APOCU MİLİTAN KİŞİLİK CİLT II (53.BÖLÜM)
ÖZGÜRLÜK İMKANINI YARATMANIN BÜYÜK HEYECANIYLA YÜRÜYÜN
Sizleri doğrultuya çekmeye çalışıyoruz, sizlerin de kendinizi sorgulamayı derinleştirerek bir yanıtı geliştirmeniz gerekir. İnsana saygımız büyük, ama bu karşılıksız olamaz. Çaresizlik bazı koşullarda kaçınılmazdır ve neyse sonuç odur. Fakat çaresizliğin artık bir kader olmadığı bir ortamda halen sürünür gibi olmak ve bundan demagojik olarak bahsetmek tek kelimeyle size yakışmaz. Ancak yoğunca yaşadığınız gerçeklikte bunları görüyorum. Ayrıca bu durumunuzdan esef ediyorum. Bir çok alandaki durumlara dayanarak da bunları belirtmek mümkündür. Siz, sunulan bir hizmetin gereğini de tam idrak edemiyorsunuz. Herhalde bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülük laubali, gayri ciddi olmak ve bazı hastalıklarını ısrarla sürdürme gerçeğidir. Bizim öfkemizin en büyüğü buna karşıdır. Bir insanın kendini verem illetine tutulmuş gibi göstermesinin üzeri eşilirse, aslında en aşağılık bir kişiliğin kendini sürdürme telaşında oluşu görülecektir. Bunun bir anlamı yok. Kimi kandıracaksınız, kendinizi kandırmayla nereye kadar gideceksiniz? Genel olarak hayat karşısında olduğu kadar, eğer gündemleşmişse büyük savaş karşısında da kendini kandırmak, insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüktür. Büyük doğrultuya girmek, onun en çetin girintilerinde çıkıntılarında yol alış gücü konusunda kendini eğitmek her şeyken, bunun gereğine bile inanmadan, sözümona saflarda varmış gibi gözükmek akıl almaz bir şey.
Bazılarınız “Önderliğin sınırsız tahammülü ve sabrı var” diyor. Doğrudur, bizim insana karşı saygıda bu sınırsız tahammül ve sabrımız gerekli, fakat biraz da kendinize bakmanız gerekir. Benim şahsen ister bir dost, ister bir düşman açısından olsun, saygınlıklı olmayan bir tek davranışım karşısında ilk yapacağım şey, kendimi bu durumdan alıkoymaktır. Ama siz saygısızlığı, her şeyiyle esef verici bir durumu bir yaşam tarzıymış gibi dayatıyorsunuz. Aslında en olmaması gereken de budur. Bunda ısrar etmenin, sanki bununla bir şeyler elde edilebilir sanmanın, hatta hiçbir şey elde edilemezmiş gibi yaşamı bir boş vermişlikle kendinde bitirmenin izahı olamaz. Tabii bu da, bitirilmiş insan gerçeğini ifade ediyor. Siz gerçekten bir şeyi kazanmaya geldiyseniz, bu tutumları böyle anlamsızlıklarla dayatmayın. Bizim davamızın ne olduğu, nasıl yaşanılması gerektiği ve bunun savaşı da artık anlaşılırdır. Bunu anlaşılmaz kılmak, sürekli bir engelle karşı karşıya getirmek neyi kurtaracak? Doğrulara karşı ya duyarsız ya karşıt olan ya da onları tepkiyle karşılayan bu kişiliğinizi nasıl izah edeceksiniz? Toplumda bu kişiliğe dayatılan her türlü hakaret, her türlü yaşam dışılık, iflas, açlık, yoksulluk, acı ve ızdıraptı. Bir çözüm yeri olarak partiye geldiğinizde ise, bunu bu sefer partinin yüceleştirici imkanlarıyla karıştırıp bir şekil, bir kişilik ortaya çıkarıyor ve bununla da yaşanılabileceğini sanıyorsunuz. Aslında buna ilk anda dur dememiz gerekirdi, ancak sabır ve tahammül gösterdik. Yiğitliğin ilk ilkesi, sözüne göre bir davranışın sahibi olmaktır. Siz bu konuda en küçük bir tutarlılık göstermiyorsunuz. Ya çok ağlamaklı ya çok edepsiz, herhangi bir doğruya gelmeyen, aniden kaçışı bir yol olarak gören, ancak ona bile doğru dürüst gücü yetmeyen, ancak günü geldiğinde buna yeltenen kördüğüm olmuş bir kişiliğiniz var.
