alır. Yoksulluğun ve yoksunluğun kadınlaştırıldığı bir dünyada kadınların tarikatlar yoluyla bir mücadele içinde olduğunu anlamak bizi bu konuda daha fazla toplumsal kavrayış sahibi kılacaktır. Her tarikat üyesi kötü dönemlerde geniş bir topluluk tarafından sahiplenilir. Yanı sıra ev ziyaretleri ve toplantılarıyla sosyal aidiyetler gelişir ve kadına hem manevi hem kendini güçlü hissetme duygusu verir. Tarikatların sunnileştirilmeleri ve sistem içi odaklar haline getirilmeleri günümüzde bir sorundur. Ancak tarihsel arka planda tarikatların, bir kadın sosyal örgütlenme ve direniş alanı olmaları ve kadınların sık başvurduğu bir dayanışma biçimi olarak yeniden değerlendirilmesi ve güncellenmesi gerektirmektedir. Orta sınıf kadın mücadele anlayışı geniş toplumsal kadın kimliklerine yabancıdır, dışlayıcı ve ön yargılıdır. Özellikle de ulus devletin laiklik ideolojisinden etkilenen kadın mücadeleleri ve iktidarcı dinin vahşi uygulamalarına duyulan öfke, dini organizasyonlarda yer alan kadın gerçeğini algılayamadı. Oysa bu kadınlar bize kadının tarihsel sosyal hareketlerinin ve örgütlenmelerinin mirası olarak uzanırlar. İslamiyet tarihinde vakıflaşmayı ve yoksullarla dayanışma kurumlarını ağırlıkta kadınlar geliştirmiştir. Kurdukları vakıflarla yoksullukla mücadele eden konukevi, tekke, hamam, cami vb yapıları finanse etmişlerdir. Sadece birkaç örnek verirsek; Zümrüt Hatun Sultan Selahaddin'in kız kardeşidir ve çok sayıda okul, vakıf inşa eder ve vakıf gelirlerini yoksullara yardıma ayırır. Zühret Hatun Medrese Sugra'yı inşa etmiş ve bu medreseye öğretmenler atar ve iki köyü vakfeder. El Asriiniye kadınlar Hamamını yaptırır ve bir köyü burada çalışanlar için vakf eder. Zeynep Hatun Halep'te Nasıriye Hanakası (Misafirhane) ve karşısındaki El Medreseyi inşa etmiştir. Servetinin bir kısmını bu medrese ve misafirhaneye vakfeder. Yardımseverliğiyle nam salan Sit el- Şam'ın en belirgin özelliği kapısının muhtaç olanlar için sürekli açık kalmasıdır. Sit el-Şam, okul ile türbeler inşa eder ve bunlara bir vakıf bağlar. Sitel-Irak başka vereceğimiz yüzlerce örnekten biridir. Yardımsever olan Sit, Halep'in Kuzey Derp Benat'aki misafirhanesini vakfeder. Yüzlerce örnekle çeşitlendireceğimiz bu gibi örneklerin aynısı, batıda zengin kadınların servetlerini manastırlara bağışlayarak yoksullukla mücadeleye kendilerini adamalarında görülebilir. Yoksul ve orta gelirli kadınların tarikatlarda komünleşerek, zengin kadınların bağış yoluyla yardımlaşma temelinde ortak yetenekler göstermeleri açığa çıkarmıştırki kadınların kalbi aynı kederlerde de birleşmektedir. Kadın türbelerinde haftada bir gün toplanan kadınlar, getirdikleri yemekleri, kıyafetleri, para bağışlarını orda toplanan yoksullara dağıtırlar. Kökeni tanrıça tapınımına dayanan bu etkinlikler hem köy, hem mahalle kadın ilişkilerinin sosyal bir faaliyetiyle başlar ve türbe etrafında toplanarak sosyal dayanışma olarak gelişir. Kürdistan’da ‘Yeké Gulané’ bir kadın festivali havasında gerçekleşir. Baharı karşılama ve ilk meyve ürünlerini toplama günü olan Yeké Gulan’ da tüm kadınlar komşu kadınlarla yemekler hazırlar, meyve toplar ve ertesi gün festival yerinde toplanan topluluğa sunarlar. Birbirini tanıyan tanımayan herkesin sofrasını, ürünlerini, hayallerini paylaştığı, halaylar çektiği ve iyiliğin kutsandığı, bir yılın umudunun paylaşıldığı ve gelen yeni yıla yeni dostlukların aktarıldığı bir gündür. Orada gelişen dostluklar ve arkadaşlıklar daim olur ve derin sevgi bağlarına dönüşür. Komün kültürü ile kadının toplumsal dayanışma kurallarını düzenlediği bir diğer örnekte Kwanzaa törenleridir. Kwanzaa, çoğunlukla ABD'de yaşayan Afrikalıların dinsel içerik taşımayan toplum ve kültür değerlerini kutladığı bayramdır. Yedi günlük kutlama kadının mumları yaktığı ve bir ayinle başlar. Ziyafetler ve hediyelerin verildiği bu etkinliğin kökeni ilk meyve ürünlerinin alındığı kutlamalara dayanmaktadır. Kwanzaa' nın yedi gününden her biri bu ilkelerden birine adanmaktadır; Birlik, özgür irade, dayanışma ve sorumluluk, ortak iktisat, amaç, yaratıcılık ve inanç. Evlerini sanatsal eşyalarla süsleyen ve Kwanzaa sembolleriyle masayı donatan kadınlar yaktıkları Kinare mumu ile bir