21.YÜZYILI KADIN DEVRİM ÇAĞINA DÖNÜŞTÜRMEK İÇİN ÖNERMEMİZ
Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi
Tarihsel bir sürecin içinden geçmekteyiz. Yaşadığımız çağı tarihsel kılan, içindeki değişim potansiyelidir. Yaşamın birçok alanında, toplumdan siyasete, ekonomiden ekolojiye kadar ciddi altüst oluşlar söz konusudur. Hareketliliğin olduğu yerde değişim de meydana gelir. Fakat bu değişimin kimden yana olacağını, Kapitalist Modernite’nin mi Demokratik Modernite’nin mi bu süreçten güçlenerek çıkacağını belirleyecek olan kadın öncülüğündeki özgürlük, demokrasi ve ekoloji mücadelesi ve onun örgütlülük düzeyi olacaktır. Yaşadığımız çağa tarihsel moment potansiyelini veren gerçek o nedenle en çok biz kadınlar açısından yakıcı ve bir o kadar da fırsat dolu olmaktadır. Çünkü belki de tarihte ilk kez kadın devrimini gerçekleştirmenin koşulları bu kadar olgunlaşmıştır.
Ancak 21. yüzyılı kadın devrim çağına dönüştürmek mevcut örgütlenme ve mücadele düzeyi ile zor görünüyor çünkü henüz bütünlüklü bir mücadele ve örgütlenme düzeyine ulaşmış değiliz. Hem ülkeler ve bölgeler hem de dünya çapında kadın hareketleri arasında hala ciddi bir kopukluk ve parçalılık var. Bunun aşılması için gerekli olan, kadın mücadelesinin örgütlendirileceği demokratik sistem inşasıdır.
Erkek egemen sistem ve özgürlük sorunu
İktidar, sömürü, baskı ve egemenlik; bunlar bize çoğu zaman doğal ve ebedi olgularmış gibi yutturulmaya çalışılır. ‘Böyle gelmiş böyle gider’ dercesine. Eşitlik ve özgürlük için mücadele etmek faydasızmış, sömürü düzeni aşılamazmış, erkek egemenliği ve kapitalizmden öncesi ve ötesi yokmuş, mümkün değilmiş gibi. Oysa onlar çağlar boyu bilge kadınları kırımdan geçirerek hafızamızı yok etmeye çalışmış olsalar da erkek egemenliğinden öncesinin olduğunu biliyoruz. At başı gelişen patriarka, devlet ve uygarlıktan önce insanlık binlerce yıl boyu doğal toplum formunda yaşamıştır. Yukarı Mezopotamya’da yaklaşık olarak M.Ö. 10 bin yılında başlayan Neolitik Devrim, özünde bir kadın devrimidir. İnsan topluluklarının kadın öncülüğünde tarıma dayalı olarak yerleşik hayata geçmesi, toplumsal yaşamın bir bütünen yeniden örgütlendirilmesi anlamını taşıyor. Farklı coğrafyalarda farklı dönemlerde yaşanmış olan Neolitik toplum ana soylu olmakla birlikte henüz iktidar ve egemenliğin kurumsallaşmış biçimlerinden uzaktı. O nedenle bu toplumun anaerkil olarak isimlendirilmesi yanlıştır. Bundan ziyade kadın, toplumsal yaşamın örgütlendirilmesinde oynadığı öncü rol gereği, yine doğanın gizemini ve yaşamın muhteşemliğini kendi bedeninde temsil etmesi nedeniyle büyük saygı ve sevgi görüyordu. Başta Neolitik devrimi başarmış kadını simgeleyen tanrıça heykelleri olmak üzere bu dönemden kalan arkeolojik eserler bu gerçeği kanıtlar gibidir. Elbette ki bir bütün olarak ve kesin bir dille o dönemki toplumsal yaşamı bilemeyiz ancak son 100 yılda yürütülen matriarka araştırmalarının, yine tarih öncesini aydınlatan arkeolojik ve antropolojik araştırmaların ortaya koyduğu temel bir gerçek var: Ömrü 5 bin yıl olan erkek egemenliğinden önce, çok daha uzun bir süre yaşanmış olan ana soylu doğal toplumlarda kurumsallaşmış bir egemenlik, iktidar ve sömürü olmadığı gibi, özgürlük, demokrasi ve ekolojik yaşam bir düş veya temenni olarak değil hakikat olarak var olagelmiştir.