Ayrıca kurnazlıkla da bir büyük davanın çizgisine gelinemez, o çizgiyle yaşanılamaz. Benim tanıdığım insan bir şeyi anlamaya çalışır, anladıysa onunla olur ve doğruysa onun yoluna koyulur. Şimdi bunlar göz önüne getirildiğinde, sizin gerçekliğinizde ne bir doğruyu anlama ne de ona yanaşmaya çalışma var. Şimdi partimizin başına bu getiriliyor, aslında çoğunlukla dayattığınız gerçeklik bu. Bir canınız var, onu da böyle anlamsız kılarak, kimin için savaştığı net olmayan, tabii bu haliyle düşmana oldukça fırsat sunan, yıllardır bunun sahtekarlıklarıyla kendini kandırıp yürüten bir konumda tutuyorsunuz. Bu durumu çok zor bir olay. Etkili bir kişiliğe ve onun bazı imkanlarına ulaşmak için kendinize soru bile sormuyorsunuz. Bir işi anlamaya yanaşmıyor, sürekli “gidecek başka yerim de yok” diyorsunuz. Gideceğiniz başka bir
yer yoksa, olduğunuz yerin kanunlarına, dünya görüşüne ve savaş gerçeğine uyun. Eğer onu da yapamıyorsanız, o zaman tam bir bela durumundasınız demektir. Ben kırk yıldır bu kişilikten kaçtım. Bir saha, bir alan, bir parti yaratırken bundan kaçınmak için çalıştım, yoksa sizi bu halinizle kabul etmek için değil. Bizimkiler düzelecek diye bir yıl, iki yıl değil, yirmi yıldır sabrediyorum. Bazıları yapmacık davranışlarla sözde bize “saygı” gösteriyor, “hizmet” ediyor. Bu hallerinden esef ediyorum. Bazen, ne haddine ki gelip benim ayaklarımın dibinde dolaşıyor diyorum.
Bir çocuk en çok anasına, onun sütüne muhtaçtır. Ben ise, en erken yaşlarda bunu hoş bulmadım. Siz kim oluyorsunuz? Ben ana hizmetini bile kabul etmeyen bir kişiyim. Tek şartla insanları kabul ederim, ciddi öğrenecekse. Buna yeteneğiniz yoksa bana yaklaşmayacaksınız. Benim yerimde, yanımda edepsizlerin ve cahillerin yeri olamaz. Bir Kemal Pir örneği halen hatırımdadır. Beni yarım saat dinledikten sonra müthiş bir devrimci yürüyüşe başladı ve son nefesine kadar nasıl yürüdüğü biliniyor. Bizim yoldaşlığımızın temel ölçütü budur. Ben bunu ısrarla belirtiyorum. Bu ölçüte sahip değilseniz, ki bunun sempatizanlığı da vardır, sempatizan ölçüleriyle bizimle olanlar da vardır, onlar da aynen bu temelde bir gelişmeyi göstermişlerdir. Şimdi işin içine bunun tam tersi dolmuş; sözde “benden güç alacak”, sözde “kendini yaşatacakmış!” Bunlar en aptalca, en cahilce yaklaşımlardır. Aslında biz bunun böyle olmaması için çok sabrettik, ama siz sabrın da değerini bilmiyorsunuz. Düşman sizi sadece cepheden vurmamış, düşman sadece tarihinizi yok etmemiş, düşman sadece maddi yaşam olanaklarınızı yerle bir etmemiş, düşman kişilikte de sizi sıfırlamış. Normal bir insan ölçütünün de çok ötesinde bir katliam kişiliğini bile size çok görmüş. Yani sizi tepkisiz, yanlışlıklarla dolu ve objektif ajanlık diyebileceğimiz bir konuma getirmiş. Ve siz bunu kabul etmişsiniz. Şimdi ben buna öfkeleniyorum ve kendimi zor tutuyorum. Bu kişilik benimle olamaz. Bu kişilik benim değil elli yaş önderliğimle, on yaşımla bile olamaz. Gücünüz varsa bırakalım düşmanla uğraşmanızı, kendinizle parti ortamımızın tanışmasını doğru sağlayabilecek misiniz? Şimdi cahilce veya son derece gereksiz, seviyesiz davranışlarla kendinizi dayatıp duruyorsunuz.
En düşürülmüş alanlardan da gelmiş olsanız, bizim ortamımıza ilk adım attığınızda oralardan edindiğiniz özelliklere “dur” diyeceksiniz. Bizim ortamımız insanın doğduğu yerdir, insanın doğrularla yeniden doğuş yaptığı yerdir. Bunu ben kendim için söylemiyorum. Buna şiddetle muhtaç olan sizsiniz. Kanser hastalığı çok tehlikelidir, günden güne insanı götürür dedikleri gibi, sizin hastalığınız da kanser hastalığından daha kötüdür. Sadece bir kişiyi de götürmüyorsunuz, savaş söz konusu olduğunda yanınızda grup grup insan götürüyorsunuz Savaş çizgisi konusunda bu kadar sakatlık olursa, kanserden daha tehlikeli bir hastalığı yaşıyorsunuz demektir. Ve bu bir gerçektir. Bireyin kanseri kendisini götürür, ama siyaset içinde, hele ordulaşma içinde kanserli bir kişilik her şeyi götürür. Bu kadar değer kaybediliyor, ama siz hiç sarsılmıyorsunuz bile. Her gün sonuçlar geldiğinde bakıyorum; adam sırf kaçıklığından, sırf sorumsuzluğundan yüzlerce silahı bir yerde düşmana teslim etmiş ve halen de yöneticilik yapıyor. Bu düşkünü ne yapalım? El yordamıyla uğraşsa bir çok değer kurtarabilecekken, sırf o pis canını kurtarmak için o kadar değeri düşmana terk ediyor. Bazen de en değerli yoldaşlarını, kuralsızlığından, sistemsizliğinden ve sorumsuzluğundan dolayı ölüme terk ediyor ve halen yönetici! Bu insandan korkulur. Bu insan bir defa çok terbiyesiz, çok saygısız ve ne için partide durduğuna da şaşıyorum. İçinde vicdan denilen şeyden zerre kadar kalmamış. Bir halkın onuruna ilişkin hiçbir şeyi kalmamış. Bir kontra gibi her an saldırıyor ve bir de bunu bana dayatıyorlar. Yani bir kuruma karşı nasıl konuşulur, onu da bilmiyorlar. Benim başka uluslardan bazı sıradan dostlarım var, bir onların edebine ve seviyesine bakıyorum; bir de bizim yöneticilerin ve militanların, aralarında dağlar kadar fark var. Bizimkilerin konuştuğu her sözde bir suç, edepsizlik var. Hatta düşman cephesinden gelen insanların bile seviyesine baktığımızda hayretler içerisinde kalıyoruz. Bu çok kötü bir durum. Yani bu durumu aşmayı bilmeniz gerekir. Üzerinize geliyorum, verdiğiniz yanıt ağlamak, sürekli olarak yanlışlıklarını, hasta kişiliğini dayatmak ve ben buna izin vermeyince de bozgunculuk yapmak, elinden gelirse de en büyük ihanete kadar uzanmak...
Bunların size ne faydası var? Bu konuda size belirteceğim, sizin zırnık kadar da olsa bir tarih, bir halk ve çağdaş bir insan olma sorununuz varsa bunların gereklerini öğrenmeniz gerekir. En küçük bir davranışınıza biçim veremiyor, bir konuda düşünmeye ihtiyaç duymuyorsanız sizi ne yapacağım? Burası parti ortamı, burası bir halkın umut yeri, bir halkın yeniden yaratılış yeri. Sen kimsin? İğne ucu kadar da olsa bu imkanı neden anlamıyorsunuz? “Ben lümpenim, düşman beni bu hale getirmiş” diyorsunuz. Doğru, düşman sizi gerçekten çok düşkün bir yaşamın içine itmiş. Ancak sizin buna vereceğiniz yanıt şu olmalı: “Ben de hiç olmazsa kendimdeki düşmanı öldüreyim, bu edepsizliğimi, bu düşüncesizliğimi gidereyim. Önce kendimi adam yapayım.” Sizin gerçekliğinize ilişkin ilk çıkaracağınız sonuç bu olmalıdır. Düşmanın size öğrettiği düşkünlük şudur: Öğrenmeye yanaşmamak, doğruları görmemek, disiplini tanımamak, insana saygı ve sevgiyi geliştirmemek. Bu, sıradan bir düşkünlük durumu değildir. Sıradan, düşmüş insanların durumunu insan bir yerde anlayışla karşılayabilir, çünkü zorluklardan dolayı öyle olmuştur. Peki, sizin bu kadar doğrularla oynamanız nasıl izah edilebilir? Siz gerekçe olarak “düşman bana böyle yapmış” diyorsunuz. O düşmandır, madem siz de düşmanınızı tanıdınız, o halde doğrulara sarılın; madem çareyi gördünüz, öyleyse çareye sarılın. Ben halen bir özgürlük imkanını yaratmanın büyük heyecanıyla yürüyorum. Bu benim temel gıdamdır. Size hep kendimizden on kat daha fazla özgürlük imkanları verdik; sizi dağlara, silaha ve birliğe ulaştırdık. Ama bu sefer de, bu olanakları düşmanın bile düşünemeyeceği kadar heba ettiniz. Size bunu izah edin diyoruz. Sizin cevabınız ise, “ben sefil bir kişiliğim, düşman beni ve ailemi bu duruma getirmiş, ben de bu biçimde doğmuş, büyütülmüşüm” oluyor.
Hani siz onurlu insanlardınız? Hani sizin bir haysiyetiniz vardı? Hani siz devrim sözü, parti sözü vermiştiniz. İnsan bu kadar boş konuşur mu? Yıllardır bu davanın içindesiniz, ancak kafalarınız doğru dürüst bir şeye yanaşmadığı gibi işiniz hep tahrik etme ve her şeyi boşa çıkarma oluyor. Son örnekte görüldüğü gibi düşmana öyle bir yaltaklanıyor ki, neredeyse dünyanın bütün kötülüklerini, düşmanın istediği her şeyi sırf o pis canını kurtarmak için kabul ediyor. Bu sahte komuta kişiliğini incelerseniz, orada her şeyi görürsünüz. Biz bu kişiliği burada da tanıdık. Düşmana gitmeden önce de burada teşhis ettim. Ben kendisiyle açıkça konuştum, senin kişiliğin böyledir dedim. Ama inat etti ve kendi bildiğini okudu. Şimdi düşman bile ondan iğreniyor. Halk ve bütün insanlık da iğreniyor, o ise halen konuşuyor. Bu tip, Kürt‟ün en lanetli kişiliğidir. Ben bu teoriyi boşuna geliştirmiyorum ve örnekler de çok çarpıcı bir şekilde ortadadır. Sizin bulduğunuz silah, devrim etiketini kendinize yapıştırarak, “biraz namuslu” olduğunu sanmaktır. Yıllarca PKK komutanlığı adı altında o iğrenç kişiliğinizi gizleyip yaşıyorsunuz. Ancak bunun er geç patlatılacağı açık. Bu büyük yanlışı, öyle zamana bırakıp uzatmayın ve bir an önce giderin. Siz bana delileri oynatamaz, düşmüş kişiliğinizi benimle yaşatamazsınız. Bazı şeyleri artık kulağınıza küpe edin. Kesin bir karar vermeniz gerekir: Siz gerçekten bir davanın, bir çizginin, bir ordunun savaşçısı ve militanı mısınız? Bu sorunun cevabını verin ve ona göre hareket edin. Bu işte zorlama yok. Karar verin ve bu, ömür boyu bağlı kalacağınız bir karar olsun. Kararınızla oynamayın. Siz bunu alışkanlık haline getirmişsiniz. İnanılmaz bir şey. Çok tuhaf bir varlıksınız, etrafınıza bakınıyor ve eğer kimse yoksa varolan bütün doğruların hepsini çöpe atıyorsunuz. Geriye kendi yanlışlıklarının amansız düşkünü olan kişilikler kalıyor. Bu kişilik durumlarınız çok ilginç, duruşlarınızı anlayamıyorum. Bizde yaşamın kendisi zordur.
Bizde yaşamın bazı araçları vardır. İdeolojik ve siyasi araçlar bizde temeldir. Bunlar partidir, örgüttür ve zorluklar bunlarla aşılmaya çalışılır. Benim daha on yaşındayken kavradığım şey, ancak örgütle bir şeylerin olabileceğiydi. Siz bu yaşa gelmişsiniz, ama bu aracı kullanamıyorsunuz. Örgüt aracından bahsettiğimizde ilk olarak “onu kırmam gerekir” diyorsunuz. Örgüt sizi yaşatmak için tek silahtır. Şu anda bütün PKK militanlarının yaptığı işlerin başında örgüt silahını kırma görevini önüne koymaktır. Yani örgüt kurallarına göre yaşamayacak. Bu, inanılmaz bir şey! Kesinlikle bir delinin davranışlarına benziyor. Deli, yaşam olanaklarıyla her an savaşır ve kendi yaşamını paramparça eder. Sizin yaptığınız bu anlamda tam bir siyasi deliliktir. Örgüte, savaşın kurallarına gelememek, doğru bir hitaba gelememek ve bunun tam tersini yapmak. İstisnasız hemen herkesin bize verdiği bilgilendirmelerde bu var. Her şeyi elinden alınan, her şeyiyle iflasa yatırılan, hatta bundan daha da kötü bir yola konulan, insanlık ailesi içinde herhalde eşi benzeri görülmemiş bir gerçeğin sahibi olan ağır toplumsal hastalığın ve bir düşman gerçeğinin kontra ifadesi olarak geliyorsunuz. Komutan Z, bunu kanıtladı. Komutan Z, bunu müthiş itiraf ediyor. Sonuç çıkaracaksınız. Bunun başka yolu yok. Güya benimle savaşıp işini halledecekmiş! Adam biraz akıllı olsa, böyle bir değerlendirme yapmaz. Şu anda nerede? Onun benimle savaşabileceğine düşman bile inanamaz. Düşman yedi yıl savaştırdı, sonuç sıfır. Şimdi yapılan da “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” meselesidir. Önderlikle böyle savaşılır mı? Eğer böyle devam ederseniz size çok yazık olacak, çünkü çoğunuz ondan çok daha sefil duruma düşeceksiniz. Önderler bir takım çarelerini bularak, bir takım imkanlarını yaratarak kendilerini boşuna önderlik sıfatıyla bezemezler. Yoksa bizim bir gün bile kendimizi bu temelde yaşatmamız mümkün müdür?