hafta süren törenleri yürütürler. Ekonomiyi komünleştirme ve paylaşım ilkesiyle yüz milyonlarca Afrikalıyı bir haftalık törenle ahlaki değerler temelinde örgütleyen bu kadın kültürü, sosyal dayanışmayı örgütleyerek toplumlarını sosyal zayıflıklara karşı korumaktadırlar. Sosyal dayanışma kural ve kurumları kadın için yaşamın korunması, toplumsallığın güç, zenginlik, açlık, yoksulluk, kimsesizlik ve saldırılar karşısında savunulması için vardır. Günümüzde bireyci amaçlar, etkinlikler ve organizasyonlarla sosyal yaşamı şekillendiren, sosyaliteyi nerdeyse ortadan kaldıran bir gidişat yaşanmaktadır. Burjuva bireyciliğinin, fedakârlık ve paylaşımı değersizleştiren, çıkar ve hazcılığı yüksek değer haline getiren ideolojik dünyası, toplumsal dayanışma duygu ve aklı üzerinde ağır gedikler açmaktadır. Bireyci ilişkilere dayalı sosyal etkinliklerin ideolojik dünyası, bireyleri yalnızlaştırmakta, kimsesizleştirmekte, sosyal paylaşıma dayalı yaşamı ve kültürünü ortadan kaldırmaktadır. Sosyal parçalanmalar sonucunda birey sistem karşısında savunmasız kalmakta ve insani değerlerin dejenerasyonu gerçekleşmektedir. Fuhuş, kadın cinayetleri, yoksullaşmanın dip noktalarına düşüşün nedenlerinden biri de sömürü, iktidar ve zenginlik karşısında sosyal dayanışma duygusunun zayıflaması veya bu tür sosyal ağların nerdeyse yaşamdan silinmesidir. ‘Komşun açken yemek yemen haramdır’ sözü belkide insanın ilk sosyalist ilkelerinden birinin ifadesidir. Komünal yaşam ve daha sonra toplumun sınıflaşmasıyla gelişen komünal organizasyonlar ve hareketlerin tek bir amacı vardır, topluluğun tüm bireylerini yalnızlık, açlık, barınma gibi sorunlar karşısında savunmaya almaktır. Ortaklaşmacı ve paylaşımcı ilişkilerin körelmesi demek insanın insanlığından düşmesidir. Bu nedenle kadının sosyal yaşam kültürünü, tarihsel toplum içinde gerçekleştirdiği dayanışma ahlakı ve örgütlemelerini miras alacağız. Bu bir öz savunma tarzı ve insanlığını koruma kültürüdür. Hem geleneksel sosyal yardımlaşma kültürünü yeniden canlandırmak hem yeni sosyal örgütlemelerle kadın dünyasını korumaya almak gerekmektedir. Kadın ile özdeşleşen yoksulluk, kimsesizlik, katledilme gerçeğine karşı, kadın sosyal örgütlenmeleriyle savunmak en sahici çözümlerden biridir. Çünkü dayanışma en güçlü öz savunma tedbiridir. Kadınların sosyal dayanışma kültürüyle toplumu felaketlerden kurtarma ve trajedyalar karşısında savunmanın en çarpıcı örneklerinden biri Süleymaniyeli Hafse Xanê Naqip adındaki Kürt kadınıdır. Süleymaniye kentinin şartlarını PAJK Kadın ve Şiddet kitabı şöyle aktarır; ‘Kürdistan’ın kuzey bölgesindeki yirmi köyde yaşayan toplam on iki bin sakininden sekiz bini savaşın ilk altı-yedi ayında yaşamını yitirdi. Savaşın uzak bölgelerinde bile çok büyük sıkıntılar yaşandı. Savaşın bittiği sıralarda bile Süleymaniye nüfusu üçte bir azaldı. Çevre köylerin nüfus azalması daha fazlaydı. Kürdistan’ın başka yörelerinde yaşayanların yarıdan fazlası açlık, hastalık ve işgalci kuvvetlerin baskıları karşısında evlerini bırakıp kaçmak zorunda kaldılar. Kürt bölgelerinde yaşanan ve daha önce görülmemiş boyutlara ulaşan enflasyon dalgası savaş öncesinde, üretim düzeyi ihtiyaçtan daha fazla olan yörelerin ürünlerini bile etkiledi.’ İşte bu şartlarda Güney Kürdistan’ ın Süleymaniye kentinde bir kadının sosyal yaşam örgütlemesi ile on binlerce insan kurtulur. Bu kadın Hafse Xané Naqip’ tir. Hafse Xané Naqip, 2. dünya savaşı sırasında Güney Kürdistan’da yaşanan kıtlık şartlarında insanların ölü insanların etini yediği (Bağdat’ta) binlercesinin açlıktan kırıldığı şartlarda Hefsa Naqip, Süleymaniye kentinde bir grup kadını örgütler ve temin ettiği unları açtığı fırında aralıksız ekmek pişirerek dağıtır. Yüzlerce kadın ile yürüttüğü ekmek pişirme ve dağıtma çalışması sayesinde on binlerce insanın açlık sorununu çözüme kavuşturur. Hefsa Naqip’ in o şartlarda un temin etmesi, fırınlar yaptırıp çalıştırması ve kadınları seferber etmesi çok zorlu şartlarda açığa çıkan bir durumdur. İsmi bu nedenle Güney Kürdistan’da bir kahraman olarak anılmaktadır. Hefsa Naqip örneği bize öz savunmanın her alanda ve her biçimde ortaya çıkabileceğine dair bir örnektir. DERLEME 6.BÖLÜM
|
YORUM GÖNDER