APOCU MİLİTAN KİŞİLİK (5.BÖLÜM)
PKK ÖZGÜRLÜĞE UZANAN BİR KÖPRÜDÜR : Başarı İçin Parti Öncülüğünün Oturtulması Şarttır; Dönem, her ne kadar derinlik, ciddiyet, hiç olmazsa 12 Eylül'ün acımasızlıklarına karşı kendine gelmeyi dayatıyorsa da; buna verilen karşılık ilgisizlik, yüzeysellik, hatta kaçışa açık bir kişilikti. Yapı kaçış arıyor, sorumluluğu üslenmiyor, "çok sıkıştırırsan ölürüm, bir suikast veya bir komplo eylemi yaparım" diyordu. Öyle söylenildiği gibi hazırlıklara düzenli, planlı savaşma diye bir iddiamız yok dercesine yaklaşılıyordu. Biliyor ve en iyisini yazıyorlardı. Yazılanlara bakarsak halk savaşı mükemmel kavranılmıştı. Fakat pratik adımlara bakıldığında bir iskelet yürüyüşüne benziyordu. Bu konuda namuslu olmak gerekir. İnsan, kendisi için yeni ortamı derinleştirirken birçok şeyi zedeleyebilir, bunu hem de bilmeyerek yapabilir. İşleri milimi milimine tamamlayamaz ve bütün çalışmalara en büyük kötülüğü yapmış olur. Değil yıllarca ertelemek, bir gün ertelemenin hesabı bile çok ağır olur. Çok şey yitirilir ve ne mal olduğunu ortaya çıkarır. Olan tarihe ve tarihi bir adıma olur. Belki kendini biraz rahatlığa kavuşturabilir, belki kendi için bir tehlikeyi de savuşturabilir, ama müthiş bir dönemi, mutlaka kazanılması gereken bir dönemi kaybetmiş olur. Biz buna giderek artan tehlikeler diyorduk. 15 Ağustos eylemliği, kırk değişik yerde çok daha güçlü darbelerle gerçekleştirilebilirdi. Eğer yönelişin komutaları olsaydı, "yönelişin fırsatını yakaladım, her şeyimi ortaya koyacağım ve kazanacağım" diyenler olsaydı, çok şey başarılmış olurdu. Belki de son beş, altı yılda hiç yapma gereği duymayacağımız çalışma, savaş, sizlerle taçlanabilirdi. Ama yönelmede komutanın düşkünlüğü vardı. Buna rağmen, zayıflığı, yeteneksizliği, adımını çok zayıf atmasının sonuçlarının neyi getireceğini bilmeme, ondan sonrasını adeta düşünememe, böyle bir zayıflığa karşılık verememe durumu ortaya çıktı. Militan kişilik, savaşan kişilik, büyük önderlik anlaşılamazsa her şey yitip gidecekti. Göçmen kuşları gibi köyün etrafında dolanıp durulursa, düşman bir öğrenir, iki öğrenir, sonra da atar pusuyu düşürür. Bildiğimiz gibi 1985 yılı, düşmanın böyle avlamaya çalıştığı bir yıl oldu. Hiç akla getirmek istemediğimiz şeyler başımıza geldi. Bu büyük çalışmaya neden bu zayıf yaklaşımlar geliştiriliyor? Bunlarda ülke sevgisi neden bu kadar zayıf? Kazanma tutkusu neden bu kadar zayıf? Neden bu kadar inkarcı kalıyorlar? Bu endişelerle daha sonraki köklü çözümlemelere ulaşma gereği duyduk. Aslında bu tehlike önceden görülmüyor değildi. Bu açıdan ülkeye dönüşün anlam ve önemi bütün yönleriyle ortaya konulurken, ortaya çıkabilecek gelişmeleri nasıl bir kişilikle karşılamanız gerektiğine dair gelişme sorunları ve görevlerimizi de belirttik. Ayrıca KiŞilik Sorunu; Devrimci Militanın Özellikleri ve Militan YaŞam biçiminde o dönemin ortaya çıkarttığı olası her soruna cevaplar veren değerlendirmelere gittik. Bunun yanında, her türlü takviye de yapılıyordu. Donanım itibarıyla her türlü silah, araç gereç, maddi donanım emirlerine veriliyordu. Üç yüzü aşkın militan güç -ki, oldukça inançlı, kendini feda etmeye hazır ve her şeye yürüyecek kadar cesaretli yürüyüş tutkuları vardı- aktarılıyordu. Komutası sağlam, iyi bilen, ölçüp biçen bir komuta olsa, aslında nereyi vursa orayı alabilirdi. O zaman düşmanın şimdiki gibi bir hazırlığı, bir tek korucusu yoktu. Yapılması gereken, insana sevgiyle yaklaşma ilkesine büyük değer veren, silahına büyük bağlılık gösteren, ortaya çıkan sorunlara biraz düşünerek cevap veren komuta gücünü sergilemekti. Yapılacak olun buydu. Kendini ateşe atanlar vardı, ama böyle sağ duyu sahibi bir