Güya benimle savaşmak için düşmana yalvarıp “bana zaman ver” diyecek. Düşman bu zamanı vermez. Düşman kendi generalinin bile başarısızlığını ölümle sonuçlandırıyor, sizi affetmesi mümkün mü? “Bırak savaşacağım” diyor, ama savaşmada da başarısız. Bu kadar başarısız olanı kimse yaşatır mı? Ama bu sizin bir iddianız. Başına gelebilecekleri bile kestiremeden yaşamak ve bir de kendini en akıllı sanmak korkunç bir şey. Güçlü bir edebiyatçı olsaydı da sizin romanınızı yazsaydı. Aslında ben bile siyasi değerlendirmeleri bir tarafa bırakıp sizin romanınızı yazmak istiyorum. Yaşam anlayışıyla, savaş anlayışıyla, saflardaki ve düşmanın elindeki duruşuyla çok ilginç bir kişilik. Tarihimizde bu tür örnekler çok. Ben, insana saygıyı en yüksek derecede ifade eden ve milim kadar bundan sapmayan bir kişiyim. Bizde her şey özgürce, her şey gönüldendir. Peki, buna rağmen neden bu kadar ipe sapa gelmez numaralar içine giriyorsunuz? Sizin zorunuz ne? Bizim suçumuz, yüzyıllarca yönetildiğiniz gibi size bir yönetimi, işkenceyi dayatmamak mıdır? Siz bunu bizim eksikliğimiz olarak görüyorsunuz, ama sizin bunun dışında insan olma yolunuz yok. Küçük bir çıkar karşılığında kırk takla attırılan kişiliklersiniz. Bir küçük terörle varını yoğunu bir çırpıda terk eden kişiliklersiniz. Ben bir tane sertlik yapsam neye yarar, neyi kurtarabilir? Zaten kediden daha fazla ürkek kılınmışsınız. Bir de ben sizi ürkütsem, düşmanın yaptığını tekrarlamış olacağım. Ancak siz, bizim bu yaklaşımımızı “çaresizlik” olarak değerlendiriyorsunuz. Bu yaklaşımımız, Önderlik gerçeğinin zavallılığı sonucu değildir. Aslında çaresiz olan sizin gerçeğinizdir. Bir söze bile bağlı kalma gücünü gösteremeyen sizlersiniz. Bir büyük doğruya kendini bir gün bile katmayan sizlersiniz. En büyük meziyeti, “pek anlamaya yanaşmam, pek ciddiye almam” sınırında yakalamışsınız.
Bu durumunuz en marjinal, normal bir gidişata; ne devrim gidişatına, ne karşı devrim gidişatına uymayan, kendine göre bir şeydir. Aslında bunun fazla yaşamsallığı yok. Şöyle bir denge tutturmuşsunuz: Bir düşman çizgisi var, az çok dayak yemiş bir deli gibi biraz orada terbiye almışsınız; bir de bizimki var, tabii ancak büyük akılla bizim doğru içine girilebilir, buna karşı da belli bir pozisyon almışsınız. İşte marjinallik budur. Bunun üzerine düşman şimdi "marjinalleri nasıl çekmeliyiz" diye teori üretiyor. Korkunç bir şey, aslında bunun adı tımarhanedir, hapishane, zindandır, kobay gibi kullanılmaktır. Siz bu dehşetin farkında değilsiniz ve burada da en büyük silahınız cehalettir, “ben anlamazım, duymazım”dır. Bu bir çıkış değildir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER