APOCU MİLİTAN KİŞİLİK(31.BÖLÜM)
DÖNÜŞÜM FETHEDİCİ TARZLA GERÇEKLEŞTİRİLİR
Yaşama Davet Eden Gerçekler Önemlidir;
Her gün düşmanı izliyorum; “Ya bitecek, ya bitecek” diyor. “1994 büyük teröre karşı mücadele yılıdır; kıstırdık, ya ölüsünü, ya dirisini alacak durumdayız” diyor. Ben, kolay yutulacak bir lokma durumunda olmadığımı göstermek zorundayım. Sizler kendinize her türlü ölümü layık görebilirsiniz, ama ben biraz daha çetinim, uğraşacağım, uğraştıracağım. En çok bu işle uğraşması gerekenlerin, hatta bizden daha iyi vurabilecek konumda olanların bizden daha az uğraşı, daha az çaba, daha az tedbirlilik içinde olmalarını nasıl bağışlayacağız? Planı yok, hazırlığı yok, ama “vuracak durumdayım” diyor. O halde ne bekliyorsun? “Toplumsal özelliklerim, sınıf dışı özelliklerim beni bu hale getirmiş” diyor. Nasıl böyle rahat konuşuyor? Bu nasıl kişiliktir ki, karşımızda böyle davranıyor? Mertlikte bu sözcüklere yer var mı? Ben mi çok kötü particiyim? Bunu anlayamadım. Bu kadar parti dışılık nasıl oluyor anlayamıyorum. Parti uğruna az çaba harcasaydık suçu kendime yüklerdim, ama öyle değil. “Biz böyle partileştik” diyor; sen böyle partileşmedin, yalan söylüyorsun. Birçok yönetim var, birçok komutanlık oluşmuş, büyük bir kısmı bu söylediğim suçlamalı durumu hak edecek haldedir. Bir sigara için, bir dedikodu için kendine her türlü yakıştırmada bulunur, ama sözün en anlamlısına, yaşamın en mert ve yaraşırcasına ilgi göstermez. Bizim adımıza bunu yapamazsınız. Çünkü biz kimseyle karşı karşıya gelmek istemiyoruz. Bazıları bizi anlayacak, anlamak zorundadır. Özellikle bundan sonra kendi tarzı, kendi yaşamı diye bir kavramdan bahsedemeyiz. Bitirtilecek olan yalnız ben değilim, benden daha fazla sizlersiniz. İşte bunu önlemeye çalışıyoruz.
Bütün bunlar karşısında eğitime, ilk adımlara hakkını vermezlikten bahsedebilir misiniz? Moralden tutalım ideolojiye, her türlü askeri konulardan tutalım siyasi konulara kadar ciddi bir yetersizliğe bahane bulabilir misiniz? Bütün bunlar basit bir, neden anlamak zorundasınız veya anlayabilecek misiniz sorusuna cevaptır. Anlamak zorunda olduğunuzu kanıtlamaya çalışıyorum. Bazı gerçekleri artık kulağınıza küpe mi edersiniz, yüreğinize nakış mı edersiniz, beyninize kırmızı çizgiyle çizer misiniz, artık nasıl yaparsanız yapın, ama anlayın. Artık bazı işlere doğru, yerinde ve zamanında yaklaşım gelişmelidir. Bu eğitimin abecesidir diyorum. Bu yaklaşımı kendine hakim kılmayanlar, herhangi bir eğitimden, özellikle de bir pratikten, savaştan, kendilerine yakıştırdıkları işlerden bahsetmesinler. Onlara kalsa, yaşamın her türlü çirkinliğini bile bize layık görecekler; onlara kalsa, ölümün her biçimine hazır olacağız. Onlara kalsa, yaşamın her türlü belasına razı olmalıyız; onlara kalsa, kurnazlığı kullanıp elde zor bela ne varsa, onu bitirmeye bire bir razı olmalıyız. Akıllı olanlar, özellikle bu işte biraz iddialıyım diyenler, bir öndere yakışır tarzı göstermek zorundadırlar. Bu kadar olumsuzluğa nasıl “evet”diyeceğiz? Şunun için söylüyorum; öyle hatalar var ki, boyun eğmişsiniz; öyle görevler var ki, göz ardı etmişsiniz; atılması gereken öyle adımlar var ki, çakılıp kalmışsınız. Biz kimseye destan yaz demedik, büyük bir zaferin sahibi ol demedik. Bizim bütün söylediğimiz, imkan ve olanaklarla en doğruyu, en güzelini, en başarılısını yaşamaktır. Sana en iyisi layıktır, onu bul dedik. Biraz ömrünü uzat, hiç olmazsa kaybetme dedik. Bunu istedik, fazla mı? Onun kendisi için istedik.