El Ubeyd kültürünün yaşandığı M.Ö. 5000-4000’lerden itibaren binlerce yıllık doğal toplum yaşam formu bozulmaya başladı. Bu bozulma kendiliğinden değil, kadın öncülüğünde yaratılan toplumsal değerlerin kurnaz erkeklerce gasp edilmesi sonucu meydana geldi. Güney Mezopotamya’daki Sümer’de başlamak üzere giderek her yere yayılan devlet uygarlıkları ile birlikte erkek egemenliği de kurumsallaştı. Dönemin mitolojik hikayeleri, ana tanrıçalarla tanrı-krallar arasındaki çekişmeler üzerinden anasoylu doğal toplumdan atasoylu ve ataerkil uygar toplumuna geçişi gözler önüne seriyor. Kadın sorunu, en eski toplumsal sorun olup egemen sistem içindeki temel çelişkiyi teşkil ediyor. Bir nevi, bütün sorunların anasıdır. Kadın, toplumsal varlık olarak tarihteki ilk köle, ilk sınıf, ilk sömürgedir. Hiçbir soy, sınıf veya ulus kadınlık kadar sistemli bir köleliğe tabi tutulmamıştır. Kadının köleleştirilmesiyle birlikte cins ayrımı gözetmeyen toplumsal sorunlar aşamasına geçildi. Mülkiyetin kaynağında köleleştirilmiş kadın yatıyor. Kölelik ve mülkiyet kadın üzerinden bütün toplumsal zeminlere yayılırken, toplum ve bireyin zihniyet ve davranış yapısına da mülkiyetçi ve köleci duygu ve düşünceler yerleştirildi. Toplum böylece her tür hiyerarşik ve devletçi yapılanmaya uygun hale getirildi. Kaybeden sadece kadın olmadı. Bir avuç hiyerarşik ve devletçi güç dışında bütün toplum kaybetti. Toplumda hiyerarşi ve sınıflaşma iç içe geçerken, neredeyse her toplumsal alana cinsiyetçilik ve sınıfçılık damgasını vurdu. Giderek sorunlu toplumlar dönemine geçilirken, toplumdan topluma baskı ve sömürü olgusu gelişti. Kent, sınıf ve devletin gelişmesiyle beraber oluşan uygarlıklar sorunları evrenselleştirdi, sistem haline getirdi. Tüm ilk ve ortaçağlardaki uygarlık sistemlerini esasen baskı ve sömürü üzerinden tanımlamak mümkündür. Kapitalist modernite ise son uygarlık sistemi olarak baskı ve sömürüyü azamileştirdi. Devletli uygarlığın bütün aşamalarında, özelde ise kapitalist modernite aşamasında toplumsal sorunlar krizlere ve uzun süreli kaotik ortamlara yol açtı. Günümüzde, özellikle 1970’lerden itibaren kapitalist moderniteye damgasını vuran finans kapital süreci ise toplumsal krizlerin en derinlikli ve sürekli yaşandığı çağ olmaktadır.
Kapitalist modernitenin krizli halinin günümüzde kendini en çok yansıttığı olgu ise, kadın özgürlüğüköleliği ikilemidir. Bu durum tesadüfi olmayıp doğrudan kadın ve etrafında oluşan ilişki ve çelişkiler düzeni ile bağlantılıdır. Kadın sorunu bütün toplumsal sorunların kök hücresini oluşturduğu için, egemen sistemin en derin ve yapısal çelişki yaşadığı toplumsal varlık da kadın olmaktadır. O nedenle bütün düğümlerin çözülebileceği, yani özgürlük sorununun gerçek çözüme evirilebileceği yegane alan da kadın özgürlüğüdür. Bu, indirgemeci bir yaklaşım olmayıp, kadın özgürlüğü ile toplum özgürlüğü arasındaki diyalektik ilişki derinliğine tahlil edildiğinde ortaya çıkan bir gerçektir. Dolayısıyla toplumsal özgürlük, adalet ve demokrasi için mücadele eden her hareket, başarılı olmak istiyorsa kadın özgürlüğünü merkezine almak durumundadır. 21. yüzyılın bu ilk çeyreğinde kadının özgürlük arayışının giderek büyümesinin esas nedeni, erkek egemenlikli dünyanın geçerliliğini eskiyi de aratmayacak biçimde sürdürmekteki ısrarıdır. Hatta erkek egemenlikli ideoloji ve onun yaşama yansıtılışı, kadın sorununu daha da ağırlaştırmaktadır.
