GENÇLİK VE DÖNEM GÖREVLERİ
Örgütlü Gençlikle Toplumsal İnşaya;
İçinde bulunduğumuz yüzyılın karakteri daha en başından egemen güçlerce belirlenmiştir. Emenlerin egemenlik sevdası nedeniyle çetin savaşlara ve yoğun mücadelelere sahne olmuştur. Var olan gücüne daha fazla güç katma ve hâkimiyetini tüm alanlara kabul ettirme arayışları kendisiyle en çirkin yöntemleri de getirmiştir. İnsanlığın bugüne kadar görmediği savaş tarzları uygulanır olmuş, toplumlar bu savaşlar üzerinden büyük acı ve yıkımlara uğratılmıştır. Dünya, hiyerarşik-devletçi sistemle beraber savaşla tanışmıştır. İktidar ve güç arayışı savaşları bu da kaybeden toplum gerçeğini doğurmuştur. Yine doğa en büyük tahribatlarını savaş süreçlerinde yaşamıştır.
Savaş gerçekliğinin kendisi daha en başından toplum karşıtı bir pozisyonda seyir etmiş, insani olan her şeye el uzatmıştır. Tarih boyunca savaş olgusu iktidar odaklarının yaşam dayanağı olmuştur. Ancak, toplumsal değerlerin en çok tahrip edildiği süreçler de yine savaş süreçleri olmuştur. İktidar ve güç savaşları egemenlerin çıkarları adına toplumların büyük yıkım ve acı süreçleri olarak hafızalara geçmiştir. Baştan beri savaş egemen güçler tarafından geliştirilmiş, araç ve yöntemleri de bu karakterde gelişmiştir. Ezilenler için savaştan bahsedilemez. Savaşların çıkış ve gelişmeleri toplumların varlık ve özgürlük ihtiyaçları değildir. Toplumların gelişmeleri de zaten savaş ve şiddet temelinde gerçekleşmez.
“Tüm dünya da üzerimize gelse direneceğiz, tüm dünyayı yenecek gücümüz de olsa saldırmayacağız” -Önder Apo-
Savaş ve şiddet toplumdışı güçlerin toplumu denetleme, sömürme, kullanma ve istismar etme amaçları temelinde gelişen olgulardır. Toplumlar için meşru savunma ve varlığını koruma amacı dışında savaşın ve şiddetin bir anlamı ve amacı yoktur, olamaz.
Savaşın kapitalist moderniteyle birlikte aldığı hal önceki dönemlerden çok daha çirkin, kirli ve bitiricidir. Bilim-tekniğin alabildiğine kullanıldığı bu savaş sürecinde insanlık önceki süreçlerin tümünden daha fazla yıkım yaşamıştır. Dünya savaşları, bölgesel savaşlar, özel ve psikolojik savaş türleriyle tarihin en yıkıcı dönemi yaşanmıştır. Bu temelde iktidar ve sermaye tekelleri ceplerini doldururken, toplumlar ise yıkıma ve tükenişe sürüklenmiştir. Egemen güçlerin varlığı ve sistemin işleyebilmesi için savaş sürekli güncel kılınmıştır. Adeta savaşlar yaratılmıştır. Bu günümüzde de sürdürülmektedir. Bu temelde halklar birbirine kırdırılmakta, toplum kendi benliğinden uzaklaştırılmaktadır. Tüm dünyada süre gelen hegemonya mücadelesi, nükleer ve kimyevi silahlanma başta olmak üzere silah pazarlarının oluşturulmasıyla, endüstriyel ve teknolojik üstünlük sağlama çabasıyla kendisini toplumsal ve doğal yaşama en öldürücü haliyle dayatmaktadır. “Toplumsal refah”, “Dünyaya barış, terörizme son”, “Halkların kardeşliği ve birliği” gibi anlamı derin söylemler egemenlerin kirli amaçları doğrultusunda yürüttükleri savaşları maskelemek için kullanılmakta halkların-toplumların gözleri kapatılmaktadır.