Kaybetmenin, o işlerin orada neden ilerleyemeyeceğinin felsefesini bana ısrarla dayatamazsınız. “Çoktan kaybetmişiz, sıra sendedir” demek de bir görev değildir. Bu bir düşman işidir, onun anlamsız bir takip tarzıdır. Bütün bunları söylerken, fazla mübalağa yok ve sorun şu, bu kişiler de değildir. Sorun bir tarzın, bir yaşamın, bizi böyle temsil etmeyen niyetlerin, yaklaşımların anlamsızlığını, kabul edilmezliğini ortaya koymaktır. Çok çeşitli açılardan anlayıp hiç olmazsa “biraz akıllıyım, biraz iddialıyım, biraz edepliyim” diyenlere çıkış imkanı, çalışma imkanı, savaş imkanı verebilmektir. Bu da gerekmiyor mu? Her şey buna bağlı değil mi? Başta ben, sizin gibi her şeyimi ortaya koymuşum. Bu kadar arkadaş topluluğuna ne diyebilirim veya nasıl seslenebilirim, ne sunabilirim veya onların taleplerini karşılayabilir miyim? Sizler çok rahat karşılayabilirsiniz, ama sözüne biraz sahip çıkan biri ucuz karşılayamaz, boş olamaz. Yolunu çizmeden, imkan yaratmadan, bir adım da olsa ilerleteme şansı vermeden “önderim” diye kendisini aldatamaz ve öyle bir ikiyüzlülüğü sergileyemez. Kendinize bir bakın; çıkış mı yaptırıyorsunuz, moral mi geliştiriyorsunuz, başarıyı mı yakalattırdınız? Bu soruları kendinize sormuyorsunuz bile. Yoldaşlık, yiğitlik bu mudur? Çok düşünecek ve bunun için büyük sorumluluk duyacaksınız. Bunu da sorduğum bu sorulara cevap vermek için yapacaksınız. Başka türlü yiğitlik, şeref, saygı, daha değerli duygular, bize layık olan şeyler elde edilmez. Lafazanlıkla hiç olmaz. Zaten bunlardan bıkmışız. Ağlamak hiç olmaz, düşürülmeyle yüz yüze bir yaklaşım hiç yakışmaz. Hareket adamı dediğin, örgüt, eylem adamı dediğin biraz belirlediğimiz çerçevede olur.
İşin amacı, tarihi, günlük tarzı üzerine çözümsüz kalacağımı sanmıyorum. Sizlerle yürüteceğimiz büyük tartışmalarla bazı kararlara ulaşabilir ve işin en ince ayrıntısına kadar bazı planlamalara gidebiliriz. Herkes işin kendi payına düşen kısmını omuzlayabilir. Bu planlama içinde işin her türlüsü ve herkese göresi mümkündür. Yaşamın hemen her sorununa, bizim olması gereken her biçimine, hiçbir partinin belki de hiçbir dönemde sahip olmayacağı kadar özgür yaklaşma ve onu başarma imkanımız var. Biz bu kadar sözümüze bağlıyız, ama gelin görün ki, siz buna ne kadar varsınız? İyi niyetinize bir şey demiyorum, çok güçlü bazı katılım özelliklerinize diyecek yok, ama bizim de belirlediğimiz çerçevede tartışma, karar ve bunun uygulanması çok önemlidir. Bir ulusal kalkış vardır, bir partinin oluşumu da bu çerçevede olur. Sizin çok iyi niyetli, çok değerli özelliklerinize göre bir şey olmuyor, bu bir şeyi kurtarmıyor. Benimki biraz kurtarabilir diyorum, onu da tartışmaya sunuyorum. Öyle dayatma biçiminde değil; ağzınız açılsın, büyük seslerle tartışalım, yeter ki birbirimizi vurmayalım. Her türlü örgütsel işleyiş tarzını uygulayalım ve kendi kurallarımızı kendimiz yaratalım. Bunu hemen her konuda yapalım. Çabalarımız bunu mümkün kılan bir çabadır. Bunu kullanmayan kim? Bazıları kalksa, körce bir eylem dayatsa, ağızları kapatıp düşünceyi kesse, hiç de hak etmediği biçimde el koysa, yürütse bu bizim tarzımız olur mu? Ben bu muyum? Bunu bana yutturmak mümkün mü? Hatta benim karşıma geçip “böyle ol” diyebilir misiniz? Benden bunu mu öğrendiniz? “Öyle sanıyordum” demek olur mu? Birileri senin yaşamını her yönüyle tehdit edip, ondan da öteye katletmeye yöneldi mi, buna karşı senin de yapacakların var. Mümkünse düşün, imkan eldeyken bir karış daha imkan kazan ve artık söyleyeceğin daha fazla bir şeyin, yapacak daha fazla işin olsun.