Çağımız kadın öncülüğünü dayatıyor
5 bin yıllık ataerkil sistemin ve devletli uygar toplumunun güncel ifadesi olan kapitalist modernite yapısal bir kriz durumunu yaşamaktadır. Azami kâr kanununa dayanan kapitalizm, sistem olarak sürekli büyüyerek daha çok kazanç elde etmeye, dolayısıyla daha fazla insan ve doğa kaynağı sömürmeye ihtiyaç duyar. Varlığı bunu gerektirir. Ancak sınırsız sömürü mümkün değil zira ne insanlar ne de doğa savunmasız değil. Dolayısıyla son 5 bin yıllık tarihi salt egemenlerin tarihi olarak okumak yanlıştır. Çünkü bir de iktidarcı-devletçi sistemin her türlü saldırılarına karşı özgür yaşamı savunanların direniş tarihi vardır. Demokratik toplum olarak isimlendirebileceğimiz bu direnişçilerin tarihi ise sömürücü sistemin geçmişinden çok daha eskidir. Esas aldığımız kök hücre budur. Küresel kapitalist sistemin günümüzde yaşadığı yapısal kriz Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgesine Üçüncü Paylaşım Savaşı şeklinde yansırken, dünyanın geri kalanında da sağcı rejimlerin yükselişi, mücadeleyle kazanılmış demokrasi ve özgürlüklere karşı örgütlü saldırılar ve artan sömürü şeklinde hissedilmektedir. Artış gösteren savaşlar ve militarizm, antidemokratik rejimler ve faşist darbeler, göçler ve yerinden etme politikaları, ölümler, iklim felaketleri, doğa katliamları, soykırım saldırıları, yoksulluk ve şiddet, küresel kapitalist sistemin doğrudan sonuçlarıdır. Bugün 83 milyona yakın insan yerinden-yurdundan edilmiş, mülteci olarak yaşıyor. Her 6 çocuktan biri savaş veya çatışma bölgesinde bulunuyor. Salt 2020 yılında en az 135 bin insan savaş ve çatışmalarda hayatını kaybetti. Her dakikada 30 futbol sahası büyüklüğündeki bir ormanlık alan yok ediliyor. Dünya nüfusunun 10/1 aşırı yoksulluk, yokluk ve açlık içinde. Bu rakamlar bile insanlığın günümüzde topyekun bir savaş hali ile karşı karşıya bulunduğunu net bir şekilde gösteriyor. Dolayısıyla küresel kapitalist hegemonya dediğimiz düzen(sizlik), özünde bir savaş rejimini teşkil ediyor. Egemen sistemin sürekli olarak kriz üreten gerçeği günümüzde en çok kadınları vuruyor. Kapitalist modernite zaten uygarlık tarihinin kadını en yoğun sömürüye açan aşamasını teşkil ediyor. Ancak toplumsal cinsiyetçiliğin, kadın düşmanlığının ve kadın kırımının günümüzde ulaştığı düzeyi derinlikli çözümlememiz çok önemlidir. Zira erkek egemen sistem, elindeki bütün olanak ve araçları kadın düşmanlığı temelinde harekete geçirmiş bulunuyor. Bu gerçeği Covid-19 pandemisi ile birlikte küresel düzeyde çok net gördük. Hatta kadına yönelik şiddetin kendisinin epidemi düzeyine ulaştığını uluslararası kurumlar da itiraf ediyor. Resmi rakamlara göre 2020 yılında dünya çapında 81 bin kadın ve kız çocuğu katledildi. Bunun 47 bini yakın partner veya aile üyeleri tarafından öldürüldü. Yani her 11 dakikada bir kadın veya kız çocuğu en yakınları eliyle katlediliyor. Günümüzde tahminlere göre üç kadından biri [rakamlarla 736 milyon kadın] hayatında en az bir kere eşi veya sevgilisi tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz bırakıldı. 2019’da yapılan bir anketin sonuçlarına göre kadın ve kız çocuklarının en büyük sorunlarının (%30-22) başında cinsel taciz, cinsel şiddet ve fiziki şiddet geliyor. Cinsel şiddet savaş ve işgallerde de sistematik bir silah olarak kullanılıyor, Ortaçağ’ın bitiminden yüzyıllar sonra kadınlar ganimet diye kaçırılıp köle pazarlarında satılıyor, sürekli bir tecavüze maruz bırakılıyor. Kaynakların eşit dağılımı ile açlık tamamen ortadan kaldırılabilecekken, milyonlarca insan yoksulluk ve yokluk içinde yaşıyor. Yoksulluk konusunda kadın ile erkek arasındaki makas Covid ile birlikte yaklaşık yüzde 9 oranında büyüdü, yoksulluğun kadınlaşması gerçeği aşılmak yerine derinleşiyor.