tane militan göremedim. Bunlar kazanabilecek süreçteydiler, kazanmanın imkanlarını yakalamışlardı, ama kendi sonlarını kötü getirdiler. Bunlar III. Kongre süreci dediğimiz tartışmalarda, eleştirilerde cevabını vermeye çalıştığımız pratiklerdi. Çoğu Botan'a gitmiş ve bazı tarihi görevlerle karşı karşıya gelmişlerdi. Özellikle sorumluluk düzeyi olanlar, görevlerini başaramamalarına rağmen utanmadan karşımıza geldiler. İnsan kendisiyle oynar, ama bu kadar oynamaz. Sağ duyudan yoksun yaşar, ama bu kadar da olmaz. Çoğunun durum değerlendirmesinde de bunu görüyorduk. Ülkeye gittiler, üne, onura, silaha sahip oldular. Tarihin şanlı, şerefli adımıyla yüz yüze geldiler. Ama ne yaptılar? Bir fukara köylü çocuğu; taş çatlasa ya bir çorba bulur ya da bulamaz. Ölüm her zaman var. Burada insana en yüksek değer biçiliyor, güvenlik de var. Bu işlerin üzerine neden biraz namusluca yürünmedi? Eğer insanın mayasında kötülük varsa, düşkünce büyütülmüşse ve kendini çok köklü bir operasyonla öğütmemişse, temizlememişse, ondan fazla bir şey beklenemez. Tıpkı şimdilerde olduğu gibi, bize karşı kapkara öfkeli olanlar vardı. Böylesine bir öfkeyi gerektirecek ne yapmıştık? Hiçbir halk çocuğu ve hatta insanoğlu, böylesine önemli süreçlerde böyle davranamaz ve böyle davrananların da hiçbir gerekçesi olamaz. Halkın çocuğuysan, biraz namuslu olacaksın, adam olmayı bileceksin! Bu sözler şimdi de geçerlidir. Sen bir çorba için kırk takla atıyorsun, Avrupalıları yeterli görmüyorsun, Arabistan çöllerini yeterli görmüyorsun, daha fazlasını yaşamak istiyorsun. Cennet gibi bir ülken var, neden ona yönelmiyorsun? Dünyayı kat be kat kazanacak insanların var, niye onlarla birleşmiyorsun? "Birleşemem, kazanamam" diyorlardı. Böyle kaçış emareleri çoktu ve en kötüsü de yüreği ülkesine yetmiyordu. Ülkesini sevmiyor, insanını sevmiyor. Kendi halkına yaptığını düşman bile yapmamış. Hepsini koruculaştırdılar. Başkalarının çöplüğünü, tuvaletini temizlerken çok mutlu olabiliyorlar, ama kendisinin cennet toprağında suratı bir karış asıktır. Bu kendi başına büyük bir provokasyondur, kışkırtma davranışıdır. O sert yönelimler dediğimiz yönelimler, bazı uygulamalar bu çerçeve dahilinde ortaya çıkıyor. Bazıları bunu 12 Eylül dönemindeki kaçışlara benzetmek istiyordu. Bazıları "Artık her şey bitmiş, aslında kaybedilmiş, ama arkadaşlık hatırına, yiğitlik hatırına kalalım" dediler. İnsanları bir araya getirecek en basit bir ilişkiye gelmiyorlardı. Yüzünü ülkeye çevir dediğimizde o, arkasını dönüyordu. Çok üzerine gittiğinde kayaları gösteriyor, "uçurum var, oradan atlarım" diyorlardı. İki örgüt ilişkisini yürüt, senin derdin nedir dedik. Provokasyona gelmemek için kabullendik. Biz duyarsız ve buna boyun eğecek değiliz. Öfkesini görüyoruz, ama acaba kurtarabilir miyiz diyoruz. Bunu giderek bir tutum, bir kişilik ifadesi olarak kabul ettirmeye çalışıyorlardı. Birtakım sevdalı kişilikler böyle ortaya çıktı. Sözümona yiğitliğe toz kondurtmama gereği olarak kendilerin abartılı gösteriyorlardı. Aslında kendilerine inanmadıklarını çok iyi biliyorlardı. Yerine getirilmeyen görevler vardı, bile bile bunun imkansızlığını gösterip oportünist kişiliği kemikleştirmeye yöneliyorlardı. III. Kongre sonrası yeni bir sürece başladık. Birkaç kişilik yoğunlaşmış eğitim devreleri başlattık. Ürününü oldukça iyi gösteren devrelerdi. Talimat, perspektif ve planı iyiydi. Uzatılmış ve gecikilmiş de olsa burada mükemmel yeni bir tarihi hamleyi başlatıyorduk. 