Bu kirli ve acımasız savaşlara en fazla alet edilen ve etkilenen kesim gençliktir. Savaş baronlarının kurduğu ölüm pazarlarında genç yaşamlar beş kuruşa satılmaktadır. Bu şekilde kendi çıkarlarını ve iktidarlarını korurlarken, toplumsal dinamikler de çökertilmektedir. Bu sayede toplumun içi boşaltılmakta, kendisiyle çatışır hale getirilmektedir. Var olan sorunlarına bin bir türlü sorun eklenmekte, kendisiyle uğraşır hale getirilmektedir. Bilinçli bir şekilde işsizler ordusu oluşturulmakta, toplum ve toplumun dinamik gücü gençler sisteme bağlanılmaktadır. Tarihin hiçbir döneminde yaşanmayan kölelik koşulları bu dönemde toplumda gönüllüce kabul edilir hale getirilmektedir. Toplumun kendi kendine yetme özelliğini elinden alan sistem, bir süre sonra kapana giren av misali istediği gibi topluma yönelmektedir. Ve kendi kafesinde istediği zaman yem vermekte istediği zaman da aç bırakmaktadır. Toplumun onur ve haysiyetine saldırılarda bulunarak midesine bağımlı hale getirmek istemektedir.
Ancak tarihsel gerçeklik de göstermektedir ki; ‘toplum devlet ve iktidarsız kendisini yaşanılır kılabilir, ancak devlet ve iktidar güçleri toplum olmaksızın bir an bile ayakta duramazlar.’
İçinden geçmekte olduğumuz süreci ‘Üçüncü dünya savaşı’ olarak dillendirenlerin sayısı epey fazladır. Öncesinde yaşanmış iki büyük dünya savaşının tahribatları henüz unutulmamışken, etkileri kendisini hala sürdürürken bu dünya bir üçüncüsünü nasıl kaldıracak? Kapitalist sistem elinde tutmakta olduğu bilim ve teknoloji yoluyla çoktan başlamış olan bu savaşı her gün daha da derinleştirmektedir. İdeolojik, siyasal ve sosyal krizlerden bu şekilde kurtulmaya çabalamaktadır. Halklarını ve doğalarına karşı birer savaş rejimi olarak kurulan ve başa bela hale gelen Ulus-devlet gerçeğinden yeni bir savaş ve şiddet dalgasıyla kurtulmaya çalışmaktadır. Her alanda kriz kapıya dayanmanın da ötesinde kapıları kırmaktadır ve kapitalist modernitenin savaş-şiddet ve zor dışında tüm çözüm yöntemleri iflas etmiştir.
Kadının özgürlükler adı altında en çok köleleştirildiği, tezgâhlarda bir malmış gibi pazarlandığı dönem bu dönemdir.
Doğanın kar ve iktidar için tükenişe götürüldüğü, doğal olanın yıkıma uğratıldığı dönem bu dönemdir.
Ölüm kokan, hastalık yayan, robot insanların yaratıldığı mekânlar olan kentleşmenin bir ur gibi toplumları kemirdiği ve takatsiz bıraktığı dönem bu dönemdir.
Ölüm kusan, korku yayan kimyasal-nükleer-konvansiyonel silah üretimi en çok bu dönemde gerçekleşmiştir.
Toplumun geleceği ve yaşam gücü gençliğin potansiyelinin en çok düşürüldüğü, sorgulama yeteneğinin elinden alındığı, genç gücünün sistem çıkarları temelinde kullanıldığı, egemenlerin kurduğu pazarda ölümle tanışmaların olduğu dönem bu dönemdir.
Zihniyetsizleştirme operasyonlarıyla boşalmaya tabi tutulan gençliğin bu zihniyet ve algı çarpıtmalarının farkına varması ve bu temelde oluşturulmak istenen yeni hegemonyalara karşı devrimci bir duruş sergilemesi zorunludur. İşsiz bırakılmış gençlik başta olmak üzere, işçi-emekçi gençlik ve köylü gençliğin, günü gününe karşılaşmakta olduğu bu uygulamalar karşısında bir tavır sahibi olması en öncelikli görevdir.
İşsizliği bir egemenlik ve hakimiyet yöntemi olarak geliştiren sistemdir. Egemenler için gençliği işsiz ve aç bırakmak bir teslim alma yöntemidir. Böylelikle gençliğin dinamizmini midesine endekslemekte, kendine muhtaç kılmakta ve emeğini en ucuza almaktadır.