Bununla birlikte dünyanın dört bir yanında kadının kazanılmış haklarına karşı çok örgütlü bir saldırı yürütülüyor. Cinsler arası eşitliğe karşı kadını annelik ve eşlik rolüne, yani biyolojik varlığına sınırlamaya çalışan bir hareket farklı maskeler kullansa da aynı argümanlarla dünyanın farklı bölgelerinde karşımıza çıkıyor. Türk devletinin İstanbul Sözleşmesinden çekilmesi, Polonya’nın buna niyetlenmesi ve ABD ve Latin Amerika’da din maskeli akımlar tarafından yürütülen kadın düşmanlığı aynı zihniyete dayanıyor. Kapitalist modernitenin temel ideolojileri olan cinsiyetçilik, milliyetçilik, dincilik ve bilimcilik bu konuda tam bir uyum içinde hareket edip birbirini tamamlıyor.
Madalyanın bir tarafı bu. Diğer tarafında hem bilinç hem de somut mücadele bakımından her zamankinden daha yüksek bir özgürlük arayışı düzeyine ulaşan bir kadın direnişçiliği ve örgütlülüğü görüyoruz ve bu, erkek egemen sistemini çok korkutuyor zira onun varlığını sarsıyor. Kadın özgürlük ve eşitlik mücadelesi ilerledikçe iktidarcı erkek egemen sistem eksiliyor. Varoluşsal tehditler yaşadığını hisseden erkek egemen sistem bundan ötürü kadına karşı tam bir saldırı savaşı yürütüyor. Bununla birlikte yaşadığı yapısal kriz durumu da kadına yönelik daha katmanlı bir şiddet ve sindirme politikasına yol açıyor zira kendi varlığı özünde kadının sömürülmesine dayanıyor. Dolayısıyla bir yandan kadın özgürlük mücadelesi hem nicel hem nitel açıdan büyüyüp önemli kazanımlar elde etmeyi başarırken, diğer yandan ataerkil zihniyet ve onun sistemi, bu kazanımların yok edilmesini amaçlayan örgütlü ve sistematik bir saldırı yürütüyor, kadın düşmanlığını yükseltiyor. Aslında kadın şahsında bir bütünen toplumun özgür yaşam seçeneği yok edilmek isteniyor. Kadınlar bugün salt kendi hakları için ayağa kalkmayıp, aynı zamanda demokrasi ve özgürlük için toplumsal mücadelenin öncülüğünü yürütüyor. Bu gerçek Kürdistan’da olduğu gibi Sudan’da, Afganistan’da, Belarus’ta, Şili’de ve daha birçok yerde kendini gösteriyor. Dolayısıyla kadın özgürlük ve eşitlik mücadelesini hedef alan saldırılar, kadını geleneksel cinsiyetçi kalıplara tıkamayı amaçlayan politikalar, kadın kırımını yükselterek kadın iradesini teslim almaya çalışan zihniyetler, aynı zamanda 21.yüzyıl toplumsal mücadelesinin kadın öncülüğünü yok etmeyi amaçlıyor. Günümüzde kadın özgürlük sorununun görünür bir biçimde toplumsal mücadelelerin merkezine kayması hem simgeselliğinden hem de bütünlüğünden kaynağını alıyor. Kadın özgürlük mücadelesi, bütün ezilenleri ve sömürülenleri kucakladığı gibi, bütünlüğünden kaynaklı olarak da en geniş sistem karşıtı mücadele cephesini örme kabiliyetine sahiptir. Bu yönüyle kadın mücadelesi kapsayıcıdır. Çevre, demokrasi, adalet, eşitlik, katılımcılık mücadelelerini de içinde taşıyıp bütünseldir. Ne 19. yüzyıl burjuva mücadelesi ne de 20. yüzyıl emek hareketleri 21. yüzyıldaki kadın mücadelesi kadar kapsayıcı ve bütünlüklü olamamıştır. Küresel kadın mücadelesi bu niteliğiyle geçen yüzyıllardaki bütün mücadelelerden daha fazla evrensel bir düzey yakalama potansiyeline sahiptir. Bununla birlikte bütün kördüğümleri kendi bünyesinde içerdiği için kadın mücadelesi küresel çapta bir demokrasi, ekoloji ve özgürlük hareketinin doğuşunu sağlayabilir. Böyle bir hareketin öncülüğünü ancak ve ancak kadın özgürlük mücadelesi yapabilir. Bunun tarihsel ve yapısal koşulları doğmuştur. Hatta böylesi bir öncülük tarihsel bir misyon olarak kendini dünya kadın hareketlerine dayatmaktadır.
