SÜMER RAHİP DEVLETİNDEN DEMOKRATİK UYGARLIĞA CİLT-I (49.BÖLÜM)
c- İdeolojik özünü mitolojiye dayandıran Antik çağ kölecilik sisteminde üçüncü önemli kırılma noktası, tanrı iradesine dayanmayan doğanın ilk açıklanma çabaları olarak felsefi gelişmelerdir . Uygarlık, doğuş ve gelişmesini hep mitolojilere dayandırdı. Binlerce yıl insan düşünce ve ruh yapısını tümüyle kuşatan mitolojik görüşün propagandasına verdi. Her şeyi tanrılar önceden kararlaştırdıklarına göre, ne düşünmeye ne hareket etmeye gerek vardı. Kaderde ne varsa o yaşanacaktı. Sistem en büyük gücünü bu kör kader inancından alıyordu. Bir de buna tanrı-krallar gücü eklenince, köleleşmenin sınırsız uygulanma yolu ardına kadar açılmış oluyordu.
Hz. İbrahim’in tek tanrılı dini, insanın tanrılaşamayacağını temel inanç konusu yapınca, sistem önemli bir ideolojik darbe almış oluyordu. Zerdüşt geleneğinde tanrılara bağlı olmadan iradeli davranışın, özgür ahlakın mümkün olduğunun işlenmesi ve bunun siyasallaşmasıyla, Sümer ve Mısır tarzı Antik çağ köleciliğinin ayakta duramayacağı görüldü. Dikkat edilirse, biri inanç devrimine yol açarken, diğeri ahlak ve irade devrimine yol açmaktadır. Klasik Grek ve Roma köleciliğinin bağrında gelişen felsefe devrimi ise, sonuncu ideolojik darbeyi vuracaktır.
Köleci kurum ve yaşam tarzı objektif olarak akıl gücüyle, onun tanrı ve dinin dogmalarından ayrı bağımsız düşünmeye başlamasıyla yeni bir senteze gidecektir. Felsefi düşünce özellikle Eflatun ve Aristo’yla, Atina site devletini kurtarmaya ve mükemmelleştirmeye çalışıyordu. Filozofların babası olarak kabul edilen Sokrates’in tüm çabası, bilgili yurttaşın mümkün olduğunu göstermek, böylelikle Atina devletinin böylesi bilinçli bir yurttaş anlayışıyla kurtarılabileceğini kanıtlamaktı. Bu amaçla her işi, öncelikle o iş konusunda tam bilgiye dayandırmak istiyordu. Felsefesinin özü buydu. Eflatun bu anlayışı, daha doğrusu ahlaki tutumu devlet haline getirmeyi temel amaç edinmişti.
Devletin filozofça yönetimi en ideal olanıydı. Aristo ise bunun en iyi ve pratik yolunun aristokratik yönetimden geçtiğini, dolayısıyla bu sınıfın eğitilmesini esas alıyordu. Buna rağmen tersine sonuç verdi; Atina devleti ve demokrasisi çöktü. Felsefi düşünce tarzı objektif olarak yıkıma yol açtı. Çünkü köleci sistemin doğasında insan aklı ve iradesi yoktur. Orada köle insan hiçbir hakka sahip olmayan üretim aracı konumundayken, köle sahipleri tanrılaştırılıyordu. Felsefi düşüncenin kendisi, daha ilk sofistler döneminde çelişkiyi ve bağdaşmazlığı görmüştü. Sofistler, yasaların tanrı yapısı değil insan yapısı olduğunu açıkça söylüyorlardı. Herkesin kendi akıl ve düşüncesine göre davranması hakkından bahsediyorlardı. Aklın ilk eleştiri dönemini başlatmışlardı bile.
M.Ö 500’lerin sonlarında bu sürece girilmişti. Grek uygarlığının hem büyüklüğü, hem çözülüşü bu gerçeklikle bağlantılıdır. Aklın özgür çalışmaya başladığı yerde, hiçbir dogmanın uzun ömürlü olması düşünülemezdi. Dogmaya dayalı köleciliğin de bu akıl gücü karşısında çözülmesi kaçınılmazdı. Atina devleti bunu bildiği için, kendini kurtarmak isteyen Sokrat’ı zehirlemiş, Eflatun’u kaçırtmış, Aristo’yu ise gönüllü sürgüne yollamıştır. Birçok filozofun acı sonu öldürülmek biçiminde olmuştur. Tıpkı ilk dönem Hıristiyanlığı gibi tüm felsefi okullar, yarı yarıya gizli gruplara bölünmüşlerdi. Bir nevi felsefenin yeraltı dönemi başlamıştı. M.S 500 yılına kadar felsefe takip altında tutulacak, en son okulu ise bu yıllarda kapatılacaktı. Akıl devrimine, ortaçağın girişinde bir karşı-devrimle cevap verilecekti. Roma’nın Stoacılığı resmi görüş biçiminde kabul etmesi, daha çok evrenselleşen imparatorluğun bu nitelikte herkese hitap eden bir ideolojiye duyduğu ihtiyaçtan ötürüdür. Stoacılar imparatorluğu bir kader gibi görüyorlardı. Doğal görüş anlayışlarına göre en doğru hareket tarzı, doğadaki uyum gibi düzenle uyum içinde yaşamaktı. Bir nevi felsefeyi imparatorluk dini haline getirmişlerdi.
Bir müddet sonra nasıl Hıristiyanlık resmi din halinde ilan edilecekse, felsefi tüm ekollerden eklemli bir yapı oluşturularak, devletin resmi görüşü halinde işlev görecekti. Bunu da en iyi Stoacılar temsil ediyordu. Buna rağmen Roma sistemi de, temelindeki hiçbir hakka sahip olmayan köleyle, sınırsız güç sahibi imparator biçimindeki bölünmeyle; aklın uyandığı ve insanın ancak tanrının sevgili kulu olabileceği biçimindeki inanç gelişimi karşısında daha fazla dayanamayacaktı. Roma İmparatorluğu’nu, dolayısıyla en güçlü köleci sistemi çözen ve çökerten güç, kuzeyden yüzyıllardır sürekli saldıran barbarlar değil, onun son birkaç yüzyıl içinde inanç ve akıl gücüyle ideolojik yapısını parçalayan fikir ve sosyal hareketleridir. Çapı itibariyle küçük, ama etkisi itibariyle belirleyici bir gelişmedir bu. Urfa’da halen anlatılan öykü, Nemrut’u (Asur kralı veya temsilcisi) öldürenin kılıç değil, beynine giren bir sivrisinek olduğu biçimindedir. Sivrisineğin yeni inanç ve düşünceler olduğu açıktır.
Daha da açık olanı, tüm dogmatik sistemlerin çözülüşünde görüldüğü gibi köleci sistemi de, beynine giren sivrisinek, yani sistemin inanç ve moral yapısına yönelen yeni inanç ve düşünce biçimleri çözmüştür. İster dıştan ister içten kaba zorun başardığı ise, bu çözülme işini birkaç kaba şiddet darbesiyle tamamlamak olmuştur. Efsanevi Roma İmparatorluğu bunu doğrulayan en çarpıcı örneklerden biridir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN
YORUM GÖNDER