Öncelikli olarak evrenin en muhteşem canlısı olarak insanın işsiz kalması diye bir şey olamaz. Önder Apo’nun da belirttiği doğada bir karınca bile işsiz değildir. Yirmi dört saat boyunca faaliyet halindedir. Bir karınca boş kalmıyorsa, işsiz değilse, insan için işsizliği nasıl kabul edebiliriz. Sistemin dar alanlara sıkıştırdığı iş ve emek gerçekliği beraberinde beklemeyi ve sisteme bağlanmayı getirmiştir. Toplumun kendi yaşamını kurma ve geliştirme yöntemleri olarak tarihin derinliklerinden gelen tarım yani toprağın işletilmesi bile insanların kendisini yaşanılır kılmasına yeter. Ancak topraktan koparılmak istenen toplum, her an şehirlerin süslü ışıklarına yönlendirilen toplum ve koşturan gençlik gerçekliğini gördüğümüzde ne derece acınası bir durumda olduğumuzu görmekteyiz. Doğal olandan, ahlaki-politik olandan, demokratik değerlerden, toplumsal olandan kaçış demek olan bu durum sistemin en çok uygulamaya koyduğu temel gerçekliktir. Günümüz itibariyle köylerin ölü sessizliğine bürünmesi, şehir yaşantısının bir virüs gibi insanların kanlarına işlemesi bunun göstergesidir.
Topraktan koparılmış bir gençlik kendi öz değerlerinden ve yaşantısından koparılmış bir gençliktir. Toprak yaşamın kendisidir. Yaşam topraktan fışkırmıştır. Toprak olmaksızın bir yaşamdan bahsedilmesi düşünülemez. Bundan işte şehirlerin bugün itibariyle içinde bulunduğu durumu kanser olgusuyla tarif ediyoruz. Çünkü toprak hastalıkları bitiren ve yaşamı doğal dengesine oturtandır. Sırf bundan kaynaklı gençliğin toplumu yine kendi köklerine döndürme sorumluluğu her zamankinden daha fazla kendisini dayatmaktadır. Kendi kökleri üzerinde büyümeyen bir gerçekliğin yaşamını sürdürmesi olanaksızdır. Sürdürse bile çarpık ve sapık bir role bürünmenin ötesine geçemeyecektir. Bu temelde gençlik şehirlere koşturan değil toprağa, vatana, köye, doğaya koşturan olmalıdır.
İnşa ve zihniyet süreci olarak tanımladığımız bu dönemde gençliğin kendi benliğini ve zihniyetini bir inşaya tabi tutmaksızın yola koyulması beklenemez. Benliklerimizde var olan çift kişilikten-zihniyetten kurtulmak bunu gerektirmektedir. Hiyerarşik-devletçi sistem zihniyeti demokratik uygarlık kişiliği açığa çıkarıldığı derece işlevsiz kılınabilir. Ahlaki politik toplumun değer yargıları bilince çıkarılıp yaşamsal kılındığı derece sistemin kirlilikleri ve hastalıkları kusulabilir. Kendin olmaksızın, kendi toplumuyla, toplumsal değer yargılarıyla, vatanıyla bütünleşmeksizin ve tarihin kendisine yüklemiş olduğu sorumlulukları yaşamsallaştırma konusunda bir çabanın içerisine girilmeksizin var olan çarpıtılmış, sapkın kişiliğin içten tükürülmesi imkânsızdır. Buna karar verilmesi ve inanılması gerekir. Daha doğrusu iman edilmesi gerekir. Önderliğimiz, “nasıl ki Müslümanlıkta her girişilen işte bismillah çekiliyorsa, sistemin var olan uygulamaları karşısında böylesi bir sloganla işe girişilmelidir” demektedir. Tüm kutsallıklarımızı alıp yanı başımıza, her an içimizde bizi tüketen ve çürüten sistemik yanlarımızla mücadeleye girişmeliyiz. Kendi benliğimizi oluşturduğumuz derece, kişiliklerimizi özgürleştirip sistemden arındırdığımız takdirde ve toplumsal duyarlılığımız geliştiği oranda tarihsel misyonumuzu yerine getirme gücüne kavuşuruz. O zaman işte toplumda yaşanmakta olan her bir soruna cesaretle el atabilir ve var olan sorunları çözebiliriz. Zihniyetini değiştirmedikçe, uğruna mücadeleye giriştiği amaçlara iman edilmedikçe ve bu uğurda her türden bedel göze alınmadıkça başarının, özgürlüğün, doğru bir yaşamın oluşturulması da imkânsızdır.