İhtiyaç duyduğumuz sistem: Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi Yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi yaşadığımız çağ tarihsel niteliğe sahiptir. Bu tarihselliği birden fazla boyut üzerinden tespit etmek mümkündür. Biri, kadın mücadelesinin 21. yüzyıl sosyal mücadeleleri arasında sahip olduğu merkezi konum ile ilgilidir. Diğeri, ataerkil-kapitalist dünya sisteminin yaşadığı kriz ve kaos durumunun derinleşmesidir. Bir öteki de kadınların ataerkil sisteme ve onun bütün ifadelerine karşı yürüttüğü mücadelenin ulaşmış olduğu düzeydir. Bunlar, aslında birbiriyle bağlantılı boyutlar olup kadın özgürlük mücadelesi açısından tarihte belki de hiç görülmemiş olanak ve koşullar yaratıyor. Öncelikle özgürlük için örgütlenen kadın yapıları olarak bunun farkındalığında olmamız çok önemlidir. Fırsatlar kadar karşı karşıya olduğumuz tehlikeleri de ciddiyetle ele almamız gerekiyor.
Şu konuda net olalım: Erkek egemen sistem kadın özgürlük mücadelesini tasfiye etmeye çalışıyor. Bunun için çok boyutlu saldırılar geliştiriyor. Duruma göre bazen ‘yumuşak’ güç araçları bazen kaba şiddet, bazen liberal söylemler bazen tehdit ve şantaj, bazen sahte vaatler bazen katliamla kadınları sindirip mücadelemizi etkisizleştirmeyi amaçlıyor. Başta cinsel şiddet olmak üzere kadına yönelik şiddetin ve kadın kırımının, kadın mücadelesinin yükselişine paralel olarak, bu denli artış göstermesinin anlamı budur. Bir yandan cinsiyetçilik ve ayrımcılık ile mücadelede tarihi önemde sonuçlar elde edilirken, bizzat devletlerin başındaki erkeklerin bu kadar rahat ve pervasızca kadına dil uzatmalarının nedeni budur. Kesinlikle aldanmamalıyız, elde ettiğimiz kazanımlara yanılgılı yaklaşmamalıyız; zira bir yandan başarılar sağlarken diğer yandan bu kazanımlarımızı yok etmeyi amaçlayan örgütlü bir karşı cephe söz konusu. Dolayısıyla kazanılmış hiçbir hakkın güvence altında olmadığının bilinciyle mücadele kazanımlarımızın da öz savunmasını geliştirmeliyiz. Bu ise ancak daha yüksek bir örgütlülük düzeyi ile mümkün olabilir. Bununla birlikte toplumsal özgürlük için oynadığı rol üzerinden de kadın mücadelesini ele almamız gerekiyor. Toplumun özgürlük düzeyinin kadınların özgürlüğü üzerinden ölçüldüğü, kadınların özgürlüğünün toplumsal özgürlüğün şartı olduğu sıkça ifade edilen bir gerçektir. Ancak bu gerçeğin mücadeledeki somut karşılığını ele aldığımızda çağın, egemen sistemin bütün ideolojik ayakları karşısındaki mücadelenin de kadın öncülüğünü dayattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Cinsiyetçilik kadar milliyetçilik, dincilik, mezhepçilik, faşizm, ırkçılık, sınıfçılık, militarizm vb. bütün toplumu kıskacı altında esir alan ve kontrol eden kadın düşmanı ideolojilerdir. Bu iktidar ideolojilere karşı mücadelenin öncülük görevini ancak özgürlük zihniyeti ile donanmış kadın hareketi üstlenebilir.