1987 Mayısı çok önemli ve oldukça iyi hazırlanmış gruplarla, ülkenin bütün bölgelerine doğru yürüyüş konumuna getirilmiş, bu sefer yüzeysellik aşılmış, toplumsal çözümleyiş kişilerin şahsında en detaylı kılınmıştı. Görevler oldukça iyi belirlenmiş, geçmiş deneyimlerden oldukça iyi sonuçlar çıkarılmıştı. Bu anlamda daha derin, daha sonuç alıcı bir biçimde yürüyün dedik. Yönelmeler için koşullar hazırdı. Güney‟de halen yönelme imkanları vardı, ama bilinen bu hazırlıklarımızın başına yeni belalar getirildi. Burada lafta bir şeyler kabullenen, ama özünde kendini gizleyen ve var olan olanakları da tükettikten sonra her şeyi düşmana peşkeş çekmeye hazırlanan kişilik “fırsat bu fırsattır” diyerek Doğu‟da çok önemli bir birikimi boşa çıkartıyordu. Botan'a yolladığımız kişiliğin halkı katlettiği, yoldaşlarını ölüme gönderdiği daha sonradan açığa çıktı. Aslında bu hamle, ülke içinde çok sınırlı da olsa, yeniden çok iyi yürütülebilecek imkanlarla yürütülmeye çalışılıyordu. Önemli adımlar atacak diye bekliyorduk. Askerlik kanunu bile çıkarılmıştı; halkı doğru tarzla mutlaka kazanacaklar diyorduk. Doğru söz ve doğru silahla takviye edilmiş siyasetimiz kesin sonuç alacak diyorduk. Ama halkı daha fazla kaçırtmanın ve hazır birikimleri de tüketmenin inanılmaz ihaneti, aşağılık davranışları boy vermişti. Aynen şöyle diyorlardı; "Her şeyi yetkimize ve egemenliğimize alalım, düşmanla dolaylı veya direkt uzlaşmaya girelim. Güneyde KDP var, onlara da kapıyı açık tutalım. Geliştirilmeye çalışılan hamleye karşı ilgi, itibar adına ne varsa onu da yitirtelim." Yine beklemediğimiz kişilerde bir karış suratlarla çeşitli tavırlar boy veriyordu. Elbette ki bunların hepsine ajan demek gerekmez, böyle olmalarına da gerek yok. Adam vatan haini, vatan inkarcısı, halk düşmanı, halkının inkarcısı. Halkını görmeyen, halkını bilmeyen, halkını hiç sevmeyen bir tip! Bu duruma gelmiş bir gerçeklik bu dağlar için, bu halk için ne yapabilir? Onun için halk dediği şey başına bela, başından def etmesi ve kuyusunu kazması gereken bir şey gibidir. Kendi halkını bir sürü gibi görüyor, neden sevsin ki? Bu tipler için parti de bir anlam ifade etmiyordu. Bir şey veriyor mu, para veriyor mu, savaşçı üzerinde ağalık yaptırıyor mu; bu ona yeter!.. Zaten partililik de onun için budur. Bu durumu çok net bir biçimde ortaya çıkarmaya çalışarak 1988 hamlesini karşılamaya çalıştık. Tamamen tutulmuş hudutlardan çok zor da olsa bazı grupları ülkeye aktardık. Buraya daha fazla yüklenme gereği duyduk. Çünkü ülkedekiler iyi sinyaller vermiyor, iyi sesler çıkarmıyorlardı. Ülkedeki birçok kişiyi 1988'de bu alana aldık ve 1989 kışı boyunca büyük bir sorumlulukla gruba durumları kavratmaya çalıştık. Hem pratiği yaşamış hem de yanımıza iki defa gelenler vardı. Bu sefer giderler 1989'u kazanırlar dedik. Fakat gidiş o gidiş... Yine örgütlenmeye gelememe, daha çok birbirini işlemez kılma, çeşitli kaçış yollarına sapma yaşandı. Genelde sağlam bir yürüyüş, düşmanı doğru değerlendirme yoktu. Halka saldırganlık gelişiyordu. Yeni bir eylem türü gelişti; düşmanı kat be kat güçlendiren ve halen olumsuz etkilerini tasfiye etmek için uğraştığımız, uğruna şehitler verdiğimiz ve daha da vereceğimiz düşmanlıklar ortaya çıktı. Bu, pratiğe karşı sistemli yapılmış bir faaliyetti. Eskiden siniyorlardı, kendilerini fazla göstermiyorlardı. Bunlar bu sefer daha cüretli bir tarzda ortaya çıktılar. Elinde silahla yetkiyi gasp etmişçesine çok aşağılık bir biçimde savaşçıyı, halkını ezme, partiyi boşa çıkarma, parti dışılığı sınırsız bir biçimde yayma çabasındaydılar. Bir vahşinin bile içine giremeyeceği tutumlar sergilendi. Birçok değerli yoldaşı katletme olayı ortaya çıktı. O günler, düşmanın daha değişik bir biçimde provokasyonlara yöneldiği bir dönemdi. 1987'de Olağanüstü Hal yönetiminin, özel savaşın daha iyi geliştirilmesi, onun çok önemli bir parçası olarak parti içinde özellikle Avrupa'ya dayanarak reformistleştirme ve ihanet ettirmenin çabası baş göstermişti. 1988'e doğru geldiğimizde bunların hepsi tamamdı. Olağanüstü Hal, artık kurum ve kuruluşlarıyla birlikte sonuca gitmek istiyordu. Bize kadar hissettirilmek istenen; "Bu sefer sıçramayı yapamazsın, senin için bir şeyler düşünebiliriz. Bu çalışmalardan vazgeç artık, Türkiye'ye gelemiyorsan, Avrupa'ya git. Avrupa yumuşatır, Türkiye düşürür" deniliyordu. Şimdi yeni piyasaya çıkartılan kültür özerkliği, işbirlikçilere yaptırılmak istenen işler, daha o zaman bize layık görülmek istendi. Bizi o temelde hizaya çekme çabaları vardı. Bu politikanın sözcüleri, hatta gazeteciler bile buraya kadar geldiler. Bu kadar beklemiyorduk, fakat bu eğilimde olan yaklaşımlar oldukça çokmuş. Yine zindan politikasında bazı önemli gelişmeler vardı. Zindanda adı duyulmuş, hatta egemen kılınmış bazı kişilikler buraya yollanıldı. Birisi 1988'in başında buraya yollanmıştı. Büyük bir ihtimalle 1988 provokasyonun önderlerinden kılınmak isteniyordu. Başaramayacağını, kendini ele vereceğini anlayınca, kendini objektif veya subjektif bir ajan durumuna sokmaktan çekinmedi. Ardından zindandan en hazırlıklı çıkış tekrar başlatılmaya çalışıldı. Anlaşmaların, sözleşmelerin ne düzeyde olduğunu bilemiyoruz. 1988'in sonlarında tekrar geliştirilmek istenen, PKK içindeki “önderlik”, özellikle zindandaki “önderlik”, yine Avrupa'da özellikle zoraki olarak, belli tutuklamalarla birlikte ortaya çıkarılmak istenen “önderlik” bizi tehdit ediyordu. Hepsi de iç içe geçmişti. "Hizaya gelmezsen, bu yılın sonunda bitersin" deniliyordu. Bu yaklaşımlar 1988'in ortalarında, 15 Ağustos Atılımı'nın dördüncü yıldönümünde bütün etkileri ile ortaya çıktı. Her zaman söylediğim gibi, düşman planlı ve sinsi düşünür. Uygulamalarına güç verirken, planlı olduğunu bilemezsin. Fakat giderek bunun böyle olduğunun anlaşıldığı bir yıl olarak, yılın ikinci yarısını iyi anlamaya çalıştık ve buna vereceğimiz karşılık, kuşkusuz devrimci mücadeleye, devrimci silahlı savaşıma inatla daha da sarılmaydı. Provokasyonu açığa çıkarmanın ve üzerine gitmenin yoğun çabaları vardı. Avrupa'dakilerin, zindandakilerin üzerine gitmeye, onları etkisizleştirmeye ve giderek ‟89'a güçlü yönelmeye ve ‟88 yılının ülke içindeki tahribatlarını gidermeye başladık. O dönemin durumlarını çok iyi tahlil eden ‟88 Kasım ve ‟89 Ocak değerlendirmeleri vardır. Çok kapsamlı çözümlemelerle birlikte, ülke içi durum düzeltilmek istendi, bunun için sürekli gruplar hazırlandı ve devrede tutuldu. Çok daha kapsamlı, derinlikli çalışmalar yürütüldü ve bildiğimiz gibi 1989'a giriş ezdirilmemeye çalışıldı. Çok sorunlu, çok başarısız kılınmak istense de bu yılda partiyi güçlü çıkarma, savaşı ezdirtmeme esas alındı. 1990'a güçlü girildi. ‟90 hamlesi her bakımdan güçlüydü. Aslında ‟89'a da güçlü girilmişti. ‟88 sonları, ‟89 başlarında geniş ve oldukça tecrübeli bir grupla eğitim çalışmaları yapılıyordu. Bunlardan çok şey umut ediyorduk. ‟89'un başında hepsi ülkeye yöneltilmişti. Yalnız bu sahadan yüz elliye yakın güç yöneltildi. Diğer sahalardan gönderilenler de yüzü aşkındı. Yani üç yüz kişiye yakın güçle ‟89 yılı dışardan takviye edilmeye çalışıldı. Fakat savaş tarzına gelememe, parti dışılığı aşamama kaçınılmaz olarak kendini ortaya çıkardı. Bu kapsamlı ve çok büyük sonuçlar alabilecek çalışmanın fazla verimli olduğu söylenemez. Daha da derinleştirilmiş bir karşılıkla 1990 yılı yakalanmaya ve bütün inatlara rağmen doğru tutum bütün bölgelere dayatılmaya çalışıldı. Hemen hemen birçok bölgemize güç aktarıldı. Asgari gerekleri ülke içinde yapılmayıp ağırlık bütünüyle buraya verilse de, yine de