Sistemin daha fazla kar elde etme, kendi zenginliklerine zenginlik katma isteminden kaynaklı hemen hemen her gün çalışma alanlarında gençler iş kazaları adı altında ya ölmekte ya da ömrü boyunca sakat kalmaktadır. Bunun yanı sıra gençler sokaklarda belirsizliğe itilmektedir. Buradan da anlaşılmaktadır ki örgütlülük olmaksızın bir başarı elde edilemez ve sistemin uygulamalarının önü alınamaz. Şöyle bir örnekle bu durumu açıklamak konumuzu daha da aydınlatacaktır: toplumu tarla olarak ele alalım, gençlik de bu tarlayı besleyen su olsun. Tarlamız daha iyi işlesin, güzel ürünler versin istiyorsak suyunun eksik olmaması gerekir. Su olmaksızın torak çoraklaşmaktan kurtulamaz. Bundan kaynaklı su kuyuları açar, kaynaklar oluştururuz ki toprağın ihtiyacı olan suyu verelim. Ancak kuyunun açılmasıyla her şey bitiyor mu? O kuyudan çıkan su tüm toprağa ulaşıyor mu? Hayır! Potansiyeli yüksek bir kaynak olsa da bu su yönlendirilmezse toprak istenildiği gibi sulanamaz. Aksine dağınık akışından kaynaklı kendisiyle birçok olumsuzluğu da getirir. İşte burada bizim için önemli olan ve yapılması gereken kanalların oluşturulmasıdır. Kanallar oluşturulduğunda tarlaya verilecek su ihtiyaca göre ayarlanır ve tarlanın iyi ürünler verilmesi sağlanır.
Burada kanaldan kasıt örgütlülüktür. Toplumun besleyeni ve geliştireni olan gençlik örgütlendirilmediği sürece toplumu aşındırmaktan ve topluma zarar vermekten öte bir pozisyona geçemez. Çünkü örgütsüz gençlik ne yapacağı, nasıl yapacağı ve nereden başlayacağını bilmeyen gençliktir. Ancak örgütlülüğe kavuşturulduğunda gençliğin içinde barındırdığı potansiyel ve güç topluma aktarılabilir. Bu şekilde toplum öz dinamikleri üzerinden yarınlara ulaştırılabilir ve demokratik özgür yaşama kavuşturulabilir. Bu temelde yaşamın her alanında, evde, sokakta, iş yerinde bu örgütlülük ekseninde hareket edilmesi gerekir. Örgütlü yapı karşısında sistem de zora girer. Baskı araçları elinden alınır. Sistemin örgütlü gençlikten çekinmesinin temelinde bu yatmaktadır. Bu yüzden gençliğin örgütlenme imkânlarını elinden almak için sonsuz çaba içerisine girmektedir. Olabildiğine kirli yöntemlerle gençliği kendisine çekmektedir. Gençlik ancak geliştirdiği örgütlülük temelinde toplumdaki çarpıtılmış değerleri düzeltebilir ve yaşanan sorunlara çözüm olabilir. Gençlik ucuz iş gücü olmaktan çıkar. Var olan potansiyelini toplumu için harekete geçirebilir. Bu doğrultuda gençlik geliştireceği komünlerle ve meclislerle sürece daha aktif katılabilir ve örgütlülüğünü anlama kavuşturabilir.
Komünleşme, toplumun kendi yaşamını düzene koyması ve sistemin bireycileştiren uygulamalarına karşı komünal bir duruşu geliştirmesidir. Bu sistemin dağıttığı toplumsal bağları güçlendirir. Gençlik açısından bu hayati öneme sahiptir. Sistemin geliştirdiği fuhuş, spor, popüler kültür ve moda sektörüyle gençler olabildiğine kendi gerçekliklerinden uzaklaştırılmak ve toplumsal olandan koparılmak istenmektedir. Komün gerçekliği sistemin fuhuş politikalarına, spor sektörüne ve popüler kültür uygulamalarına karşı doğru duruşun gelişmesini sağlar. Gençlik komünler yoluyla sadece kendisini değil, aynı zamanda toplumunu da bu hastalık yayan sistemik uygulamalarından koruyacaktır. Kendi ailesi başta olmak üzere, bulunduğu mahallede, şehirde, köyde her yerde komün oluşturma ve oluşturulacak komünlere aktif katılımını sergilemelidir. Sayı kaygısına düşmeden iki kişi olacağı gibi on, yirmi kişilik komünler de olabilir. Komünsüz bir gençlik her an sistemin saldırılarına maruz kalmaktan kurtulamayacak gençliktir.
Yine komünler kadar önem arz eden bir başka gerçeklik meclislerdir. Sistemin iradesizleştiren, uyutan, belleksizleştiren politika anlayışına karşın geliştirilecek meclisler yoluyla politika gerçek anlamına kavuşturulabilir. Dört duvar arasına sıkıştırılan, halktan uzak ve kopuk mekânlarda yapılan, toplumsal sorunların dillendirilmesinden çok var olan sorunların daha da derinleşmesine neden olan politika anlayışıyla sistem kendi çıkarlarını daha çok garantiye almaktadır. Politika toplum için değil, devlet erkânı ve birkaç kodaman için yapılır olmuştur. Politikanın toplumun sorunlarının tartışıldığı ve ortak akıl yoluyla çözümlerin geliştirildiği gerçekliği hep saptırılmıştır. Meclisler yoluyla politika yine bu işlevine kavuşabilir ve toplumun ihtiyaçlarını giderebilir. Gençlik meclislerin geliştirilmesi ve işlevselleştirilmesi doğrultusunda en çok çaba sahibi olması gereken toplumsal kesimdir. Köylü ve işçi gençlik bu doğrultuda bu görevin bilincine vararak bir an önce faaliyete geçmek durumundadır. Bugün itibariyle meclislerin birkaç kişinin gelip oturduğu gününü akşama evirdiği mekânlar olmaktan çıkarıp, toplumun devlet kurumları yerine; sorunlarını ileteceği, tartışacağı ve çözümlerle evlerine gideceği mekânlar haline getirilmesi gerekir. Gençlik bir an olsun boş durmaksızın aileleri bilinçlendirme, ev ev dolaşarak, herkesle konuşarak dönemi ve görevleri aktarmalı ve aktardıkları temelinde öncülük etmelidir. Meclisler bu görevi yerine getirecek konumdadır. Yeter ki gerçek anlamına kavuşturulsun ve bu anlam çerçevesinde toplumsal ihtiyaçlara cevap olsun.
Gençliğin kendisini etrafında örgütlülüğe kavuşturacağı başka bir alan da kooperatiflerdir. Gençlik geliştireceği kooperatifler yoluyla toplumun öz ekonomik alanlarını oluşturacaktır. Ekonomi denilince ilk akla gelen genellikle para olmaktadır. Oysaki gerçeklik bu değildir. Para, sistemin ekonomi gerçekliğini kendi tekeline alma araçlarından sadece biridir. Gerçek ekonomi tarım ve hayvancılığa yani toprağa dayalı olandır. Tabi gelişen teknolojiyi tümüyle kapitalist sisteme mal etmek de doğru değildir. Sonuç itibariyle insan aklının ürünü olup toplumsal gerçeklikten koparılamaz. Ancak kapitalist sistem teknolojiyi de tekeline almış ve çıkarları temelinde kullanır olmuştur. Onun için kooperatifler yoluyla tekelleştirilen tüm toplumsal ekonomik değerler tekrardan özgürlüğüne kavuşturulabilir ve doğayla barışık bir halde işlevselliğini sürdürebilir. Sistemin günümüz itibariyle elinde tuttuğu ekonomik sektörlerin doğayı ne derece kirlettiği görülmektedir. Kooperatifler kendi kendine yetmeyi ve toplumu ekonomik anlamda doyurmayı getirecektir. Kooperatifler yoluyla gençlik hemen hemen her gün gelişen iş kazalarından kurtulacak, sistemin ucuz iş gücü olmaktan çıkıp toplumsal çıkarlar temelinde kendisini katacaktır. Yine kooperatifler yoluyla gençlik kendi çalışma alanlarını oluşturarak bir yerlere bağımlı kalmadan kendi kendine yeterli hale gelecektir.
İçinden geçmekte olduğumuz sürecin inşa ve zihniyet oluşturma süreci olduğunu belirtmiştik. Ve bu süreci öncelikli olarak omuzlayacak olan, başarıya götürme yolunda çaba sahibi olacak olan kesimin gençlik olduğunu da belirtmiştik. Bunun için zihniyet oluşturma ve inşa sürecini mutlak başarıya götürmek için Akademiler zorunludur. Öncüsüz bırakılan toplumun yeniden öncülerine kavuşması, süreci kavrayıp kavratma sorumluluğunu üstlenecek öncülerin ortaya çıkması Akademilerle mümkün olacaktır. Akademik kadro sistemin akademisyenlerinden farklıdır. Sistemin yetiştirdiği akademisyenler toplumdan ve sorunlardan uzak, hep dışardan bir gözlemci gözüyle bakandır. Ancak akademik kadrolar toplumla iç içe, toplumdaki sorunları açığa çıkaran ve çözümler üretendir. Akademik kadrolar da toplumsal akademiler yoluyla gelişir. Önderliğimiz “yüreği ve beyniyle kendisini mücadeleye adayan herkes akademik kadro olabilir ve toplumsal akademiler içerisinde yer alabilir” dedi. Yani akademiler elit ve toplum üstü kişiliklerin yeri değildir. Toplumsal inşanın emekçilerini yaratan merkezlerdir.
Gençliğin akademilerdeki rolü son derece önemlidir. Özellikle gençlik akademileri toplumun yeniden inşasında öncü kadroları yetiştirecektir. Gençlik sorunları başta olmak üzere, bir bütünen toplumsal sorunlara eğilecek olan gençlik akademileri, tarihsel misyonunu olumlu anlamda oynayacaktır. Gençlik akademilerinin öncelikli görevlerinden biri sistemin içinde gençliğin durumu ve sistemden kopmanın yol ve yöntemleridir. Yani gençliği doğru bir zihniyete oturtmadır. Kendi gerçekliğiyle buluşturmadır. Yine gençliğin tarihsel anlamda üzerine düşen görev ve misyon, tarihsel analizler, bugün itibariyle eksik kalınan ve yapılması gerekenler konusunda olmak durumundadır. Bu bilinç doğrultusunda kendisini inşa eden gençlik toplumsal sorunları daha derinlikli bir tarzda çözme eğiliminde olacaktır. Yine bu akademiler yoluyla genç kadın kendi tarihsel gerçekliğiyle buluşturulacak, sistemin kendisine dayattığı uygulamalardan kendisini azat edecektir. Kadın olmanın gereklerinin yanı sıra genç kadın olmanın yüklediklerini daha doğru bir tarzda bilince çıkaracaktır. Kısacası gençlik akademileri başat olarak; tarihsel anlamda gençlik, gelişen mücadelelerde gençliğin rolü, hiyerarşik-devletçi sistem tarafından gençliğe dayatılan uygulamalar, bugün gençliğin yüz yüze olduğu uygulamalar, bu uygulamalar karşısında gençliğin görev misyonu, yetersizlikleri vb. konularını ele alacaktır.
Sonuç itibariyle; gençlik kendi gerçekliğiyle buluşmak zorundadır. Dönem bunu gerekli görmektedir. İnşa kadrosu öncelikli olarak kendisini inşa edendir. Yaşamın her alanında bu bilinçle hareket edildiği sürece çözemeyeceği hiçbir toplumsal sorun kalmayacaktır. İşçi, öğrenci, köylü, kadın, erkek toplumun her alanında bulunan gençliğin bu sorumluluklar çerçevesinde harekete geçmesi zamanın ruhunu yakalama açısından gereklilik arz ediyor. Önderliğimizin de belirttiği üzere “zamanın ruhunu yakalayamayanlar tarihin çöp sepetine atılmaktan kurtulamayacaktır.” Bundan kaynaklı zamana doğru bir temelde ayak uydurmak ve dönem görevlerini yerine getirmek gerekir. Gençlik, tarihsel bütünlük çerçevesinde tarihsel toplum inşasına kendisini yatırandır. Gençlik, her anını örgütlenme anı olarak değerlendiren, her mekânı örgütlülüğe kavuşturması gereken mekân olarak görendir. Gençlik, sırf dillendiren değil, konuştuğu kadar yapandır. Konuştuklarını yaşamıyla bir bütünselliğe kavuşturandır. Gençlik, özgür yarınların oluşturulması yolunda geçmişinden ilham alan, bugünü doğru okuyabilendir.
DENİZ GEM
YORUM GÖNDER