Ancak bunun için kadın mücadelesinin kendini antifaşist, anti-iktidar, anti-devlet, anti kolonyal, anti-ırkçı, anti-milliyetçi, antimilitarist olarak isimlendirmesi yeterli gelmiyor. Kadınlar olarak iktidarcı erkek egemen zihniyetin bütün bu ifadeleri ile aktif mücadele yürütmeliyiz. Bu olmadan toplumun özgürleştirilmesi mümkün olmayacaktır. Kadın özgürlüğünü sağlamak için günümüzde kendini gösteren tarihsel fırsatları değerlendirmek, yine ataerkil sistemin varlığını korumak adına yoğunlaştırdığı saldırıları göğüslemek için küresel çapta mücadelemizi her açıdan örgütlü hale getirmemiz şarttır. Egemen sistem bütünseldir; öyleyse ancak parçalılığı ve kopukluğu aşmış bütünlüklü bir kadın özgürlük mücadelesi tarafından aşılabilir. Bunun için her şeyden önce ortak mücadeleyi büyütmeli, gücümüzü birleştirmeliyiz. Bu, çokça dile getirdiğimiz bir husustur. Ki çok sayıda uluslararası ve bölgesel/kıtasal kadın örgüt, federasyon, ittifak vb. kuruluş bu amaçla kurulmuştur. Yine ülkeler içinde ve yerellerde çeşitli platformlar, ağlar, forumlar yoluyla kadın dernek ve örgütlemeler mücadelelerini ortaklaştırmaya çalışıyor. Ancak bu örgütlemelerin ortaya çıkardığı düzeyi günümüz koşul ve ihtiyaçlara vurduğumuzda eksik kaldığımızı görüyoruz. Bunun kuşkusuz birden fazla sebebi vardır ancak bizce temel sorun, küresel kadın özgürlük mücadelesinin yeterince mevcut egemen sistemin dışına çıkamamış olması, yani kendi demokratik sistemini henüz örgütlememiş olmasıdır. Egemen sistemin içinde, onun araç ve yöntemlerine dayalı olarak, onun belirlediği maddi ve manevi sınırlar içerisinde alternatif geliştirilemez. Kendi mücadele deneyimlerimizden çıkardığımız temel sonuçlardan biri de, radikal kopuş olmadan özgür yaşam ve mücadele alanlarının inşa edilemeyeceğidir. Yine Rojava devriminden çıkardığımız temel bir sonuç, direniş ile inşanın iç içe yürütülmesi gerektiği, söylemlerimizi pratikleştirdiğimiz oranda değişim yarattığımız gerçeğidir.
Dolayısıyla bizim açımızdan gerekli olan, adım adım ataerkil sisteme karşı kadın özgürlük alanlarını demokratik tarzda inşa etmek ve güçlü örgütlülük ile ortak mücadele etmektir. Küresel ataerkil-kapitalist sistemin dışında kendi sistemimizi kurmak, böylece devlet ve kapitalist modernite sisteminin sınırlarının ötesinde örgütlenmektir. Kadınlar olarak demokratik örgütlenme biçimi ve sistemi arayışını geliştirirken, Demokratik Konfederalizmin bu ihtiyacı karşılayabileceğine, hatta en uygun model olduğuna inanıyoruz. Demokratik Konfederalizm kuramı Önder Apo tarafından İmralı tecrit ve esaret koşulları altında geliştirildi. Başta Kürtler olmak üzere bütün Ortadoğu’nun toplumsal yapısına, hatta dünya çapında topluluklara model olarak öngördüğü Demokratik Konfederalizm, yerellerin örgütlülüğüne dayanan toplumsal ve siyasal bir öz yönetim sistemidir. Kapitalist modernitenin ulus-devlet eliyle yürüttüğü monolitik, homojen, tek renkli faşist toplum modelinden kaynaklanan sorunlara karşı temel çözüm aracı olarak demokratik ulus seçeneğini sunar. Demokratik ulusta her etnisite, dinsel anlayış, kent, yerel, bölgesel ve ulusal gerçeklik kendi öz kimliğiyle ve demokratik federe yapısıyla yer alma hakkına sahiptir. Demokratik Konfederalizm referansını klan sisteminden ve aşiret konfederasyonların günümüze kadar uygarlık tarihi boyunca devletçi toplum merkezileşmesine girmek istemeyen doğal toplumun demokratik komünal yapısından alır. Dolayısıyla günümüze özgü bir yönetim biçimi olmayıp tarihte olunca ağırlığıyla yer bulan bir sistemdir. Demokratik Konfederalizm merkezi bir çatı sistemi değildir. Demokratik özerkliğe, yani bünyesindeki her birimin özerk olmakla birlikte kendini bütüne karşı sorumlu görmesi, dayanan örgütlü bir ağlaşma modelidir. Çok sayıda kendiliğin daha geniş bir bütünü oluşturduğu bir ağdır. Demokratik Konfederalizm aynılaştırmaz, yeni hiyerarşiler ve iktidar ilişkileri ortaya çıkarmaz. Bundan ziyade çoklu, esnek ama örgütlü ortaklıklar oluşturur. Konu odaklı, ortak paydalar etrafında mücadeleler arasında bağlar oluşturur, bir nevi halkaları birleştiren zinciri oluşturur. Bu halkalar aynı renk veya büyüklükte olmaz. Hatta şekilleri de aynı olmaz. Bazı halkaların içinden birden fazla zincir geçer. Bazı zincirler kısa, bazıları uzun olur. Demokratik Konfederalizm hem anlayış hem de sistem olarak küresel kadın mücadelesine uyarlandığında, acil ihtiyaç duyduğumuz ortak mücadeleyi örgütleme ve erkek egemen sisteme karşı büyük kadın gücünü oluşturma zeminini sunabilir. Biz devrim yapmak üzere, 21. yüzyılı kadın özgürlük çağına dönüştürmek için mücadele saflarına akan kadınlarız. Hedefimiz bu kadar nettir. Kadın devrimini gerçekleştirmeye geldik. Devrim örgütlü mücadele ve güçle oluşabilir.
Bunun içinse Dünya
Demokratik Kadın Konfederalizmi diyoruz!
• Kadınların küresel devrim ittifakını kurmak için! DDKK, demokratik kadın ittifaklarına dayanır. Burada ittifaklaşmadan kastedilen şey, geniş mücadele birliklerinin inşasıdır. Taktik değil stratejik anlam taşıyan, yani çıkar değil amaç eksenli geliştirilen bu mücadele birlikleri kendi içlerinde konfederal oldukları gibi, aralarındaki ilişki de demokratik konfederal karakterde olabilir, olmalı. Yani Demokratik Konfederalizm doğrultusunda oluşan ve aralarında çoklu bağlar oluşturan demokratik kadın ittifaklarından söz ediyoruz.
• Kadın örgütlülüğünü bir sisteme kavuşturmak için! DDKK, ataerkil sistem ve zihniyetine karşı kadın özgürlük ve eşitlik mücadelesini daha sistematik, örgütlü, programatik ve stratejik bir düzeye taşıyan, özgünlükleri bastırmadan ortaklaştıran, pratik ve teorik deneyimleri bir havuzda buluşturan, kolektif mücadele perspektifleri geliştiren, birlikten güç doğar esprisi doğrultusunda birbirini karşılıklı ve birlikte güçlendiren, enerjiden sinerji yaratan, dayanışmayı büyüten ve ortak mücadeleye yükselten bir düzey yaratabilen bir sistemdir.
• Kadın perspektifli enternasyonalizmi geliştirmek için! DDKK, yerel-evrensel diyalektiğini bünyesinde taşıyan, yerellikleri bozmadan ve onların renklerini silmeden veya silikleştirmeden ortaklıklar/çokluklar inşa edebilecek ve kadın özgürlük mücadelesini küresel bir hareket formuna kavuşturabilecek bir modeldir. Yan yana veya paralel değil, birlikte mücadele için gerekli olan hem yatay hem dikey çoklu ilişki, temas ve bağlara dayalı bir örgütlenme modeli ve zihniyetidir.
• Kadınların demokratik ilişki ve çalışma sistemini yaratmak için! DDKK, bürokrasi ve hiyerarşiye dayanmayıp iktidar ilişkiler yaratmayan ve yeniden üretmeyen bir demokratik ilişki sistemidir. Merkeziyetçiliğe karşı olup kadınların demokratik öz yönetimine dayanır. Bununla birlikte DDKK demek, dünya kadınlarının öncelikle temel sorunlarını birlikte tartışıp çözüm yolları geliştirmesi, bu doğrultuda ortak kararlar alması ve bu kararları birlikte pratikleştirmesi demektir. Yani ortak mücadelenin temelinde kadınların hem düşünsel hem de pratik boyutta kadınların kolektif çözüm gücünü açığa çıkarıp uygulamak var. Bunun üzerinden küresel düzeyde bir örgütlülük sağlanabilir.
• Kadın özgürlük bilincini yükseltmek için! DDKK sisteminin temel ayaklarından biri de demokratik ve kolektif kadın eğitimidir. Özgürlük ancak örgütlülük ile mümkündür. Örgütlülüğün ise temel bir oluşum zemini akademidir. Kadınlar olarak binlerce yıllık yaşam, mücadele ve örgütleme deneyimlerimizin saklı olduğu bir kolektif hafıza var tarihten bugüne süzülüp gelen. Bu hafızayı hep birlikte açığa çıkarmak ve günümüz mücadelenin besleneceği kaynak haline getirmek için bilinç oluşturma çalışmalarının yoğunluklu bir şekilde geliştirilmesi kadın devrimi hedefi karşısında elzemdir.
• Kadınların öz savunmasını geliştirmek için! Kadınlar olarak günlük düzeyde erkek egemen sistemin çok yönlü saldırıları ile karşı karşıya kalıyoruz. Bununla birlikte örgütlü mücadelemiz sonucu elde ettiğimiz kazanımlara karşı da büyük bir saldırı dalgası yükseltiliyor. DDKK, yaşamın her alanında kadının öz savunma gücünü inşa ettiği bir sistemdir. Öz savunma derken salt fiziki veya silaha dayalı savunmadan bahsetmiyoruz. Kadın varlığının, iradesinin, değerlerinin, düşüncelerinin ve umutlarının yaşamın her alanında, siyasetten hukuka, ekonomiden toplumsal yaşama, evden sokağa, sağlıktan eğitime kadar her türlü ayrımcı, cinsiyetçi ve kadın düşmanı saldırıya karşı savunulması şarttır!
Kadın devrimi için sistem inşamızı başlatalım!
Bu belgede özetlemeye çalıştığımız tarihsel moment ve bunun karşısında kadın mücadeleleri olarak ittifaklaşma ihtiyacı salt bizim tarafımızdan değil, dünyanın birçok bölgesinde örgütlenen kadın hareketleri tarafından ifade ediliyor. Özellikle son birkaç yılda bu yönde çok önemli tartışmalar yürütüldü, değerli bir birikim ortaya çıktı. Bizler de Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak ideolojik, örgütsel ve toplumsal alanda yaşadığımız deneyimlerden süzülen bir model ve sistem olarak Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmin bu ihtiyacı karşılayabileceğine inandığımız için önermemizi paylaşmak istiyoruz. Ancak meramımız salt önermemizin paylaşılması değil; dünyadaki örgütlü kadın hareketleri olarak ortak mücadele araç ve yöntemleri, yani sistemi konulu yeni bir kolektif tartışma sürecine girmemiz gerektiğine inanıyoruz. Tartışmamız ve böylece netleştirmemiz gereken çok fazla husus var: Kadın hareketleri arasındaki kopukluğu ve parçalılığı nasıl aşabiliriz? Etkili ve işlevli kadın birliklerini nasıl geliştirebiliriz? Kadın dayanışmasını ve ortak mücadeleyi nasıl büyütebiliriz? Ulus ötesi kadın hareketini nasıl örgütlü kılabiliriz? Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmini bu bağlamda sizlerle, dünyanın dört bir yanındaki kadın yoldaşlarımızla, örgütlü kadın yapıları ve hareketlerle paylaşmak, tartışmak ve birlikte inşa etmek istiyoruz. Çünkü inanıyoruz ki dünya kadınları olarak ihtiyaç duyduğumuz çözümü ancak hep birlikte,kadın kolektivizmi temelinde, bulup geliştirebiliriz. Öyleyse yüzyılımızı kadın devrim çağına dönüştürmek için demokratik sistem inşamızı hep birlikte başlatalım!
KOMALÊN JİNÊN KURDİSTAN (KJK)
YORUM GÖNDER