Birileri değil, çokları sadece sana söyletmemeyi, seni yaşatmamayı amacı haline getirmiş; senin ise buna karşı çok sınırlı olan bir direnme imkanın söz konusu. PKK söylenene, dayatılmak istenilene büyük acılarla, zorluklarla yaratılan bir cevap verme imkanıdır. Onu kullan, onun dili, onun yüreği, onun vuruş tarzı ol. Bunları anlayacaksınız. Başka türlü sizi nasıl yaşatalım? Ölümü çok kısa bir süre içinde kendimize layık görmeyi, hem de ardında bir başarısızlık varsa, nasıl kendimize yedirelim? Ben bunun sorumluluğunu niçin üstleneyim, cani miyim? Ben yeşil bir ota bile basmak istemem. Bu kadar insanın ölümü nasıl ucuz gerçekleşsin? Ama siz kendi elinizle bunu bize layık görüyorsunuz. Ben bir saat tutsaklığı bile kendime yakıştıramam; siz yılları zindanda rahatlıkla geçirecek kadar kendinize kıyabiliyorsunuz. Ben buna nasıl razı olabilirim? Özgürlük diyorsunuz, kabul edilmez durumlar olduğunu iddia ediyor ve kabul edilebilir durumlar istiyorsunuz. Düşünün, bunlar bende nasıldır, sizde nasıldır? Bütün bu belirttiklerimiz bunu biraz doğru çözmek içindir. Anlamadan ülkeye nasıl gitmişler, nasıl ellerine silah almışlar? Doğrusunu anlatmadım mı veya bu işin ilk ele alış tarzı nasıl olmalı demedim mi? Ama o yalnız kendi bildiğini okumuş. Oysa senin bildiğin, yaptıkların ortada. Halen de anlayamıyorlarsa, tüm bunlara rağmen, “biz böyle yaparız” diyorlarsa bu işi yere gömelim gitsin. Pisi pisine veya hiç de yakışmayan tarzda ölmektense, biz kendi ölümümüzü kendimiz belirleyelim. Bu, daha da onurlucadır. Bu kişilikler direkt düşmanın dayatmaları biçiminde olmayabilir, hatta adımıza çıkmış olabilirler. Tarzıyla, bütün yaşam özellikleriyle kendilerini kutsal savaşımımıza erkenden yerinde olmayan, hazır olmayan, kabul edilmeyen biçimleriyle dayatıyorlarsa, biz bu kişinin, bu yaşam tarzının üzerine sonuna kadar gideriz. Hiç olmazsa bizim de bundan sonra sınıf dışı etkilere, Kemalist ve feodal özelliklere karşı büyük çabayla, emekle yapabileceklerimiz; kendi sınıfımız, kendi töremiz, geleneğimiz, tutkumuz, insaniliğimiz var. Bunlardaki batırmışsa, bizimki de kurtarıyor. Bunlara neden bu kadar ısrarla yüklenmeyelim? O kendisini, hiç de hakketmediği, kuraldışı ve yaşam dışı olduğu halde dayatıyor, alan açmayı zorluyor da; bu kadar emeğin sahipleri, bu kadar hakkın sahipleri neden kendilerini buna dayatıp sonuç almasınlar?
Partileşmeyi böyle anlayacaksınız. Ordulaşma böyle başlatılır, siz de buna katılacaksınız. Ahım şahım laflarla iş yapacağım demiyorum, ama herhalde partileşme üzerine, ordulaşma üzerine bir şeyler söyleyebiliriz. Şimdiye kadar gerçekleşende yetersizlik, yanılgı var, ama biraz gerçektir. Bunu nasıl ciddiye almayacağız? “Ben eskiden katılmışım, nasırlaşmışım, artık alamıyorum” diyemezsiniz. Eskisi, yenisi yok! Burada doğrusu öğrenilir. Yaşama davet eden gerçekler önemlidir. İnsan yaşamında bir husus var, her şeyin bağlandığı husustan bahsediyoruz, ona geleceğiz. İster partileşmeye, ister ordulaşmaya, savaşım tarzına ilişkin, emredilene göre oldukça belirginleşmiş ve daha da fazlası yaratış gerçeğimize göre veya söylenmesi gerekenlere göre cevabın ne olduğunu vermiş olduk. Bundan anlaşılması gereken nedir? “Bu işte ben biraz iddialıyım, bir kez daha söz veriyorum” diyenler, geçmişi ne olursa olsun kendini özeleştiriyle mi, yargılamayla mı, eğitimle mi neyle düzeltirlerse düzeltsinler, ama doğru bir başlangıcın sahibi yapsınlar. Bana hakim olan duygu, düşünce tamamen böyle davranılması gerektiği yönündedir. Ne başka bir şey düşünürüm, ne de ilgilenme veya başka bir şeyin gereğini duyarım. Benim için temel sorun bu olduğuna göre, sizler için hayli hayli böyledir. Yoksa biz niye bir araya geldik? Kendinizi neye adadınız? Bu kadar her şeyi ortaya koyanlar, başka türlü kendilerine neyi yakıştırabilirler? Özünüze, amacınıza bakın, ancak bu söylediğim çerçevede yoğunlaşılacağını görürsünüz. Ne ertelenir, ne de saptırılır; işin esası, gereği neyse o yapılır. Böyle söz verilir. Herkes yüce görevlerine, yaşamına, savaşımına bir yerinden yapışır, götürür.
Acaba bir şey anladınız mı? Çok mu tekrarlıyoruz? Başka türlü nasıl anlatalım? Bizim de böyle bir özelliğimiz var, bir kişi ne kadar eski de olsa, ne kadar anı anına da çizgimize gelse gerçeklerimizi bütün yönleriyle anlatmaktan başka bir şey bulamıyoruz. “Artık bunları bırakalım, son aşamadan bahsedelim” demek olmuyor. En sonla en ilki birleştirmek zorunda kalıyorum. Aklım her alanda ve çalışanlarda; bir bizde bir düşmanda, bir dostta bir kendimde. Ben hepsinin benden daha ilgili bir biçimde kendini bu işe fedakarca, cesaretle kattığını inkar edecek değilim, ama tartıştığım hususlar da esasta daha belirleyicidir. Hepsi fukara, kendi tarzlarıyla yutulup gidebilirler. Sakatlık nerede? Bunun için de Önderlik gerçeğini çok iyi tartışın ve kavrayın dedik. Çünkü bazıları kendilerini öyle dayatmış ki, onu kendi tarzıyla kurtarmak mucize olur. Bu candır, her gün beş, on kaybın sorumluluğuna katlanmak kolay mı? Bu, hatanın, yerinde olmayan gidişin sahibi de olsa böyledir. Müdahale edilmesi gereken yığınla durum var. Günlük olarak havanızla bize bir yığın şey yansıtıyorsunuz. Biz cevap vermek zorundayız. Bana “şu kişi sakat düşmüş” diyorlar. Sanki ben bir sakata karşı veya acı çekene karşı ilgisizmişim gibi veya benim partim bu konuda ilgisizmiş gibi yaklaşımlar gösteriliyor. Acaba öyle mi? Kim ilgisiz? Belki çoğunuz bile aklınızdan geçirdiniz veya hiç aklınızdan geçirmeden de “bu parti ne kadar ilgisiz, ne kadar anlayışsız” diyebilmişsinizdir. Ama ben mi ilgisizim, yetersizim, yoksa başkaları mı? Anlayışsızlık, ilgisizlik kimde ve ne kadar gelişkin? Size benim havamı teneffüs edin demiyorum, ama hiç olmazsa, sizi yaşatacak kadar biraz işinize gelen bir şeyler alın.
Çünkü sorumluyum. Bu işin ideolojisine de, pratiğine de ben sizi çekmiş oluyorum. Siz de sorumlusunuz diyeceğim, ama bunu fazla güçlü söyleyemiyorum, çünkü sorumluluğu fazla bilmiyorsunuz. Sorumluluk duyguları çok zayıf. Hakkını verme, onun gereklerini yerine getirme iradeniz zayıf. Bir canınız var, onu da ne kadar yüklensem, hemen veriyorsunuz. O da bizi daha fazla zorluyor. Benim vermek istediğim tarzla olsa, işleri daha rahat götürürüz. Ben ne kadar tarz budur diyorsam, siz de o kadar “ben böyleyim” diyorsunuz. Çünkü kendi tarzınızla katılıyorsunuz, benim tarzımla değil. Ama Önderlik denilen olay öyle bir şey ki, tarihin hassas bir dönemi için, bizden kazanılması istenilen bu dönem için bir yerde kendinizi hiçe sayacaksınız veya lime lime edeceksiniz. Bu tarz benim babamın tarzı değil, benim şahsımın da tarzı değil; ideolojikleşmenin, politikleşmenin Kürdistan tarzıdır. Kürt halkının bağımsızlık tarzıdır, hatta sosyalizmin günümüzdeki uygulanış tarzıdır. Ben bile sizden kat kat daha fazla zorlanarak bu tarzda yaşamaya çalışıyorum. Belki birinci yoldaş biçiminde; zaten birinciyim ve katılmak zorundayım. Sosyalizm, bağımsızlık, halk bunu istiyor. Bu, sıradan bir istem de değil, dayanılmaz boyutlardadır. Niye buna katılmayacaksınız? Niçin kafayı çalıştıramayacaksınız? Halen neye gerekçe bulunabilir? Artık “benim üslubum, benim dalgınlığım, benim tembelliğim, benim her türlü düşkünlüğüm, yetmezliğim” laflarına prim verilebilir mi? Önderlik gerçeği bu nedenle böyle emrediyor. Tarihin bu çok hassas dönemi için başka türlüsü yapılamaz. Buna ben de kendimi katacağım, siz de katacaksınız. İşin askeri cephesiyse askeri, kültür cephesiyse kültür, duygu cephesiyse duygu, hepsine katılacağız.
Yiğitlik tam da bu tarzda katılmak oluyor. Sizin eyleminiz yiğitlik eylemidir, en azından niyeti böyledir, kendisi de böyle olmak zorundadır. Başka türlüsünü hiçbirinize yakıştıramıyoruz. İnce eleyip sıkı dokumak istemezdim, çünkü neredeyse bütün girişlerim böyle oluyor. Onun da baş sorumlusu, günlük haberleriyle ve raporlarıyla bunu bize söyletenlerdir. Sizin daha değişik anlatımlarınız olabilir. Belki tam hakkını da vermeyebilirim, ama onu zenginleştirmelisiniz. Herkes bilir ki, PKK‟de en ufak bir zorlama yoktur, gönüllülük esastır. O zaman tamamlamaya çalışın. Benim durumum kesinlikle bir yoldaşın katkı durumudur. Hiç kimse ne benim gözeteceğim değerler konusunda taviz beklesin, ne de beni ilah yerine koysun. Mücadele arkadaşı olarak anlamaya çalışın ki, yürümemiz anlamlı ve sonuç alıcı olsun. Kimseye zorla veya ricayla gel, seni sorumlu yapayım dediğimi sanmıyorum. Şimdiye kadar kimseye elimi bile kaldırmadım, hiç kimseyi sert bir sözcükle incitmedim. O zaman birbirimizi tamamlayalım. Bu anlatımlar benim bireyciliğim içinse, sizi hiç ilgilendirmiyorsa söyleyin, açıklığa kavuşturalım. Her şeyden ben sorumluysam, hiç sorumlu olmamanız gerekiyorsa birbirimizi ikna edelim. Tartışmada bunun imkansız olduğu anlaşılırsa, -o da bir sonuçtur- sizden istenen imkansız şeylerse, o da açığa çıkar. Hataysa veya imkan dahilindeyse, o da açığa çıkar. En doğrusu da budur.
HALKLAR ÖNDERİ(31.BÖLÜM)
YORUM GÖNDER