SAVAŞLA YAŞAM HAKKI KAZANILMIŞTIR
PKK ve öncülük ettiği halk savaşçılığının ideolojik-politik çizgisi doğru olmasa ve Kürt tarihini ve kültürünü doğru yansıtmasaydı, Kürtler varlıklarını sürdüremezlerdi.
Tarihinin ve kültürünün doğru tanımlanması toplumsal varlığının tanınmasını beraberinde getirir. Ulusal toplum olmak tarih ve kültür bilincine ve ruhuna sahip olmak demektir. Cumhuriyet tarihinde Kürtlerin inkârı ve imhası (Diğer ulus-devletlerin tarihlerinde de benzer uygulamalar vardır) ilkin Kürt tarihinin inkârı ve kültürel varlığının imhasıyla başlatılmıştır. Önce manevi kültürel unsurlar, daha sonra maddi kültür unsurları tasfiyeye uğratılmıştır. PKK’nin inşasına tarih ve kültür bilinciyle başlaması bu nedenle doğru bir başlangıç olmuştur. Kürt tarih ve kültürünü dünya halklarının tarih ve kültürüyle mukayese ederek açıklamaya çalışması, bunu Kürdistan Devriminin Yolu adlı manifestoyla ilan etmesi Kürt tarihi ve kültürünün yeniden yaşam bulmasında devrimci Rönesans rolünü oynamıştır. Denilebilir ki, Kürtlerin demokratik uluslaşması bu manifestoyla radikal bir başlangıç yapmıştır…
KCK döneminde giderek daha da yapısal bir nitelik kazanacak olan Kürt demokratik ulusu tüm boyutlarıyla Ortadoğu halklarına model olacak bir yeniden ulusal inşa deneyimi sunacaktır. Batı modernitesinin ajanlığı rolünü aşamayan ulus-devletlerin tarih ve kültür inkârcılığına karşı devrimci ve demokratik ulus Rönesans’ıyla yeni bir çağı, demokratik modernite çağının yükselişe geçişini başlatacaktır.
1984’teki 15 Ağustos Hamlesi bana göre kesinlikle 1983 baharından itibaren daha kapsamlı olarak başlatılmalıydı. Hazırlıklarımız buna elveriyordu. Gerilla planlamamıza vurulan ilk ciddi darbelerden biri bu gecikme ve yersiz, başıboş ve sorumsuzca yapılan keşif hareketleri durumuydu. Bu durumdan sorumlu olanların bu süreci aydınlatmaları devrimci sorumluluklarının bir gereğidir. Aslında daha örgütlü bir müdahaleyi 1980 yazında Kemal Pir önderliğindeki grupla geliştirmeye çalışmıştık. Güney Kürdistan’da üslenmeye gereksinim duymadan, direkt Dersim’e kadar ulaşmayı hedefleyen bir girişimdi bu. Kemal Pir tesadüfen ve olmaması gereken biçimde yakalanmasaydı - Yakalanması Hareket için çok talihsiz bir olaydı-, PKK’nin komuta gerçeği başka bir hal alabilirdi. O’nun boşluğunu hiçbir arkadaş dolduramadı. Bu yıllarda Mazlum Doğan ve M. Hayri Durmuş’un peş peşe yakalanmaları da gerekmeyen, rahatlıkla önlenebilecek olan ama gerçekleşen ağır kayıplardı. Yüreğimiz birkaç parçaya bölünmüştü.