istenilene ulaşıldı. Talimatlar netti, katılım giderek gelişiyordu. Buna rağmen komuta, bilinen yetmezliğini, gafilliğini şu veya bu düzeyde, şu veya bu kişilikle sürdürmekten geri kalmıyordu. Komutanın bir kriz olarak kendini dayatması bu yıllarda daha nettir. Savaşçı yiğit, halkın da hiçbir suçu yok, imkanlar, olanaklar da fena değil, fakat komuta kendini kriz halinde tutmaya devam ediyor. Kuşkusuz bunun çok önemli nedenleri vardır. Bu yıllarda komutanlık belirleyici faktördür. Büyük çalışırsa vatanı kazanır, özgülüğü kazanır. Aynı zamanda tarihi dile getiriştir, çözümlenmiş kişiliğin somut ifadesidir. İç gericilik aşılamamışsa, kişilik sorunları aşılamamışsa, yeniden yapılanma sağlanmamışsa, komutanlıkta kriz kaçınılmazdır. Bu temelde buna daha büyük bir önemle yaklaşıldı. Yedekler sürekli geliştirilmeye çalışıldı. Bazıları bunu tam bir karşı devrimci yaklaşımla başarıya götürmeye çalıştılar. Her yapılan müdahale grubunu, her yeni hazırlanma devresini boşa çıkarmanın düşmana taş çıkartan biçimlerini sergilediler. "Ben başaramadım, gelenler de başaramayacak. Gelenleri kendimden daha kötü duruma düşüreceğim ki, ayakta kalayım" dediler. Bu alçakça ve karşı devrimci tutum böyle geliştirildi, kendisini dayattı. Halen bunun kalıntıları söz konusudur. Çalışan parti, kendini adayan yine parti; bunlar, bırakalım biraz yardımcı olmayı, yanına gelenleri ölümcül bir noktaya getiriyorlardı. Bir de "ölüm haberleri geldi mi" diye soruyorlardı. Böyle komutanlar görüyoruz. Senin yoldaşındır, gencecik insandır, senden biraz ilgi bekliyor. Yardımcı ol, halkına biraz hizmet et! Onun ilk düşündüğü şey ise; aslında canavarlığın bir türüydü. Yoldaşının başarılı olmasını istemiyor. Gidenler her gün savaşmak istiyor, onlara göre bunların “suçu” daha fazla savaşmaktır, korkmadan ölümün üzerine yürümektir. Başka hiçbir suçları ve eksiklikleri yoktur. "Sen misin bu tutumu gösteren, sen misin belki de başaracak olan" dediler. Bu yıllarda, önemli düzeyde komuta, kendisini böyle yüzeye vurmak istedi. Aslında bu, daha önce olup bitenin bir devamıydı; bir türlü devrime, örgüte, partiye gelememenin devamıydı. Biz tüm bunları sabırla karşıladık. Oysa karşımızdaki tip saygıyı, her şeyi bir tarafa itmiş, canavarlaşmış! Dar mevzidesin, her tarafı düşman sarmış. Sana düşen, başını hızla kaldırıp biçilmek değil, oyuna gelmeden, çok sınırlı da olsa başarı imkanlarını zorlamaktır. Biz bu tutumu esas alıp çalışmalara bir kez daha yüklenerek büyük bir inatla kazanmaya çalıştık. Artık halkın da gırtlağına dayanan, kabul edilemez bir durum yaşanılıyordu. Düşman dayatmaları karşısında ilk dostluk gösterileri başlatıldı. Nusaybin, Cizre halkının anlamlı tarihi adımları gelişti. Tarihi bir adım olmaya değerdir. Tıpkı 1978'lerde Hilvan gibi yörelerde başlatılan, halkın toplu katılım sağladığı başkaldırı adımı gibi bir başkaldırının daha da kapsamlı bir biçimi bu dönemde başladı. Artık halkın katıldığı bir olayın, birçok olumsuzluğu ve baş aşağı gidişi durdurabileceği ortaya çıktı. Halkın giderek dalga dalga artan katılımı, ‟91'i güçlü karşılamaya götürdü. Körfez Savaşı sonrasındaki gelişmeler iyi değerlendirildi. IV. Kongre gerçeğiyle birlikte, parti dışılığa, eşkıyalık ve canavarlığa, savaşa gelmemeye, halka doğru yaklaşmamaya son verildi. 1989-1990'da yapılan değerlendirmelerin nihai bir sonucu olarak 1991'e yönelme başladı. Bilindiği gibi ‟91, bu anlamda kazanımların en bol olduğu bir yıl haline getirildi. Parti öncülüğüne sınırlı bir dönüş, parti dışılığa sınırlı bir son veriş; yine temel taktiklere sınırlı bir dönüş, taktik dışılığa sınırlı bir son verişle birlikte gerillayı oturtabileceğimizi gösterdik. Bu yılda parti öncülüğü oturtulursa, başarıların gelişeceği ispatlandı. Başarı için, parti öncülüğünün oturtulması şarttır. Militan kişilik oturtulmadıkça, güçlü bir çalışmanın başarı şansı yoktur. Gerilla taktiklerine dönüş, gerillayı kesin oturtabilir ve gerilla büyük sonuçlar alabilirdi. Gerillaya dayalı serhildanların süreklileştirilmesi ve gerillaya çok büyük bir güç verilmesi kesindi. Ve bu temelde hareketin giderek legalleşmesi veya legal bir boyutta tırmanması kaçınılmazdı. Milyonların bizzat katılması, giderek legal imkanları da göz önüne getirmeyi gerektiriyordu. Bu yıllar, bazı legal faaliyetlere el atma, o faaliyetleri değerlendirme, bunu parlamentoya kadar yansıtma gibi önemli sonuçlar ortaya çıkardı. Düşman bu yılı her ne kadar gelişmiş özel savaşla karşılamak istediyse de, bunu başaramayacağı ortaya çıktı. Bu nedenle erken seçimi gündemleştirdi. Zayıflayan ANAP hükümeti yerine, sosyal yönü daha da gelişmiş bir hükümetle yönelme gereği duydu. Bildiğimiz gibi, sağlı sollu, Demirelli-İnönülü hükümeti özel savaşın sosyal, siyasal destekçisi haline getirildi. Bu hükümetin aslında 1991 yılı sonlarında kurulmaya çalışıldığında çok somut ve tek bir hedefle kurulduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Özel savaşın sosyal temeli hayli zayıflamış; 12 Eylül rejimi ve ANAP devamlılığı özel savaş güçten düşüyor. Demirellere, hatta Ecevitlere, Türkeşlere, Erbakanlara bu nedenle icazet veriliyor. Onları tekrar ‟80 öncesindeki Milli Cephe koalisyonlarına benzer koalisyonlar biçiminde kitleleri aldatıp tekrar yanlarına çekerek, çok şiddetli bir hamleye yönelmeyi kararlaştırıyorlar. Tamamen özel savaş yönetimi veya ordunun egemen yönetim gücü, böyle bir hükümete duyduğu ihtiyacı, giderek ‟90 başlarından itibaren bilindiği gibi, kara ve hava saldırılarını yoğunlaştırarak mevcut kazanımlar kadar, yeni ve önemli kazanımları sağlamaya çalışarak hareketi alıkoymaya çalışıyor. Bunun için de bazı işbirlikçileri yeniden canlandırmaya çalışıyor. Sahte bir Kürt kimliği ve sözümona reform paketi geliştiriyor. Bu yıllarda Kürt işbirlikçilerini sık sık çağırıyor, onlarla ilişki kuruyor ve onları en üst düzeyde karşılıyor. Güneyle birlik dayanışmasını engellemek istiyor, bu çok önemlidir. Bu yıllarda Güney ve Kuzey‟in ordulaşması ve cepheleşmesi, devletleşmeye kadar götürebilir. Aslında devletleşmenin bütün imkanları vardır, ama bunu engelliyor. Bunları yanına çekmekte ne kadar usta olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Ekmek vererek, birkaç dolar vererek bunu gerçekleştiriyor. Partiye de, içten dayatılan provokasyonun fazla başarılı olamayacağı anlaşılınca, özellikle zindan ve sahte reform politikaları ‟91'in sonlarında tüm yönleriyle anlaşılmıştır. Zindanlara tekrardan daha sert politikalarla yüklenilmiştir. Partiden ve provokatörlerden de umudunu kesince, bütün gücüyle PKK'ye yönelmekten başka çaresinin olmadığını görüyor. Bu değerlendirmelerden çıkarabileceğimiz sonuçlar nelerdir? Tüm bu ölü, ilgisiz, en başta partiye, komutalaşmaya gelmeyen kişilikler lanetleniyor. Bu kadar yıldan sonra yetmeyen bir kişiliğin yetmezliği kemikleştirmesi ve bunun affedilmezliği ortaya çıkıyor. Ülke sathında şimdiye kadar yaşananların bundan sonra affedilmezliği kesindir deniliyor. Biraz namuslu tutum sahibi olmak, biraz başarabilirim, halkıma, bu ülkeye biraz yaklaşabilirim tutumu yeterli değil mi? Bu olup bitenler yetmiyor mu? Kendiyle oynamalar, gafil yaşamlar sizin için yetiyor mu? Nasıl doğduğunuz, nasıl büyüdüğünüz beni hiç ilgilendirmez. Bütün gücümü ortaya koyarak nefes nefese bu noktayı yakalamanın bir sonucu olarak benimle yol arkadaşlığı yapmak istiyorsanız yürüyün! Bundan sonra sağlam yürünemeyecek, bu halka hiç değer verilmeyecek mi? Bu ülkeye, bu dağlara sağ duyuyla yaklaşılmayacak mı? Namussuzun hikayesini anladık. İhanet ve inkarın hikayesini de anladık! Peki ülkemizi sevip benimsemeyelim mi? Bu insan artık hiç değerli değil mi? Nereye kaçmak istiyorsunuz? Kimler nerede sizi yaşatabilir? Niye, halen bu kadar düşmek istiyorsunuz. Düşkünlükte sınır nereye kadar? Neyiniz var? Kim size ne verebilir? Yaşamı bu kadar değersizleştirmenin ne gereği var? Kan ter içinde her yere koşuyorsunuz, çok rahat olabiliyorsunuz, karşılığında ne alıyorsunuz, ne oluyorsunuz? Büyük özgürlüğe gelemiyorsunuz; güneş kadar yakıcı gerçekler var, ona gelemiyorsunuz. Çok güçsüzsünüz, her hareketi kabul edecek kadar güçsüzsünüz. Neden büyük güçlenmeye, büyük gurura gelemiyorsunuz? Karmakarışık ve muğlaksınız. Bu kadar açıklık, bu kadar kesinlik ortaya çıktıktan sonra niye yön veremiyorsunuz? Niye doğrultu kişiliği, yöneliş kişiliği olamıyorsunuz? Şimdiye kadar neden böyle yaşadınız? Adına inat mı, gericilik mi, onursuzluk mu, namussuzluk mu dediğiniz bu büyük kofluğu ispatlamak için yaşadınız. Bir insan ki, kendine kötülüğün sınır tanımaz bütün gereklerini yakıştırırsa, öncelikle aşılması gereken bu insandır. Bu kişilik ya yerin dibine gömülecek ya da arındırılacaktır. Bunun için de yaşaması gerekir. Anlamazsanız, anlayıp da gereklerini yerine getirmezseniz, tam da bu noktada gerekirse adam gibi, gerekirse komutan gibi yaklaşırım. Saygılı olamazsanız, birleşmesini ve kazanmasını bilmezseniz size hiçbir şey kazandıramam. Ben dünyayı da daraltmışım. Dünya, aramıza işbirlikçi Kürtleri sokmaya çalıştı, namussuz Kürtlerle bir şeyler yapmak istedi. Onun da önüne geçtim. İşbirlikçiliğe yol kesilmiştir. TC'ye kaçışa, düşmana kaçışa ilişkin yollar da kesilmiştir. Bu, halkın güveni kazanılarak kesilmiştir. Bu halkı çok iyi tanıyorum; bir evladı için kıyamet koparan bir halktır. Ama bu halk hepsini bir günde armağan edecek kadar da kazanılmıştır. Bunun için yollarınız kesilmiştir diyorum. Komutanlıkla oynayacaklarmış! Oynayın bakalım, ne olacak? Yetkileri gasp edeceklermiş! Gasp edin bakalım, ne olacak? Yapın, ben de hazırım. Gerekli uyarılar, yol göstermeler çok önceden yapıldı. Korkan bir halk yok artık. Herhangi bir yere elini sallasan akın akın savaşçı çıkıyor. Her türlü savaşa hazırken, savaşmamak için, savaşı geliştirmemek için neden çaba harcıyorsunuz? Artık düşmanın ödü patlıyor, o noktaya gelişi söz konusudur. Sonuç alıcı bir biçimde neden üzerine yürümüyorsunuz? Can güvenliği diyorsanız, güvenliğin alası şimdi bizim ülkemizdedir. Düşmandan daha fazla, komutanlar kendini güvenlik içerisinde hissedebilir. Yürütücüler, sorumlular için biraz tedbir yeter. Bu anlamda bu günü yakalamak önemli ve tarihidir. Yeniliği de buradadır; yani “namuslu, onurlu, başarılı yaşayamam, gelişemem, kazanamam” diyenin öldüğü gündür. Namussuzluğun yerin dibine gömüldüğü gündür. “Ben eskisini, en namussuzunu, en alçağını, en düşküncesini yaşarım” diyenin öldürüldüğü gündür. Açık belirtiyorum; herkes kendisi için çok iyi anlamlar çıkarabilir. Ben kimseyi davet etmedim, kendi yol arkadaşlığım için kimseyi zorlamadım. Ama istediğim; çok münasip, çok uygunca bir yol arkadaşı olabilmeyi sağlamadır. Ben düşkün bir kişi değilim, ben kendimi namuslu yaşatmanın ölçüleri dahilinde tartmayı beceren bir insanım. Ülkesine sadık, halkına sadık, insanlığa sadık!.. Bunu görmemek, görüp de gereklerini yapmamak mümkün değildir. Eğer bazıları inadına bizi geri çekmek istiyorlarsa, ben en değme provokatöre karşı da istifimi bozmam. Ama bu, onu affettiğimi göstermez! Ben düşmanıma karşı bile saygıyı elden bırakmam, çirkin hareket etmem ama bu, düşmanımı affettiğim anlamına da gelmez. Bu kadar başarısız, bu kadar hazırlıksız, görevlerde bu kadar lakayt biri benim yanıma gelemez, benim sorumluluğum altında çalışamaz. Yoktan var etmenin hikayesini görüyorsunuz. Halen bir şey yapamaz mısınız, doğru yürüyemez misiniz? Etrafınız halk doluyor, savaşçı doluyor. Halen saygılı olup yön veremez misiniz? Halen bildiğinizin yüzde birini uygulayamaz mısınız? Yapmazsanız, kendinizi hangi mahkemede, nasıl ve ne diye savunacaksınız. Bugünler bütün bu hesapların verilmesinin kararlaştırıldığı günlerdir. Benim öfkem, düşmana karşı fazla değildir. Düşmanımız yetmiş yaşındadır. Başbakan Demirel ve diğerleri tahrikçi lafları söylemekten öteye bir şey yapamıyor. "Şöyle ezerim, benim hesabım onlarla" diyor. Bizimle olsun! Ben sözlerini fazla dinlemiyorum, onun hamlelerini göz önüne getirmek bile istemiyorum. Bu düşmandır, düşman tabii ki düşmanlığını yapacaktır. Yetmiş yaşına gelmiştir, namusunu kurtarmak isteyecektir. Her gün bir yere uçuyor, “Devletim için yapıyorum” diyor. Ben de, on sekiz yaşındaki delikanlı gibi hareket edeceğim. Demirel'den, İnönü'nün oğlundan demokratlık, insanlık mı bekleyeceğim? Babası temelini atmış, kendisi tamamlar. Demirel üç defadır başbakan olmuş, her seferinde düşmüş veya düşürülmüştür. Bu sefer sağlam ayakta kalmak isteyecektir. Askerlerine ne lazımsa kırk takla atar ve verir. "İğne ucu kadar bir yer de olsa devlet otoritesi olacak" diyor. Bu, bizi kastederek söylenen bir sözdür. Bize iğne ucu kadar bir özgür yaşam yeri tanımak istemiyor. Bu toprakları çok sonradan görmedir. Bu topraklarda çapulculuktan, işgalden başka bir yöntemi olmamıştır. Ve bize iğne ucu kadar yer bırakmamakta kararlıdırlar. Özel savaşın çeşitli taktiklerini çok gördünüz, çok yaşadınız. Düşman, özel savaşın her türlüsünü geliştirir, yani her şey uygulanabilir. O, onun işidir. Diplomasiyi de kullanır, kültürü de kullanır, iç siyaseti de kullanır, ekonomiyi, şovenizmi, en son tekniği de kullanır, zaten kullanıyor da. Bizim kullanacak neyimiz var, bunlar da bellidir artık. Şimdi şunu çok iyi bilelim ki, biz de iğne ucu kadar olanaklarla yola çıkarak kazanmayı başardık. Bu hareketin tarihçesi böyle başlar. Bu tarihçeyi göreceksiniz! Bu tarihçeyi görmeyen; bu tarihin böyle başlayıp bugüne kadar gelişimini görmeyen bir devrimci, savaşçı, militan, komutan olamaz. Yapılan büyük kurnazlık da budur. Olup bitenden habersiz, imkansızlığın nasıl başarıldığından habersiz, bunu başaran ruhu, direnişi görmeyen tipler neymiş de PKK'li olmuş, neymiş de komutan olmuş! Olmaz! İliklerinize kadar bu tarihi duymazsanız, yaşamı öğrenemezsiniz. Bırakalım komutanlığı, insanlığı öğrenemezsiniz, özgür insanın nasıl yaratıldığını anlamazsınız. Bunun için tarih gereklidir. Parti tarihi, Önderlik tarihi gereklidir. Bu tarihi öğreneceksin, hem de iliklerine kadar! Biraz saygı ve sadakat gerekli! Yarın işbirlikçisi de çıkar, "ben bağımsızlıkçıyım" der. Kaldı ki o noktaya gelmişler. 1992 sonrasında, Güney‟de Barzani ve Talabani önderliğinde her türlü otonomicilik, Kuzey Kürdistan'daki her türlü “Kürtçülük” bir bakarsın ki dört dörtlük “bağımsızlıkçı” kesilmiştir. Şimdi bu doğru bir bağımsızlıkçılık mı, onu anlamak gerekir. Uzun dönemler “Kürtçülük” adına, “önderlik” adına kendilerini düşmana sonuna kadar yatıranlar, ‟92'ye kadar böyleydi, halen de bu devam ediyor. Bir gelişmenin sorumluluğu ve önderliği senin mücadelenin ürünlerine sahip çıkarsa, bunun sebebi sen olursun. Birçok işbirlikçi günlük olarak “bağımsızlık” için çalışıyor, “bağımsızlıkçı” kesiliyor ve muhtemelen bir çoğu da “özgürlükçü” kesilebilir. HALKLAR ÖNDERİ (5.BÖLÜM)
|
YORUM GÖNDER