Bir yandan Ortadoğu kaosunda devrimci militan ve savaşçı örgüt yaratmak ve ülke içine taşırılan gerilla adaylarından umut beklemek, diğer yandan zindanlardaki figanlara dayanmak ve Avrupa’ya açılmak dört dönmeyi gerektiriyordu. Ethem Akcan dışında yardımcı olan çok azdı. Herkes bir biçimde kendini dayatıyordu. Avrupa’daki Dev-Yol şefleri, Avrupa yolunu tutma konusunda yoğun çaba harcadıkları ve kendi örgütlerini tasfiye ettikleri yetmiyormuş gibi, direncini kırmak amacıyla PKK’ye de yüklenmişlerdi. Öyle anlaşılıyor ki, en azından bir ihtimal, önlerine böyle bir görev konulmuştu. KDP yardımcı olmak şurada kalsın, Kuzey Kürdistan Devrimi’ni engelleme rolünü ısrarla sürdürüyordu. Gittikçe açığa çıkıyor ki, 1926’daki Musul Antlaşması’nda kararlaştırılan Kuzey Kürdistan’dan vazgeçme ve bunun karşılığında KDP’yi ve Barzani ailesini destekleme politikası devam ediyordu. KDP’ye biçilen asıl rol, İran ve Türkiye Kürdistan’ı üzerindeki pasifikasyon uygulamalarına destek sunmaktı. Bu temelde Irak Kürdistan’ında kendi otonomi hareketinin desteklenmesini sağlayacaktı. Bu katı politikanın gerçekleriyle karşı karşıya kalmıştık. Irak-İran Savaşı yeni bir durum yaratmıştı ama iç önderlik bu durumu hiç değerlendiremiyordu. Üstelik Hilvan-Siverek Direnişi’nin (1978-1980) seçkin önderi Mehmet Karasungur’u anlamı olmayan bir girişimde, KDP ile YNK arasındaki çatışmaları durdurmak için girişilen sonuç vermeyecek bir arabuluculuk çalışmasında şehit verdik. 2 Mayıs 1983’te kendisiyle birlikte İbrahim Bilgin’i gereksiz, çok talihsiz ve zamansız biçimde kaybettik. Mehmet Karasungur belki de Kemal Pir’le birlikte gerillanın kaderini değiştirecek arkadaşlardandı. Mazlum Doğan, Kemal Pir, M. Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ferhat Kurtay başta olmak üzere zindandaki arkadaşlarımızın şahadet haberleri geldikçe, yüreğimize ve beyni_mize daha çok yüklenmekten başka çare bulamıyorduk.
Gün acılara dayanma günüydü. Gecikmeli de olsa 15 Ağustos 1984 Hamlesinin gerçekleştiği haberi geldiğinde saatleri, günleri geçirmek mesele olmuştu. Sonuçları önemliydi. İlk defa derli toplu bir askeri eylem planlanıp uygulanmış, durumu kökten değiştirecek gelişmelere kapı aralanmıştı. Önemli olan, hamleyi daha da geliştirerek devamını getirmekti. Bu göreve oldukça yüklendik. Her alana gruplar hazırladık, yedekler oluşturduk. 1985 daha büyük bir hamle yılı olabilirdi. Özellikle Dersim ve Tolhildan eyaletlerine Botan eyaleti kadar ağırlık verilecekti. Amed, Garzan ve Serhat’taki güçlerimiz harekete geçirilmişti. Sabri Ok arkadaşın kış ortasında talihsizce yakalanması, Hacı (Sabri Gözübüyük) ve Hıdır arkadaşların komutasındaki öncü grubun Bozova’da şahadetleri nedeniyle Adıyaman’a yönelik harekât gerçekleşemedi. Derin acılar veren kayıplar yaşandı. Araban üzeri giden Selim yoldaşın grupla birlikte kaybı da aynı yolda oldu. Buna rağmen alanda sonuna kadar kalındı. Dersim, Amed ve Garzan’da ileri düzey_de varlık göstermeseler de, gerilla birimleri varlıklarını hep korudular. Serhat’taki gruplar Ağrı Dağında hareketlenmişlerdi. Tanıdığım genç hemşerim Mehmet Ertürk burada şehit düşmüştü. Çok değerli Ağrılı yiğitlerin şahadet haberlerini de aldık.
Bu savaşla ilk defa onurluca yaşam hakkı kazanılmıştı. Ayağa kalkan ve kendi varlık sava_şına sahip çıkan bütün Kürtler açısından yaşam hakkının kazanılması söz konusuydu. Bu yıllarda ölmek veya hayatta kalmak pek fark etmiyordu. Önemli olan onurlu yaşam hakkını kazanmaktı. Bunun bir örneği de Diyarba_kır Zindan Direnişi’nde sergilenmişti. Mazlum Doğan’ın Newroz eylemi, Fer_hat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin’in bedenlerini ateşe vermeleri, Kemal Pir, M. Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in ölüm orucunda şahadete erişmeleri de tamamen onur savaşlarıydı. Halk savaşımının birer eşdeğeriydi. Hep birlikte haykırdıkları ‚Onur savaşı kazanacaktır‛ sloganı bu gerçeği ifade ediyordu.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER